27 Ekim 2019 Pazar

Yok Olan Altay Dilleri ve Sibirya’da Unutulan Akrabalar

Yok Olan Altay Dilleri ve Sibirya’da Unutulan Akrabalar




    Türkçe konuşan halkların Anavatanı olarak gösterilen “Orta Asya” ne yazık ki bu nitelemeyi hak ettiği anlamda karşılayamamaktadır. Arkeolojik buluntular, yazılı kaynaklar ve genetik araştırmalar bugün için bize şunu göstermektedir ki Türk menşeili halklar, Orta Asya’nın daha ziyade kuzey bölgelerinde, yani Güney Sibirya hattı boyunca ortaya çıkmıştır. Buna göre Altay-Sayan Dağları ve çevresi çekirdek bölgeyi ifade ederken, Uralların doğusundan Baykal Gölü’nün doğusuna kadar uzanan alan, Eski Türklere ait ilk kültürlerin oluştuğu coğrafyalardır. İşte bu bölge aynı zamanda Ural (Fin-Ogur) halklarının da ana vatanı olarak kabul edilen topraklardır ve her iki grup halkın birleşim noktasını oluşturur. Geçtiğimiz yüz yıl boyunca Ural-Altay dillerinin tek bir dilden mi kaynaklandığı yoksa kültürel alış-verişler sonucu mu oluştukları büyük bir tartışma konusu olmuştur. Fakat bugün çoğalan arkeolojik kazılar ve antropolojik tahliller bu halkların belirtilen bölgelerde en az 8.000 yıldan beri ilişki içinde olduklarını ve ortak bir kültür ağı yarattıklarını göstermektedir. Örneğin Türkçenin en eski lehçesini oluşturan Çuvaşça, Ural dilleri ile yakın ilişki içindeyken genetik anlamda da Çuvaş ve Ural halkları %40’lık bir benzerlik gösterirler. Bu benzerlik Kazan Tatarları içinde aynı oranlarda olup günümüzde hala Sibirya’da yaşayan Sakha Yakut Türkleri söz konusu olduğunda % 90’ın üzerine çıkmaktadır. Ural-Altay dillerinin Altay kolu içinde: Türkçe, Moğolca, Tunguzca, Mançuca, Korece ve Japonca yer almaktadır. Ural dilleri ise: Fin-Ogur, Samoyed ve Yukagir dilleri olmak üzere üç ana gruba ayrılır. Fin-Ogur dilleri içinde Fince, Macarca, Estonya Dili; Samoyed dilleri içinde Enet, Selkup, Nenet ve Taygice gibi diller bulunmaktadır.
         
         
         
        Ural-Altay halklarına atalık eden Sibirya’nın yerlileri binlerce yıldır aynı bölgelerde yaşamaktadır. Fakat Sovyetler Birliği’nin yanı sıra İsveç ve Norveç hükümetleri, sürdürdüğü politikalar ile öncelikle pagan olan bu halkları Hristiyanlaştırmış, daha sonra dil ve kültür açısından asimile ederek yok olmalarına neden olmuş veya yok olma durumuna getirmiştir. Ural dillerinin tamamına yakını Sibirya’nın uzantısı olarak Ural Dağlarının batısında yani Avrupa’da konuşulan dillerdir. Yaklaşık 50 milyon insanın konuştuğu Ural dillerinin kırka yakın üyesi bulunmaktadır. Finlandiya ve Estonya gibi Avrupalı devletlerin dilleri Hint-Avrupa dil ailesinin değil Ural-Altay dillerinin birer üyesidir. Bu diller içinde yok olma tehlikesiyle en çok karşı karşıya kalan grup Samoyed dilleridir ve genetik olarak Yakut Türklerinin doğrudan akrabalarıdır. Sibirya ve Avrasya’nın buzulları arasında sıkışmış ve modern dünyada var olma mücadelesi veren bu halklar, günümüzde diğer milletler tarafından unutulmuşluğa terk edilmiştir. Bu yazının asıl yazılma amacı yok olmak üzere olan uzak akrabalarımızı az da olsa tanıtabilmektir.

        Şorlar (13.000 kişi)        

         
       Şorlar, Altay Dağlarının kuzey yamaçlarında Tomi ırmağı boylarında yaşayan Hakasça ve Altayca arasında bir dil konuşan küçük bir Türk topluluğudur. Rusya’nın Kemerovo bölgesinde yoğunlaşmışlardır. Etnografya biliminde Kuznetsk Tatarları, Mrass ve Kondom Tatarları, gibi değişik adlarla bilinen bu topluluk için Şor etnik adını ilk defa XIX. yüzyılın sonunda Radloff kullanmıştır. Şor adının kullanımının yaygınlaşması Sovyet dönemine (1930’lu yıllar) rastlar. 1926’da Şorların %70’ini içine alan Dağlık Şor Millî Bölgesi kurulmuştur. Fakat 1939’da bu bölge lav edilmiş ve toprakları Rusya Federasyonu’nun Kemerovo Oblastı’na bağlanmıştır. Bundan sonraki dönemde Şorlar ana dilinde eğitimden ve millî kültürün gelişmesini sağlayacak diğer olanaklardan yoksun bırakıldıkları için millî geleneklerinden uzaklaşmışlar ve birçoğu ana dilini yitirmiştir. 1989’da Şorların %42’si sadece Rusça konuşmakta, kalan kısmı Şorcayı ana dili olarak kabul etmekteydi. Rusya’da 1990’lı yıllarda yaşanan değişimin etkisi altında ulus olarak bilinçlenmeye başlayan Şorlar, günümüzde ana dilinde eğitime eskiye nazaran daha çok önem vermektedirler. Novokuznetsk Pedogoji Entitüsü’nde Şor Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldığı gibi, birkaç okulda da eğitim programına Şorca dilbilgisi dersleri koyulmuş, bazılarında da Şorca kursları açılmıştır. Şorca bir atasözü örneği: Kemning mıltık, ang-ok nebe “silah kiminse av kürkü onundur.”
        Kumandinler (8.000kişi) ve Çelkanlar (2.000 kişi)
       Büyük çoğunluğu Altaylarda yaşayan özgün bir Türk halkıdır. Ancak 2002 yılında nüfus kayıtlarına geçtiler ve ayrı bir dil kullandıkları kabul edildi. Biya nehri boylarında yaşamaktadırlar.
          Çulimler (656 kişi)
        Tatar kökenli bir halk olan Çulimler isimlerini Ob nehrinin kollarından biri olan Çulim ırmağından almaktadır. Çulimce, Hakasça ile akraba bir dildir. XVIII. yüzyılda Yenisey halkları ile Teleüt ve Kırgızların karışımı sonucu oluştukları düşünülmektedir. Ciddi anlamda yok olma tehlikesinde bulunan Çulimler ve Çulim dili, Türkçenin unutulmaya yüz tutan bir koludur. Resmen Hristiyanlığı benimseyenleri olmakla birlikte Altay Türk halkları günümüzde dahi Şaman ve Gök Tanrı inançlarını sürdürmektedirler.
         Soryatlar (2.769 kişi)
       Baykal gölü civarında yaşayan Türk, Ural ve Moğol halklarının tarih boyunca karışması ile oluşmuş bir topluluktur. Bölge tarihinde bulunan komşu halkların ilişkilerini göstermeleri açısından son derece önemlidirler. Dilleri Türkçenin Sayan dilleri grubuna girmektedir. İnanç olarak ise ne Ortodoks ne de şamandırlar, ren geyiği avcılığı gibi çok eski Turan geleneklerini yaşatan bu halklar, “Ata ruhlarını ve tabiat kuvvetlerini” kutsal sayan Animist kişilerdir. Tayga ve bozkır arasında sıkışıp kalmış dış dünya ile bağlantısı kesilmiş Soryatların dilleri için ancak 2001 yılında bir alfabe oluşturulmuştur. Soryatça ile ilgili 2003 yılında bir sözlük oluşturularak 2005 yılından itibaren bu dil yerel okullarda öğretilmeye başlandı. Soryatların inançla ilgili ilginç adetleri vardır. İnzagatuy’da bulunan dağların kutsal koruyucusu büyük hükümdar “Burin Kağan” için bir türbe yapılmıştır ve baharın gelişi burada bayramlarla kutlanmaktadır. Hunların ve Göktürklerin, tarihi kaynaklardan öğrendiğimize göre tıpkı Soryatlar gibi bazı dağları kutsal kabul ettiklerini ve önemli Komutan ve Kağanlarını bu dağlara gömdüklerini bilmekteyiz. Soryat halkları arasında hâlâ kutlanan bu bayramlar, Göktürklerden beri gelen inançların günümüze ulaşan son kalıntılarıdır. Soryatların, büyük kağanları ve kutsal dağın yöneticisi “Burin Kağan” adına yaptığı ayinler ve okudukları dualar, Bilge Kağan’dan 1.500 yıl sonra bile Kutsal Atalar için hâlâ Türkçe dualar okunduğunu göstermektedir.
         
         
        Karaganlar (860 kişi)
        Sayan Dağlarının doğusunda yaşayan ve UNESCO’nun neredeyse ölü diller sınıfına giren Karaganca, Sayan-Tayga Türk dillerinden biridir. Yok olmak üzere olan bu Türk halkı Sibirya’nın yerli halklarındandır. Çin yıllıklarında Yenisey ırmağı kenarlarında yaşadıkları kayıtlıdır. Avcılık ve balıkçılıkla uğraşan Karaganların dili, ancak 1988 yılında yazılı bir dil haline gelmiştir. Kiril kökenli 41 harften oluşan bir alfabe benimsemişlerdir. Aslında Rus kayıtlarında 1851 yılından beri kayıtlı bulunan bu halkın nüfusu git gide azalmış ve bugün yok olma durumuna gelmiştir. Geyik eti ve çavdar ekmeği ile beslenen Karaganlar modern dünyadan neredeyse tamamıyla soyutlanmış bir halktır. Çok zengin bir sözlü edebiyat, destan ve efsane gelenekleri bulunmaktadır. Ünlü Türkologlar Radloff ve N. Katana bu halk hakkında önemli bilgiler vermişlerdir.
         
         
        Tubalar (229 kişi)
         2002 Rus nüfus sayımlarına göre yerel halklar statüsüne kavuşan Tuba Türk halkının büyük çoğunluğu Altaylarda yaşar. Diğer Altay halklarına göre Ortodoksluk aralarında yaygınlık gösterememiş olup temel inançları Tabiat güçleri ve Şamanizm’dir. Dilleri, Kırgız-Kıpçak dillerine mensuptur. Tubaca artık unutulmak üzere olan kısmen ölü Türk dillerinden biridir.
         
         
        Dolganlar (7.800 kişi)
       Dolganlar, Saka-Yakutistan‘ın Anabar bölgesinde ve Sakha ülkesinin uzak kuzeyindeki Taymır yarımadasında bulunan küçük bir Saka boyudur. Sakacanın Evenkçe etkisi altında kalan bir lehçesini konuşurlar. Dolgan kelimesi ancak 1935’ten itibaren etnik ad olarak kullanılmaya başlanmıştır. Bu halk, ilk kez 1959 sayımına göre dünya milletleri içinde ayrı bir ulus olarak sayıldı. Sert tabiat şartları yüzünden oldukça ıssız bir bölge olan Taymır yarımadasında, 7.000 civarında Dolgan yaşamaktadır. Taymır yarımadası, Krasnoyarsk Krayına bağlı Dolgan-Nenets Millî parkı içinde yer alır. Dolganların, Ural halklarının bir kolu olan Samoyedler ve Yakutların karışımı sonucu oluştuğunu düşünenler de vardır. Dolgan dilinin yazı dili haline gelmesini saylayan en önemli kişi 1936 yılında doğan ünlü Dolgan edebiyatçı Ogduo Aksenov’dur.
         
         
        Yenisey Dili (600 kişi)
         Yeniseyce, tıpkı Türkçe ve Moğolca gibi Altay dilleri arasında başlı başına bir dil olarak görülmektedir. Yenisey halkı 1930’da Sovyet rejimi tarafından resmen tanınmış fakat dilleri ve kültürleri üzerinde yoğun baskı uygulanmıştır. Bu dil günümüzde çok az kişi tarafından kullanılmasına rağmen Türk soylu halkların Milattan önceki kökenlerinin aydınlatılması açısından son derece önemlidir. Zira Orta Asya’da Türk halklarının yarattığı Karasuk ve Taştık gibi kültürler bazı bilim adamlarınca Yenisey kökenli halklara dayandırılmaktadır. Yenisey dilinin tarihi aşamaları şöyledir:
         
        Proto-Yeniseyce (MÖ 500 öncesi)
             1. Kuzey Yenisey (MS 700 civarında)
        1.1.Ket (600 kişi ile yaşayan tek üye)
        1.2.Yugh (1991 yılında 3 kişi vardı)
              2. Güney Yenisey Türkçe ile yakın ilişkili
        2.1.1 Kott (1800'lerin ortalarında soyu tükenmiş)
        2.1.2. Assan (1800’lerde soyu tükenmiş)
           2.2.1. Arin (1800’lerde soyu tükenmiş)
           2.2.2. Pumpokol(1750’lerde soyu tükenmiş)
         
        Yeniseyliler, gerçekten de Sibirya’nın yerli bir halkı olmalıydı. Çünkü genetik olarak da çevresinden tamamen farklılık göstermektedirler. Orta Asya’da Biyolojik açıdan 20.000 yıl önce ortaya çıkan bu halk, daha sonra Kuzey Doğuya yönelmiş ve Bering Boğazı vasıtasıyla Amerika’ya yayılmıştır. Bugün Kızılderililer %85’in üzerinde bu soya bağlıdırlar. Asya’da ise neredeyse tek temsilcileri Türkler kalmıştır. Buna göre biyolojik uyum; Tuvalarda %17, Azerilerde %13, Türkmenlerde %10 civarındadır. İşte bu oran kaybolmakta olan Yenisey Halkında % 93’tür ve Asya’da bu oranda başka hiçbir benzeri yoktur. Arkeolojik ve antropolojik deliller doğrulamaktadır ki, Asya’nın ortasında doğan ve belki de doğrudan Türk denilebilecek bu halk Asya’daki evini terk ederek Amerika kıtasına sığınmış Asya’da kalan akrabaları ise tarih içinde diğer halklarla karışıp gitmiştir.
         
         
        Unutulan Tunguz-Mançu Dilleri
         
         
        Evenler (20.000 kişi)
         Lamutlar olarak da bilinen Evenler Tunguz kökenli bir halktır. Uzak Doğu Sibirya’da Saka-Yakut Türklerinin hemen güneyinde yaşarlar. Ren geyiği avcılığı ve balıkçılık temel geçim kaynaklarıdır. Kurtlar ve geyikler ile birlikte yabani bir ortamda yaşarlar. Basit çadırlarda barınan Evenler, Baykal bölgesinden kuzeye hareket ederek bugün yaşadıkları alana gelmişlerdir. Stalin döneminin baskıcı politikaları ile bölgedeki pek çok yerli halk gibi Evenlerde de kültürel asimilasyona gidilmiştir. Pek çok Even-Lamut çocuğu ailelerinden alınarak rejim taraftarı Sovyet okullarına gönderilmiştir.
         
         
        Nanai (18.000 kişi)
        Uzak Doğu Amur-Mançur havzasında yaşayan Nanailer Tunguzcaya bağlı bir dil konuşur. Dinleri Budizm ve Şamanizm’dir. Avrupalılar bu halkı 1700’lerde bölgeye gelen Fransız Cizvit tarikatının elçileri sayesinde tanıdılar. Temel geçimleri balıkçılık olan Nanailerin ilginç kıyafetleri bulunur. 50 kg’lık büyük balıklardan yüzdükleri derileri güneşte kuruttuktan sonra tokaçlar ile döverek deri kıyafetler yaparlar. Nanai dili üstüne ilk çalışmalar 1920’lerde yapılmıştır. Nanaice ilk kitap ise XIX. yüzyılda bir rahip tarafından Kiril harfleri ile basılmıştır.
         
         
        Orochlar (1.000 kişi)
         Amur ve Kopp nehrinin kollarında yaşayan Orochlar ile ilgili XIX. yüzyıldan itibaren araştırmalar yapılmıştır. Dilleri ancak XXI. yüzyılda yazılı bir dil haline gelebilmiştir.
         
         
        Oroqen (8.000kişi)
          Çin’in İç Moğolistan bölgesinde yaşayan Oroqenler, Huş ağacı kabuğunun geyik postları ile kaplanmasıyla oluşan kulübelerde yaşarlar. Yaşayan son Oreqen Şamanı olan Meng Jin Fu 2000 yılında ölmüştür. Halk arasında ata ruhlarına kurban kesme âdeti hala mevcuttur.
         
         
        Sibeler (173.000 kişi)
          Doğu Türkistan’da yaşayan Sibeler, Çin hükümeti tarafından Çin’de yaşadığı resmen kabul edilen 56 milletten biridir. Diğer Tunguz boylarına göre daha çok tanınmış bir boydur. Sibirya’nın ve Orta Asya’nın işgali sırasında Rus- Çin çekişmelerinde rol oynamışlardır.
         
         
        Negidal Dili (175 kişi)
         Amur nehri boyunca konuşulan bir Tunguz dilidir. Evenki grubuna yakındır. Diğer Tunguz boyları içinde Udegeler, Ulchler ve Jurchenler yer almaktadır.
         
         
                Unutulan Moğollar
         Bargalar (3.000 kişi)Kaybolmakta olan Barga boyu Moğol-Türk tarihi açısından çok büyük önem taşır. Çünkü Cengiz Han’ın atası olan Alan Gua, bir Barga Moğol’u idi. Bargalar XVII.-XVIII. yüzyılda Baykal Gölü etrafında yaşamaktaydı. Çin ve Rus baskıları sonucu daha doğudaki Mançur bölgesine sürüldüler. Sart-uullar yani Sard Oğulları adlı Moğol boyunun kökeni ise Harzemlere dayanmaktadır. Harzemşahlı tüccarlar Moğolistan’a ticaret yapmaya gidiyorlardı. Bunlardan biri olan Harzemşahlı Sart’ın soyundan gelenler Moğollar ile karışarak bu boyun oluşmasını sağlamıştır. Yine Türk kökenli olan bir başka Moğol boyu da Ongiratlardır. Cengiz Han’ın eşi Börte Hatun bu boya mensuptur. Jalayirler ise tam tersine Moğol kökenli olup Türkleşmiş bir boydur. Orta Çağ’da Abbasiler, Memlükler, Karakoyunlular ile ilişki içinde olmuşlardır.
         
        Barlas Boyu, Türkler için diğer tüm Moğol boylarından çok daha önemlidir. Çünkü Babürlerin kurucusu Babür Şah ve Timur İmparatorluğu’nun kurucusu Emir Timur soylarını Barlas boyuna bağlar. Timur kendini Barlaslara bağlayarak Cengiz soyundan geldiğini göstermiş oluyordu. Barlaslar esas itibariyle bir Moğol boyu olmalarına rağmen Türkler ile kaynaşarak Çağatayca’yı benimsemiş böylece Türkleşmiş ve Müslümanlığa geçmişlerdir. Moğolistan’da yaşayan Moğollar; Lamaist, Şaman ve Budist olmalarına rağmen Orta Doğu ve Doğu Türkistan’daki Moğollar İslamiyet’e geçmiştir. İslami kabul eden belli başlı Moğol boyları şunlardır:
         
        Müslümanlığa geçen en büyük Moğol boyu hiç şüphesiz Çağataylardır. Devlete adını veren Cayatai Kağan yani Çağatay Han, Şamandır. Onun ölümünden sonra Çağatay’ın torunlarından olan Mübarek Şah 1266 yılında Müslümanlığa geçmiştir. Doğu Türkistan Kansu’da yaşayan Boaban ve Dongsiang Moğolları daMüslümandır. Ayrıca Afganistan ve İran’daki Aymak Moğolları yaklaşık bir buçuk milyon nüfusa sahiptir ve Müslümandır. Aymak, kelime itibariyle Türkçe Oymak sözünden bozmadır. Hazaralar 7 milyondan fazla nüfuslarıyla Afganistan, İran ve Pakistan’da yaşarlar. 30.000 kadar Hazara ise Türkiye’de yaşamaktadır. Hazaraların Cengiz Han’ın Afgan Topraklarını feth ettikten sonra burada bıraktığı 1.000 Moğol askerden geldiğine inanılmaktadır. Zaten Hazar kelimesi de Farsçada 1.000 sayısı anlamına gelmektedir. Kuzey Orta Asya bozkırlarından Afgan-İran topraklarına inen Türkler ve Moğollar bölgeye geldiklerinde yerli haklarla etkileşime geçmiş ve Hazaraları oluşturmuşlardır. Afganistan’da yaşayan Hazaralar Afgan hükümdarı Abdurrahman Han tarafından büyük bir katliama uğramıştır. Buna rağmen Afganistan’da hala beş milyon civarında Hazara yaşadığı düşünülmektedir.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder