3- KAFKASYA COĞRAFYASINDA HAZAR DEVLETİ (VII-X. YY’LAR ARASI)
VII. yy’a gelindiğinde Hazar Türkleri bölgede etkili olmuşlardır. Hazarlar
yaklaşık olarak VII.’dan başlayarak X.yy’a kadar burada varlıklarını devam
ettirmişlerdir. Bu coğrafyada siyasi, sosyal, ekonomik açıdan güçlü bir devlet
kurmuşlardır.
3.1. Hazarlar
Dini kaynaklara göre Hazarlar; Hz. Nuh’un oğlu Yasef’in yedi çocuğundan
üçüncüsü olan Hazar’dan türemişlerdir. O, İtil nehrinin kıyılarına geldikten sonra nesli
buralarda çoğalmış ve daha sonraları buralara Hazar ülkesi denmiştir1
Hazar etnik adının anlamı ile ilgili çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Macar Türk
bilimcisi G. Németh, 1930 yılında yayınlamış olduğu eseri “Fetih Çağı Macarlarının
Oluşumu”nda, Hazar adı hakkında bilgi verir. G. Németh, Qazar’ın Türkçe kez-
“gezmek” fiilinin damaksıl biçimi olan qaz-’dan türediği tezini ortaya koymuştur. Bu,
“gezenler, dolaşanlar” yani “göçerler” anlamını veren bir budun adını temsil etmektedir.
András Róna-Tas 1982 yılında Moğolistan’da bulunan Uygur Terkh yazıtında (754)
geçen Qasar biçimi, Şine-Usu yazıtında (760) geçen benzer bir biçim, Hatip Zakharias’a
atfedilen kilise tarihindeki ksr biçimi, Çin kaynaklarındaki Ko-sa, Ho-sa biçimleri ve bir
Orta Farsça metinde (Mahrnâmag) geçen kişi adı Khasar Tegin’e dayanarak, Qasar’ın
(Oğurca’da Qazar>Khazar oluyor) özgün Türkçe biçim olduğu sonucuna varmıştır.
Aynı zamanda bu budun adının İç Asya’ya Orta Farsça keysar, kesar aracılığıyla girip
Türkçede kesar (>Qasar) ve Tibetçe’de Ge-sar olmuş Roma ismi-sanı Caesardan
türediğini öne sürdü. Tibet kaynaklarında dru-gu Ge-sar “Türk Gesar” ifadesi
geçmektedir2
. P.B. Golden bu tezin Hazar adını açıklamada yeterli olmadığını söyler.
Ona göre Terkh yazıtı bir parçadır ve değişik yorumlara açıktır. Orada Qasar’ın bir
budun adı mı, yoksa kişi adı mı olduğu açık değildir. Bir Uygur çevresine oturmaktadır ve Hazarlarla ilgisi olmayan bir Uygur önderine işaret ediyor olabilir. Kişi adı Qasar
çağdaş kaynaklarda Uygurlar, Kuzey Kafkasya Hunları (Hazarların, bir Oğur dili
konuştukları farz edilen bağlıları) ve daha sonra Moğollar arasında geçmektedir. Qasar
kelimesinin kendisi bir köpek türü anlamıyla Orta Kıpçakça’da geçmektedir.3 Bu
kelimenin Hazarla ilgisi için kesin görüş yoktur. Hazar, kelimesinin bir milleti değil de
bölge adını temsil ettiği düşüncelerini Yakov Kuzmin-Yumanadi ve Palev Kuleshov
“Hazarlar” adlı makalelerinde belirtmişlerdir. Hazarlar çağdaşı olan yazarların
eserlerinde bu adın mahiyeti bölgesel olarak yer almaktadır. Örneğin, Hazarların
çağdaşı olan Arap seyyah ve coğrafyacı İbn Havkal, “Hazara gelince, bu isim, başkenti
İtil olan ülkeye verilen isimdir” der ve daha ileride de şöyle açıklar: “Bu ne bir milletin
ne de bir halkın ismidir”. İstahri’de “Hazar, iklimin adıdır” der. Eserinin Farsça
tercümesinde ise bir ekleme yaparak, “Başkentine İtil denilen bölgenin adıdır”
denmektedir. El-Bekri’de de hemen hemen aynı ifade yer almıştır: “Hazar o ülkenin
adıdır”. Kaşgarlı Mahmud kendisinden öncekilerin ifadelerini onaylayarak yazar:
“Hazar, Türklerin yaşadığı yere verilen isimdir”. Bu eserleri değerlendiren Yumanadi
ve Kuleshov “Hazar” adını dile getirdiklerinde bir etnik gruba ya da bir millete değil,
sadece belli bir bölgeye ve mecazi olarak o bölgede yaşayan insanlara işaret olduğunu
belirtmişlerdir4
.
Yumanadi ve Kuleshov aynı makalede “Hazar” adını açıklarken yeni
yorumlarda geliştirmişlerdir: “Aslında isim, Hazar denizinden gelmektedir. Farsça
konuşanlar ve aynı zamanda bu denizin civarında ya da bölgedeki adalarda yaşayan
insanlar, bu denizi Hazar denizi diye adlandırırlar. Önceleri, denizin kuzey kıyılarına
sürekli değişen göçebe kabilelerin yerleştiği zamanlarda, Hazar bu bölgede görülen
bütün göçebelerin ismiydi. Bu nedenle tarihsel anlamda “Hazar” sözcüğü, aynı noktada
Hazar bozkırlarını yurt edinmiş olan çok çeşitli göçebe ya da yarı göçebelerin adıdır.
Eski çağlarda “Hazar”, Hazar Sakalarına ve Sarmatlarına verilen addı. Milattan sonraki
ilk çağlarda “Hazar”, Dağıstanlı Sarmatlara bağlı bir boyun adı oldu, -Barsiller ya da
Basllar”
5
Hazarlar, Miladi II. yy’larda Orta Asya’da çok güçlü bir devlet kurmuş olan Hun
Türklerine kadar dayandırılmaktadırlar. Nitekim Tang sülalesinden bahseden arşiv
belgelerinde onlardan Çince “Tu-kiu Ho-se- Türk-Hazar” olarak bahsedilmiştir6
.
Bizanslı yazarlar, Hazarları genel olarak Türklere bağlarken; Arap yazarları ise onları
Türk diye adlandırırlar. Hazarlarsa kendilerini Ugor, Avar, Guz, Barsil, Onogur, Bolgar
ve Savirlerle (Sabir) akraba sayarlar. Hazar Meliki Yosif’in mektubunda yer alan 10
oğul eponimiyle ilgili listede, genellikle boy beyleri Togarmalardan gösterilir ve
Hazarlar yedinci sırada yer alır. Bu listedeki bazı isimler, örneğin Tir veya Turis, T-rna, özdeşleştirilmemektedir ve daha önce adları sayılanların bazılarının
özdeşleştirilmesi de şüphelidir. Buna rağmen, hepsi olmasa da bu adların büyük bir
kısmının Türk dili ailesine giren halklara aittir7
. Bu noktadan hareketle, Çinlilerin
Hazarlara verdikleri K’o-sa adının, dokuz Uygur kabilesinden altısının adı olan
Kesa’yla yakın bir benzerliği vardır ki, bazı araştırmacılar buna istinaden Hazarları
Uygurlara nispet etmekte ve onların Hunlarla birlikte veya onların arkasından VI. yy’da
Avrupa’da görüldükleri kanaatini taşımaktadırlar. Ancak, mevcut kaynakların büyük
kısmı Hazarları Uygurlara değil, Ugorlara bağlamaktadır. Eğer Hazar adı aslen Türkçe
‘kaz’-“göç etmek” kelimesinden geliyorsa, o takdirde Hazar kelimesine hiç
bağlanmadan Uygurların bir kısmının benzeri adının da aynı kelimeden geldiği
düşünülebilir. Her durumda, tahminlerin hangisi doğru olursa olsun, gerçekten Hazarlar,
Melik Yosif’in listesinde adı geçen kabilelere yakındırlar ve genel orjin açısından
onların bu kabilelerle yakınlığı, çok büyük bir ihtimalle, farklı bir derecede olsa bile,
Türkleşmelerinde Ugorların oynadığı rolle sınırlıdır
Hazarların dili Bulgar diline yakındır. Arap müelliflerinin yazdıkları eserlerin
tamamı bunu kanıtlar niteliktedir. Örneğin İstahri ve onun arkasından İbni Havkal,
“Bolgar dili Hazar diline benzer” şeklinde açıklamalarda bulunmuşlardır.8 Gerçekte
Hazarlarda, Bulgar ve Başkurtlar gibi, Türk-Oğuz boylarının dışında insanlık tarihine
geçmiş en büyük Türk kavimlerinden biridir. Modern tarihçilerimiz onları bir birlik
içerisinde Türk asıllı kavim olduklarını bildirdikleri gibi, el-Mesûdi, el-Istahri ve
Kaşgarî gibi daha birçok klasik tarih ve İslam coğrafyacıları da onların Türk olduklarını
bildirmişler, onların örf, adet ve ananeleri hakkında çok geniş bilgiler vermişlerdir. Bu
örf ve adetler onların zaten Türk olduklarını gösterdikleri gibi, kullandıkları kelimelerdeonların Türk olduklarını ve dillerinin ise Türk dilinin bir “lehçesi” olduğunu
göstermektedir. Bunun büyük bir delili ise; diğer Türk boylarında olduğu gibi, devletin
idari unvanlarının mesela, Tarhan, Bey, Han, Hakan vs. Türkçe olduğu gibi, bu
hakanlarında Hazarlar hakkında ilahi bir güce sahip mübarek bir kimse oldukları,
onların da diğer bir kısım Türk boyları gibi çifte hükümdarlar tarafından idare
edilmeleridir9
. Atıl/İtil’in (bu biçimler, Hazar devletinde konuşulan iki ana Türk dil
grubu olan Bulgar-Oğur Atıl ve Ortak Türk İtil’i temsil eder; krş. Çağd. Tatar İdel
“İdil”) bulunması bölgede yaşayan halkların kültürleri açısından önemlidir. Bölgede çok
sayıda Türkçe oyma yazılı buluntularda mevcuttur10
.
Hazar Devleti (M. Uydu Yücel, İlk Rus Yıllıklarına Göre Türkler, Ankara, 2007, s.350.)
Göktürkler, Hazar denizi ile Karadeniz arasında dağınık bir halde yaşayan Sabir,
Ogur ve Onogur gibi bütün Türk kavimlerini kuvvetli bir birlik haline sokarlar ve bu
tarihten sonra birliğin adına “Hazar” denir. 627’de Bizans imparatoru Heraklios ile
ittifak eden Hazarlar, bu esnada hala “Türk” adını kullanırlar. Yani Göktürklerin
Kafkasya’daki kuvvetlerinin temelini Hazarlar oluşturuyorlardı11
. VIII. yy ortasında Çin
kaynaklarında hala “Türk-Hazar” adına rastlanır. Bizans kaynaklarında, Türk-Hazar adları karışık olarak kullanılmıştır12
. Hazarların kökeni Farabi İbn Kura13’ya göre:
“Arapça Hazar, Çince Ko’sa; Türk kökenli bir halkın adıdır. Bu ad, Türkçe kazmak
(dolaşmak-göç etmek) ya da kuz (bir dağın kuzey yamacı, buzul) sözcüğünden gelir.
Ayrıca bir Ak-Hazarlar adlandırılması da vardır. Bu adlandırmanın amacı hiç kuşkusuz
onları İstahri’nin sözünü ettiği Kara-Hazarlardan ayırmaktadır. Hazarlar büyük bir
olasılıkla 552’den itibaren Batı Türk imparatorluğuna dâhil oldular ve belki de Batı
Türklerinin ilk kağanının Sul (ya da Derbent) kalesi üzerine ilk yürüyüşüne katıldılar.
VI. yy’da, Kafkasya’nın kuzeyindeki bölge, Sabirlerin (Hunların iki kabilesinden biri)
elindeydi. X.yy’da, Kȃtip Mesudi, Türklerin Hazarlara (Sabirler) dediğini söylemiştir.
Her durumda İslam kaynakları Hazarlardan söz ettiğinde aynı halkın söz konusu olup
olmadığı kesinlikle bilinmemektedir. Aynı zamanda, Ak-Hazarların ve Kara-Hazarların
adları da başka bir biçimde anlaşılmış olabilir. Hazar, Arapça’da “beyaz” ve “siyah” kuş
anlamına gelir ve buna göre, Ak-Hazarların gündüzleri, Kara-Hazarların da geceleri
temsil ettikleri düşünülebilir (…) İslam kaynaklarına göre, ilk Hazar-Arap savaşı
642’de, Kafkasya’da patlamıştır. 653’te Balancar (Belencer) yakınlarındaki bir savaşta,
Arap strateji öldürüldü ve çarpışmalar kesildi”14
.
3.1.1. Hazarların Kafkasya Coğrafyasındaki Konumları
Hazarların Kafkasya ile ilişkileri ilk orta asırlar dönemi önemlidir; Kafkasya
bölgesinde Hazarların siyasi-iktisadi-ticari ilişkileri yanında savaşlarda baş
göstermiştir15
. Göktürklerin idaresinde bir “uç beyliği” halinde şekillenmeye başlayan
Hazarlar, onların yıkılmalarından sonra, kendi başlarına bağımsız bir hanlık olarak
ortaya çıkmışlar ve buralarda ilk güçlü Türk devletini kurmuşlardır (630). Hazar
devletinin bu en güçlü oldukları dönemlerde, (miladi VI. asır) kağanlığın sınırları;
Dehistan, Erran, Taberistan, Cürcan, Azerbaycan ve Doğu Anadolu’da dâhil olmak üzere, İtil nehri sahillerinden Karadeniz’in kuzey ovaları, hata Kırım’a ve Kiev’e kadar
uzanan çok geniş bir coğrafi bölgeye yayılmış bulunuyordu16
. İmparatorluğun ana
toprakları, Kafkasya’nın kuzeyi ile Hazar denizi sahilleri idi. Zaman zaman hudutlar
değişmiş olmasına rağmen, asıl araziyi, Kafkas dağlarının kuzey yakası, Don nehri ve
Azak denizi ile Volga ırmağı arasındaki üçgen oluşturuyordu17
.
Devletin asıl merkezi bugünkü Dağıstan’da Koysu ırmağı üzerinde ve Anderay
denilen mevkide kurulmuş bulunan “Belencer” şehri idi. Hazarların en güçlü oldukları
zamanlarda Kama ve İtil boylarındaki birçok kavimler mesela; Avarlar, Alanlar, Aslar,
On-Ogurlar, Kafkasların dağlı kavimleri İtil Bulgarları ve yine İtil civarındaki FinUgorlar, Burtaslar, Kuban çevresinde Macarlar ayrıca Kiev dolayları ve buralarda
yaşayan kavimlerin hepsi Hazar hakanlığı idaresinde olmuşlardır18
.
Hazarların, Hazar ülkesine Milattan önceki devirlerde geldiği düşünülmüştür.
Gürcü Hükümdarı Mirvan (M.Ö. 167-123), Hazarlara karşı savaşmış, onlardan ülkesini
korumak için Daryal geçidinde istihkâmlar inşa etmiştir19
. Hazarların tarih sahnesine
daha net çıkmaları, M.S. II. yy’ın sonlarına doğru olmuştur. M.S.198 yılında Hazarlar
Barsilialarla birlikte Ermenistan’a saldırmışlardır. M.S. III. yy’dan başlayarak IV. yy’ın
ortalarına kadar Ermenistan bölgesinde Bizans ve Sasani imparatorlukları arasında
meydana gelen savaşlarda Hazarlar daima Sasanilere taraf olmuşlardır20
. M.S. IV. yy’ın
ikinci yarısından itibaren ise Sasaniler Ermenistan’ı istila edip, komşularına karşı istilacı
bir siyaset izleyince, Hazarlar bu defa Bizans ile anlaşarak, onlara karşı savaşmaya
başlamışlardır. M.S. 363 yılında Bizans imparatoru Julian’ın Ermenistan’da bulunan
Sasanilere karşı yaptığı savaşa Hazarlarda katılarak Bizans’a yardım etmişlerdir. Bunun
üzerine Sasaniler Kafkasya’da bulunan kabilelerle anlaşarak onların Hazarlara
saldırmalarını sağlamışlardır. V. yy’da yani Atilla’nın 434 yılında Hun imparatoru
olması üzerine bir süre Hunlara tabi olmak zorunda kalmışlardır. Ancak Atilla’nın
ölümünden sonra dağılan Hun imparatorluğundan ayrılan Hazarlar yeniden Sasani
topraklarına saldırmaya başlamışlardır. Nitekim Hazarlar 457 yılında Kafkasya’daki
Sasani savunmasını kırarak Kür ve Aras ülkesini ele geçirmişler, İberya, Gürcistan ve Ermenistan’ın içlerine kadar ilerlemişlerdir21
. Kafkasya’daki Türk hâkimiyeti karşısında
rahatsız olan Sasaniler hükümdarları Kubad b. Anuşirvan (531-579) döneminde
Kafkasya’yı Türk hâkimiyetinden arındırmak için buradaki hâkimiyet sınırlarını
Derbent’e kadar genişletmişlerdir. Ayrıca bu Türk akınlarını durdurmak için ciddi
teşebbüslerde de bulunmuştur22
. Fakat iyice kuvvetlenen Hazarları yenemeyeceğini
anlayan Anuşirvan onlarla dost olma yoluna giderek, onlardan gelecek tehlikeleri
önlemeye çalışmış ve bu amaçla kızını dahi Hazar hakanına verme girişiminde
bulunmuştur. 558 yılından sonraki yıllarda Kafkasların hâkimi ve Sasanilerle savaşan
bir kavim olarak bildirilen Hazarlar 576 yılında Kırım’daki Kerç kalesinin Göktürklerin
eline geçmesiyle bu devletin sınırlarını Karadeniz’e kadar ulaştırmışlardır. Hazarlar
586’dan itibaren Bizans tarafından oldukça iyi bilindikleri ve hatta “Türk” ismi ile
anılmışlardır23
. Ziya Bünyadov, Hazarların Zakafkasya’ya girişlerini içeren bilgileri
Yakubi’den aktarır: “Hazarlar-bütün Ermeniyye24 topraklarını tutanlardır”. Onlara
hakan isimlenen padişah başçılık eder. Onun Arran, Curzan, Basfurcan25 ve Sisican
üzerinde Yezid Balaş isminde valisi vardır. Bu eyaletler dördüncü Ermeniyye isimlenir
ki, o, vaktiyle İran şahı Kubad tarafından işgal edilmiş ve Bab el-Lanadek bin fersah26
uzanıp, üç yüz altmış şehri olan bu arazi (onun oğlu) Anuşirvan’a geçmiştir. İran Şahı
Bab el-Ebvab, Tebersaran ve Belenceri tutar. O, Kalikala ve birçok başka şehirleri alır
ve buralarda İranlıları yerleştirirdi. Sonra Hazarlar, vaktiyle İranlıların onlardan
aldıkları toprakları yeniden İranlılardan geri aldılar ve (bu yerler) uzun müddet onların
elinde kalmıştır ki, Rumlar (Bizanslılar) Hazarları mağlup ederek, dört Ermeniyye
üzerinde padişah tayin ederler”
27
. Hazarlar bundan sonra Göktürk hakanlığının batıdaki
en uç kanadını meydana getirmişler ve onların istekleri doğrultusunda hareket
etmişlerdir. Ermeni ve İslam kaynaklarına göre ise, bu durum ilk defa Göktürk
hanedanına mensup Aşina soyundan gelen bir başbuğun idaresi altında VII. yy’ın ikinci yarısına kadar devam etmiştir28
. Aşina soyuna mensup olan Hazarlar VII. yy’ın ikinci
yarısında Göktürk hakanlığına bağlı olmayarak bağımsız bir hakanlık meydana
getirmişlerdir. Hazarlar, bütün göçebe dünyasına hâkim olma iddiaları ile Göktürk
Hakanlığının devlet geleneğini ve uluslararası otoritesini de miras almıştır29
.
Hazar Devleti (Firidun Ağasıoğlu, Azer Halkı, Bakı, 2005, s.38.)
VIII.-IX. yy’larda Hazar hakanlığı genişleyerek Doğu Avrupa’nın en güçlü
devleti olmuştur. Bu sıralarda, Kama ve İdil boyundaki birçok kavim, İdil Bulgarları ve
türlü Fin kavimleri, Burtaslar-Hazar hakanına tabi oldukları gibi, Desna ve Orta Dnepr
boyundaki türlü Slav Urugları da Hazar hâkimiyetini tanımışlardı. Bu Slav boyları
şunlardı: Radimiç, Vyatiç, Severyan ve Polyan’lar. Kuzey Kafkasların muhtelif dağlı
kavimleri ve Kuban boyundaki Macarlar da Hazar hakanına bağlı idiler. Bu bağlılık
karşısında her kavimden durumuna göre “vergi” alındığı anlaşılıyor. Örneğin Desna
boyundaki Slav kabilelerinden ev başına yılda bir kıymetli hayvan kürkü isteniyordu.
Kama boyundaki Bulgarlardan ve Fin zümrelerinden ise kıymetli hayvan kürkleri ve bir
olasılık olarak bal alındığı anlaşılmaktadır. Bu suretle Hazar hakanlığının siyasi sınırları Yayık-Cim (Emba)’den başlayarak Dnyepr’e (Özü) kadar uzanmış ve dolayısıyla iki
büyük ticaret yolunun üzerindeki çok geniş bir sahayı işgal etmiştir30
Arkeolojik araştırmalar XX. yy’ın başında, Donets üzerindeki Verkneye Saltovo
mezarının kazıları ile Arap paraları ve Kuzey Kafkasya’daki yer altı mezarlarında
bulunan eşyalarla kıyaslama yoluyla tarihleri belirlenen birkaç eserle başladı. Ama
Hazar arkeolojisi gerçek anlamda 1949-1951 yıllarında tarihçi Mikhail Artamonov
tarafından yürütülen, Don ile Donets’in birleşme noktasının yaklaşık elli kilometre
yukarısındaki Sarkel kalesi kazılarıyla başlamıştır. Arkeologlar Sarkel’den sonra
Don’un sağ yakasında yer alan Çimliyanski kalesi ile ilgilenmişlerdir. Hazar
imparatorluğunun başlıca kentleri -Atil, Balancar, Samandar- hala gün ışığına çıkmayı
beklemektedirler. Bu arada Kırım’da, Kuzey Kafkasya’da ve Güney Ukranya
bozkırlarında bu döneme ait oldukça fazla miktarda eser olduğu bilinmektedir. Bu
bulgulara dayanarak, ortak çizgileri bölgenin bütünlüğüne işaret eden SaltovoMayatskaya kültürünün sekiz varyantı belirlenmiştir. Böylece Hazar bölgesinin
tamamında son derece özgül cilalı seramikler, gümüş ve bronz kopçalar ve levhalarla
süslenmiş savaşçı kemerleriyle koşum takımları, çoğunlukla Konstantinopolis ve Yakın
Doğu’dan getirilmiş kadın ziynet eşyaları (küpeler, yüzükler, bilezikler, kolyeler)
bulunmuştur. Kırım ve Azak denizi bölgesi daha kendilerine özgüdürler: eski Yunan ve
Bizans kültürleriyle çeşitli bağlarını korumuş olduklarından oralarda, amforalar,
pitholar (Yunan mitolojisinde ejderha olarak gösterilen yılan figürü) ve tipik Yunan
özelliği taşıyan başka kaplar bulunmuştur31
.
3.1.1.1. Hazar-Arap İlişkileri
Hazar-Arap ilişkileri ilk olarak Arapların “cahiliye devri” denilen karanlık
devirlerine yani M.S. IV. yy’a dayandırılmaktadır. Bu Hazar akınları Mezopotamya ve
bu bölgelerde yaşayan Arap kabilelerine karşı gerçekleştirilen akınlardan en
önemlilerinden biri Sasani hükümdarlarından ve genellikle “Zü’l-Ektâf” diye anılan
Şapur II (doğ. 309-379) saltanat yıllarında olmuştur. Zü’l-Ektâf döneminde İran’a giren
akıncı Hazar Türkleri, daha sonra hızla Musul’a ulaşmışlar ve çok az bir zaman önce
Güney Arabistan’dan göç ederek buralara yerleşen Kudaa adındaki büyük Arap kabilesi ve onların çok geniş kollarından biri olan Beni Tezyid aşiretini yağmalamışlar, onlardan
çoğunu esir alarak aşırı derecede zarara uğratmışlardır (350)32
. Hazar akıncılarının
yukarı Mezopotamya’ya yapmış oldukları bu akınlar, cahiliye devri Arapları arasında,
hatta Yemen ve Habeşistan’a kadar yayılan çok geniş coğrafi bölgelerde yankılanmıştır.
Yemen hükümdarı Ebû Kerib Tuban Es’ad Arabistan’a askeri seferlerde bulunan bu
güçlü kişi bile İbn Hişam’ın kaydettiğine göre bir şiirinde oğluna hitap ederek akıncı
Hazar hakanına şöyle demiştir: “Asıl fil; Kâbe’ye saldırmak için kendi arkasından gelen
ve kızgın taşlarla mahvedilen ordunun filidir. Asıl hükümdar ise; uzak ülkelerdeki Türk
Hakanı ve Hazar Türklerinin hükümdarıdır”
33
.
Hz. Ömer zamanı Arapların ticaret hayatında önemli yeri olan “kuzey ticaret
yolunun” müslüman Arapların eline geçmesi ve İslam devletinin sınırlarını, kuzeyden
gelebilecek Hazar akınlarına karşı önleme planlanmıştı. Bunun için O; Azerbaycan ve
Ermeniye cephelerinde büyük başarılar göstermiş olan İslam ordusunu yeniden takviye
etmiş ve fazla bir vakit kaybetmeden Hazar’a sevk etmiştir (642)34
. Halife Ömer
Ermeniye ve Azerbaycan’ın fethini takiben 642-643 yılında başlayan ilk müslüman
akınları 644-645 ve 645-646 yıllarında da devam etmiştir35
. Hz. Ömer devrinde sınır
çatışmaları şeklinde meydana gelen çarpışmalar Hz. Osman döneminden itibaren iyice
şiddetlenmiş, her iki ordu zaman zaman birbirlerine karşı üstünlük sağlamışlardır.
Bununla birlikte barış dönemine kadar iki taraf içinde tam bir hâkimiyet söz konusu
olmamıştır. Habib b. Mesleme komutasındaki Arap orduları Gürcistan’a hâkim olmaları
ile birlikte 645’te Hazarlarla mücadele başladı. Yerli halktan Gürcülerin çatışma halinde
oldukları Hazar Türklerine karşı müslümanlarla birlikte hareket etmeleri Türklerin bu
bölgede başarılarını engelleyen önemli hususlardan biri olmuştur36
Hazarlar, VII. yy’ın ortalarından itibaren İslam orduları ile sık sık
karşılaşmışlardır. Hazar devleti, İran karşısında Bizans’ın en iyi müttefiki durumunda
idi. Hazar-Bizans işbirliği sayesinde zayıflayan Sasani imparatorluğu 632-634’lerde İslam kuvvetleri tarafından yıkılarak İran toprakları Arapların eline geçince, İslam ileri
harekâtı bir yandan Ermeniye yolu ile Kafkaslara doğru bir yandan da Suriye üzerinden
Anadolu içlerine kadar gelişmeye başlamıştır. Araplarla Hazarların mücadeleleri
şiddetli ve devamlı olmuştur. İlk büyük taarruz H.31 (M.651-652) yılında Hz. Ömer
zamanında Selmân b. Rebîa komutasında yapılmış ve İslam orduları Hazar topraklarına
girip, Derbendi aşarak Hazarların bu sıralar başkentleri olan Belencer’e kadar ilerlemiş;
ancak Hazarlar tarafından geri püskürtülmüşlerdir. Arap kumandanı ile dört bin kadar
askeri yok edilmiştir. Belencer’in Araplar tarafından istila edilmesinden sonra Hazarlar
başkentlerini aşağı İdil tarafına nakletmişlerdir. Daha sonra da güneye doğru ilerleyerek
Ermenistan’a girmişlerdir37
. 651-652’deki ilk karşılaşmadan sonra Hz. Osman’ın şehit
edilmesinden (656) ve Hz. Ali’nin halife seçilmesinden sonra meydana gelen
karışıklıkların Kafkaslar yönündeki İslam saldırılarını azaltması üzerine harekete geçen
Hazarlar Arrân’a kadar indiler. Hazar-Arap ilişkileri yaklaşık yarım yüzyıldan fazla
süren sınır boyu çarpışmaları ile devam etmiş ve daha sonra da İslam orduları Emevi
halifesi Muaviye zamanında Kafkasya taarruzlarına yeniden başlamıştır38
.
Emevi halifesi I. Muaviye (661-696) Azerbaycan’a ordu göndermeden önce
kendi saray âlimini çağırıp sormuştu;
-Azerbaycan hakkında ne biliyorsun?
Azerbaycan’ı yakından tanıyan âlim bu soruya şöyle cevap vermiştir;
-Azerbaycan eskiden beri Türk ülkesidir ve onlarla meskûndur.39 Bu metinden
de anlaşılacağı kadarıyla Güney Kafkasya’nın bir parçası olan Azerbaycan’a Araplar
gelmeden Türk nüfusu yerleşmiştir.
. Azerbaycan Arap Hilafeti Dönemi (VII. yy’ın II. yarısı-IX. yy’ın I. yarısı)
(Azerbaycan Tarihi Atlası, Red. İ.V. Konovalova, Bakı, 2007, s.16.)
3.1.1.1.1. Emeviler Dönemi Arap-Hazar İlişkileri
Muaviye dönemi başlayan Hazar-Arap mücadeleleri Velid b. Abdülmelik
dönemine gelindiğinde Hazarlarla müslümanlar arasındaki en şiddetli çarpışmalar bu
halife zamanındadır40
. Halife döneminde Araplar kuzeye doğru harekete başlamışlardır.
Fakat bunun öncesinde arkalarını sağlama almak için Arran, Kuzey Gürcistan ve
Ermenistan bölgelerindeki Bizans tehlikesini etkisiz hale getirmeye çalışmıştır41
. Bu
durumdan sonra Hazar-Arap mücadeleleri başlamıştır.
3.1.1.1.1.1. Mesleme Dönemi
Mesleme, 710 tarihinde kardeşi Velid b. Abdülmelik tarafından el-Cezîre,
İrmîniye ve Azerbaycan valiliğine getirilmesinden42 önce bölgede Hazar Türklerine
karşı mücadeleleri vardır. 706/707 yıllarında Azerbaycan şehir ve kalelerini zapt eden
Mesleme, Derbent civarındaki Hazar köylerine saldırdı. 708/709 yılında Muhamed b. Mervan (ki bu sırada kendisi halifeliğin Kafkas-ötesi topraklarının genel valisiydi)
tekrar Derbent’i ele geçirmiştir43
. 709-710 yıllarında Mesleme Hazarlar üzerine yeni bir
sefer yaparak Azerbaycan bölgesinde yer alan el-Bab’a kadar ulaşıp buradaki şehir ve
kaleleri ele geçirmişlerdir. Bunun karşısında ise 709-710 yılında Hazar hakanı 80 bin
kişilik ordusuyla Albanya üzerine giderek Derbent’den Arapları çıkarmışlardır44
. 714
yılına gelindiğinde Derbent geçidini ele geçiren Mesleme Bizans ile savaşların
alevlenmesi üzerine 717’de İstanbul'u kuşatmak üzere bölgeden ayrılınca Hazar cephesi
boşaltıldı. Bu fırsatı değerlendiren Hazarlar 717-718 yılında karşı saldırıya geçerek
Azerbaycan’a kadar olan yerleri geri aldılar. Bu sefer sırasında Hazarlar pek çok insanı
öldürdüler, şehirleri yakıp yıktılar. Bunlara karşı Emevi halifesi Ömer b. Abdülazîz,
Hatim b. Nu'mân el-Bâhîlî’yi görevlendirdi. Yeni komutan Hazarları durdurmayı
başardığı gibi, onlara karşı zafer kazanarak bol ganimetler ile döndü (H.99/717-18).
Ancak Ömer b. Abdülaziz’in İslam’ın savaş ortamında yayılamayacağı anlayışına
dayalı genel siyasetini uygulamaya konularak bu zaferin üzerine gidilmedi ve iki taraf
arasında kısa bir barış ve sükûn dönemi başladı. Ömer b. Abdülaziz’den sonra gelen
Emevi halifeleri bu barış siyasetini devam etmiş olsalardı Hazarlar Museviliği kabul
etmeyeceklerdi düşüncesi vardır. Böylece Kafkasya’nın İslamlaşması daha erken bir
tarihte gerçekleşmiş olacaktı45
.
3.1.1.1.1.2. Cerrah b. Abdullah el-Hakemî
Halife II. Ömer’in (717-720) hükümdarlığının birinci yılında Hazarlar Araplara
karşı büyük hücumlara başlamışlar. Hazarlar Arran’dan Azerbaycan’a geçip orayı işgal
ederek, Arap ordularının bir kısmını yok ettiler. Halife II. Yezid (720-724) zamanında
Kıpçak ve diğer Türk kavimlerinin yardımını alan Hazarlar 30 bin kişilik ordularıyla
Arran topraklarından Ermenistan’a giderek Arap ordularını mağlup etmişlerdir. Aynı
dönem içerisinde Cerrah b. Abdullah el-Hakemî Azerbaycan ve Ermenistan’a tayin
edilerek Hazarlara karşı mücadeleye başlamıştır46
. Derbent’i ele geçiren Cerrah b.
Abdullah, civardaki köylere de birlikler göndererek ganimetler elde eder47
. Kafkaslar
üzerindeki mücadeleler Cerrah b. Abdullah tarafından Derbent’e yaklaşık olarak 35 km
mesafedeki Narvan şehrine yönelerek Hazarlarla çarpışmalarla devam etmiştir. Başarılı atılımlar yapan Araplar sırayla Hamzin (Haşin), Tarku (Tarki) ve Belencer’i48 de teslim
alabilmişlerdir. Özellikle Belencer topraklarındaki birkaç yerleşim birimini ele geçiren
Cerrah b. Abdullah yaklaşık 40 bin Türk’ün bulunduğu Büyük Vabandar
(?Vananadar)49 şehrine yerleşti. Şehir sakinleri karşı koyamayarak Araplara yıllık haraç
vermeyi kabul ettiler50
.
Cerrah b. Abdullah seferini Semender’e kadar yürütme hedefindeydi. Ancak
Belencer hâkiminin verdiği bilgilerden Hazarların çok büyük bir ordu hazırladıklarını,
arkalarında da itaat altına alınan kabilelerin bulunduğunu öğrenince, hızlı bir şekilde
geri çekilip Şeki (Nuha nehri civarında bulunan Giş köyü)’deki kışlığa yerleşti. Burada
Halife Yezid’den takviye talebinde bulunmuşsa da halifenin ölümüyle yerine geçen
Halife Hişam Cerrah b. Abdullah’a yardım edeceğini belirtmiştir. Bir sonraki ilkbaharda
Cerrah aldığı takviye kuvvetlerle birlikte harekete geçti. Fakat hedefi Hazarya değil,
Daryal geçidi üzerinden Alanya (Alan) ülkesi idi. Bu seferle ile “Belencerin bu
taraflarında” birkaç şehir ve kaleyi fethederek, bol miktarda ganimet ele geçirmiştir.
724-725 yıllarında yine Alan topraklarına yönelen Cerrah b. Abdullah, onları ruus
vergisine bağlamıştır. Alanlara karşı düzenlenen seferin amacının Hazarların onların
kontrolünde bulunan Daryal geçidi üzerinden düzenleyecekleri saldırıları önleme
amacında olduğudur. Hazarların Alanları hâkimiyet altında tutmaya çalıştıkları ve
henüz 721/722’de savaştıkları bilinmektedir51
.
3.1.1.1.1.3. Mesleme’nin İkinci Dönemi
Mesleme İrmîniye, Azerbaycan ve el-Cezîre valiliği görevine ikinci defa Hişam
b. Abdülmelik döneminde, (725-726) yılında Cerrah b. Abdullah el-Hakemî’nin yerine
tayin edilmiştir52
726-728 Azerbaycan Bölgesinde Hazar Devleti (İsmail Mehmetov, Türk Kafkasında Siyasi ve Etnik Yapı, İstanbul, 2009, s.176.)
Mesleme’nin Kafkas-ötesine tayin edilmesi, buradaki olaylara ve özellikle
Hazarlarla sürdürülen savaşlara verilen önemi göstermektedir. 727-728 yılında
Azerbaycan taraflarından Hazarların üzerine gitmiş ve çok ganimet esirle geri
dönmüştür. Bir sonraki yıl 728-729’da, Cerrah b. Abdullah tarafından açılan Daryal
geçidi yolu üzerinden başka bir sefer düzenledi. Hazarya’ya giren Mesleme, burada
bizzat hakanla karşı karşıya gelerek bir ay kadar savaşmışsa da, şiddetli yağmurlar
Arapların kazançsız geri dönmesine sebebiyet vermiştir. Meşhur Arap coğrafyacısı
Mesudi, Alan ve Daryal geçidindeki krallık sınırında bulunan büyük nehri arkasına
alarak yükselen zapt olunmazlığıyla ünlü eski bir kale ve köprüden detaylı olarak
bahsetmiştir. Mesleme, bu kaleyi ele geçirerek, iaşesini beş günlük mesafedeki
Tiflis’den temin eden Arap garnizonunu yerleştirdi53
. Mesleme çevreye hâkim olmak,
yolları, köprüyü ve bölgeyi kontrol altında tutabilmek için bu kaleye çok sayıda asker
yerleştirmişti54
. 729-730 yılında Hazarların tekrar Azerbaycan topraklarına akın
etmeleri üzerine Haris b. Amr, onların karşısına çıkarak onları yenilgiye uğrattı. Aynı
yıl içinde halife Hişam b. Abdülmelik, kardeşi Mesleme’yi İrmîniye, Azerbaycan ve elCezîre valiliği görevinden alarak Cerrah b. Abdullah el-Hakemî’yi ikinci defa buraya
vali tayin etti55
.
3.1.1.1.1.4. Cerrah b. Abdullah el-Hakemi’nin İkinci Dönemi
Bu dönem devam eden Arap saldırılarına karşı Hazarlar, ciddi hücumlarla 730-
731 yılında hazırladıkları büyük bir ordu ile Azerbaycan’a girmişlerdir. Hazarlar
Araplara karşı büyük bir kazanç elde ederek birçok Müslüman’ın yanı sıra Cerrah’ı da
öldürmüşlerdir. Savaş sonrası Hazarların Azerbaycan’ı yakıp yıkmaları yanı sıra
Tebriz’i dağıtıp; Barabanı yağmalamışlardır56
. Bu dönem Hazar birlikleri Diyarbakır’a
ulaşıp57, Musul’a kadar ilerlemişlerdir58
.
3.1.1.1.1.5. Said İbn Amr el-Haraşî Dönemi
Kafkasya’da Hazarlara karşı yürütülen mücadele için 732'de Azerbaycan
İrmîniye valiliğine Said İbn Amr el-Hareşî getirilmiştir59
. Said İbn Amr, Kafkas ötesine
geldikten sonra, önce Cerrah b. Abdullah’ın ordusundan geriye kalanları bir araya
topladı ve sonra Van gölü yakınındaki Ahlat şehrini ele geçirmiştir. Oradan, yol
üzerindeki şehirleri itaat altına aldıktan sonra Hazarların istilasına uğramış bulunan
Berda’ya gelmiştir. Buradan da, hemen yakınlardaki Baylekan’a geçmiştir. Hazar
tarhanının, burada olması dolayısıyla Said İbn Amr buraya birlikler göndermiştir. Bu
birlikler hiç kimseye görünmeden yaklaşarak, tarhanın olduğu eve saldırdılar.
Müslüman askerler, onu ve beraberindeki Hazarları doğrayıp, ganimetlerle ve Said İbn
Amr’ın babasına iade ettiği kızla birlikte döndüler. Said İbn Amr, aynı zamanda Barcil
ve Varsan şehrini kuşatmıştır. Burada Hazarların hâkimiyetini engellemek için Said b.
Amr halkı yanlarına çekerek, onları buradan uzaklaştırmayı başarmışlardır. Said b. Amr
dönemi Hazarlarla mücadele devam etmektedir. Said, bu arada başka bir Hazar
birliğinin bol miktarda ganimet ve Cerrah b. Abdullah’ın haremiyle birlikte ülkelerine
dönmekte olduğu haberini almıştır. Hemen saldırıya geçerek, bu birliği kılıçtan geçirdi
ve Cerrah’ın karısı ve kızlarının da hürriyetlerine kavuşmasını sağlamışlardı60
.
Hazar hakanı yenilgilerin ardından Said b. Amr’a karşı büyük bir ordu sevk
etmiştir. Bu arada Said Hazarlarla çarpışmaya hazır yerli halktan önemli miktarda
savaşçıyı saflarına katmış ve onlarla birlikte düşmanı karşılamaya çıkmıştı.
Çarpışmanın ilk anlarında Hazarlar düşmanı bozarak dağa doğru sürmüşlerdi, fakat
Said’in teşvikleriyle toparlanan Arap ordusu karşı atağa geçerek, düşmanı
püskürtmüştü. Yedikleri bozgundan sonra saflarını düzelten Hazarlar, kaynaklarda
belirtildiğine göre 100 bin kişilik bir orduyla, tüm ordusu 50 bin kişiden ibaret olan
Said’e karşı tekrar harekete geçtiler. Karşılaşma Mugan bozkırında gerçekleşti.
Çarpışmaların devam ettiği bir sırada, Hazar kumandanının hemen yanı başında,
hakanın Cerrah’ın kellesini mızrağın ucuna takarak duran oğlu Barcil’i gören Said, öyle
bir öfkeyle düşman üzerine saldırdı ki, safları yararak bizzat Barcil’in yanına kadar
gelmeyi başardı ve başına indirdiği bir darbeyle onu attan aşağı düşürdü. Hazarlar
kumandanlarını kurtarmayı başardılarsa da, müslümanların saflarını bozamadılar ve geri
çekildiler61
. Müslümanlar onları Şirvan’a kadar takip etmiştir, fakat daha sonra burada
bekleyerek yeni talimatları beklemiştir62
.
3.1.1.1.1.6. Mesleme’nin Üçüncü Dönemi
Halife Hişam b. Abdülmelik (730-731) Mesleme’yi Ermenistan ve Azerbaycan
hâkimi tayin etmiştir63
. Halîfe b. Hayyât’ın rivayet ettiğine göre ise Halife Hişam b.
Abdülmelik (730-731) yılında Saîd b. Amr’ı vali olarak atamış, daha sonra (731-732)
yılında onu görevinden alarak Mesleme’yi tayin etmiştir64
. Hemen Hazarlara saldırmaya
başlayan Mesleme, Derbent’e oradan da Belencer’e kadar gitmiştir65
. Mesleme,
Arapların sınır bölgelerinde hâkimiyetini sağlaması sonrası, Şirvan şehirlerinden birini
kuşatma altına almıştır. Şehir sakinleri, hiç kimsenin öldürülmemesi şartıyla teslim
oldular. Mesleme bu şartı kabul etti, fakat şehre girdikten sonra canlı bıraktığı bir kişi
dışında hepsini öldürmüştür. O da Hazarları takip etmeyi denedi; soğuk, yağmurlu ve
karlı kış günlerinde Derbent’e kadar geldi ve Haris İbn Amr el-Taî’yi oraya kumandan
olarak bırakarak geri dönmüştür66
. 732-733 yılında Güney Dağıstan’daki dağlı kabilelerinin prensleriyle ittifak eden Mesleme, tekrar Hazarların tutunmayı başardıkları
Derbent’e yönelmiştir. Binlerce Hazar savaşçısının tuttuğu ana kaleyi ele
geçirmeyeceğini anlayan Arap emiri, Hazarlara ait bölgeleri yakıp yıkmakla uğraşmaya
başladı. Araplar, çeşitli bölüklere ayrılarak şehir ve kaleleri işgal ettiler; yaktılar,
yıktılar ve kaçıp saklanmayı başaramayanları esir almışlardır. Hamzin (Guznayn) ve
Belencer gibi büyük şehirler, Arapların gelişinden önce kalabalık nüfusa sahiptiler.
Fakat Meslemen’in uğradığı Belencer dağı ötesindeki Semender şehrinde kimse
kalmamıştı. Yakubi’ye göre Mesleme, ancak Varaçan (Varsan)’a kadar gidebilmiştir.
Burada ise Arapları bizzat hakanın kumanda ettiği Hazar ordusu karşılamıştır. Arapların
asıl Hazar ordusuyla bu karşılaşmalarında da Mesleme çekilme kararı aldı. Düşmanı
şaşırtmak için kamptaki bütün ocakların sabaha kadar yakılmasını emretti; kendisi ise
tüm ağırlıkları arkada bırakarak geri dönüş yolunu tuttu. Araplar, bir gün zarfında
normalde iki günde kat edilen yol kadar mesafe kat etmişler ve “son bir mola ile”
Derbent’e ulaşmışlardı67
Hazarlar Derbent’e yaklaştıklarında, Araplar çoktan hızlı bir şekilde geri
çekilmeyi başarmış ve düşmanı şehrin kuzeyinde karşılamışlardı. Araplar ve
müttefikleri, yüzlerce Emevi sancağı altında Hazarlar karşısında yoğun mücadele
vermişlerdir. Bu mücadele sırasında Hazarlı bir kaçağın Mesleme’ye hakanın yerinin
bilgisini vermesi savaşın kaderini etkilemiştir. Nitekim hakan yaralı bir şekilde
kurtulmayı başarmış ama Hazarlar üzerine yapılan büyük taarruzla Araplar kazanan
taraf olmuşlardır. Mesleme, bu taarruzdan sonra Derbent kalesinin kuşatmasıyla meşgul
olmuştur. Daha sonra ise, kendi yerine Mervan b. Muhammed’i tayin ederek Suriye’ye
halifenin huzuruna geçmiştir68
.
3.1.1.1.1.7. Mervan b. Muhammed Dönemi
Hazar hakanını müslüman olmaya yönlendiren gelişmeler hakkında
açıklamalarda bulunan İbn A'sem el-Kûfî tarafından verilen bilgilere göre; Mervan iyi
bir hazırlık yaptıktan sonra Şamlı profesyonel askerlerin oluşturduğu çok büyük bir ordu ile Hazar yurtlarına girmiş ve önüne çıkan bütün mukavemetleri bir tank gibi
ezerek Hazar hakanlığının başşehri, Daru’l-Beyza Ak-Kaleye yönelmiştir69
.
Mervân b. Muhammed’in savaşları ve çabaları bölgenin İslamlaşması
bakımından önemli olmuştur. Mervan, ilk olarak Berza’a ile Tiflis arasında “Kisal”
şehrini kurdu. Ardından 40 bin kişilik bir ordu ile Hazarlar üzerine büyük bir sefer
düzenledi ve Derbent geçidini aşıp Belencer'e girmiştir. Derbent’e kendi kuvvetlerini
yerleştirdikten sonra 150 bin kişilik bir ordu ile ilerleyerek iki koldan yeni Hazar
başkenti İtil'i kuşattı. Mervan’ın önünden kuzeye çekilen Hazar hakanı Araplara karşı
40 bin kişilik bir ordu topladı. Fakat bu ordu 10 bin ölü, 7 bin esir vererek ağır bir
yenilgi aldı. Rivayete göre bu sıralarda Hazar hakanı avlanırken müslümanlar tarafından
ele geçirilmiş ve müslüman olmaya zorlanmıştı. Mervan b. Muhammed’in baskıları ile
Hazar hakanı Hanuka Han’ın müslüman olduğunu ilân etmesi de bölgede İslam’ın
kökleşmesine yardımcı olmuştur. Nitekim Belazuri’deki şu kayıt bu görüşü destekler
mahiyettedir: “Hazar büyükleri, Mervan’ın kalabalık bir orduyla ülkelerine geldiğini
haber alınca, korkuya kapıldı. Bu arada Mervan onu İslamiyet’e çağırdı, aksi takdirde
savaşacağını bildirdi. Bunun üzerine Hazar hakanı İslamiyeti kabul ettiğini, kendisine
İslam’ı anlatacak birisini göndermesini istedi. Mervan ona değerli bir elbise hediye etti
ve onun huzurunda müslüman oldu. Bundan sonra Mervan, onunla kendi ülkesinde
hükümdar olması ve istediği İslam âlimlerinin İtil şehrinde insanlara İslam’ı anlatması
şartıyla bir antlaşma yaptı ve Hazar ülkesini terk etti”
70
. Böylece Hazar hakanı İslam’ı
anlatmak üzere gönderilen âlimlerin huzurunda İslam’ı kabul ettiğini açıkladı.
İmzalanan antlaşmaya göre İtil'de iki fakih kalacak ve Hazarlara İslâmiyeti öğretecekti.
Mervan bunun üzerine İtil bölgesinde yaşayan insanlara ve Hazarlara İslam’ı öğretmek
üzere Nuh b. Said el- Esedî ile Abdurrahman b. Fulan el-Havlanî adında iki İslam
alimini göndermiştir. Nuh b. Said el-Esedi Hazar hakanı ile ilk karşılaşmasında:
“İslam’da haram olan bir şeyi helal, helal olan bir şeyi de haram kılmak diye bir şey
yoktur. Eğer efendiniz müslüman olursa, artık onun ölü hayvan ve domuz eti yemesi,
kan ve şarap içmesi haramdır. Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini de yemek
yasaktır” demiştir Hakan müslüman âlimin bu tavrı karşısında “siz gerçekten samimi bir
müslümansınız” demekten kendini alamamıştır. Mervan’da Hazar hakanının sadakatine
güvenerek İtil’e dönmesine izin vermiştir. Daha sonra Mervan aldığı 40 bin kadar esiri
Derbend'in güneyinde Şemkur şehrine yerleştirdi. Ardından Serir halkı (Avarlar),
Tumanlar, Hamzinşah, Zerkan, Şenzan, Tiranşah, Filanşah, Lekz ve Şirvan halkları ve
şehirleri üzerine seferler düzenleyerek onları da haraca bağladı. Mervân b.
Muhammed'in bu önemli seferi ile önce Hazarları kuzeye çekilmeye zorladı ve böylece
Kafkaslarda İslam’ın ilk oluşumu sağlanmıştır. Bu bölge ile ilgili sağlam bilgiler
aktaran İbn ‘Asem konuyla ilgili olarak şöyle demiştir: “Sadece Hakan, Hazar
hükümdarı müslüman olmakla kalmamış, ailesi, yakın çevresi, Hazar ümerası ile
birlikte İtil şehir halkından pek çok kişi de müslüman olmuştur”
71
.
Gelişmeler dikkate alındığında Hazar hakanının ve çevresinin bu zorunlu din
değiştirmesinin fazla sağlam temeller üzerine oturmamış olduğu görünmektedir. Çünkü
Hazar hakanı kısa zaman sonra dininden dönmüştür. Bununla birlikte hakan
İslamiyet’in Hazarlar arasında yayılmasına müdahalede de bulunmadı. Bunun
sonucunda Emevîler devri boyunca İtil havzasına yapılan fetihler ve akabinde bu
bölgeyi İslamlaştırmak amacıyla Belencer ve Semender şehirlerine tehcir edilen
müslüman Arap nüfus sayesinde İslam dini buralarda tutunabileceği bir zemin buldu.
Mervan’ın bu büyük savaşından sonra Emeviler iç bunalıma sürüklendiğinden her iki
devlet arasında pek savaş görülmemiş ve bu durum Hazarların yeniden eski zamanlarına
dönmelerine neden olmuştur. Burada şu söylenebilir ki bölgede İslam’ın yayılışını
durduran esas olay, tam da bu dönemde Emevîlerin geçirdiği bu iç bunalım sonucu
Abbasi devrimi ile yıkılmaları olmuştur. Olasıdır ki Emevîler yıkılmayarak burada
sağladıkları üstünlüklerini sürdürebilselerdi, İslam hâkimiyeti daha o dönemde Don ve
Dinyeper nehri boylarına ulaşabilecekti72
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder