24 Kasım 2019 Pazar

2- MİLATTAN VII. YY’A KADAR KAFKASYA’DA TÜRK KAVİMLERİ






2. MİLATTAN VII. YY’A KADAR KAFKASYA’DA TÜRK KAVİMLERİ 


Milatın başından itibaren Kafkasya bölgesine doğudan batıya göçebe kavimler gelmeye başlamışlardır. Buraya gelen Türk kavimleri kronolojik olarak birbirini takip ederek Kafkasya bölgesinde yerleşmişlerdir. Aşağıda bunlara dair bilgiler şu şekildedir:

2.1. Alanlar

 Alan kelimesinin açıklaması için Persolog bilim adamları, bu terimi Avesta’da geçen Arya, Ari veya “Elen” yani “Olen” kelimesine bağlamışlardır. Bu bakış açısına karşılık Bizans, Arap-Pers, Ermeni, Gürcü yazarlar Alanlar hakkında bu tür isimler zikretmemiştir. Kazi T. Laypanov-İsmail M. Miziyev ise “Alan” etnonimini Türkçe “ulan”/ “oglan” (“oğlan”): “oglan-olan-alan” ile bağdaştırma teşebbüsünün yeterli olduğunu düşünmemektedirler. Türk ve Tatar dillerinde “Alan” kelimesi “ova”, “vadi”, “orman kenarı”, “arazi” anlamına gelmektedir. Belki Alanlar kendilerini “ova halkı” diye adlandırmış olabilirler; çünkü onların büyük çoğunluğu ova ve vadilerde yaşamışlardır1

Alanlar Kafkasya’da ilk zamanlar aluan etnik adıyla bilinmektedirler. Bu isim zaman içinde alan, ablan ve avlan şekillerini almıştır2 . Alan kelimesi çağdaş Türk dilli halklarda da korunmuştur. Hemen hemen bütün Türk kabilelerinin eski bölgelerinde, Altay dağları ve Orta Asya’da, “Alan” etnonimleri korunmuştur. “Alandan kelgen” yani “ovadan gelen” deyişi, hala Altay kabilelerinde kullanılmaktadır. Alanlar, Türkmenistan’da “Salır” kabileleri bünyesinde Karamanların bir kolu olarak ayrı bir boy grubu olarak bilinmektedirler. Bu Alanların dili Türkmence’dir ve sayıları 1500 hane kadardır. Anlatılanlara göre onlar Türkmenistan’a göç etmeden önceleri Mangışlak’ta yaşamışlardı ve orada kendilerine ait bir Alan kalesi vardı. V.V. Barthold, İngiliz doğu bilimcisi Hirth’e dayanarak şunları söyler: “Hirth, Türkmenlerin Hunlar tarafından fethedilen Alanların torunları oldukları sonucuna varmakta ve bu vakıanın kabul görmesinin Türkmenlerin soy kütüğünün açıklamasında kullanılabileceği görüşünü savunmaktadır... Karaçay ve Balkarlarda “Alan” etnonimi birbirine hitap kelimesi olarak korunmuştur. Ancak, “Alan” kelimesi “hısım”, “akraba” anlamında kullanılmaktadır. Antik ve Orta çağ yazarları, Alanya sözcüğü ile Karaçay’ın yukarı kısımlarına işaret etmektedirler3 . Avrupalı araştırmacılarca Alanlar, İran menşeli bir kavim olarak kabul edilmektedir. Çin kaynaklarında “An-tsi”, Romalılar da “Alani” ve Bizanslılar da onlara “Asioi” demişlerdir. Alanlar, klasik Roma devri ve özellikle “kavimler büyük göçleri” dolayısıyla tanınmışlardır. Alanların başka bir adı da “As”tır. “As” adı, Marquart’a göre M.S. IX. yy’a kadar korunmuştur. XI. yy’da yaşayan Harezm’li el-Biruni’nin Tahdid-i nihayetü’l-Mesakin adlı eserinde, Hazar denizi çevresinde yaşayan “Lan” ve “As”lardan bahsedilmiştir. Bu durumda Alanların iki zümreden oluştukları anlaşılmaktadır4 . İskit-Sarmat döneminden sonra bunların “Alanlar” adıyla anıldıkları bilinmektedir. Öncelikle Orta Asya bozkırlarından gelmiş olan Sarmat ve Saka-Massaget kabileleri grubu Alan olarak adlandırılmıştır. Alanlar, Sarmat bölgesinin ve federasyonlarının yeniden bir araya getirilmesinde egemen güç olurken, kendi adlarını onlara geçirirler. Antik dönem tarihçileri Alanların Sarmat halkı olduğunu söylemişlerdir. Bazıları onları İskit, bazıları ise Massaget olarak nitelemişlerdir. İkinci yüzyıldan itibaren antik yazarların yapıtlarında ülkenin ortak adı Alanya olarak geçmektedir5 .

Alan kelimesinin etimolojisi konusunda değişik görüşler olmasına rağmen bunlardan hiçbiri kelimenin Alban sözcüğünden geldiğine ihtimal vermemiştir. Alanlar Kafkas Albanyası’nda yaşadıkları için bu yönde bir düşünce olabilir. Nitekim bugüne kadar Albanların kim olduğu bilinmiyor. Alanlar, M.Ö. I. yy’dan itibaren M.S. VIII. yy boyunca varlığını sürdürmüşlerdir. Albanların ana kitlesi, Hazar denizi sahilinde Kür nehrinin kuzeyine düşen toprakları içine alan Kafkas Albanyasında yaşamaktadır. Muhtemel olarak bu günkü Şirvan bölgesinde yaşadıkları tespit edilmiştir. İskitler ve Sarmatlar döneminde bu bölgede şimdiki Azerbaycanlıların Aluan (Aluank) denilen atalarından birisi yaşamış olmasına da ihtimal verilmiştir. Bu bölgede yaşayanların Alban şeklindeki zati ismi, M.Ö. I. yy’dan itibaren ve M.S. VIII. yy boyunca tüm Kafkas Albanyası sınırları dâhilinde Aluank zati adlarıyla kaydedilmişler; “Alban krallığının yıkılmasından sonra ise her etnoniminin başından geçen sıradan olay gibi Alban zati adı da IX-XIX. yy’lar arasında ülkenin bir köşesinde Arsah’da varlığını sürdürmüştür” 6 .


                          Albanya (Azerbaycan) Bölgesi IV-VII. yy’lar (Azerbaycan Tarihi Atlası, Red. İ.V. Konovalova, Bakı, 2007, s.15.)


Arkeolojik veriler Alanların ve atalarının Türk dilli oldukları yönündeki tezini desteklemektedirler. Bu verilere göre, Karaçay ve Balkarya’da Hunlar ve Bulgarların buraya gelişlerinden önce Alan şehir ve köyleri vardı. Arkeologlar, XIII. yüzyıla kadar varlığını sürdüren katakomb defin geleneğine bağlı olarak buradaki el aletleri, silah, at koşumu ve seramiklerin oldukça büyük bir kısmının Alanlardan kaldığını tespit etmişlerdir. Bu şehirler ve yerleşim birimlerinin maddi kültürü Türk kültürüdür ve Bulgarların gelişlerinden uzun zaman önce teşekkül etmiştir (katakomblar, balballar, at koşumları vs.). Alanların Türk dilli olduklarına dair S. A. Pletneva, Türkçe’nin Hazar hakanlığında, Alanlarda ve Bulgarlarda alfabe ve resmi dil olarak kabul edildiğini belirtmektedir. IX. yüzyıl yazarı Yosef Ben Gorion da Alanları Türk olarak kabul etmektedir. X. yüzyıl yazarı İbn Dasta’ya göre ise, Tulaslar denilen Türk halklarından bahsedilmektedir. V.A. Kuznetsov’un görüşüne göre “Tulas” “Dağlılar” “Aslar” anlamına gelmekle birlikte bunlar Karaçaylar ve Balkarlardır. Kuznetsov’un bildirdiğine göre Alan krallarının Türkçe unvanlar kullandıkları da belirtilmektedir7

2.1.1. Kafkasya’da Alanlar 

Alanlar hakkında Kuznetsov, “Milattan önceki son yüzyılda Kuzey Hazar, Don ve Ön Kafkasya’da yarı göçebe olarak yaşayan Sarmatlar’dan ayrılarak, (Roma ve Bizans yazarlarının verdikleri bilgilere nazaran) miladi I. yy’da Azak civarına ve Ön Kafkasya’ya geldiler. Daha sonra buradan Kırım, Azak çevresi, Ön Kafkasya, Küçük Asya ve Medya’ya saldırılarda bulundular. O sıralar Alanların temel ekonomisi hayvancılığa dayanıyordu.”Kuznetsov, daha sonra merkezi Kafkasya’da Alanya adını alan bir Alan federasyonu teşekkül ettiğini, VIII-IX. yy’larda ise Alanya’nın Hazar hakanlığı bünyesine girdiğini kaydetmektedir. X. yy’da da Alanlar Hazarya ile Hıristiyanlığı Alanya’ya ihraç eden Bizans arasındaki dış ilişkilerde önemli rol oynamışlardır. Kuznetsov’un verdiği bilgileri değerlendiren Mirfatih Z. Zekiyev Kuznetsov’un burada Alanlarla ilgili verdiği bilgileri de aynı şekilde kabul etmiştir8

II. ve III. yy’ın eşiğinde Alanlar, Sarmat boylarını birleştirip büyük bir AlanSarmat boy birliği oluşturmuştur. Ammian Martselin, Alanların Azak denizinin kıyısında ve bu bölgenin doğusundaki bozkırlarda yaşadığını ifade etmektedir. Birinci yüzyılın ortalarında Yunan ve Romalı yazarlar Alanların Tuna’nın alt kısımlarında, Don nehri boyunca uzadıklarını ve Kuzey Kafkasya’nın merkezi bölgelerinde yaşadıklarını belirtmektedir. Birinci yüzyılın ikinci yarısında Alanlar Kuban havzasının doğu bölümüne nüfuz etmeye ve Bosfor ile yakın ilişkiler içerisine girmişlerdir. Bunun ardından Darial geçitinden ve Hazar girişinden yollarını açan Alanlar Gürcistan’a, Ermenistan’a, Med ülkesine ve Küçük Asya’ya askeri seferler düzenlemeye başlamışlar9 .

Alanlar, Kafkasya’daki ilk dönemlerde etkili bir güç olarak gözükmüşlerdir. Tasit ve Fiavius Jozef’in M.S. 35-36’daki İbero- Pont savaşında anlattıkları “Sarmatlar” ve “İskitler” büyük olasılıkla Alan topluluğunun daha sonraki kollarını oluşturacak olan “Aorslar” ve “Siraslar”dır. Alanlar, M.S.72’de Hazar’ın güneyine büyük bir sefer düzenlerler. Flavius Jozef’e göre Kral Hinkami’den “İskender’in demir kapılarla kapattığı geçit”in anahtarını aldıktan sonra, “Medya”yı daha sonra bugünkü Ermenistan  bölgesini talan ettiler. İber Gürcü Kıralı II. Farasman’la birleşerek Atropaten’i (bugünkü Azerbaycan) istila ettiler10 .

Hunlar, 370-375 yıllarında İdil (Volga) nehrini geçince, önce Kafkasya’nın kuzeyindeki Alanların bir kısmını yerlerinden çıkararak batıya doğru gitmişler. Alanların bir kısmı ise Kafkaslardaki dağlara sığınıp ve uzun zaman buralarda kalmışlar. Kafkaslarda yaşayan halk olan Osetinlerin soyu bunlara dayandırılmaktadır. Hunların önünden çekilen Alanlar ise, ilk olarak Dobruca’ya gelip oradan hareketle German kavimlerinden Vandallar ile birlikte Pannonya’ya girmişlerdir. 406 yılında da Vandallar ve Suebler ile birlikte Ren nehrini geçip Galya’ya girmişler. Alanlar bir müddet Galya’nın güney kısmında bulunduktan sonra Vizigotların baskısına maruz kalmışlardır. Vizigot kralı Wallia’nın, 417 yılında, Addar’ın idaresindeki Alanlar ile harbe tutuştuğu bilinmektedir. Bu tarihlerde Alanların bir kısmı artık İberik yarımadasına girmiş bulunuyordu; daha sonra diğer kısmının da oraya geldiği anlaşılıyor. 429 yılında Alanların bir kısmının Vandallar ile birlikte Afrika’ya geçtikleri biliniyor; onların Kuzey Afrika’da kurulan Vandal devletindeönemli bir rol oynadıkları da anlaşılıyor. 483’te Vandal kıralı kendini: “Rex Vandallarum et Alanarum” (Vandallar ve Alanlar kıralı) diye adlandırmıştı. İmparator Justinian zamanındaki Vandal kralı da aynı lakabı taşıyordu11 .

2.2. Hunlar 

Hunların, İç-Asya’da Gobi çölünün kuzey ve güney sınırlarında varlıkları M.Ö. III. yy. boyunca devam etmiştir. Bu tarihlerden sonra akınlarının yönü, bir bölümüyle güneye, Çin’e, diğer bölümüyle Çin’in kuzeybatı sınırında ve Tanrı dağları bölgesinde oturan halklara çevrilmiştir. Hunlar, Moğol bozkırlarından hareket ederek, çeşitli vesilelerle, bozkırların batıya düşen bölgelerine doğru hareket etmişlerdir12 .

Hunların Hareket Yönü (Mirfatih Z. Zekiyev, Türklerin ve Tatarların Kökeni, İstanbul, 2007, s.112.)

M.S. II. yy’ın ikinci yarısında Kuzey Kafkasya’nın etnografik haritası ve siyasi tarihinde Sarmat-Alan egemenliği olduğu zaman, erken antik Yunan tarihinde ilk kez bu bölge için “Hunlar” adında yeni bir etnik terim ortaya çıkmıştır. Bu terim M.S. II. yy’da iki kaynakta: Dionisi Periaget’in ve Klavdi Ptolemey’in manzum tasvirlerinde görülmektedir13 . Yusuf Caferov’a göre M.S. II. yy Kafkasya etnik bilgileri içeren Dionisi Periaget’in yazılarındaki mesaj analizlerinden yola çıkarak aşağıdaki sonuç ortaya çıkmıştır: “160.yıla doğru “Hunlar” adı ile meşhur bir çeşit kabile grubu, artık Volga nehrini geçmiş ve Hazar denizinin kuzey batısındaki bozkırlarda yaşamıştır” 14 . Hunların Kafkasya’da varlıkları ve buradaki Hun yerleşim yerleri için Hun ülkesi ifadesi Kalankatlı Moses tarafından da belirtilmiştir15 .

Hunların ve onlarla akraba kavimlerin batıya ilerlemeleri sonucunda, IV. yy’ın ikinci yarısında Kafkas ülkelerinde önemli siyasi değişimler yaşanmıştır. Hunların bu topraklara girişi16, özellikle de Alanlar17 ve Asların bir kısmının Kafkasların kuzey eteklerinde uzanan bölgeye geri çekilmelerine yol açmıştır. Hun kavimleri, Kafkasya’da özellikle doğuda ve Albanya bölgesinde de yayılmışlardır18 . Hunlar ve ardından Gotların Kafkasya’yı istilalarından sonra, “Meot” adı tarih sahnesinden silinmiştir19

Hunlar, 370 yılları öncesinde Kuzey Kafkasya bölgelerine kitleler halinde gelmişlerdir20 . Kafkas geçitleri yoluyla 363-373 tarihleri arasında Hunlar bir başka akınlarında bugünkü Ermenistan toprakları üzerinden Anadolu’ya girip, Mezopotamya arazisini yağmalayarak Urfa önlerinde görünmüşlerdir21 . Hunların, Doğu Roma üzerinde hâkim olma girişimleri paralelinde, 395 yılında iki koldan gelişimlerini sağlamak üzere yola çıktıkları görülmektedir. 395 yılında Hunlar, iki koldan harekete geçtiler. Ağırlık merkezi Tuna olan Batı kanadı tarafından organize edilen bir kısım, Balkanlar’dan Trakya’ya yöneldi. Don nehri civarında bulunan Doğu kanadınca tertip edilen diğer bir kısım ise, Kafkaslardan Anadolu’ya sevk edildi. Basık ve Kursık adlı iki Hun boyu tarafından idare edilen bu Anadolu akını sırasında Hunlar, Erzurum, Karasu, Fırat’ı geçerek, Malatya-Çukurova bölgesine kadar ilerlemişler, Urfa ile Antakya’yı kuşatıp, Suriye’ye geçerek Kudüs taraflarına varmışlardır. Orta Anadolu’ya Kayseri ve Ankara civarına kadar gittikten sonra, Azerbaycan, Bakü yolu ile merkezlerine geri dönmüşlerdir. Gerçekleştirilen bu akınlar, planlı olmuş ve yerleşilerek vatan haline getirilecek en müsait toprakları bulma gayesi taşımıştır. Bu durum Roma İmparatorluğu kadar Sasaniler için de endişe verici olmuştur22 . Doğu Avrupa’da başlayıp, gelişen ve Anadolu’ya kadar uzanan bu Hun akınları Latin, Grek ve Ermeni kaynaklarında aleyhlerine birçok rivayet ve hikâyelerin doğmasına sebep olmuştur. 403 yılında bir Hun akıncı birliğinin Kafkaslar üzerinden Daryal geçidini aşarak Anadolu’ya akınları olmuştur. Fırat bölgesine kadar akın ve yağmalamalarda bulundularsa da sonra geri dönmüşlerdir23 .

Atilla döneminde, 445 yılında Dağıstan’dan gelen bir “Hun” kolu, Kür ırmağı boylarına yayılıp, Gence’nin batısındaki “Khalkhal”da kışlamıştır24 . Bu sebeple Ermenice ve Süryanîce kaynaklarda, Kafkas sıradağlarının kuzeyindeki Türk urugları (Ermenice) “Hisus-Azk’er” (Kuzeyli-Kavimler), “Hun-Agur” (Hun-Ogur), “Hun” adlarıyla anılmışlardır25

Bizanslı tarihçi Prokopios eserinde Hunlardan bahseder: “…Kyros, bir Hun birliğini Bizans’a bağlı olan Armenialıların üstüne yollamıştı. Böylece Bizanslıların buradaki tehditle uğraşırken, Lazika’da olan bitenleri öğrenemeyeceklerini umuyordu. Başka haberciler Hunların Valerianos (Bizanslı bir komutan) ile beraberindeki Bizanslıların yolunu kestiğini, savaşa zorladıklarını ve karşılaşmada Hun birliğinin kötü duruma düşüp hemen hemen yok olduğu haberini getirdiler” 26 .Yaptığı araştırmalar sonucunda L.A. Yelnitsky, M.Ö. III. bin yılda yaşayan “Udı”ların etnik yönden Hazar sahillerinde yaşayan Uda, daha sonraları M.Ö. II-I. bin yıla ait kaynaklarda uza, day, se, unu şeklinde kullanılan, ama miladi yüzyılın başlarında Doğu ve Batı Avrupa’da Kuzey İtalya sınırlarına kadar uzanan yeni bir bölgede yaşamış bulunan Say ve Hunlarla doğrudan ilişkilendirilen halkla ilişkisi bulunduğu hükmüne varmaktadır. Day/Say ve Hun etnonimleri Türk halklarına ait isimlerdir27 .

İskit ve Sarmatlara yakın dönemlerde yaşayan tarihçiler İskit, Massaget ve Hunları aynı kabileler olarak görmektedir. Örneğin IV. yüzyılda yaşayan Filostorgy, Hunların vaktiyle Neüriler (yani İskitler) denilen halk olduğunu kaydetmiştir. Bizanslı Theophanes ise (V. Yüzyıl) Hunları İskit olarak kabul etmekte ve şöyle demektedir: “Bu İskitler arasında Omnudia oğlu Atilla, cesur ve gururlu bir insan. Ağabeyi Vleda’yı tahttan uzaklaştırarak, Hunlar da denilen İskitleri hâkimiyet altına aldı ve Trakya’ya saldırdı.” Aynı yazar Türkleri de Masssagetlere bağlamaktadır: “Tanaid’in doğusunda eskiden Massagetler denilen Türkler yaşarlardı. Persler onlara kendi dillerinde Chermichionlar derler.” Yazar, bu notlarında Massagetleri (İskit kabilelerinden biri) ve Persleri iyi tanıdığına dikkat çekmektedir. V. yy’ın ikinci yarısında Zosimusi kesin bir dille Unnular’ın Krali İskitler olduğuna işaret etmektedir. Bizanslı Menandros ise VI. yüzyılda “vaktiyle Saka denilen Türklerin barışçı tekliflerle Jüstin’e elçi  gönderdiklerini” kaydederek, İskitçeyle Türk barbar dilini kastettiğini belirtir. Aynı yazar bir başka yerde de şöyle diyor: “…böylece Türk denilen kabilelerden gelen tüm İskitlerin sayısı yüz altıya ulaştı.” VI. yy yazarlarından Kesaryalı Prokopius, İskit kabilelerinden Amazaonkaları Hun ve Sabirler olarak göstermektedir. Yazar, Kimmerlerle ile Türk-Hunları, Utigur ve Kutrigurları kastederek şöyle diyor: “Euxeinos Pontos’a dökülen bu bataklıktır. Orada yaşayan halklara geçmişte Kimmerler diyorlardı, şimdilerde ise Utigurlar diyorlar.” Agathius ve Azak denizi sahilinde yaşayan Hunları İskitler olarak adlandırmaktadır. Theophylacktos Simocatta (VII. yy) doğulu İskitlere genellikle Türk denildiğini kaydederek, şu satırları yazmaktadır: “Krallığından kovulan o (Khosrov) Ctesifon’u terk etti ve Dicle nehrini geçtikten sonra ne yapacağı konusunda tereddüte düştü. Bunun üzerine birileri ona bizim Türk diyebileceğimiz doğulu İskitlere, kimileri ise Kafkas ve Atropea dağlarına gidip canını kurtarması tavsiyesinde bulundular” 28 . IV-VII. yy’lar Güney Kafkasya’da Hunların maddi kültür abideleri yayılır. Üç tepe kurganındaki (Akcabedi bölgesi-Azerbaycan) mezarda bulunmuş altın ayak ve kol bilezikleri, kolye, 26 bezetilmiş kemer unsurundan oluşmuş pilakadan ibaret kemer, altın unsurlu demir kılıç tetkikatçıların fikrince kuzey göçebelerine aittir. Hınıslı abidesinde (Şamahı bölgesi) taş kutu tipli mezarlarda Hun kültürü ile bağlı olan altın küpe ve taç bulunmuştur. Hınıslı küpeleri armut biçiminde tasarlanmıştır. Bu küpeler Kuzey Kafkasya’nın Çmi, Kamunta abidelerindeki küpelere oldukça benzerdir. Hınıslı’da taç bulunmuş diğer küpe, (Hucbala (Guba bölgesi)) mezarından ve Palasa-sırt (Derbent bölgesi) katakomba mezarında bulunmuş pilakalar Hunlar için karakteristik karışık renkli üslupta hazırlanmışlar. Hunlar kuyumculuk sanatında karışık renk uslubunun yaratılmasında bu uslubun mezmun ve karekterinin yaratılmasında önemli rol oynamışlardır. Hınıslı ve Hucbala mezarlarında altın eşyalarla birlikte göçebeler için karekteristik olan kafanın (kellenin) yapay deformasyona uğramış iskeletleri ve defn ayinleri kayda alınmıştır. Pala-sırt mezar abidesi Hun kavimlerine aittir29 .

Doğu Kafkasya, ortaçağın ilk yüzyıllarında yerleşim yerlerinde ve mezarlıklarda yapılan arkeolojik kazılar ve çalışmalar sonucu “kavimler göçü” döneminde cereyan eden karmaşık etno kültürel süreçleri göçebe boylarla yerli, yerleşik tayfalar arasındaki sık ilişkilerini açıklayan oldukça değerli belgeler vermişler. Dağıstan’ın Hazar boyu bölgesinde, Azerbaycan’ın kuzeydoğu topraklarındaki eski mezarlık ve yerleşkelerde yapılan arkeolojik kazılar sonucunda Hunlar için ana malzemeler ortaya çıkarılmıştır. Özellikle I. Yukarı Çiryurt, Tarki, Cemikent, Manas, Utamış, Palasa-sırt, Kuhuroba, Hucbala, Sandıktepe, Hınıslı mezarlıklarında yapılan arkeolojik çalışmalar yerli kavimle “Hun çevresine” dâhil boyların karşılıklı ilişkilerin sık olduğunu, maddi kültürde ve defnetme adetlerinde Türk kavmine ait öğe ve unsurların yayıldığı hakkında bilgi vermektedir. Elde edilmiş buluntular arasında silahlar ve at malzemeleri daha çok dikkat çekmektedir. Hunlar için kamanlar, iki ve üç kanatlı ok uçları, demir mızrak uçları, iki ağızlı kılıçlar, eğik kılıçlar, zırhlar, at malzemeleri –ağaç esaslı eyerler, sekizvari üzengi, dizgin pilekleri ve zilleri, kaytarkanlar vs. bulunmaktadır. Mahaçkale ve Derbent arasındaki arazide yerleşmiş Çimkent, Tarki, Utamış, Manas mezarlıklarındaki kurgan altı ve kurgansız katakomblar (labirentlerin) da Hunlara aittir.30 Derbent’in güneyinde Hunların varlığını anlatan Palasa-sırt, Kuhuroba, Hucbala, Sandıktepe, Hınıslı mezarlıkları çok değerli buluntular vermektedir. Bu mezarlıklardan çıkarılmış Hun sanatına has polikromdiadem, altın küpeler, kemer pilekleri, bir ağızlı kılıç, ok uçları, seramik vs. gibi buluntular da gömülenlerin Hun boylarına aitliğini göstermiştir31


               Kuzey Kafkasya’ya IV.-VI. yy’larda Türk göçleri-Kuzey Kafkasya’da Büyük Bulgar Devleti (Kabil Eliyev, a.g.e, s.193.)

2.3.Bulgarlar

 Bulgar/Bolgar etnoniminin etimolojisi konusunda bilim adamları oldukça değişik görüşler bildiriyorlar. Bulgar araştırmacı Şişmanov bu önerileri oldukça uzun, iki sayı yayınlanan bir makale içinde birleştirmektedir. Buradaki önerisinde Şişmanov, Volga+ar şeklinde bir açıklama getirmiştir32 . Tuna Bulgarlarına mensup bilim adamı Christo Todorov-Bemnersky mevcut önerileri yeni bir makalede toplamıştır33 . Yapılan bu mevcut değerlendirmelerin Mirfatih Z. Zekiyev’den naklen aktarımları aşağıdaki gibidir:

-Bulgar etnonimi mukaddes kitapta adı geçenlere veya tarihi şahsiyetlere (Epos etimolojisi) dayandırılıyor. Tarihi şahsiyet olarak şu isimler zikrediliyor: Nuh oğlu Yasef’in oğullarından birinin adıdır; Hazar ve Kumanların kumandanı Bulgarios’un adından gelmektedir; İskit’in oğlu Bolgar adından geliyor ve M.Ö. 127 yılından bu yana bilinip kumandanları Bl’ger’in adından alınmıştır vs.

Bulgar etnonimi diğer etnonimlerin başka dillerinden alınarak tercüme ediliyor: Bolgar/Bulgar, anlam bakımından Beşgur/ Başgur (Başkurt) ‘beş ugur’, bul-Bulgarca ‘beş’, -gar-ugor, bulgar-ayrıca ‘beş ugor’. -Bulgar etnonimi bazı toponimlerden türetiliyor: Bolgar, Volga/Bulga nehrinin adından geliyor; bollga-ar ‘İdil halkı’; Bolgar, Bug, Bucak, Bolgarçay, Bolkar dağ toponimlerinden türüyor.

-Etimoloji eski Bulgarların yaşadıkları yere dayanılarak yapılıyor: Bolgar- “yüksek dağlar” veya “yüksek kıyı” Bılgaron (Osetince) “dağların eteklerinde yaşayan insanlar”; bulgar-er “nehir yeri”, bulag-ar “nehir insanları” vs. -Etimoloji, eski Bulgarların sosyal özelliklerine dayalı yapılıyor: Bulgar ‘isyankâr, asi’ veya Bulgar ‘zenginlik derecesine ulaşan kişi’, Bulgar ‘okumuş kişi’, bolga-ar ‘samur avcıları’, çünkü bulga Moğolca’da ‘samur’, Bulgar ‘şehir sakini’ çünkü balık şehir

-Etimolojiye göre, Bulgar etnonimini taşıyanların geldiği kökenin karmaşık olmasını yansıtıyor: Bulgar ‘Slav ve Türk karışımı’; bolg sözcüğünden, bolgatmak ‘yerini değiştirmek’.

 -Bulgar etnonimi totemik köken ve totem anlamı taşıyor: Bulgar ‘ağaç sansarı, samur’, ‘kurt sürüsü’ (mecazi anlamda, askeri grup)34 .

 Yapılan önerileri yorumlayan Mirfatih Z. Zekiyev’e göre Bolgar sözcüğü, bir bütün halinde ‘nehir kenarında yaşayan insan’ veya ‘şehirli insan’ anlamındadır. Bulgarların hemen her yerde Suvarlara yakın olarak yaşadıkları göz önünde tutulursa, bu durumda Bulgar sözcüğünün ‘nehir kenarında yaşayan insan’ anlamı daha inandırıcıdır. Çünkü suvar bu anlamıyla kullanılmaktadır35 . Bulgar etnik adının Volga hidronimiyle ilişkisine gelince, kesin bir şekilde denilebilir ki, Bolgar sözcüğünün Volga’dan (eski adı Bolga) gelmediği tam aksine Volga hidroniminin Bolgar etnoniminden geldiği söylenebilir: Ruslar, Bolgar sözcüğünün, Bolga/Volga-İdil nehri boyunda yaşayanların adlandırılması olduğunu tahmin etmişlerdir. Bulgar/Bolgar etnonimi çok anlamlıdır. Orta Asya’da milattan çok önceleri dahi bu ad geçmektedir ve onlara Orta Asyalı veya Hindukuşlu Bolgarlar diyorlardı. Kuzey Karadeniz bölgesindeki Bolgarlar, atalarının M.Ö. VII. yy’daki Onogur/Hunogur adıyla anılıyorlardı. Onların kurdukları yerleşim birimi de Honogur/Thanagor adıyla anılıyordu. Yunan kolonizatörler bu şehri M.Ö. VII. yy’da oldukça büyüttüler. Aradan bin yıl geçtikten sonra Thanagorya adıyla anılan bu şehir, Büyük Bolgarya yani Kubrat’ın devletinin başkenti oldu. Bu devletin bünyesinde yer alan diğer Türk dilli kabileler de genel Bulgar etnonimi taşıyorlardı. Kuzey Karadenizli Bolgarlara da Bolgar deniliyordu. Hindukuş Bolgarlarıyla Kuzey Karadenizli Bolgarlar tabii olarak etnik yönden akraba idiler, ama henüz daha önce nerede yaşadıkları, nereden, nereye ve ne zaman göç ettikleri sorularının cevabı bulunmuş değil36 .

 Kubrat devletinin dağılmasından sonra, aynı etnik adı taşıyan üç halk şekillendi: 1) Tuna boylarında Asparah’un kurduğu Bolgarya. Buradaki Bolgarlar birkaç kuşak hâkimiyeti ellerinde tuttuktan sonra Slavlaşmışlar ve bunun sonucunda burada Slavca konuşan Bulgar halkı oluşmuştur; 2) Kuzey Kafkasya’da Türkçe konuşan Bulgarların bir kısmı burada kalmış ve buna dayalı olarak Balkar (Malkar) milleti oluşmuştur; 3) Orta İdil boyunda Bolgar devleti kurulmuş; buna dayalı olarak burada yaşayan tüm Türk kabilelerine Bulgar/Bolgar ortak adı verilmiştir. Bu Bulgarları birbirinden ayırt etmek için Bolgar etnoniminden şu tanımlamalarla adlandırılmaktadırlar: Tuna Bulgarları, Kafkas Bulgarları (daha sonra değişik fonetik türü: Balkar kabul edilmiş), İdil Bulgarları (daha sonra Rusça’da fonetik türü kabul edilmiş)37

Bulgar etnonimi ile ilgili olarak Németh’in ileri sürdüğü görüşler mevcuttur. Buna göre Bulgar adı, Türkçe’deki bulga- ‘karıştırmak’ fiilinden türemiş olup anlamı ‘karışık’tır. Tarihi bakımdan bu şöyle açıklanabilir: Hun imparatorluğunun yıkılmasının ardından dağılan Hunların bir kısmı Karadeniz’in kuzeyindeki bozkır alanlara geri çekilerek 463 dolaylarında oraya gelen Onogur, Ogur ve Şaragur halkları ile karıştılar. Adları da bunun izini taşımaktadır. Daha sonra Németh’in kendisi de bu etimolojik çözümden vazgeçerek bu adı bulga- ‘isyan çıkarmak’ fiilinden açıklamıştır38 . Bugün tüm dünyada en önde gelen öneri, çoğunlukla Németh’e mal edilen yukarıda belirttiğimiz fakat bilindiği kadarıyla ilk olarak Tomaschek tarafından öne sürülen ve ardından Vâmbery tarafından desteklenen bulga- “bulamak, karışmak” fiili kökünden getirilen etimoloji girişimidir39

 Bulgar etnonimi ile ilgili olarak Németh’in içerisine düştüğü tutarsızlığın açıklığa kavuşturulmasında bazı öneriler ön plana çıkmaktadır. Buradaki tutarsızlıkkaynak fiilin geçişli veya geçişsiz olmasında değil, daha çok tarihi zeminde gözükmektedir. Bu önerilerde doğudan gelen Oğurların açık kimliği verilemez. Eğer kastedilenler Kutrigur ve Utrigurlar ise, bunlar zaten Hun tebaası idiler. Böyle sonradan, geri dönen Hunlarla karıştıklarını düşünmek uygun görünmemektedir. Eğer doğrudan gelen üç boydan (aslında iki: Onoğur ve Sarı Ogurlar) bahsediliyorsa, bunların Hunlara karşı dostane davranışı hakkında bir veri olmadığı gibi Sarı Ogurların Hun boyu veya tebaası Ağaçerilere saldırıp hezimete uğrattıkları bilinmektedir. En önemlisi olarak da, gerçekten bir karışma zaman aralığı (en fazla 17 yıl; ‘evrensel’ tarihe göre Bulgar’ın ilk zikri olan 480 ile Oğurların geliş tarihi olan 463 arası) hiçbir şekilde böyle bir etnik süreç için yeterli değildir. Ayrıca, kelimenin çok eski zamanlardan geçtiğine dair deliller çok kuvvetlidir. Bulgar kelimesi hakkındaki ‘bulgalamak’ teorisi geçerliliğini yitirmiş olduğu gibi bulga- fiilinin de ne kadar etkin olduğu üzerinde de durulmalıdır.
Orta Asya’da –gar ile biten pek çok yer adı vardır: Başâgar, Şâvagar, Cargar,
Abgar, Vazâgar vb. bu isimler açık şekilde Îrani’dir; fakat bu son ek veya kelimenin
İranî olduğu veya İranî dillere ait olduğu anlamına gelmemektedir. Çuvaşça Bulgar için
kullanılan palxar Orta Türkçe balqar gibi bir biçimden gelmiş olmalıdır. Buradaki –kar/-
qar Ermeni coğrafyasında geçer ve tarihte Bulgarların yaşadığı yerde oturan
günümüzdeki Kuzey Kafkasya Türk halkı Balkarların ismi de unutulmamalıdır. Bu
sebeple, asıl biçimi Balkar/Bulkar olmalıdır, çünkü k<g geçişi Türkçe’de pek görülmez.
Bu iddiayı destekleyecek şekilde diğer Türk topluluklarında k/q biçimini koruyan boy
adları görülmektedir. Örneğin Eski Uygurlardaki Sıqar, (H)uturqar, Yabutqar ve
Yağlaqar. Bu yüzden, Orta Asya’daki yer isimlerine bakarak Bulgar kelimesine İranî bir
kimlik kazandırmak doğru görülmemiştir. Öncelikle, -ar ile biten bodun isimleri
Türkçe’de zaten çok yaygındır ve en kolay bu dilde açıklanırlar: Yeni örneklerle bunları
pekiştirmek mümkündür: Avşar, Hazar, Macar, Avar, Kacar vb. Hatta bu eke dayanarak
Afganistan’daki Belh kentinden bizzat Bulgar’ı getirme teşebbüsleri dahi mümkündür:
Balkh+är40

Bulgar kelimesinin tarihi bir kaynakta ilk zikri, VI. yy yazarı Antakyalı
İoannes’in, 482 yılında Gotlara karşı Bizans’ın yardımına koşan Bulgar kabilesine dair
kaydı kabul edilmektedir. Burada kelime bulgar biçiminde geçmiş ve sonraki Bizans
kaynaklarına da böyle yansımıştır. Bulgar adına Latin bir kaynakta M.S. 334 yılında rastlanmaktadır41 . Yazarı meçhul olan ve M.S. 354 yılında yazıldığı anlaşılan “Anonim Kronik”te Bulgar Türklerinden (zieziexquovulgares) bahsedilmektedir42 . Antakyalı İoannes’den hemen sonra yazan, ama M.Ö. II. yy’daki Bulgarlardan bahseden Horenli Musa, Bulkar biçimini kullanır43 . Bizans kaynaklarında M.S. 482 yılında, Avrupa Hun imparatoru Attila’nın küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak “Bulgar” adı zikredilmektedir44 . Ermeni coğrafyasında Bulgar ve Bolkar’ın yanında, Blkar biçimine de rastlanır. Bunlar Kafkaslarda yaşamaktadır. Aynı yerlerdeki Bulgarlardan Hatip Zakharias Brgr diye bahsetmektedir45 . İslam kaynakları içinde, Ceyhánî geleneğine bağlı olanlarda (İbn Rüsteh, Hudud, Gerdîzî ve Bekrî) Bulkâr biçimi görülür. Diğerleri ise tahsisler hariç tutulmak üzere, çoğunlukla İbn Fazlan’ın verdiği Bulghâr biçimini takip etmektedirler. İdil Bulgarlarından kalan sikkelerde de bu biçim geçerlidir. Bunlarla çağdaş olan X. yy Hazarlar Bulgr, Ruslar ise Bolgar biçimini kullanıyorlardı46 . Kelimenin yer adı olarak Orta Asya’da zikrine gelince, İslam coğrafyacıları şu biçimleri verirler: Burgur-brgr- (Yâkût47), Bârgâr ve Pârğar (Hudûd48), Burgar, Bargar ve Fârğar (İstahrî49), Burgar ve Fargar (Makdisî50). Bunlar bir bölgenin, kentin ve ırmağın ismi olarak geçerler. Horenli Musa’da Orta Kafkaslar silsilesinin ismi olarak Parkhar kullanılmıştır51 .

Bulgarların kökeni ile ilgili olarak farklı fikirler ortaya atılmıştır. Yapılan araştırmalara göre Tatar, İslav, karışık cinlerden, Urallı, Fin oldukları iddia edilmiştir. Bulgarların Türk olduğunu ilk olarak savunan bilim adamı 1882’de A.Vâmbéry’dir. G.Fehér, Gy. Németh ile L.Rásonyi gibi bilim adamları da Bulgarların Türk olduğunu düşünmüşlerdir52 . Bulgarların ve Hazarların bugün çağdaş Türk halklarından özellikle Balkar, Karaçay, Kumuk, Çuvaş, Tatar, Başkurt, Tuna Bulgarları ve Karaimlerin oluşumlarında rol oynadıkları ve Hun kabileleri oldukları ilmen tespit edilmiştir.

 “Bulgar/Bulgar/Blkar” ise şimdiki Balkarlar ve Tuna Bulgarları arasında muhafaza edilmiştir53 . Bizans tarihçisi Nikephoros Gregor eserinde Bulgarlardan bir İskit kabilesi olarak bahsetmektedir: “Şimdi Bulgarya ismini nereden aldıklarını açıklayacağım. Volga (İtil) nehrine akan İstr’den daha kuzeyde bulunan bir ülke vardır, ondan ve aynı yerli insanlardan Bulgar ismini aldılar. Onlar önceleri İskitlerdi. Yaralı, yerleşmiş geleneklere karşı çıkanlar dindarlar üzerine saldırdıklarında oradan çocukları ve karılarıyla buraya göç ettiler. Onlar muazzam bir kalabalıkla İstr nehrini geçtiler ve Miziya’nın her iki yakasında yurtlandılar. Çekirgeler veya şimşek gibi İlliriya tarafında bulunan Makedonya’ya yayıldılar, buradaki rahatlıklar onların hoşuna gitti. Bu ülke ve halkın adı Bulgarya olarak yayıldı”. Gregor daha sonra İskitlerden bahsederek şöyle yazıyordu: “Eski bilginler onların adını farklı olarak vermektedirler: Gomer onları Kimmerler olarak adlandırmaktadır. Heredot ise Kimvar ve Tevtona olarak belirtmektedir…”54

Çoğu bilim adamı, M.S. I. yy’dan X. yy’a kadar Çin, Bizans, Arap ve Batı Avrupa kaynaklarında adı geçen Bulgarların veya Bulgaristanlıların, bugün Balkan veya Tuna Bulgaristan’ındaki nüfusun çoğunluğunu oluşturan Bulgarla çok az ortak şeyinin olduğunu kesin bir doğru olarak kabul eder. “Random House Webster’s College Dictionary” gibi yaygın sözlüklerde bile, Bulgarlar (Bulgars) “M.S. VII. yy. sonunda Güney Balkanlarda bir devlet kuran” ve “900 yılına kadar yerli Slav nüfus tarafından büyük ölçüde asimile edilen bir Türk halkı olarak” tanımlanır. Aynı sözlüğe göre Bulgaristanlılar (Bulgarians) ise, Bulgaristan’ın bir Güney Slav dili konuşan yerel ya da yerleşik halkıdır” 55 . Bulgarları asıl olarak Türk olduğu ama sonradan asimile edildiği verilen bilgilerden de anlaşılmaktadır. XVIII. yüzyılda Türk, Tatar ve Bulgarların kökeniyle ilgili titiz çalışma yapanlardan Rus tarihçi Vasily Nikitiç Tatişçiev’dir. Tatişçiev’e göre Bolgarların kökeni, tarihen eski Hvalis, İssedon ve Argippeai’ylara dayanmaktadır. Hvalisler, Hvalis denizi de denilen Hazar denizinin kuzeyinde yaşıyorlardı. Mirfatih Z. Zekiyev’in yorumuna göre, bu bilgiler göz önüne alınarak Bulgarlar buranın yerli halkı olarak görülüp farklı İskit kabilelerine soyları dayanmaktadır56 . Bulgarların kökeni ile ilgili olarak onların Slav olduğuna dair Mauro  Orbini’nin “Slavların Krallığını” yayınladığı 1601 yılına kadar, hemen herkes Bulgarlarla Slavlar arasında açık bir ayrım yapıyordu. Büyük ve birleşik bir Slav imparatorluğunun ortaya çıkışını görme arzusundaki Mauro Orbini, Gotlar, Hazarlar ve hatta Etrüskler gibi kesinlikle Slav olmayan pek çok halka bir Slav kökeni izafe etmiştir ki doğal olarak Bulgarlar da Slav ailesine dâhil edilmişlerdir57 . Fakat yukarıda da belirtildiği gibi 1601’e kadar ki tüm yazılı kaynaklar, birbirine tamamen yabancı ve sık sık da düşman olarak görülen Bulgarlar ile Slavlar arasında kesin bir ayrım yaparlar. Örneğin, XI. yy. sonlarında bir Bulgar yazar, açıkça Bulgarların sadece ‘Kumanların üçüncü kısmı’ olduğu kanısındadır. Onun gözünde Bulgarlar ile Kumanlar arasındaki tek fark, Bulgarların Hıristiyan, Kumanların ise hala pagan oluşudur58 .


2.3.1. Bulgarların Kafkasya’ya Yerleşmeleri ve Siyasi Durumları

 Bulgar Türklerinin M.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarından Süryani Mar-Abas Katina bahsetmektedir59 . Süryani yazar Hatip Zakharias, 555 yılı Kuzey Kafkasya’da ‘Hazar kapısı’ civarında yaşayan Bulgarlardan haber vermektedir60 . Ermeni tarihçi Horenli Musa (Moses Khorenats’i), Süryani MarAbbas-Katina’ya dayanarak, M.Ö. II. yy’da Kafkasların kuzey eteklerinde ve Kuban nehri boylarında, silsilenin ortalarında yaşayan Bulgarları anlatır: “(Ermeni kralı ValArşak) kuzeye, Tayk’daki Parkhar (dağın)’ın eteklerine, yağmurlu ve sisli ormanlık ve bataklık bölgelere doğru döndü… Orada kuzey ovası ile büyük Kafkas dağının eteklerinde ve güneydeki dağdan büyük ovaya doğru inen uzun ve derin vadilerde oturan yabancı barbar ırkı topladı. Onlara haydutluğu ve kıtalleri bırakmalarını ve kralın emir ve vergilerine tabi olmalarını emretti ve bir daha ki sefer gördüğünde üzerlerine mukabil kurumlarıyla birlikte önderler ve prensler atacağını söyledi. Ve onları bilge kişiler ve nezaretçilerle birlikte bıraktı. Kendisi ise batı ordusunu terhis ettikten sonra, eskilerin ‘Ağaçsız’ ve Yukarı Basean adlandırdıkları, fakat sonra Vlendur Bulkar kolonisi Vund buraya yerleştikten sonra onun ismine binaen Vanand denen, Şaray hududundaki otlu çayırlara doğru indi.” Kaynağın yayıncısına göre, kuzeydeki yabancı barbar ırk, Bulkarlar gibi Bulgarlardır. Basean isminden, Bulgarlardan bir kısmının şimdiki Kars çevresine yerleştiklerini ve buraya kendi isimlerini verdikleri anlaşılmaktadır. Bu göç ise kısa bir süre sonra, Val-Arşak’ın oğlu Arşak zamanında olmuştur. ‘Kafkas dağlarındaki’ Bulgar ülkesinde çıkan bir kargaşanın ardından bunların bir kısmı ayrılmış ve söz konusu yerlere yerleşmiştir61 .

Yukarıdaki metinde belirtilenler içerisinde kayda değer coğrafi bir bölge de Tayk’daki Parkhar dağıdır. Bu kelimelerin bir özel isim olduğu ve Kafkasya dağlık bölgesini ifade ettiği açıktır. Birinci kelimenin sonundaki –k’yı Ermenice’de aynı zamanda yer ve bölge anlamı veren çoğul eki olarak görmek gerekir. Tay ise açık şekilde ‘dağ’dır (krş. Tavlu kelimesi, sadece buradaki Türk unsurların değil, Kafkaslıların ortak kültürel-etnik ismidir). Yani Kafkas silsilesindeki Parkhar adlı bir dağdan bahsediliyor. Bu haberin hemen öncesinde Val-Arşak’ın kuzeye Acara (Egeria) ülkesinden gittiği söyleniyor. Dolayısıyla Parkhar dağının olduğu yer Orta Kafkaslar’dadır. Bugünkü Karaçay-Balkar Türklerinin etnik bölgesine, düzlük ve çayırlıklar hesaba katılırsa, muhtemelen Çeçenistan’a doğru bir uzantıya tekabül eder. Bu dağın ismi de Bulgar olarak tasavvur edilmiştir62 . Bulgarların M.Ö. Kafkasya’da yaşadıkları V.F. Kahovsky, K. Patkanov ve Z. Velidi Togan gibi araştırmacılarca da desteklenmiştir. Bunların bir kısmının, Horenli Musa’nın da belirttiği tarihlerde Ermenistan’a göç ettiklerini söylerler63 . Z. Velidi Togan, Bulgarların, Makedonyalı İskender zamanında Horasan bölgesinde yaşadıklarını söylemektedir. Ona göre Bulgar ve Hazar Türkleri, İtil havzasına muhtemelen İskender’in fetihleri sırasında gelmişlerdir. Hatta Bulgar ve Hazarların bir kısmı da, İskender’in Horasan taraflarına gelmesinden daha önce Sakalarla birlikte İtil dolaylarına gelmiş olabilirler64 . Bizans kaynaklarında Bulgar Türklerinin daha çok Hunlarla birlikte anılmasına rağmen, Bulgarların aslında Hunlardan çok daha önce Kafkasya’ya gelip yerleştikleri sanılmaktadır. Fakat resmî tarih, Bulgarları, Avrupa Hun İmparatorluğu’nun dağılmasından sonra Attila’nın en küçük oğlu İrnek’in kurmuş olduğu devletin en önemli kabilesi olarak saymaktadır65

Onogur-Bulgar boylarının V. yüzyılda Kuzey Kafkasya’da olduklarına dair bazı önemli kayıtlar vardır. V. yy’ın sonunda Bizans’ın teşvikiyle Saragurlar, Onogurlar ve Ugorlar Kafkasya ötesini istila ettiler. Saragurlar Daryal üzerinden geçerek İberya’yı  yakıp yıktılar. Onogurlar Kafkasya ötesine Karadeniz’in doğu sahilleri boyunca sızdılar. Aksi takdirde Kolhida kalelerinden birinin adının “Onoguris” olduğunu ve Agafi’nin VI. yy’daki Bizans-Pers savaşları bahsinde bu kaleden bahsettiğini başka türlü açıklamak mümkün değildir. Onogurların VI. yy’da Karadeniz sahilleri boyunca Kafkasya’da olduklarını bir takım araştırmacılar tarafından eski Bulgar boylarına ait olduğu öne sürülen Gelencik’e yakın Borisovsk mezarlığındaki çok sayıda mezarın karakteristik özellikleri de desteklemektedir. Zira bilindiği üzere Kuban’ın aşağı kesimleri ve aynı şekilde Kafkasya’nın kuzeybatı boşlukları Onogur ülkesi sınırları dâhilinde yer alıyordu66

Kuzey Kafkasya’da yapılan arkeolojik araştırmalarda ortaya çıkarılan V-VII. yy’lara ait Kızıl-Kala yerleşiminin V-VI. yy’lar kültür katmanı Saragurlarla bağlantılıdır. Bu yabancıların yerliler tarafın asimile edildikleri açıktır. Yabancı Bulgarlar yerleşik hayata geçmişler ve köklü kabilelerle karışarak onların kültürünü özümsemişlerdir. Bu konuda yerleşimdeki kalıntılar delil teşkil etmektedir. Zira bu yerleşimle yine erken dönem Bulgar kültürünü temsil eden keramik örnekleri, içi delikli tencere kalıntıları gibi materyaller Zlivkinsk ve Saltovo mezarlıklarındaki materyallere benzerliğiyle oldukça ilgi çekicidir.

Göktürk devleti ilk olarak iç savaşlarla batıdaki otoritesini kaybettikten sonra da 603 yılındaki Tieh-lé (Oğuz, Uygur ve Oğur) isyanlarıyla iyice sarsıldıktan sonra, batı bozkırlarında yaşayan halklar kendilerini bağımsız halde bulmuşlar, ‘hırpalanmayan’ Bulgar ve Onoğurlar ise bu durumdan en fazla faydalanan topluluklar olmuşlardır. Bulgarların bağımsız bir boy haline gelme tarihi bilinmiyor ancak VI. yy sonları olarak tanımlanıyor. Bu birliğin yerleşim yeri İdil ile Özü arasıdır. Birliğin kurucusu Gostun idi. Bu bağımsızlık olayını 30 yıl kadar sonraki bir başka gelişme takip edecektir. Nikephoros’a göre, Onogundur-Bulgarların reisi olan Kubrat, 635 yılı civarında Avarlara isyan etmiştir. İfade şu şekildedir: “Organas’ın yeğeni ve Onogundurların reisi Koubratos, Avar hakanına başkaldırdı, ondan aldığı bir orduyu suiistimal ettikten sonra onları topraklarından çıkardı” 67 . Göktürk kağanlığının 630 yılında dağılmasından sonra Bulgarlar Kubrat Han’ın önderliğinde birleşmiştir. Bu yarı göçebe birlik Büyük Bulgaristan adını almıştır68 . Bu Bulgar devletinin yerleştiği bölge: Kafkasya’nın kuzeyi Azak denizi civarları olarak tanımlanmaktadır69 . Bizanslı tarihçi Theophanes (760-818), “Kronik” adlı eserinde Bulgarların yerleştiği yer hakkında kayda değer bilgiler vermektedir: “Gölden (Azak denizi) ve Kuphis (Koban) adıyla anılan ırmağa kadar olan yerler Bulgarların ülkesidir…”70 .

Bulgarların yerleştiği yer ile ilgili olarak son dönemlerde Róna-Tas tarafından iki makalesinde ortaya atılan fikirlere burada değinmekte fayda vardır. Onun görüşüne göre hemen hemen bütün tarihçilerce kabul edilen Kuzey Kafkasya fikrini kabul etmeyerek, Özü’nün orta boylarını, şimdiki Harkov civarını Büyük Bulgar’ın merkezi yapar71 . Macar bilgin burada, Bulgar ülkesinin boyunca uzandığını söyleyen Kuphis nehrinin Kuban olmadığının iddiasının yanında, Kubrat’ın oğullarıyla ilgili Theophanes ve Nikephoros’un verdiği bilgiyi de sorgular. Bu iki kaynakta yaklaşık aynı cümlelerle şu ifade geçer: (Babalarının ölümünden sonra) Bayan, babasının emrine uyarak, ata yurdunda kaldı. İkinci oğul Kotrag Don’u geçti ve onun karşısına yerleşti. Bunların içinde Hazarlar Bayan’ı haraca bağladılar72 .

                    . Eski Bulgarların Yurt Haritası-Kubrat Bulgaryası (Mirfatih Z. Zekiyev, a.g.e, s.441.)

Róna-Tas, ikinci oğlunun Don nehrini batıdan doğuya da geçmiş olabileceğini söyler. Bu doğrudur, hangi tarafa geçildiği bu cümlede açık değildir. Ancak sonraki ifade durumu ortaya koymuştur. Hazarlar Don nehrinden geçip kendi yanı başlarına gelen Kotrag’ı bırakıp, onun üzerinden aşarak, nasıl oluyor da nehrin batı tarafında, uzak bir noktada oturan Bayan’ı haraca bağlıyorlar. Burada beklenmesi gereken şey, Hazar gücünün yükselmesiyle birlikte Kafkaslarda kalan Bulgarların, yani Bayan’ın halkının onlara bağlı hale gelmesi, batıya giden Kotrag’ın halkının ise kurtulmasıdır. Hazar hakanı Yusuf’un da mektubunda geçen “benim yaşadığım yerde önceden Vununturlar yaşıyordu” ifadesi bunu doğrular Vekaçan Vununturlarun Tuna boylarına gidişiyle de Büyük Bulgarlardan bahsedildiği anlaşılır73 . Sonuçta karışıklık ve iç savaşlardan faydalanan Hazarlar Bulgarlara saldırarak iç savaş hâlindeki Büyük Bulgaristan’a son verdiler. Asparuk önceleri Hazarlara karşı koymaya çalıştıysa yenilerek geri çekildi. Bat-bayan ise kendi idaresindeki Bulgarlarla birlikte, Elteber (vali, ikinci derece hükümdar) konumunda Hazarların hâkimiyetine girdi. Daha sonraları, Bat-bayan’ın idaresindeki Azak ve Kafkasya Bulgarları, Bizans ve Rus vakanüvisleri tarafından “Kara Bulgarlar” adıyla anılmışlardır74

2.4. Sabirler 

Suvar isminin çağdaş Türk tarihçiliğindeki ismi Sabir olarak yer alır. Kimi tarihçiler ise genellikle Sabir/Sabar olarak beraber kullanır veya ikincisini tercih ederler. Suvar ismini kullanan Osman Karatay bunun açıklamasını ise Kaşgarlı Mahmud’a bağlar. Kaşkarlı Mahmud’un bu biçimi kullandığını ve bu kavimden yedi ayrı yerde bahsedip ve bazı dil özelliklerini belirtir75 . Sabir/Savir adı Bizans kaynaklarında Ʃάβιοι, Ʃάβειοι, Ʃάβήους vb., Latin (Jordanes) Saviri, Ermeni Sawir-k’, Savirk (-k Ermenice çoğul) Süryani sbr, Arap (İbn Hurdadbih, İbn al-Fakih) suwªr (İbn Hurdadbih, Mukaddesî, İbn Fadlan, Kaşgarlı Mahmud) swâr, İbrani (Hazar Hakanı Yusuf’un mektubu) sâwîr şeklinde geçer76 . Peter B. Golden’e göre Arapça Suwâr/Sawâr ile diğer kaynaklardaki Sabir arasındaki uyumsuzluk, Oğur dillerinin etkisini yansıtıyor olabilir. Yine farklı araştırmacılar tarafından bu kelime için bazı kullanımlar geliştirilmiştir: Asolik ve Arcruni’deki Sevordik ve Belâzurî ve Mes’ûdî’deki, Marquart ve Németh’in önerdiği şekliyle *Saward olan, sâwrdyh (Sâwardiyah) şeklindedir77

Sabirler, Tarım bölgesi bugünkü Turfan vahası civarlarında yaşıyorlardı. 460 yıllarına gelindiğinde Bizanslı yazarların Sabir (başıboş dolaşan) adını verdikleri Türk kavmi büyük bir ihtimalle Juan-juanların saldırısı sonucu buradan göç etmiştir78. Bu amaçla kendilerine yeni yurt arayan Sabirler Altay-Ural dağları arasındaki düzlükte yaşayan Ogur Türklerini batıya kaydırıyorlar, önce Ural dağlarının güneybatı tarafında Tobol ve İşim ırmakları çevresinde yerleşiyorlar. Sabirler adı geçen alanda yarım yüzyıl kalmışlardır79 .

 Kafkasya’da erken yerleşen Türk kavimlerinden biri de Sabirler olmuştur80 . Sabirlerin 515 yılında Kafkasya’nın kuzeyinde oturdukları kesindir81 . V. yüzyılın 60’lı yıllarında Kuzey Kafkasya’nın askeri-siyasi ve etnik yapısında köklü değişiklikler meydana gelmiştir. Kafkasya’daki Hun boyları, Sabirler başta olmak üzere güçlü hâkimiyetlerini kurmuşlardır. Araştırmalara göre Sabirlerin Kafkasya’ya akınlarının üç farklı aşaması olmuştur. Birinci aşama I. yy’dan V. yy’ın 60’lı yıllarına kadar olan ve Sabirlerin Kuma ve Terek nehirleri arasında yaşadıkları dönemi kapsamaktadır. İkinci aşama Sabirlerin Derbent geçidi yönünde güneye doğru hareketleriyle devam eden V. yy’ın 60’lı yıllarında VI. yy’ın ilk yıllarına kadar ki dönemi kapsamaktadır. Üçüncü aşama ise VI. yy’ın başlarından itibaren Sabirlerin güçlü bir toplum oluşturarak Derbent geçidinden güneydeki topraklarda hâkimiyetlerini güçlendirme çabalarıyla Güney Kafkasya ve Ön Asya’nın askeri-siyasi tarihinde önemli yer edinmişlerdir. Bizanslı tarihçi Kayseriyeli Prokopi Doğu Kafkasya’da Sabirlerin önemli rolünden söz ederek “Hun-Sabirler’in sayı oldukça fazla ve tam bağımsız kollara ayrılmakta” olduklarını vurgular82


           . V. yy’da Sabirlerin Kafkasya’ya Gelişi (M.İ. Artamonov, Hazar Tarihi, İstanbul, 2008, s.97)

503 yılında Sabirler Derbent geçidinden Güney Kafkasya’yı ele geçirmek amacıyla başlayan savaşlarda bazen Sasani, bazen de Bizans taraflarına paralı askeri güç gibi katılır83 . 515 yılı itibariyle Kafkasların güneyinde olup bitenlere müdahale etmeye başlamışlardır. Onların 100 bin asker çıkardıkları söylenir. Bu da onların askeri varlığının gücüne işaret eder84 . Prokopius da Sabirlerin savaş tekniklerine dikkat çekmiştir ve onların kuşatma araçları hazırlamada hünerli olduklarından bahsetmiştir. Bozkırların bilmesi muhtemel olmayan kuşatma makinelerini anlatır85

Sabirler, Kafkasya’da hareketli bir dönem geçirmişlerdir. 515-516’da, ilkel Hun topluluğu Sabirler Ermenistan’a ve Küçük Asya’ya yeni bir akın düzenledi86 . 516 yılında İran’la beraber Bizans’a karşı savaşmışlardır. Sabirlerin genişçe bir coğrafyaya yayıldıkları görülmektedir. Hazar denizi civarına kadar inerek Ermeni şehirlerini yağmalayıp buradan Dicle kıyılarına kadar gitmişler ve en son burada durdurulmuşlardır. Diğer bir Sabir gücü ise Konya sınırlarına kadar ilerlemiştir. 522 yılında Bizans imparatoru Iustinianus (518-627) Sabir lideri Zilbigis’e elçi göndererek

 ittifak için hediyeler gönderdi. Onun ikili oynadığını, İranlılara da 20 bin kişilik bir kuvvet gönderdiğini öğrenince, İran Şah’ı Kavad’ı (488-531) durumdan haberdar etti ve bunun sonucunda şah Sabir lideri ve yakınlarını öldürtmüştür87 . Sabirlerde merkezi idarenin bulunmadığı dağınık boylar halinde yaşadıklarını ve her önderin kendince bir siyaseti olduğunu öğreniyoruz. Bu Zilgibi anlaşılan boy beylerinden biriydi ki, üç yıl sonraki bir hadise daha yüksek seviyeden idarecilerin olduğunu göstermektedir. Azak boylarındaki Mogyer idaresindeki Hunlar (muhtemelen Oğurlar) Bizans arazisine saldırınca, yeni imparator Iustinianus (527-565) çare olarak Sabirlerin kraliçesi olan Boarês>Boarık ile ittifak kurdu (kendisi –Balak- dul eşiydi). Güçlü bir ordusu olan Boarık Hunları yendi. Türak adlı Hun komutanını esir edip İstanbul’a gönderdi; Aglânôs adlı Hun önderi ise savaşta öldü88 . 530 yılında bir savaşta ise 3000 kişilik bir Sabir birliği Bizans’a karşı İranlıların yanındadır. Savaşçılıklarıyla Bizanslılar ve Ermenileri sıkıntıya düşüren Sabirler, Malatya kuşatması yapan İran birliklerine yardım için geldikleri halde, hızlarını alamayıp Halep’e kadar gittiler ve Antakya yakınlarında yağmada bulundular. 531 yılında İran ve Bizans’ın barışması ile Sabirlerin artık kaynaklarda 20 yıl boyunca isimleri geçmez. 545 yılında İran şahı I. Hüsrev Anuşirvan’ın (531-578) şimdiki Dağıstan’a yaptığı seferden Sabirlerin çok etkilendikleri anlaşılmaktadır. 550 yılında İran-Bizans savaşları yeniden başlayınca, Sabirler bu savaşlarda da yer almışlardır. Prokopius’un “Savaşlar Tarihinde” verdiği haberlerden, Gürcistan’ın batısındaki savaşlar esnasında yürütülen kuşatmalar münasebetiyle kullandıkları savaş aygıtlarının İran ve Bizanslıların hiç görmedikleri aygıtlar olmasıydı. Bu savaşlarla ilgili olarak Agathias Bizans taraftarı 2000 Sabir’in 2000 Deylemli’yi yok etmeleri ile ilgili ayrıntılı bilgiler kaydetmiştir. Bundan sonra ki aşamada Sabirler İran tarafında yer aldıktan sonra İran taarruzu başarısız olarak sonuçlanmış ve beş yıl süren savaşlardan sonra yeniden barış yapılmıştır. 558 yıllarında Bizans başkentine Avar elçiliğinin haberini veren Menandros, bir çatışmadan bahsetmemekle birlikte, Avarların Sabirleri hâkimiyetleri altında aldıklarını bildirir.

Kafkasların kuzeyinde Avar varlığı uğramak kabilinden olduğu için, bu hâkimiyet kalıcı ve ciddi değildir. Ama Avarları süren Göktürkler Kafkasya’ya gelip burada yerleşmişlerdir. Bu gelişmeler Sabir ismini geride bırakarak Hazar kavmini ön plana çıkarmıştır. Hazarların Sabir olarak tanıtıldığı kaydı vardır. Bu konuda,  Mesudî’nin Hazarlara Türkçe Sabir, Farsça ise Hazarân dendiğini söylemesi ve de Belâzurî’nin ahalisi Sabir olarak bilinen Azerbaycan’daki Kabala kentinden Hazar yerleşimi diye bahsetmesi de kayda değerdir. Bundan dolayı da Kafkasların kuzeyindeki Sabir’in çöküşüyle Hazarın yükselişi arasında bağlantı vardır ve Sabirler Hazarların temelini oluşturur89 . Bu dönem Kafkasya’da Türk varlığının çok güçlendiği ve Azerbaycan ve çevresindeki bütün yerlere “Hazar ülkesi” denilmiştir. Artık bu dönemden sonra Kafkasya’da Hazar Türkleri görülmektedir90 . Sonuç olarak V. yy’dan itibaren Kafkasya’da yaşayan Sabirler, Hazarların yükselmesiyle siyasi üstünlüklerini kaybetmişlerdir ve yine bir Türk kavmi olan Hazarların hâkimiyetinde yaşamışlardır.

2.5. Avarlar

 Avar adı Batı kaynaklarında ilk defa 461 ve 465 senelerinde geçmektedir91 . Göktürk kitabelerinde Apar; Bizans kaynaklarında Ak Hun/ Epthalanos,92 Warkhon (“War” ve “Hun”) Abares, Abaroi; Latince’de Awari, Awares; Slav dilinde Abari ve Obri93; Çinlilerin Yeta, Hua; Hintlilerin Huna dedikleri halkın adını bazı araştırmacılar “abamak” fiilinden getirirler ve manasının “karşı koymak, başkaldırmak” olduğunu söylerler ki, kelimenin anlamı Apa unvanıyla izah edilebilir. R’nin de çoğul eki olduğu düşünülmektedir94 . Araştırmalara göre, Fulin kelimesinin Soğd dilinde From haline geçmiş Rum olması ve onun Prum veya Apurum şeklinde Türkçe’ye geçtiği tespit edilmiştir. Böylelikle Orhun yazıtlarındaki “Apurim”in Fulin olduğu düşünülmektedir. Kültigin yazıtlarında Bumin Kağan’ın ölümü sebebiyle gelmiş boylar içerisinde AparApurimler şeklinde adlandırılırlar. L.N. Gumilyev, Avrupa’ya gelmiş Avarların (Hionitler) efsanevi Turan’ın soyu olduğunu bildirir. O, Sarmat-Alan grubundan olan Hionitlerin, Göktürklerin (İstemi Han) baskısı ile Oğur halklarının yanlarına geçtiklerini gösterir95 . Macar âlimi K. Czegledy, Avarları Göktürk İmparatorluğuna dâhil olan Oğur birliğinin içinde gösterir. O. Pritsak, Avarların (yu-ven) “doğu varvarları” (dunhu) Proto-Mongol siyasi birliğine dâhil olduğunu ve Çin’in doğusunda bilinen gruplarından Ahvarların (yu-ven), Sibirlerin (Siyenpi) ve Kayların (si) Kuzey Kafkasya’da da (Serir) etkin rol oynadığını bildirir96 . M.İ. Artamonov’da, L.N. Gumilyev gibi Avarların Kuzey Kazakistan’ın Oğur muhitine ait olduğunu söyler ve Avarların bir kısmının Hionitlerin (Huni) bir müddet Sogd’a hâkim olduğunu ifade eder. O, Hionitleri Avarlarla aynılaştırırken onların tarihi Kazakistan’ın, İran Kazakistan’ın, İran dilli ahalisi ile karışmış Türkleşmiş Oğurlar olduğunu ayırt etmiyor ve Azak-Hazar denizleri arasında Avarların akraba muhite (Hunlar ve Alanlar) geldiklerini ifade eder97 .

Avarların kökeniyle alakalı olarak Samuel Szadeczky-Kardoss’un yorumu oldukça tatmin edicidir: “Theophylact Simocattes Bayan’ın (Avar Kağanı) idaresi altındaki insanların yalnızca asıl Avarların korku telkin eden adlarını kabul ettiklerini öne sürmüştür. Bu Pseudo-Avarların (Sahte Avarlar) Var ile Hunni adında iki boyları vardı. Bu boylar aynı kökendendi ve aynı dili konuşuyorlardı. Bunlar daha sonra birleşmişlerdi. Büyük ihtimalle Altay veya daha kesin olarak Bulgar Türk lehçesini konuşan Ogur (Ogor, Ugor) etnik grubuna dâhildiler. Ancak, Theophylact’ın Bayan’ın halkının Pseudo-Avarlar olduğu şeklindeki ifadesini kabul edilmemekle birlikte her ikisi de Altay dili kullanan Avarlar ve onlara katılan Ogurların ayrı ayrı olarak kullandıkları asıl adları birbirinden ayrılmamaktadır. Sonuçta hakiki bir Avar olmayana isnat edilmiş zikredilen şahıs isimlerinin biri veya diğeri Avar Kağanının hükümdarlığını tanıyan bozkır halklarının birine ait olması da imkânsız değildir” 98. Tuncer Gülensoy, Avarların Türklükleri hakkında şöyle söyler: “Avarlardan kalan Bôkolabur, tudun, tagan, tarkhan, boğan (Kök Türklerde Bağa, Bulgarlarda Bağan “vali”), Apsyk, Yugraş, Bayan (Avar hakanı; 597’de Bizans’ta dehşet uyandırdı.), Kansavçi, Kök, Kuturgur (Türk Bulgarlarından) Solak, Mergen (Türklerde ve Moğollar’da “yaycı”), Külük, Kösenci, Mugel, Alpel, Tugay, Buga gibi kişi ve unvan adları onların Moğol değil Türk olduklarının kanıtıdır” 99 . Avarlarla aynı oldukları düşünülen Ak Hunların iki önemli unsuru olan Uar (Avar) ve Hun varlığı söz konusudur. Menander ve Theophylactus’ta Avarların, Hunların soyundan oldukları zikredilmekle birlikte Ogurlar (Batı Tölösler) hakkında bilgi verilirken onların ataları olarak Avar ve Hunlar gösterilmektedir. Buna bağlı olarak Çin ve Bizans kaynaklarının bildirdiğine göre Kafkasya Tölös grupları  arasında Uar-Hunların adının geçmesi önemlidir. Yine Çinliler “Hua” transkripsiyonunu Var’a (Apar) karşılık olarak gösterirler100 .

2.5.1. Kafkasya’da Avar Birlikleri

 Avarların iki yüz bin kişilik bir grubu ana topluluktan ayrılıp, batıya yürümüşler, önlerindeki akraba Ogur boylarını da iterek (ki bunların arasında Sarı Ogur ve On Ogurlar da mevcuttur) Kafkasya’ya gelmişlerdir. Buna bağlı olarak Avarlar, 557 yılından önce Alanlarla, arkasından Bizans’ın Laziya valisi Justin aracılığıyla Bizans imparatoru Justinianus (527-565) ile münasebet kurmuşlardır. Bu dönemde Bizans Sasanilerle mücadele halindedir. Kafkasya çevresindeki Ogurlar ise Bizans’a zorluklar çıkarmaktaydılar. Bu Bizans için de yeni bir müttefik kazanma açısından fırsattı.


                   Avarların Kafkasya’ya Göçleri (M.İ. Artamanov, Hazar Tarihi, İstanbul, 2008, s.142.)


Avar elçisi Kan (Kandık), Doğu Roma’nın başkentine gitti (558). Heyet burada büyük bir ilgi ve tören ile karşılandı. Her şeyleriyle Hunlara benzeyen Avarlar, çok güçlü olduklarını, karşılarında kimsenin duramayacağını söyleyerek Roma’ya dostluk teklifinde bulundular ve yaşayabilecekleri iyi bir arazi istediler. İmparator buna müspet cevap verdi. Sonra sefirin yanına pek çok değerli hediye katarak geri yolladı.

 Arkasından da kendi elçisini Avar hakanının yanına göndererek, Bizanslıların doğudaki düşmanlarıyla yaptıkları savaşlarında yardımlarını talep etti. Buna binaen Avarlar hiç yoktan Kafkasya ve Hazar çevresindeki kendi soydaşları olan Sabar, Tokuz Ogur (Kutırgur) ve Otuz Ogur (Utırgur) gibi kabilelerle de kavgaya tutuştular. Karadeniz’in kuzeyinde belki de Ak Hazarlarla da üç-beş yıl süren savaşların peşinden onlar 562 tarihlerinde Tuna boylarına indiler. Bu sıralarda doğudaki ana kitle ile Kök Türkler arasında kıyasıya çarpışmalar oluyordu ve Börülülerin önünden kaçan kalabalık AvarAk Hun kabileleri de kafile kafile Bizans hudutlarına göç etmişlerdir. Bizans bu konargöçerleri, Balkanlarda Bulgaristan’ın bir bölümüyle, Trakya’nın bir kısmından meydana gelen Moesia’nın Singidinum (bugünkü Belgrat civarları) çevresinde, Polonya’nın en uzun akarsuyu Vistul etrafında yaşayan Germen kavmi Gepid ve Tuna’nın batısında, Pannonia’da oturan Longobardların arasında yerleştirdi. Avarların hepsi Avrupa’ya gelmemiştir. Ana yurt topraklarında kalan Avarların büyük bir çoğunluğu Göktürk devletinin hâkimiyeti altına girerken; bir kısmı da Hazar-Kafkas çevresine göç ederek diğer Türk boylarıyla yaşamaya başlamışlardır101 .

Gürcü kaynakları, Bizans imparatoru I. Jüstinyan (527-565) döneminde doğudan bir Türkmen kavmi olan Avarların yaptığı akınları ve onların Hazar denizinden Karadeniz’e kadar tüm bölgeyi zapt ettiklerini belirtmektedir. Aynı kaynaklar, Jüstinyan’nın Avarları Kafkasya geçitlerinde ve Hunzah’da (Sarir) yerleştiğini ve onların soylularına Kartalinya’da “knyaz” –(prenslik) ünvanı verdiğini yazmaktadırlar. O tarihten başlayarak Kartalinya hükümdarları söz konusu Avarların soyundan seçilmekteydi102 . Avarlar Azerbaycan bölgesinde de yaşamışlardır. N.Y. Merpert’in yazdıklarına göre VI. yy’da Kuzey Kafkasya bölgelerinden Avarların bir kısmı Kafkasya’ya gelmiştir. Kuzey Kafkasya bölgelerinde yaşamış Avarların belirli bir kısmının 570 yıllarında Güney Kafkasya’ya gelmeleri ve Gürcü Çarı Guramın (570-600 yıllar) Bizans devletinin isteği ile onları Gürcistan’da yerleştirdikleri malumdur. Avarların Azerbaycan’da ve Gürcistan’da yaşamaları yer adlarında da görünmüştür. Azerbaycan’da Avaran (Haçmaz bölgesi), Ermenistan’da Abaran, Gürcistan’da Abari yerleşim yer adları bilinmektedir. Bu bilgilerle birlikte III-IV. yy’lar arasında Kür sahilinde bir eyaletin Oberan adlandırıldığı ve orada obarenlerin yaşadığı tespit edilmiştir. Buradaki “oberan” kelimesi abar (avar) etnoniminin fonetik şekli olarakdeğerlendirilmiştir103 . 558 yılında Kafkasya’da Avarların, Sabir, Onogur, Utrigur, Kutrigur ve Antları mağlup ederek, çevrelerini de tahrip edip Tuna nehri taraflarına doğru hareket etmişlerdir104 .

 Bugün Kafkasya’da Koysu Irmağı’nın Andi, Avar, Karah gibi kollarının kaynaklarından kuzeyde Kumuk ovalarına kadar olan yerlerde ve güney Dağıstan’ın Zakatala ve Lakaduh bölgelerinde yaşamakta olan Avarların yukarıda açıklanan Avar Türkleriyle ilgileri yoktur. Avar adı ise Ruslar tarafından Kumuklardan alınıp ve Kumukların Avarları sıfatlandırmak için kullandıkları “Avare” sözünden kaynaklanmıştır105 .

2.6. Göktürkler

 Hazar denizinin kuzeyindeki bölgelerde ve Kafkasya’nın kuzeydoğu kısmında Göktürk hakanlığı VI. yüzyılın ortalarında varlığını sürmüştür. Göktürklerin baskısı ile Avarlar Kuzey Kafkasya’dan batıya doğru hareket etmişlerdir106 . İstemi Han döneminde Volga civarına askeri bir sevkten sonra 571’de Kuzey Kafkasya fethedilip kısa zaman içerisinde Alan ve Utigurlar itaat altına alınarak Bosphorus’a (Kerç) ulaşılmıştır. Böylece hakan Horezm, Povolje, Kafkasya veya Kırım üzerinden Bizans’a giden yola da hâkim oldu. Bizanslı tarihçi Menandros, 568-576 yılları arasında yedi Bizans elçisinin Türklere geldiğini kaydederek, her elçilik heyetine, geri dönüşünde Türk, Soğdiyan ve Horezmliler’den oluşan birer heyetin refakat ettiğini belirtmektedir. Bu elçilik heyetlerinin sayısı da dikkat çekicidir. Örneğin 576’da Büyükelçi Valentinos’a refakat eden heyette 106 “Türk”, yani hakanın tebaasından 106 kişi bulunuyordu ve bunlar muhtelif zamanda Bizans’a gelmişlerdi107 . Tardu döneminde (576) Bokhan komutanlığında Bosporus (Kerç) üzerine gönderildiği ve şehir belli bir süre Göktürklerin egemenliği altına girmiştir108 .


                           Göktürk Hakanlığı (Mirfatih Zekiyev, a.g.m, s.211.)





                     

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder