31 Mart 2021 Çarşamba

"Asya’dan Avrupa’ya, Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya Türk tarihi anlaşılmadan hiçbir milli tarihi anlamak mümkün değildir.”

 


"Asya’dan Avrupa’ya, Kuzey Afrika’dan Balkanlar’a ve Ortadoğu’ya Türk tarihi anlaşılmadan hiçbir milli tarihi anlamak mümkün değildir.”
Prof. Dr. İlber ORTAYLI
(TÜRKLERİN TARİHİ 2)


Türk Konseyi Başkanlar Zirvesinde önemli açıklamalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan: Artık konseyimizi “(Türk Konseyi) uluslararası örgüt olarak adlandırmanın vaktinin geldiğine inanıyorum."

 










Türk Konseyi Başkanlar Zirvesinde önemli açıklamalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan:
Artık konseyimizi “(Türk Konseyi) uluslararası örgüt olarak adlandırmanın vaktinin geldiğine inanıyorum."
Kazakistan Cumhurbaşkanı Tokayev: “Bizim amacımız Türk dünyasını 21. yüzyılda önemli ekonomik ve insani bölgeye dönüştürmek."
Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov: "Türk Konseyi isminin, Türk Devletleri Örgütü olarak adlandırılmasını destekliyoruz"
Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev :
"Dağlık Karabağ adlı bir bölge ismi yoktur artık. Karabağ Sorunu de tamamen çözülmüştür"
Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Türk Konseyi ülkelerinin kalkınma bankası kurmasını önerdi.
Türk Konseyi Zirvesi’ne katılan Devlet Başkanları ve gözlemci üye Macaristan Başbakanının makamlarında kendi ulusal bayrakları ile birlikte #TürkKonseyi bayrağı da yer aldı.
Türk Konseyi Devlet Başkanları Zirvesi sonuç bildirgesine göre Türkistan şehri, Türk dünyasının manevi başkentlerinden biri olarak ilan edildi. Çatışmalardan etkilenen bölgelerin yeniden inşasında Azerbaycan ile dayanışma vurgulandı. Türk Konseyi Genel Sekreteri Amreyev: Türk Konseyi, Türk dünyası birleşik devletleri oluşturmayı amaçlıyor.

′′ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Uluslararası Türk Kültür ve Miras Vakfı ' nın finanse edilmesine ilişkin protokolü onayladı.

 





′′ Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Uluslararası Türk Kültür ve Miras Vakfı ' nın finanse edilmesine ilişkin protokolü onayladı.
Vakfın bütçesi, Türkiye ' nin de içinde bulunduğu Türk Dil Birliği Konseyi (Türk Dil Konseyi) üyelerinin zorunlu katkıları temelinde kurulmalıdır.
Cumhurbaşkanı İlham Alijev ' in girişiminde Kazak, Kırgız ve Türk liderlerinin desteğiyle Uluslararası Türk Kültür ve Miras Vakfı kuruldu.
Teşkilatın merkezi Azerbaycan Bakü ' de yer alıyor. Uluslararası Türk kültür ve miras vakfı başkanı Günay Afandiyeva.
Temel binasının açılış töreni 2019 Ekim 7 tarihlerinde Dışişleri Bakanları ve uluslararası liderler ve gözlemcilerimizin katılımıyla gerçekleştirildi. Temel. Türk işbirliği teşkilatları.
Vakıf, üye ülkelerde Türk mirasını korumaya odaklanıyor ve üçüncü ülke ortaklarıyla işbirliği ile projeleri hayata geçiriyor.
Kurum çeşitli etkinlik, proje ve programları destekleyerek ve finanse ederek Türk kültürünü ve mirasını koruma, inceleme ve tanıtma konusunda yardımcı oluyor. TürkSoy ve Türk Akademisi işbirliği ile faaliyetini gerçekleştiriyor.
Özbekistan, Türk Dil Devlet İşbirliği Konseyi (Türk Konseyi) 7. zirvesinde örgüt üyesi oldu ve Macaristan gözlem ülkesi statüsünü aldı.
Şubat 2021 'de Uluslararası Türk kültür ve miras vakfı ile Azerbaycan' daki Litvanya Büyükelçiliği arasında bir işbirliği anıtı imzalandı."
′′ Bugün gerçekleşecek resmi olmayan zirve, Kazak Cumhurbaşkanı Kassym-Jomart Tokayev tarafından başkanlık edilecek ve Kazakistan ' ın İlk Cumhurbaşkanı Elbasy Nursultan Nazarbayev, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev, Özbek Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev tarafından verilecektir. Kırgız Cumhurbaşkanı Sadyr Zhaparov, Türkmen Cumhurbaşkanı Gurbanguly Berdimuhamedow, Macar Başbakan Viktor Orb án ve Türk Konseyi Genel Sekreteri Bağdat Amreev."

21 Mart 2021 Pazar

TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ

 






TÜRK KÜLTÜRÜNDE NEVRUZ
Nevruz sözcüğü Farsça nev (yeni) ve ruz (gün) sözcüklerinin birleşmesinden meydana gelmiş olup yeni gün anlamına gelmektedir. Tabiattaki uyanışı simgeleyen Nevruz, Türk dünyasının tamamında yaygın olarak kutlanan bir bayramdır. Türk kültüründe baharın başlangıcı olarak nitelendirilen ve bahara olan özlemi sembolize eden Nevruz, “toprağın uyandığı gün” ya da “varoluş ve diriliş günü” şeklinde yorumlanmıştır.
Nevruz, Yenisey-Orhun çevresinden, Altaylara, oradan da Hun Türklerinin Avrupa’ya yürümesiyle Macaristan’a ve Balkanlar’a ulaşmış, 800’lü yıllardan itibaren Hazar’ın güneyinden Anadolu’ya ve Mezopotamya’ya taşınarak daha geniş bir coğrafyaya yerleşmiştir. Bahar ile yeniden dirilişi anlatan Nevruz, Göktürklere ait Ergenekon Destanı’ında geçmekte olup buradan yola çıkılarak Nevruz kutlamalarının bir diğer adı da “Ergenekon Bayramı”dır. Bunun yanında Nevruz ile ilgili bilgilere, Türk kültürünün ilk yazılı kaynaklarından Kutadgu Bilig ve Divan-ü Lügatit-Türk’te ve hatta Çin kaynaklarında rastlamaktayız. Kâşgarlı Mahmud, Divan-ı Lügati’t-Türk adlı eserinde Nevruz’un Türklerde yıl başlangıcı olduğunu belirtmektedir. Ünlü Selçuklu veziri Nizamü’l-Mülk ise, Siyasetnâme’sinde Nevruz geleneklerinden bahsederek bu bayramdan söz etmektedir.
İslamiyet’i kabul eden Türk devletlerinde dini öğreti ile ters düşmemek adına Nevruz törenleri; sürgün avı, toy, şölen, yuğ vb. gibi Türk âdetleri içerisinde kutlanmıştır. Selçuklularda yılbaşı, güneşin Koç burcuna girdiği gün olan Nevruz günü olarak kabul edilmiş olup bu özel günde; şenliklerin yapıldığı, özel yemeklerin pişirildiği ve hediyelerin alınıp verildiği bilinmektedir. Osmanlı döneminde de büyük bir coşkuyla kutlanan Nevruz törenlerine, padişahların birçoğunun halkın arasına katılarak Nevruz coşkusuna ortak olmasından dolayı “Nevruz-ı Sultâni” denilmekteydi. Bu dönemde saray hekimbaşılarının hazırladığı “nevruziye” denen macunlar, başta padişah ve ailesi olmak üzere bütün saraya ikram edilmekteydi. Klasik dönem şairleri “Nevruziye”lerinde Nevruz kutlamalarını anlatmış ayrıca Nevruz’u; baharın gelişi, cihanın tazelenişi, tabiatın dirilişi olarak betimlemişlerdir. Bununla birlikte; Manisa Mesir Şenlikleri’nde “nevruziyye” macunlarının halka ikram etme geleneğini Nevruz kutlamalarının bir devamı olarak yorumlayabiliriz. Öte yandan; Kayı Boyu’na mensup Karakeçililer 21 Mart tarihinde Ertuğrul Gazi’nin türbesi etrafında toplanarak bayram yapmaktadır.
Atatürk, Osmanlının son döneminde çeşitli sebeplerle ihmal edilen Nevruz geleneğine Türk insanının kendi kültürel kimliğini yeniden canlandırmak adına çok önem vermiştir ve 1922 yılında Sakarya Zaferi’nden hemen sonra bütün okullara Nevruz-Ergenekon bayramının bir önceki yıl olduğu gibi coşkuyla kutlanması için talimat verilmiştir. Bu kutlamalara ilişkin belgeler, dönemin basın-yayın organlarından olan Hâkimiyet-i Milliye, Yeni Gün ve İkdam gazetelerinde kayıtlıdır.
Anadolu’nun tamamında bir canlanış ve diriliş günü olarak düşünülen Nevruz gününde ağaçlara su yürüdüğüne inanılır. Bu tarihte budanan ağaçların ağladığı şeklinde yaygın kanaat vardır. Hatta çocuğu olmayan kadınların bu tarihte hamile kalacaklarına inanılır. Bu gün kapı kapı dolaşan çocuklara önceden pişirilerek değişik renklerde boyanmış yumurtalarla birlikte yemişler dağıtılır. Nevruz ateşi yakma, ateş üzerinden atlama, yumurta dövüşü, at yarışı, mânili fal bakma kültürel etkinlikler arasındadır. Nevruz ateşinin üzerinden atlama geleneği, kışın ağırlığı ve yorgunluğunun atılacağına inanılmasından ortaya çıkmıştır.
👉 1. 📸 minyatür. 1430, İran, Tebriz.

TÜRKISTAN'DA YAPILACAK OLAN TÜRK KENEŞİNİN ZİRVESİ

 


🇹🇷 TÜRKISTAN'DA YAPILACAK OLAN TÜRK KENEŞİNİN ZİRVESİ
Kazakistan Cumhuriyeti Birinci Cumhurbaşkanı Elbası Nursultan_Nazarbayev'in bu yıl 31 Mart'ta Türkistan kentinde gerçekleştireceği girişimle Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi'nin (Türk Konseyi) resmi olmayan Zirvesi düzenlenecektir.
Türk Konseyi üyesi ülkelerin tüm başkanları ve bu organizasyonda gözlemci olan Macaristan Başbakanı foruma katılımlarını teyit etti.
Zirve sonucunda Türkistan'ı Türk dünyasının manevi_başkenti ilan eden bir bildirge imzalanması bekleniyor.
================

20 Mart 2021 Cumartesi

SOYOT TÜRKLERİ Soyotlar Rusya Federasyonu'na bağlı Buryat Cumhuriyeti'nin Oka bölgesinde yaşayan ve dilleri ile kültürleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir Türk halkıdır. 2010 nüfus sayımına göre, Rusya'da 3 bin 700 Soyot Türkü yaşadığı belirlenmiştir.





SOYOT TÜRKLERİ
Soyotlar Rusya Federasyonu'na bağlı Buryat Cumhuriyeti'nin Oka bölgesinde yaşayan ve dilleri ile kültürleri yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olan bir Türk halkıdır. 2010 nüfus sayımına göre, Rusya'da 3 bin 700 Soyot Türkü yaşadığı belirlenmiştir.
Soyotlar, Tuvalar ile büyük benzerlik taşırlar, ancak Soyot Türkleri çok eski zamanlardan beri Buryatya'nin Oka bölgesinde yaşamaktadırlar. Eski dönemlerde İrkutsk bölgesi tamamen Tuva Türkleri'nin idi ve burada Ruslar yerleşmeye başlayınca Tuva Türkleri'nden İrkit boyu Tuva'ya, Soyot Türkleri'nden İrkit boyu da Buryat'ya göçmüş olabileceği düşünülmektedir. Rusların Sibirya'yı işgali ile İrkit bölgesi Türk toplulukları büyük bir soykırıma maruz kalmışlar ve İrkutsk'taki İrkut veya İrkit Türkleri günümüze ulaşamamışlardır.
Soyot Türkçesi, bünyesine çeşitli asırlarda irtibata geçtiği çeşitli dillerden de sözcük alarak farklı bir görünüme bürünmüştür. Kuzeybatıdan ticari nedenlerle Fin dillerinden, güneydoğudan Moğol dillerinden, son olarak da Rusça'dan çok sayıda sözcük alsa da Türk dili özelliği bozulmamıştır. Buryatya'nın Tuva sınırındaki Oka Bölgesinde 2005 yılından itibaren Soyot Türkçesi örnek olarak bazı okullarda ders olarak okutulmaktadır.

Shurubu Kayhan 

HAKASS, Türk kökü olan az sayıda millettir. Onlara Yenisey Tatarları derlerdi.

 







HAKASS, Türk kökü olan az sayıda millettir. Onlara Yenisey Tatarları derlerdi.
Altaylar, Şorlar, Sibirya Tatarları akrabalarıdır. Bu halkın kökeni çok eski çağlara gidiyor. Yüzyıllardır yaşamları doğayla etkileşim üzerine kurulmuş dini tarikatlarla yakınlaştı.
Hakasuslar, Sibirya Federal Bölgesi ' ne dahil olan Hakasya Cumhuriyeti topraklarında yaşıyor. Orada yaklaşık 63 000. kişi var. Krasnoyar Bölgesi 'nde 4 kişi yaşıyor, Tyva Cumhuriyeti' nde 900. civarı
Halk DoğuTürkistan Türk dillerine bağlı Hakasça konuşuyor. Bazı bilim adamları onu ayrı bir Hakas grubuna ayırıyor. Dil birkaç lehçe içerir: Kachinca, Sagai, Shorsky, Kyzylsky.
Bu halkın temsilcileri kendilerine Tadar diyor. Eskiden isimler kullanılırdı: Eksi, Abakan, Achin Tatarları. Çinliler onlara ′′ hyagasa ′′ terimini ′′ daha sonra ′′ hakasy ′′ olarak adlandırdılar

14 Mart 2021 Pazar

Dağistan, Macarların Eski Vatanıdır

 


Söyleşi : Dağistan, Macarların Eski Vatanıdır
-Rusçadan Türkçeye çevrilmiştir.
(Macaristan’ın Komárom-Esztergom vilayetine bağlı Tatabánya’da bulunan bir tuğrul kuşu heykeli.)
Budapeşte Üniversiteleri’nin Türk-Altay filoloji (Dil ve Edebiyat) bölümü profesörü, dilci, Türkolog, yazar İştvan Kongur Mandoki Dağıstan’da bir kaç gün misafir olmuştur.
Bütün hayatını Türk halklarının dilini ve tarihini öğrenmeye adamıştır. İ.K. Mandoki’nin “X-XIII. yüzyıllarda Doğu Avrupa Kıpçaklar’ının dili, tarihi ve etnografyası” adlı mükemmel eseri Türkologlar arasında tanınmıştır. Macarlar’ın soy kökleri ve Kıpçaklar’ın menşe’i sorularına cevap arayan İ.K.Mandoki, dünyanın yarısını gezmiş, görmüştür. O, Moğolistan’da Romanya’da, Bulgaristan’da Orta Asya Cumhuriyetlerinde, Başkurdistan’da, Tataristan’da Kazakistan’da çalışmıştır.
İlmi araştırmalar, onu Dağıstan’a getirmiş, Profesörün kanaatine göre; orası onun eski vatanıdır. Bizim muhabirimiz ile İ.K. Mandoki’nin konuşması bu konudadır.
Soru: Macar ve Dağıstan halklarının akrabalıkları hakkındaki ihtimaller çok eskiye dayanmaktadır. Bu ne kadar gerçeğe uygundur ?
Yanıt: Bu ihtimallerin gerçek zemini vardır. Macaristan’da iki büyük vilayet vardır. Büyük ve Küçük Kumaniye. Bunlar, Kıpçak kökenli kelimelerdir. Ben Büyük Kumanya’daki Karsok şehrinde doğdum ( Bu Kıpçak dilinde çöl tilkisi demektir) .
Adlarda, soyadlarda ve coğrafi adlarda Türk kökenleri korunmuştur.
Macaristan’daki coğrafi adların yüzde sekseni Türk kökenlidir. Burada Aksu, Kızılsu, Göksu ırmakları, Göktav dağı var. Hun ve Avarlar dönemine ait çok kelime vardır.
Dilde Türk kelimeleri %50, Ugrafin kelimeleri %30, İran %15’dir. Slavyan kelimeleri daha azdır. Gelecekte, “Macaristan’da Türk Kökenli Coğrafi Adlar” adlı kitap yazmak istiyorum.
Soru: Türkler’in Macaristan’a nasıl geldiğini çok merak ediyoruz.
Yanıt : Önce Macarların kim olduğunu bilmeliyiz. Menşe’lerine göre, Macarlar Türk, İran, ve Ugır halklarının karışımıdır. Aynı zamanda Alanlar, Samatlar ve İskit’lerin karışımındandırlar. Bu halklar (kavimler) çeşitli sebeplerden kendi arazilerinden çıkmak zorunda kalmış şimdi Macar dediğimiz halkı oluşturmuşlardır. 3-4 bin yıl önce Ugrafin’lerin bir kolu İskitler’e katılmış, sonra galiba Sarmatlar’a karışmışlardır. Macarlar’ın tariihi çok karanlık ve karışıktır. Burada çok gizlilikler olduğu için çeşitli ihtimaller meydana gelmiştir. Şu çok kesindir ki, Macar kavimleri Sibirya’dan gelmişler ve kaynaklara göre altı, yedinci asırlarda tek bir macar halkı (Madyorlar) gibi birleşmiş ve Hazar Hakanlığı’na dahil olmuşlardır. (Bir göçmen halk olarak Hazarlar’ın sınırındaki İdil sahilinde yerleşmişlerdir) Zamanla Macarlar kuvvetlenmiş ve bağımsız, hür olmak, yani çağdaş dilde devlet kurmak istemişlerdir. Bu Hazar Hakanlığı’nın zayıfladığı bir dönemde başladı. Macarlar isyan ettiler. Yalnız bu kanlı bir çarpışma olmadı ve Macarlar’ın üç Hazar kavmi ile birlikte Tuna ırmağının sahillerindeki verimli topraklara göç etmeleri ile sonuçlandı. Bunu gösteren deliller, yalnız Avrupa’da değil, Dağıstan’da da rastladığımız kurganlardır. Ben benzer kurganları Bakü-Rastov yolu üzerinde de gördüm. İskitler, Sarmatlar, Hunlar, Avarlar’a gelince onlar Tuna sahillerine göç etmişler. Bu verimli topraklar, bu göçebe halklar için, genellikle Almanlar için çok değerli idi. Burada devamlı kanlı savaşlar olurdu. Belki de akrabalarına yardım için, bu göçebe halklar, Doğu’dan Avrupa’ya gelmişlerdir. Galiba bu amaçla Onoğurlar (Türkçe’de tercümesi on kavim demektir) On Oğuzlar) Tuna sahiline gelmişler, Onogur ismi eski Rus dilinde Ugır gibidir (Uygur ?) Polonya dilinde ise “Vengır” gibi söylenmiştir.
Macarlar’ın Hazar Hakanlığı’ndan ayrılmasının bir sebebi de bağımsızlığa kavuşmak istemeleridir. Alman Kral I. Karl, Macaristan’da kanlı savaşlar sürdürdü. Avar kavimlerinden geride kalanları yardım için Madyorlara elçi gönderirler. Macarlar bu topraklara bir düşman gib değil, kurtarıcı gibi gelmişler, Onların köyleri Avar köyleri ile satranç tertibiyle yerleşmişlerdir.
Soru : Kıpçaklar Macaristan’a nasıl geldiler ?
Yanıt : Onlar XIII. asrın ortalarında Kıpçak çölünden (Dest-i Kıppçak ) Kotyan Han’ın önderliğinde Macaristan’a gelmişler. O zaman Kıpçaklar parçalanmıştır.Onların bir kısmı Batu Han’ın Kızıl Ordusuna dahil oldular. Diğer kısmı ise Macaristan’a geldi. Benim atalarım da onların arasındaydı. Rus kaynaklarında Kıpçak soyları hakkında yazılara rastlanılır. Burgeviç, Ulaşeviç, Çortaneviç, Dosksabiç, gibi soyadları. Ben kesinlikle Toksaba soyundanım. Macar-Kıpçakları XIX. yy. sonuna kadar kendi dillerini korumuşler. Kıpçak dilinde konuşan son Kıpçak, yüz yıl önce ölmüştür. Macaristan’da uzun süre devam eden kanlı, acımasız savaşlar, yalnız Kıpçak dilinde değil, Macar dilinde konuşulanları da mahvetti. Avusturya-Macaristan İmp. döneminde zorla Alman ve Latin dilleri kabul ettirilmiştir. Macar dili yasaklandığı için, Kıpçak dili söz konusu bile olamazdı. Böylelikle eski bir dil kayboldu.
Soru: Sizde ne zaman Türk dillerine karşı bir merak oluştu?
Yanıt : Bu çocukluğumda başladı. Biz her zaman Kıpçak olduğumuzu biliyorduk. İhtiyarlarımız eski masal ve efsaneler söylüyorlardı. Çocukken devamlı kafamda bir soru vardı. Eski masal ve şarkılarda söyllendiği gibi, biz eğer Kıpçaksak, o zaman bizim dilimiz nerede? Biz dilsiz nasıl yaşarız? Okulda tarih öğretmenimiz bizim dilimizin Türk dili olduğunu söyledi. Bu dilde konuşan halkları saydı. Bu öğretmenim benim kardeşlerimin konuştukları dilden ben de konuşabilirim sorusunu kafamda oluşturdu. Sovyet ordusu Macaristan’a girdiği zaman bizim ilimizde askerler vardı. Sovyet askerleri arasında bize benzer insanlara rastladım. İlkokul beşinci sınıfta okuduğum zaman, bir Kazak askerle tanıştım. O giderken beni bir Kırım Tatarıyla tanıştırdı. Ana dilimin ilk derslerini ben bu insanlardan aldım. Daha sonra ben onlarla mektuplaştım. Onlar bana kitap gazete ve ders kitapları gönderirlerdi. Böylece; benim gönlümde bu dili öğrenmeye bir heves uyandı. Ben hiçbir zaman ilim adamı olacağımı düşünmüyordum. Üç büyük merakım vardır; At, dil, tarih. Ben at yarışllarına meraklıydım ve bu spor okulunda çalıştım. Oradan yeni ayrıldım. Ben Türkler’in tarihi ve etnografyası ilgili çok kitap okudum. Ve böylece hakikati öğrenmek istedim.
Soru : Macaristan’da çok Türkolog var mı?
Yanıt : Evet, Macaristan Avrupa’nın ilk ve en kuvvetli Türkoloji merkezlerindendir. Bu merkez 170 yıldan beri vardır.
Soru: Hangi dilleri biliyorsunuz?
Yanıt : Her şeyden önce Kumuk dilini biliyor ve onun dört ağzını da (yerel aksanları da ) konuşabiliyorum. Sonra Nogay, Kırgız, Kazak, Tatar, Başkurt; Avrupa dillerinden de İngilizce, Almanca, ve Fransızca biliyor; Rus dilini de okuyorum, yazıyorum.vbiraz da konuşuyorum.
Soru : Kumuk dilini neden özellikle belirttiniz?
Yanıt : Macaristan’da şimdi kaybolmuş benim babalarımın dili olan kıpçak diline en yakın dil olduğu için Kumuk dilini ayrıca belittim.
Soru : Kumuklar hakkında ne zamandan beri haberiniz var?
Yanıt : Üniversitede okuduğum yıllarda meşhur Türkolog Prof. G.Nemeth’in kitaplarını okudum. O, 1913 yılında Kumukistan’a gitmiş ve orada Kumuk-Alman sözlüğü yazmıştır.
Soru : Duyduğum kadarıyla bu, Dağıstan’a ilk gelişiniz değil.
Yanıt : Bu benim üçüncü gelişim. İlk defa 1986 yılında Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetiyle geldim. Çünkü ben yalnız ilimle değil; şiir, şiir tercümesi ve Türk folklorüyle ilgileniyorum.
Soru : Bu gelişinizin sebebi nedir?
Yanıt : Kumuklar’ın tarihini, dilini, örf ve adetlerini iyice öğrenmek istiyorum. Benim eski arkadaşım şair Bedredttin Mehmetiv’le beraber Kumuk köylerini teker teker geziyorum. İhtiyarlarla görüşüyorum.. Onların konuşmalarını dinliyorum. Bizim Kıpçak dilini yeniden yaşatmak istiyor ve bizim bölüm bu işte yardımcı oluyor. Biz, gençlerimizde buna karşı büyük bir ilginin olduğunu görüyoruz. Senelerdir bu konu üzerinde çalışıyoruz. Şimdilik ilk adımlar atılmıştır. Okul kitapları ve sözlükler hazırladık. Onlar az basılmıştır. Kumuk dili Kıpçak diline yakın olduğu için, Kumuk dilinden örnekler veriyoruz.
Eski Kıpçak dilinden dört bin kadar kelime korunmuştur. Elbetteki bı çok azdır. Bu yüzden biz bu boşlukları Kumuk, Balkar ve Karaçay, dillerinin unsurlarıyla doldurmak istiyoruz.
Soru : Sizce Kumuklar, kendi dil ve adetlerini ne kadar korumuşlardır?
Yanıt : Tamamen koruyabildikleri kanaatindeyim.
Soru : Siz kendinizi Dağıstan’da nasıl hissediyorsunuz ?
Yanıt : Çok iyi, kendi evimdeki gibi. Buradaki çevreyi ve insanları çok seviyorum. İki kere Hazar Denizi’ne girdim.
Soru : Son zamanlarda Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla Türk dili Devletlerinin siyasi faaliyetleri gelişmiştir. Bu gelişmeyi açıklarken daha çok “Pan-Türkizm” kelimesine rastlarız. Bu ne kadar doğrudur?
Yanıt : Türkçülük (Pan-Türkizm) teriminin negatif anlamda kullanılması yanlıştır. Türkler siyasette liderlik gayretini sürdürmüyorlar ve “Pan-Amerikanizm” ve “Pan-Germanizm” gibi dünya hegemonyası rolüne can atmıyorlar.
Türk dilli halklar, kendi dillerini, kültürlerini, örf ve adetlerini hibir halka hakaret etmeden korumaya çalışıyorlar.
Soru : İstvan, ya sizin çocuklarınız Türkçe biliyorlar mı?
Yanıt : Elbette biliyorlar. Onların çok iyi hocaları var. Benim eşim Kazak’tır. Alma-Ata’daki bir sempozyumda tanıştık. Görüldüğü gibi bizim ailemizde dille ilgili bir probleem yoktur.
Soru : Macaristann ile Dağıstan arasında daha sık ilişkiler olmasını ister misiniz ? Öyle ki insanlar istedikleri zaman birbirleriyle görüşebilsinler.
Yanıt : Dağıstan Macarlar’ın ve benim atalarım olan Kumanların ve Kıpçakların vatanıdır. Böyle olmasaydı bile neden insanlar birbiriyle dostluk etmesinler? Biz Bedrettin ile beraber Kumuk-Macar münasebetleri hakkında bir kitap yazmak ve onu her iki dilde yayımlamak istiyoruz. Bunun bizim halklarımız için çok faydalı bir çalışma olacağını düşünüyorum.


13 Mart 2021 Cumartesi

Bu Orta Asya’da ilk kez oldu

 


Bu Orta Asya’da ilk kez oldu
Çiçeği burnunda Kırgızistan 🇰🇬 Cumhurbaşkanı Sadır Caparov’un Özbekistan'a 🇺🇿 gerçekleştirdiği ziyaret iklere sahne oldu. Kırgızistan Cumhurbaşkanı Caparov, ilk resmi ziyaretinde Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev ile görüştü. Her iki lider görüşmede Rusça yerine kendi ana dillerinde resmi konuşmalarını gerçekleştirdi. İlk kez yaşanan olay dikkat çekti.
Daha önce Orta Asya devlet başkanları resmi konuşmalarını Rusça gerçekleştirirdi. Bu buluşmada ise her iki lider kendi dilinde konuştu ve hiç bir çevirmene gerek duymadan sorunsuzca anlaştı.


Kırgızistan Cumhurbaşkanı Caparov'un Özbekistan'a yaptığında ilk resmi teşrifiyle beraber daha bir ilk yaşanıyor. Bu zamana kadar Orta Asya devlet başkanları resmi konuşmaları Rusça yaparlardı. Bu buluşmada iki lider kendi dilinde konuşuyorlar ve hiç bir sorunsuz anlaşıyorlar.

 


Kırgızistan Cumhurbaşkanı Caparov'un Özbekistan'a yaptığında ilk resmi teşrifiyle beraber daha bir ilk yaşanıyor. Bu zamana kadar Orta Asya devlet başkanları resmi konuşmaları Rusça yaparlardı. Bu buluşmada iki lider kendi dilinde konuşuyorlar ve hiç bir sorunsuz anlaşıyorlar.

6 Mart 2021 Cumartesi

Çin kaynaklarında da bahsedilen ıslıkçalanok'un,

 


Çin kaynaklarında da bahsedilen ıslıkçalanok'un, yaydan çıktıktan sonra çıkardığı çığlığı andıran sesle psikolojik bir etki de uyandırdığı bilinmektedir. Osmanlılar döneminde çavuşoku olarak isimlendirilen bu oklar, yine çıkardıkları sesle işaret vermek ve yön göstermek


YÖRÜK

 


YÖRÜK
Görsel: 1940'larda bir yörük kadını.
Faruk Sümer
Yörük kelimesi “yörü-mek” fiilinden -k ekiyle yapılmış bir ad olup “yürüyen” demektir; sözlükte “göçebe, göçer-ev, göçer” mânasına gelir. Yörük kelimesinin XIV. yüzyıldan itibaren ortaya çıkmış ve yaygın biçimde kullanılmış olması mümkündür. XV. yüzyılın birinci yarısında yaşayan Yazıcıoğlu Ali Efendi, efsanevî Türk Hükümdarı Olcay Han’dan söz ederken onun için “sahrânişin ve göçküncü idi, yani yaban yurtlu ve yörüktü” der. Yine aynı müellif eserinin başka bir yerinde, “Ol memleketin sahraları ve bîşeleri (meşe, orman) İğdir’den yörük eviyle doldu” diyerek yörüğün hangi anlama geldiğini ve Yazıcıoğlu Kara Osman’ın oğullarına, “Olmasın ki oturak olasız ki beylik, Türkmenlik ve yörüklük edenler de kalır” öğüdünde bulunduğunun rivayet edildiğini bildirir. Burada adı geçen Kara Osman, sanıldığı gibi Osman Gazi olmayıp Akkoyunlu Beyliği’nin kurucusu Karayülük Osman Bey’dir. Âşıkpaşazâde, Şah İsmâil’in dedesi Şeyh Cüneyd-i Safevî’nin Antakya ve Halep yörelerinde yaşayan Türkmen oymakları arasında dolaşmasını “yörük’te yörürken” şeklinde ifade etmiştir. Osmanlı kaynaklarından Düstûrnâme-i Enverî’de, Oruç Bey Târih’inde ve Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’larda yörük adı yine aynı anlamda kullanılmıştır. Meselâ Giese’nin yayımladığı Tevârîh-i Âl-i Osmân ile onu kaynak olarak kullanan eserlerde şöyle bir cümle yer alır: “Oğuz taifesi kim vardır itikadlı idi, göçmel yörüklerdi.” Karamanoğulları Tarihi müellifi Şikârî, Germiyan Hükümdarı Ali Şah’a (Şîr) Osman Gazi hakkında, “Aslı, cinsi yok bir yörük oğlu iken bey oldu” sözünü isnat ederek Osmanlı Devleti kurucusunu asil olmayan bir göçebenin oğlu şeklinde göstermek istemiştir.
Yörük kelimesi göçebe yaşayış tarzını gösterir biçimde kanunnâmelerde zikredilir. Fâtih Sultan Mehmed’in kanunnâmesinde şöyle bir madde vardır: “Koyunlu yerli ve yörük yayla ve kışla hakkın vermeye.” Diğer bir kanunnâmede, “Yörükler evvelden yörüyü geldikleri yerde yörüyeler.” Sancaklara ait kanunnâmelerde şu cümle çokça geçer: “Yerlide ve yörükte resm-i ganem iki koyuna bir akçedir.” Anlaşılacağı üzere “yerli” kelimesi yörükün karşıtı olup “yerleşik hayata geçen” mânasını taşır. Yörük, Rumeli ve Anadolu’nun batı ve orta bölgelerinden başka doğu ve güneydoğu bölgelerinde yaşayan topluluklarla Suriye ve Irak’ta bulunan Türk oymakları için de kullanılır (yörükân-ı Haleb, yörükân-ı Dulkadriyye gibi). Yeni İl kanunnâmesindeki, “Zikrolunan nevâhide Dulkadriye ve Halep Türkmenleri’nden ve gayriden bazı yörük taifesi hariçten gelip bazı kurâ ve mezâri arazisinde ziraat edip, geri göçüp konup yörüklüğünde olurken, çoğu bir miktar yer ziraat etmekle onların gibi üzerlerine defter-i sâbıkta resm-i caba ve bennâk kaydolunmuş yörük, yörük olduğu haysiyetten mademki yörüklükten feragat edip temekkün ihtiyar etmeye” şeklindeki kayıt bu konuda açıklayıcıdır. Yörük adı Kızılırmak’ın doğusunda ve güneydoğusunda kalan yörelerde bilinmez. Oralarda bu mânada aşiret ve göçer kelimeleri kullanılır. Son zamanlarda aşiret kelimesinin bilhassa Güney Anadolu’da hem çoğul hem tekil anlamda yörük adı yerine kullanıldığı görülür. “Evimize bir aşiret geldi”, “Evimize bir yörük geldi” demektir (bk. AŞİRET). Osmanlı tahrir kayıtlarında Anadolu, Suriye ve Irak’ta yaşayan bütün Türk toplulukları yörük adıyla nitelendirilirken Halep Türkmenleri, Dulkadır ulusu, Yeni İl ve Bozulus, varlıkları sona erinceye kadar resmî dilde daha çok kavim adları olan Türkmen adıyla anılmıştır. Hatta Orta Anadolu’ya ve batıya gelen oymaklar yerleştikten sonra da bugüne kadar Türkmen olarak anılagelmiştir. Bundan dolayı adı geçen topluluklarla XVII. yüzyıldan önce Çukurova’da yaşayan oymakları yörük adının dışında tutmak gerekir. Uluyörük, Atçekenler ve Karacakoyunlular dışında diğer yörük toplulukları Ankara yörükleri, Bolu yörükleri gibi yaşadıkları yörelerin adlarıyla anılır.
Sivas, Tokat, Amasya ve Kırşehir yörelerinde yaşayan büyük bir topluluğa Uluyörük denir. Bu topluluk Yüzdepâre, Ortapâre ve Şarkpâre diye üç kola ayrılır. Bu kümeleri teşkil eden oymaklar da bölük adını taşır. Bölüklerin hepsi XVI. yüzyılın başlarında kışlaklarında çiftçilik yapmaktaydı. Söz konusu teşkilâtın İlhanlılar devrinde kurulmuş olması muhtemeldir. Bölüklerden bazılarının Moğol menşeinden geldiği anlaşılır. Uluyörük’ü meydana getiren bölükler İlbeyli, Çepni, Ak Salur, Akkuzulu, Gerampa, Gökçeli, Şerefeddinli, Çungar (< ca’ungar = sol kol), Çavurcı, Ustacalı (Ustaclı), Dodurga, Turgutlu, Akçakoyunlu, Karakeçili, İnallı, Özlü, Alibeyli, Kuzugüllü, Karafakihli, Kırıklı, Bollu, Çaponlu, Tatlu ve Kulağuzlu’dur. Bunlardan Kırşehir yöresinde oturan Karakeçililer’in önemli bir kısmı Eskişehir yöresine göçerek orada yerleşmiştir. Bazı Karakeçili obaları da batıya gidip Balıkesir yöresinde yurt tutmuştur. Ünlü Karakeçili halılarını dokuyan Balıkesir yöresinde oturan bu obalardır. Yine bu bölüklerden Akçakoyunlular’dan bazı obalar da Balıkesir yöresine gelip yerleşmiştir. Uluyörük oymakları sonraları kışlaklarında tamamen yerleşik hayata geçmişlerdir. Atçeken oymakları ise Karaman ilinde bulunmaktaydı. Atçekenler eski zamanlardan beri soy atlar yetiştirdikleri ve devlete vergi olarak bu atlardan verdikleri için bu adla anılmışlardır. Atçekenler Akşehir, Koçhisar, Karaman ve Ereğli arasındaki geniş bozkırda yaşıyordu. Bu kesim Turgut, Eski İl ve Bayburt adlı üç idarî birime ayrılmıştı (bk. ATÇEKEN).
II. Bayezid devrinde altı yöreye ayrılan İçel’de de önemli yörük oymakları vardı: Bozdoğan (Silifke), Yıvalı-Yuvalı (Anamur), Oğuz Hanlı (Anamur), Bozkırlı (Taşlık Silifke), Hoca Yunuslu (Gülnar), Beydili (Gülnar), Şamlı (Taşlık Silifke). İçel, Osmanlı devrinde bitmez tükenmez bir insan kaynağı olmuştur. Buradan komşu yörelere her asırda göçler yapılmış, bu göçler çeşitli sebeplerle oralarda zayıf düşmüş Türk nüfusunu güçlendirmiştir. Kıbrıs’ın fethinden sonra İçel yöresinden zaman zaman bu adaya göçmen gönderilmiştir. Ankara yöresinin de hemen her tarafında yarı göçebe ve çoğu az nüfuslu oymaklar mevcuttu. Ankara sancağının Kasaba kazasında Yaylalı, Aziz Beyli, Karakeçili, Tosboğa, Beypazarı, Sivrihisar ve Sultanönü kazalarında Uluyörük’ten bir kol yaşamaktaydı. Bu kolun önemli bir kısmını Gençli oymağı meydana getiriyordu. Kütahya kesiminde özellikle bu sancağın Denizli yöresinde kalabalık bir yörük topluluğu yaşıyordu. Bu topluluğu meydana getiren oymaklar şunlardır: Kayı, Akkoyunlu, Bozguş, Kılcan, Akkeçili, Kaşıkçı, Toylu Müsellemanı, Avşar, Alayuntlu. Bu oymaklardan Akkoyunlu’nun (Afyon) Karahisar’da büyük bir kolu görülmektedir. Yine Karahisar yöresinde nüfusu çok Karakoyunlu adlı bir oymak vardır. Bu oymaklarla Akkoyunlu ve Karakoyunlu elleri arasında kabilevî bir münasebetin mevcudiyetine dair bir karîne yoktur. Menteşe (Muğla vilâyeti) sancağında yarı göçebe bazı oymaklar bulunuyordu. Bunlardan bazıları şunlardır: Kayı, Horzum (Orta Asya’daki Hârizm’den), Kızılca Yalınc (?), İskender Bey, Kızılkeçili, Oturak Barza, Göçer Barza ve Güne Barza. Kızılkeçililer ile Horzumlar’dan önemli kollar XIX. yüzyılda kuzeye doğru göç etmişlerdi. Kızılkeçililer bugün Balıkesir ve Bursa vilâyetlerinde birçok köyde meskûndur. Horzumlular’a gelince onların da Aydın, Manisa (Alaşehir de dört köyde), Bursa ve Afyonkarahisar (Dinar) vilâyetlerine bağlı köylerde yaşadıkları tesbit edilebilmektedir. Bunlardan bazı obalar XIX. yüzyılda Çukurova’ya göç etmiştir. Aydın bölgesinde de XV ve XVI. yüzyıllarda Karacakoyunlu adlı bir yörük topluluğunun yaşadığı dikkati çeker. Bu topluluk çok küçük oymaklardan meydana geliyordu. İçinde Tarucular (Darıcılar), Elliciler, Çullular gibi bazı büyük oymaklar da vardı. XV ve XVI. yüzyıllarda pek çoğu yarı göçebe bir durumda olan yörüklerin önemli bir kısmı zamanla yerleşik hayata geçmiştir. Henüz yerleşemeyenler XIX. yüzyılda Çukurova, İçel, Teke (Antalya), Aydın, Saruhan ve Karesi yörelerinde toplanmışlardı.
Çukurova’da yaşayan yörüklerin başında Bozdoğan boyu ile Melemenci (Menemenci), Karahacılı, Kürkçülü, Tekeli, Alâddinli (Alâeddinli), Keşşaflı ve Yolalıroğlu adlı obaları en başta saymak gerekir. Bunlar İçel’den gelmişlerdi. Bozdoğan ve obaları aynı zamanda en kalabalık ve en varlıklı oymaklar arasında yer almıştı. XVII ve XVIII. yüzyıllarla XIX. yüzyılın ilk yarısında Orta Anadolu’dan çok sayıda yörük ve Türkmen oymağı Batı Anadolu’ya göç ederek orada yurt tutmuştur. Yine aynı asırda Aydın yöresinde yaşayan birçok oymak da Teke ve İçel sancağı yoluyla Çukurova’ya göç etmiştir. Çukurova’da Aydınlı denilen bu oymaklar şunlardır: Honamlı, Sarıkeçili, Tellibolacalı, Haytalı, Harmandalı, Bahşiş, Karakeçili, Horzum, Karakoyunlu. Bunlardan bazılarının Antalya, Aydın ve başka yörelerde kolları vardır. Teke yöresindeki en tanınmış oymaklar ise Hayta (Beyşehir yöresindeki Anamus dağlarında yaşarlar) on iki obadan meydana gelmiştir. Büyük bir oymak olan Haytalar’ın bir kolu Aydın yöresinde, diğer bir kolu Çukurova’dadır. Hayta, XVIII. yüzyıl ile XIX. yüzyılın ilk yarısında paşaların hizmetinde bulunan bir tür askerî birliğin adıdır. Birliğin kumandanına Haytabaşı deniliyordu. Honamlı (dokuz obası vardır), Farsak-Varsak (oymağın ana kolu Kozan Kadirli yöresindedir; bir kol da Aydın yöresinde yaşamaktadır; Antalya’daki Farsaklar üç obadan teşekkül etmişti), Karakoyunlu (yedi obası vardır; bu oymağın bir kolu İçel’de yaşamaktadır), Eskiyörük (yedi obası vardır), Yeni Osmanlı (yedi obası vardır), Saraçlı/Sıraçlı (dokuz obası olup Akseki yöresindeki Göktepe yaylasında yayılır) ve Sarıkeçili (Anamus dağlarında yaşamaktaydı; dört obası vardır, başka yerlerde de kolları görülmüştür). XIX. yüzyılın ikinci yarısında Aydın, Saruhan ve Karesi’de yaşayan yörük oymaklarından en önemlileri şunlardır: Karatekeli (İzmir yakınlarında, Karesi, Aydın ve Saruhan yörelerinde), Hayta (Aydın yöresinde büyük bir oymaktır), Saçıkaralı, Karaçakal, Bulacalı (Aydın yöresinde), Kaçar (Aydın, Söke), Horzum, Gökmûsâlı (Saruhan), Kızılkeçili, Sarıtekeli (Nazilli-Denizli arasında), Burhanlı (Karesi sancağında birçok köyde yerleşmiştir), Eskiyörük, Harmandalı, Kocabeyli (Aydın ve Bursa sancaklarında), Kılaz (Karesi sancağının birçok köyünde), Kubaş (büyük bir oymak olup Karesi’de yerleşik hayata geçmiştir), Yağcıbedir (Karesi sancağının Sındırgı, Kepsut, Bigadiç, Ayazment kazalarına bağlı köylerde yerleşmiştir).
Anadolu’da bulunan yörükler, XV ve XVI. yüzyıllara ait tahrir defterlerine göre yarı göçebe bir hayat tarzı içindeydiler. Bu yörükler umumiyetle kışlaklarında çiftçilik yapmakta ve yaylaklarında hayvanlarını otlatmaktaydı. Yörüklerden toprağı olmayan oymaklar bu yüzyıllarda çoğunlukta değildi. Çiftçilik yapmayan yörüklerin önemli bir kısmı Toros dağlarında yaylaya çıkardı. Bunlar kışın deniz kıyısına veya denize yakın yerlere inerek çadırlarda yahut taştan yapılmış evlerde kışı geçirirlerdi. Bu yörükler daha çok keçi yetiştirirdi; davarlarından elde ettikleri yağ, peynir kıl ve gönü satarlardı. Yün dokumacılığı yaygındı. Yağcıbedir, Karakeçili, Yuntdağı yörüklerinin dokudukları halılar bugün de kıymetli halılar arasında yer alır. Alanya (Alâiye) yörüklerinin iktisadî hayatı hayvancılıktan çok ticarete dayanıyordu. Bu yörükler develeriyle Koçhisar gölüne gidip tuz satın alıyorlardı.
Türk oymaklarının devlet karşısındaki durumuna gelince, devlet onlara zengin gelir getiren reâyâya mensup topluluklar gözüyle bakıyordu. Osmanlı Devleti, XVI. yüzyılda oymaklara mensup gençlerden askerî birlikler teşkil ederek hizmetinde kullanmaya ihtiyaç duymamıştır. Bu ihtiyacı XVII. yüzyılın sonlarındaki savaşlarda ortaya çıkmıştı; bunlar Avusturya ve müttefikleriyle yapılan savaşta istihdam edilmişlerdi. Aslında Osmanlılar, kendi hâkimiyetleri öncesinde dirlik sahibi olan oymak mensuplarını yerlerinde bırakmışlardı. Timar, zeâmet ve bazan has tasarruf eden bu kişilerin çoğu eski boy beylerinin, yüksek hânedan ve ailelerin çocuklarıydı. Oymaklar malî bakımdan önemli bir ünite teşkil ettiklerinden bunların bulunduğu yerlerde kadılıklar ve sancaklar kurularak idarî ve malî bir teşkilât meydana getirilmişti. Aydın yöresindeki Karacakoyunlu topluluğu ile Ankara yörükleri idarî bakımdan kaza statüsündeydi.
Halep Türkmenleri XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Halep eyaletinin sancakları arasında yer almıştır. Sivas’ın güneyinde şimdiki Kangal ilçesinde oluşturulan Yeni İl önce eminler, ardından voyvodalar tarafından yönetilmiştir. Oymak topluluklarının voyvodalarına Türkmen ağası da deniliyordu. Diyarbekir bölgesindeki Bozulus’a Kanûnî Sultan Süleyman devrinde idarî bir şekil verilmemişti. Bu ulus, XVII. yüzyılın başlarında dağılarak Batı yörelerine geldiğinde oralarda idarî ve malî teşkilâtın içine alınmıştı. Oymakların hem idarî teşkilât içine alınması, hem de bunun dışında bırakılanlarının padişaha ve aile mensuplarına ait haslara bağlanması bu anlamda önemlidir. Aydın yöresindeki Karacakoyunlu topluluğu ile Menteşe, Kütahya, Hamîd ve Teke sancaklarında yaşayan yörükler padişahların “has raiyetleri” idi. Atçeken topluluğu II. Selim’e kadar şehzadelerin hassı idi. Yalnız Ankara yörüklerinin vergileri Ankara sancak beyine aitti. Halep Türkmenleri vâlide sultanların paşmaklık hassını teşkil ediyordu. Yeni İl’in geliri ise ilk önce Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesinin, daha sonra da III. Murad’ın annesi Nurbânû Sultan’ın Üsküdar’da yaptırdıkları hayrata vakfedilmiştir.
Oymaklardan alınan vergiler onların iktisadî faaliyetlerinin tarzına ve derecesine göre değişik bir görünüm arzeder. Bununla beraber hepsinde ortak olan bazı vergiler vardır. Bunlar âdet-i ağnâm, resm-i arûsâne, bâd-ı hevâ ve resm-i yavadır. Âdet-i ağnâm (koyun vergisi) iki koyuna 1 akçedir. Gerdek akçesi de denilen resm-i arûsâne evlenen kızdan veya kadından alınmaktaydı. XVI ve XVII. yüzyıllarda kızdan 60, kadından 30, bazan 40 akçe tahsil ediliyordu. Bu umumi vergilerden başka oymakların kendi ekonomik faaliyetleriyle geleneklere bağlı bazı özel vergiler de vardı. Oymaklar arasındaki vergi mükellefleri yerleşik reâyâda olduğu gibi mücerret ve hâne diye ikiye ayrılır. Mücerret bekâr olup baba ocağında oturan, kazanca sahip mükellefe denilmektedir. Hâne ile de toprağı veya davarı olan aile reisleri kastedilirdi. Birçok yörük topluluğunda imam ve müezzin gibi din görevlilerinden başka müderris ve fakihler de görülmektedir. Bunlar vergiden muaftı; çok yaşlılar (pîr-i fânî), gözleri görmeyenler, sağırlar ve akıl hastalarından da vergi alınmazdı.
Anadolu dışında Rumeli kesiminde de yörükler özellikle yerleşme tarihi açısından önemli rol oynamıştır. Osmanlılar sürgün olarak Rumeli’ye gruplar halinde yörük yerleştirmiştir. Bu sürgünlerle ilgili sadece bir iki olay vekāyi‘nâmelere aksetmiştir. Yıldırım Bayezid, Saruhan’daki yörükleri tuz yasağına riayet etmedikleri bahanesiyle Filibe yöresine göçürmüştü. Saruhanlı denilen bu topluluğun başında Paşa Yiğit Bey bulunuyordu. Paşa Yiğit daha sonra Yıldırım Bayezid’in en tanınmış kumandanları arasında yer almıştır. Yine aynı hükümdar zamanında Timur istilâsı üzerine Anadolu’dan Rumeli’ye pek çok insan gitmiştir. Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’da bundan dolayı Rumeli’nin şenlendiği belirtilir ve, “Eğer soruverecek olurlarsa Rumeli’nin aslı Anadolu’dandır” denilir. Yıldırım Bayezid’in oğlu Çelebi Sultan Mehmed yine Filibe dolaylarına İskilip yöresinde yaşayan Moğol kalıntısı Tatarlar’ı göçürmüştü. Çelebi Mehmed’den önce Emîr Süleyman veya Mûsâ Çelebi’nin yahut babaları Yıldırım Bayezid’in Tatarlar’dan başka bir zümreyi Rumeli’ye geçirmiş olduğu tesbit edilebilir. II. Murad ve Fâtih Sultan Mehmed döneminde Rumeli’ye sürgün gönderildiğine dair vekāyi‘nâmelerde bilgi yoktur. Yalnız II. Bayezid’in tehlikeli bir isyan çıkaran Safevî taraftarı Tekeliler’den (Antalya yöresi köylüleri) İran’a gitmeyip ele geçenleri Mora yarımadasına sürdürdüğü bilinmektedir. Tahrir defterlerinde birçok yörük oymağının Rumeli’ye yollandığına dair bilgilere rastlanır.
Osmanlı Devleti, Rumeli’ye sürdüğü yörük topluluklarını yardımcı askerî birlikler halinde teşkilâtlandırmıştır. Fâtih Kanunnâmesi’nde “Kānûn-ı Yörükân” bahsinde bu teşkilât hakkında bilgi verilmiştir. Bu bilgilere göre yörük kollarının her birine mensup yirmi dört neferden biri eşkinci, üçü çatal, yirmisi yamak sayılmıştır. Eşkinci sefere giden demektir. Eşkinci cebelü olup sefere katıldığında gönderi (kargı), kılıcı, yayı ve kalkanı yanında bulunacaktır. On eşkincinin sefer esnasında bir orta beygirleri ve bir çadırları vardır. Üç kişi olan çatalların görevi kesin biçimde tesbit edilememektedir. Çatal, eşkincinin yardımcılarını veya yedek kadrolarını ifade etmiş olabilir. Yamaklar ise eşkinciye para verip onun sefere gitmesini sağlamaktaydı. XVI. yüzyılda bunlardan her biri sefere gidecek eşkinciye 50 akçe vermekle mükellefti. Yamaklara bundan dolayı “ellici” de denilirdi; ancak sefer dışında bu para verilmiyordu. Yamaklar da bu parayı ektikleri ürünü veya yetiştirdikleri hayvanları satarak temin ediyorlardı. XVII. yüzyılın başlarında bu takım otuz kişiden oluşmuş ve ocak adıyla anılmıştır. Otuz kişilik bir ocakta beş eşkinci vardı, kalan yirmi beş kişi de yamaktı. Bir yörük birliğinde birçok ocak mevcuttu. Yine Fâtih Kanunnâmesi’nde eşkinci, çatal ve yamakların mîrî için arpa ve saman nakli ile hisar yapmaktan ve diğer avârız hizmetlerinden muaf tutuldukları yazıldığı gibi eşkincinin eşkin ettiği (sefere gittiği) yılda sâlârlık (üründen alınan hisse) vergisini vermeyeceği de kaydedilmiştir. Ayn Ali Efendi eşkincilerin seferlere gittikleri yıllarda âdet-i ağnâmı da vermediklerini belirtir. Yörük birliklerinin başında subaşıları bulunuyordu. Subaşıların vazifesi birliğin varlığını, teşkilâtını, korumasını sağlamak ve görev yerine iletmektir. Eğer hizmete tayin edilenlerden gelmeyen olursa subaşılar onları merkeze bildirirlerdi. Vazifelerinde kusuru görülen subaşılar cezalandırılırdı. Subaşı dışında idareci olarak çeribaşılarına rastlanır. Bunların sayısı her birlikte farklıydı.
Yörük birliklerinin vazifelerine gelince bunlar gemiler için ormandan ağaç kesmek, hisarların tamirinde bulunmak, top arabalarını çekecek mandaları sürmek, top güllelerinin yapımında ve taşınmasında hizmet etmek için demir madenlerine gitmek, köprü tamir etmek gibi işlere memur ediliyorlardı. Buna göre yörükler tamamen yardımcı askerî birlikler konumundaydı. Bunlar su yolu ile cami tamiri gibi askerlik dışı işlere de gönderiliyorlardı. Sefere gitmedikleri yılda bedel akçesi adıyla her ocaktan 600 akçe alınır, toplanan bedel akçesi hazineye yatırılırdı. Sefere “eşen” her eşkinci altı aylık azığını yanında taşımak mecburiyetindeydi. Bu birliklerin Astarhan (1569) ve Kıbrıs (978/1570) gibi uzak yerlere yapılan seferlere katılıp bazı istihkâm işleriyle görevlendirildiklerine dair kayıtlar vardır. Hizmetler bazan onlara ağır geldiği için istenilen yere gitmedikleri de vâkidir. Hizmete gitmeme karşılığında devlete para teklif ediyorlar veya celeplik yaparak yahut celep olduklarını ileri sürerek memur edildikleri işlerden kurtulmaya çalışıyorlardı. Emirleri dinlememekte ısrar edenler yakalanıp küreğe konulmak üzere İstanbul’a gönderiliyordu.
Rumeli yörüklerinin yedi yardımcı askerî birliği şunlardır: Kocacık, Naldöken, Ofcabolu, Selânik, Tanrıdağı, Vize, Yanbolu. Kocacık yörükleri güneyde Edirne’den başlayıp Kırklareli, Yanbolu, İslimye, Burgaz, Şumnu, Osmanpazarı, Varna, Silistre, Köstence yörelerindeki köylerde oturmaktaydı. Topluluğun adının nereden geldiği bilinmemektedir. 1543’te 132, 1584’te 179 ocak bulunduğu, bu sayıların 1609’da 168’e, 1642’de on sekiz ocağa düştüğü görülür. Bu birliğin Kıbrıs seferine (1570) katılmaya memur edildiğine, ardından Rudnik demir madeninde top güllesi imaliyle görevlendirildiğine (1572), fakat onların bu görevi yerine getirmekten kaçındıklarına dair bilgiler vardır. Kocacık yörükleri 984’te (1576) Bender ve Akkirman kalelerinin tamirine de gönderilmiştir. Naldöken yörüklerinin yurtları Bulgaristan’da olup bu ülkenin Tatarpazarı, Kızılağaç, Filibe, Yanbolu, Ahyolu, Şumnu, Çirmen, Varna, Aydos, Niğbolu, Hasköy, Kızanlık, Yenice-i Zağra ve Eskihisar Zağra yörelerinde oturmaktaydılar. 1543’te 196 ocak, 1603’te 243 ocak halinde teşkilâtlanmışlardı; toplam sayıları bu tarihte 6500 dolayındaydı. Bütün Naldöken yörüklerinin 1603’te 50.000 kişi olduğu tahmin edilmektedir. Fakat 1609’da Naldöken birliği 243 ocaktan 112 ocağa düşmüştür. Bu husus muhtemelen, uzun süren Avusturya savaşı ile Anadolu’da çıkan isyanların yol açtığı olumsuz etkilerle ilgilidir. Ofcabolu yörükleri Üsküp’le İştip arasındaki yörenin adından dolayı bu şekilde anılmışlardır. Bu bölgeye Mustafa ovası adının verildiği görülür. Ofcabolu yörükleri 1560’ta seksen sekiz ocaktı. Bu ocakların otuz biri İştip, yirmi beşi Pirlepe, on sekizi Üsküp, on dördü Ostrova yörelerinde bulunmaktaydı. Diğer ocaklar birer ikişer Yanbolu, Tatarpazarı, Tırnova, İhtiman, Filibe ve Silistre’ye dağılmış durumdaydı. Ofcabolu yörükleri birliklerin nüfusça en azı olup yine 1560’ta hizmettekilerin sayısı 2705’tir. 1565’te, Sigetvar seferi arefesinde diğer birliklerin ocak sayıları bildirildiği halde bunların hakkında bir bilgi bulunmaz. Sefer arefesinde Ofcabolu yörükleri Selânik yörükleri gibi su sığırı sevkiyle görevlendirilmiştir. 1573’te Dukakın sancağındaki demir madeninde top güllesi dökmeye memur edilmişlerdi. Ayn Ali Efendi de Ofcabolu yörüklerinin seksen sekiz ocaktan ibaret olduğunu yazmıştır.
Selânik yörükleri Rumeli kesimindeki grupların en büyüğüdür. Bu yörüklerin kalabalık kısmı Makedonya ile Tesalya’da yaşamakta, az sayıdaki Selânik yörüğü de Bulgaristan ve Dobruca’da bulunmaktadır. 1543’te bu birlik 500 ocaktı. Bunlardan 117’si Yenişehir’de, altmışı Çatalca’da, kırk yedisi Avrathisarı’nda, otuz altısı Florina’da, otuz beşi Kalemeriye’de, otuz üçü Serfice’de, yirmi sekizi Ustrumca’da, yirmi altısı Silistre’de, geri kalanları da başka yerlerde oturmaktaydı. 1560’ta Selânik yörükleri 552 ocağa sahipti. Fakat XVII. yüzyılın başlarında diğer birliklerde olduğu gibi ocak sayısı kırk bire düştü. XVII. yüzyılın ikinci yarısında Evliya Çelebi, Selânik yörükleri hakkında bilgi verir, onların her yerde aranılan ve beğenilen aba ve şayak dokuduklarını yazar. Selânik yörükleri XIX. yüzyılın başlarında da varlıklarını sürdürmekte, Ustrumca, Drama, Serez ve diğer yerlerde yaşamakta, beyleri de Selânik’te oturmaktaydı. Selânik yörükleri 1558’de su yolu tamirine, 1565’te top arabalarına koşulacak mandaları sürmeye, 1572’de Selânik Kalesi’nin yapımına, ertesi yıl donanma hizmetine, 1575’te Navarin Kalesi’nin inşasına yollanmışlardı. 991’de (1583) İran seferine gitmeye çağrılmışlarsa da maddî imkânsızlıkları yüzünden bu sefere katılamamışlardır. Bunun üzerine Selânik yörüklerinin oturduğu yerlerin kadılarına hükümler gönderilip sefere gelmeyen eşkincilerden 600’er akçe alınması istenmişti. Selânik yörükleri Evliya Çelebi’ye de hepsinin seferlerde top çekmeye devam ettiğini söylemişlerdi.
Diğer bir büyük grup olan Tanrıdağı yörüklerinin adının nereden geldiği tartışmalıdır. Tanrıdağı yörükleri 1543 ve 1565’te 323 ocağa sahiptiler. XVII. yüzyılın başlarında Ayn Ali Efendi de aynı rakamı vermiştir. Bu yörükler çok yayılmış olup Kavala, Drama, Serez, Demirhisar, Rusçuk, Tırnova, Hezargrad, Niğbolu’da yoğun bir şekilde yaşarlardı. Fakat bir mühimme belgesinde Tanrıdağı yörüklerinde 987’de (1579) 419 Eşkinci Ocağı’nın bulunduğu bildirilir. 1543’te Tanrıdağı yörüklerinden altmışı Gümülcine’de, elli sekizi Yenice-i Karasu’da, kırk altısı Yenice-i Kızılağaç’ta, otuz üçü Drama’da, otuz ikisi Varna’da, on beşi Silistre’de, on üçü Tırnova’da, on ikisi Şumnu’da, kalanları da Bulgaristan’ın diğer yerlerinde yaşamaktaydı. Bunların eşkinci ve yamaklarının toplamı 1584-1591 yıllarında 16.835 kişi idi. Tanrıdağı yörüklerinin bütün nüfusunun 100.000 olduğu tahmin edilmiştir. 1575’te Bosna’daki demir madeninde gülle dökmelerinin istendiği, fakat oraya gitmedikleri, 1581’de aynı hizmet için tekrar görevlendirildikleri, 1583’te İstanbul surlarının tamirine çağrıldıkları, 1604’te Banaluka demir madeninde gülle dökmeye gönderildikleri bilinmektedir.
Vize yörükleri yörük yardımcı askerî birlikleri arasında sayıca en az olanıdır. Bunlar umumiyetle Paşa-ili (Paşa livâsı) sancağında yaşamaktaydı. 1543’te 105, 1557’de 106, 1565’te 105 ocak idiler. Bu ocaklardan yirmi üçü Hayrabolu’da, yirmi biri Vize’de, on ikisi Çorlu’da, on biri İncüğez’de, dokuzu Kırklareli’nde (Kırkkilise), sekizi de Edirne’de oturmaktaydı. Vize yörüklerinin ocak sayısı devlet idaresinin zayıflaması, isyanlar ve savaşlar yüzünden 1609’da altmış altıya, 1642’de otuz üçe düşmüştür. Bunlar 1565’te gemi hizmeti, 1569’da Ejderhan seferi, 1573 ve 1574’te donanma hizmetiyle, 1577’de Bender Kalesi’nin, 1584’te Edirne’deki Sultan Selim Camii’nin tamiriyle görevlendirilmişti. Yanbolu yörükleri 1565’te 126 ocak idi. Ayn Ali Efendi Yanbolu yörüklerini de listesine almakla beraber Vize yörükleri gibi Yanbolu yörüklerinin kaç ocak olduğunu bildirmemiştir. Yanbolu, Bulgaristan’da bir şehir olup Yeni Zağra ile Burgaz arasında, İslimye’nin güneyinde bulunmaktadır. Yanbolu yörükleri hakkında hiçbir defter olmadığından onların nerelere yayıldıkları bilinmemektedir. Bu yörükler de 1566’da Avusturya’ya açılan seferde hizmet etmeye çağrılmış, 1579’da Bosna’daki Baç demir madeninde top güllesi dökmekle görevlendirilmişlerdi. Onlar da Selânik ve Naldöken yörükleri gibi çağrıldıkları 1583’teki İran seferine katılamadıkları için nöbetçi eşkincilerden 600’er akçe istenmişti. Koçi Bey Risâle’sinde Rumeli’de evvelce 40.000 yörük ve müsellem bulunduğunu, sefer oldukça onlardan nöbetleşe 5-6000 kişinin sefer mühimmatını gördüğünü bildirir. Yine Koçi Bey’e göre 1000 (1591) yılından sonra yörüklerin düzeni büsbütün bozulmuş ve yörüklerle müsellemler mukātaaya bağlanmıştır. Bunun üzerine onların göreceği hizmetleri timar sahipleri görmeye başlamıştır. 1683’ten sonra Avusturya ve müttefikleriyle yapılan savaşlarda yörük birlikleri yeniden teşkilâtlandırılmış ve kendilerine evlâd-ı fâtihân adı verilmiştir. Bunlar Tanzimat devrinde 1845’te vergiye ve askerlik mükellefiyetine tâbi tutulmuş, daha sonra teşkilât tamamen kaldırılmıştır (bk. EVLÂD-ı FÂTİHÂN).
BİBLİYOGRAFYA
BA, TD, nr. 8, 23, 32, 40, 49, 51, 79, 98, 121, 153, 165, 272, 327, 337.
Anonim Tevârîh-i Âl-i Osman (nşr. F. Giese, haz. Nihat Azamat), İstanbul 1992, s. 5, 8.
Yazıcızâde Ali, Târîh-i Al-i Selçûk, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1390, vr. 27a-b.
Ayn Ali, Kavânîn-i Âl-i Osmân, s. 42.
Koçi Bey, Risâle (Aksüt), s. 26, 40.
Şikârî, Karamanoğulları Tarihi, s. 140.
Ahmed Refik, Anadolu’da Türk Aşiretleri, İstanbul 1930.
Kâmil Su, Balıkesir Civarında Yörük ve Türkmenler, İstanbul 1938.
M. Çağatay Uluçay, XVII. Asırda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul 1944, tür.yer.
Hikmet Şölen, Aydın İli ve Yörükler, Aydın 1945.
İbrahim Gökçen, Saruhan’da Yörük ve Türkmenler, İstanbul 1946.
M. Tayyib Gökbilgin, Rumeli’de Yürükler, Tatarlar ve Evlâd-ı Fâtihân, İstanbul 1957.
Hikmet Çevik, Tekirdağ Yürükleri, İstanbul 1971.
Ali Rıza Yalman, Cenupta Türkmen Oymakları (haz. Sabahat Emir), Ankara 1977, I-II.
Mehmet Eröz, Yörükler, İstanbul 1991.
Faruk Sümer, Oğuzlar (Türkmenler) Tarihleri, Boy Teşkilâtı, Destanları, İstanbul 1992.
Halil İnalcık, The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire Essays on Economy and Society, Bloomington 1993, s. 97-136.
Yörük. Nomadenleben in der Türkei (ed. A. Kunze), München 1994.
Vahid Çabuk, “Yörükler”, İA, XIII, 430-435.
Barbara Kellner-Heinkele, “Yörük”, EI2 (İng.), XI, 338-341.