3 Mayıs 1481 - Büyük Hükümdarın Ardından 540 Yıl
Başlıkta yazılı olan tarihte, Gebze yakınlarında, Hünkar Çayırı mevkiinde, Osmanlı İmparatorluğu'nun gelmiş geçmiş en büyük hükümdarı son nefesini verdi. Fatih Sultan Mehmet, ne yüzölçümü ne de ekonomik düzey bakımından Devlet-i Aliyye'nin zirve dönemini teşkil etmez; buna karşın onun kadar kendi döneminde hem doğuya ve hem de batıya, taa klasiklerine dek hakim olan ikinci bir padişah Osmanlı tahtına oturmamıştır.
29/30 Mart 1432'de Edirne Sarayı'nda dünyaya gelen Şehzade Mehmet, adını dedesinden almakla birlikte, 3. veliaht konumundaydı. 1443'te pek tutulan ağabeyi Alaeddin'in ölümü, II. Murat'ı hüzne gark edince, Mehmet tahta "kâimmakâm" tayin olundu; bu durum, Osmanlı tahtında ilk ve tek defa olarak bir hükümdarın gönüllü olarak tahtını teslim etme hadisesinin örneğidir. Durumdan faydalanmak isteyen Avrupalılar ile yaşanan çatışma, Varna Savaşı'na dek uzadı. Bu aralıkta "hükümdarsan gel devletinin başına otur, yok bensem emrimi yerine getir" nev'inden iletilerin, şayet gerçek ise dahi şehzadenin kaleminden çıkmadığı ortadadır; o, aksine doğrudan kumandayı ele almak niyetindeydi. Tahttan indirilme meselesi de Varna dönüşü gerçekleşmiş; öncesinde söz konusu bile olmamıştır.
Herhangi bir imparatorlukta, tahta geçen yeni yöneticinin ipleri eline alabilmesi için bir takım kademelere kendi destekçilerini getirmesi, bunun kabul görebilmesi için de adeta rüştünü ispatlayacak başarılar elde etmesi gerekir. Onun için I. Dareios batı seferine çıkmış, Caesar sonrası Octavianus üçlü zafer töreni (triumphus) kutlamış, Tiberius suya sabuna dokunmadan Germanicus'u ortadan kaldırtmış, VI. Ioannes Kantakuzenos Türkleri arkasına alabilmek için doğrudan Türkçe öğrenmiş, Muhteşem Süleyman dosdoğru Belgrad ve Rodos gibi iki büyük kilidi kırmış, Genç Osman Hotin'i almaya çalışmış ve IV. Murat da Revan ile Bağdat'ı fethetmişti. Sultan Mehmet'in ipleri eline almasını ve Çandarlı Ailesi'ni yönetimden uzaklaştırmasını sağlayan başarı ise, doğrudan doğruya İstanbul'un elde edilmesi ile olmuştur.
Kentin arkasında yatan 2206 yıllık koskoca bir imparatorluk vardı; İstanbul'un alınmasıyla Osmanlı, III. Roma haline geldi ve onun padişahı da kendisine "Kayser-i Rûm" dediği gibi, çevresindeki alimler tarafından da "Romalıların İmparatoru" diye selamlandi.
30 yıllık iktidarının içerisinde Fatih'in hızına yetişmek ve hangi yılın hangi mevsiminde ne yakadaydı tam olarak tespit etmek bugün dahi güç iştir. O, dur durak bilmez seferlerine mali kaynak aktarabilmek adına 5 defa Osmanlı parasının tağşişini emretmiş ve ek vergiler koymuş; bununla birlikte Anadolu ve Balkanlar'da hakim olarak devraldığı bir bölge devletini, sözünü pek çok yere dinletecek bir dünya imparatorluğu haline getirmiştir.
Sırbistan'ı komple ilhak eden, Eflak'ı dizginleyen, Arnavutluk'u ele geçiren, Karadeniz'i Türk Gölü haline getiren, Venedik ile boy ölçüşen, Timur'dan beridir süregelen, Osmanlılar'ın "doğu" fobisini ortadan kaldıran, bunun için çetrefil arazideki meydan savaşında havan topu kullanmayı akıl eden, Cenova Dükalığı'nı Karadeniz ve Ege sularından kovan odur; bu sonuncu harekatıyla, Cenovalılar'ın ilgilerini batıya verdikleri açıktır ve Amerika Kıtası'nın keşfini gerçekleştiren, bir dokuma ustasının oğlu Christopher Colombus'un da Cenovalı oluşu tesadüf değildir.
Fatih'i Fatih yapan, buraya kadar üzerinde durulan siyasi ve askeri başarılar değildir. Kişisel yetenekleri ve ilgi alanlarından önce, idari anlamda bir imparatorluk yarattığını ifade etmek gerekir. Osmanlılar'ın ilk büyük "codex"i yani hukuk derlemesi onun eseridir; Türk Kağanı'nı, İran Şahı'nı, Abbasi Sultanı'nı, Altın Orda Hanı'nı ve nihayet Roma Caesarı'nı bünyesinde toplayan "Osmanlı Padişahı" tipinin yaratıcısı da hiç tartışmasız Fatih Sultan Mehmet'tir. Divan-ı Hümâyun'daki teşrifattan, bahriyedeki nizama dek, pek çok alanda onun eserinin izleri görülür; bir yandan da, ince diplomasisinin bir neticesi olarak, Venedik ile ters düştüğü vakitler Floransa'yı yanına çekebilmek için banker Carlo Martelli'nin Galatia'daki evinde yemek yemeye giderek bütün hiyerarşi ve teşrifatı altüst eden yine odur; Atina için Solon, Roma için Augustus, Bizans için Iustinianus, Rusya için Petro, Fransa için Napoléon, Amerika Birleşik Devletleri için George Washington ve Thomas Jefferson ne ise, Osmanlı için de Fatih odur.
Kendisinin resime, heykele, mitolojiye, tarihe büyük ilgisi olduğunu söylemek lüzumsuzluk olur; gerçekten Gentile Bellini onun resmini yapmış, Ali Kuşçu'dan Molla Gürani'ye, Akşemsettin'den Molla Hüsrev'e, Imbroslu müverrih Kritóvulos'tan Trabzonlu filozof Amirutzés'e, Floransalı tarihçi ve şair Benedetto Dei'den Anconalı epigrafyacı ve hümanist Ciriaco'ya ve Geórgios Trapezúntios'a dek, devrin önde gelen âlimleri onun çevresinde bulunmakla kalmamış, birbirleriyle olduğu kadar bizzat sultan ile de düşünsel tartışmalar yürütmüşlerdir. 1456 yılında sultanın arzusu üzerine, MS II. yy. coğrafyacısı Ptolemaios'un eserinden yararlanarak bir dünya haritası yapan Amirutzés'in, yine onun için "şüphesiz ki sultan en keskin zekalı feylesoflardan biridir" dediğini bizlere Kritóvulos aktarır.
İtalyanca'ya, Latince'ye ve Yunanca'ya olan büyük ilgisinin yanında, şiir yazacak düzeyde Arapça ve Farsça bilgisine vâkıf olduğu ve ayrıca klasik eserlere olan büyük yönelişinin bir neticesi olarak da Homeros destanlarına ve Troia Savaşı'na merak saldığı bilinir. 1462 yılında, Midilli'ye çıkmadan evvel Çanakkale'de Ilion harabelerine gelip, "şükürler olsun ki Tanrı bana sizin gibi insanların öcünü almayı nasip etti" diyerek İstanbul'un fethi ile Troia Savaşı'na gönderme yaptığı aktarılır. 3 kere (İstanbul, Belgrad ve Eğriboz) başvurduğu gemileri karadan yürütme tekniği de tarih kitaplarının, onun ufkunun genişlemesine yönelik olumlu etkisinden kaynaklanır.
Osmanlılar başta olmak üzere bütün dünya, Fatih Sultan Mehmet'in kişiliğinde, harp meydanlarını devasa ordulara dar eden mükemmel bir mareşal, Rönesans bilginlerinin ağzını açık bırakacak denli mütebahhir bir entelektüel, ve pek tabi ki İranlı devlet adamlarını ve Romalı hukukçuları imrendirecek düzeyde bir kurumlaşma takip eden bir devlet adamı görmüştür.
Pek muhterem İnalcık Hoca'nın belirttiği üzere, "Fatih olmasaydı, imparatorluk olmazdı."
Ona ve mirasına sahip çıkmak adına yapılması gerekenleri listelemek yerine, çalışma azmini ve dünyayı tanımaya olan ilgisini örnek göstermek yeterli olacaktır. Korkunun değil, öğrenme tutkusunun, retoriğin değil felsefenin, duygusallığın değil rasyonalizmin egemen olduğu nice güzel zamanlara..
Yapımı üç ay süren, çizimlerini Fatih Sultan Mehmet'in önderliğinde Türk mühendislerinin yaptığı topun dökümünü Bizanslıların daha önce sınır dışı ettiği Macar Urban adlı bir dökümcü yapmıştır. Bunun yanında döküm ustası olarak Cenevizli Donar Usta diye birisinden de bahsedilir.
Urban’ın döktüğü top ve diğer toplar 1452 senesi Ocak ayının sonlarında Edirne’den yola çıkarılmış ve ancak iki ay sonra İstanbul önlerine getirilebilmiştir. Toplar, bazı tarihçilere göre 30 araba 140 öküzle çekilmiş ve devrilmesin diye 200 nefer (asker) görevlendirilmiştir. Evliya Çelebi, “ Büyük topun önünde Kıraç Bey kumandasında on bin akıncı süvarisinden mürekkep bir kol gidiyor topu otuz, bazılarına göre elli veya atmış çift öküz müşkülatla çekiyordu.” demiştir.
Edirne'de deneme atışlarının yapılacağı sırada Fatih Sultan Mehmet tellallar göndererek halkı uyarmış, bu gürültünün kaynağını haber vermiştir.
Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u almak için döktürdüğü büyük top "Şahi" adını taşır. Bu topun namlusu 91,5 cm'dir. 680 kilogramağırlığındaki güllesininmenzili 1200 metredir. Osmanlı ordusunda daha sonra kullanılan büyük toplara da Şahi adı verilmiştir.
Şahi topu nerelerde kullanılmıştır?
1464'te Fatih Sultan Mehmet toplardan 42 tanesini Çanakkale Boğazı'nın savunması için Çanakkale Boğazı'na göndermiştir. Yüzyıllarca kullanılmadan kalan toplar 1807 yılında İngiliz donanmasına karşı kullanılmış ve beklenenin aksine kusursuz şekilde çalışan toplar bir İngiliz gemisini vurmuş ve 60 denizciyi etkisiz hale getirmiştir. Bir tanesi İngiltere'de, bir diğeri de İtalya'dadır. Günümüzde Fatih döneminden 6 tane top kalmıştır. Bunların en büyüğü olan ve İstanbul'da, Boğazlar'da kullanılan "Şahi" bugün İngiltere'dedir. Diğer toplar ise Harbiye'deki askeri müze bahçesinde olup bunların çapı daha küçüktür.