8 Kasım 2019 Cuma

KUZEY TÜRKLERİ


KUZEY TÜRKLERİ


Altay-Türk dili konuşan halkların önemli bir bölümü, binlerce yıl boyunca Kafkas-Karadeniz steplerine yerleşmişlerdir. Bizanslılar döneminde “Pontic Steppe” veya “Pontic-Caspian Steppe” olarak anılan bu bölgenin ismi Türkolog Prof. M. Zakiev’e göre Türkçe “Pont” kelimesinden gelmektedir. Eski Türkçe “yiyecek dolu, besleyici” anlamına gelen “punte” kelimesinden türetilmiş, Türk dili konuşan halklar Karadeniz’e “yiyecek dolu, besleyici deniz” “Pont Denizi” adını vermiştir. Zakiev, “caucas (kau-kas)” adının da, “beyaz yalçın-aşılması zor kayalıklar”, anlamına geldiğini belirtmektedir.
Pont Denizinin (Karadeniz) kuzeyindeki steplere de Pontic-Caspian Steppe (Kafkas-Karadeniz Stepleri) adı verilmiştir. Bu step bölgesi  “Encyclopedia of Earth” Şef Editörü C. Michael Hogan’ın anlatımıyla; “Sibirya’ya kadar devamlılık gösteren düzlüklerin Kafkas-Karadeniz Stepleri denilen bölümü, Romanya’dan Ural Dağlarına uzanan 383,800 km2’lik bir alanı kapsamaktadır. Bu ekolojik bölge ılıman iklimli çok geniş otlaklar, çayırlar ve fundalık alanlardan oluşmakta, bu verimli toprakların düzlük olması da, büyük ölçekli tahıl tarımı için çok uygun bir ortam yaratmaktadır. Yunan ve Romalıların da bu steplerle özellikle batı bölümüyle ilgisi, tahıl üretimi ve balıkçılık imkânlarının çok uygun olması sebebiyle olmuştur. Tarımın Bronz çağında başladığı, Yunan ve Romalılar döneminde yaygınlık kazandığı Kafkas-Karadeniz steplerini bölen önemli nehirler de yer almaktadır. Bu bölgenin kuzeyinde Doğu Avrupa ormanlık alanı yer almakta olup, bu bölgenin de bazı kısımları otlaklık bazı kısımları da ormanlık alanlardan oluşmaktadır.” [C. Michael Hogan, The Encyclopedia of Earth]
C. Michael Hogan’ın anlatımından görüldüğü üzere hayvancılık ve tarımsal faaliyetler için çok uygun bir bölge olan Kafkas-Karadeniz stepleri Türk dili konuşan halkların en gözde yerleşim yerlerinden biri olmuştur.
Bu alanların hayvancılık yanında tarımsal üretime de son derece uygun olduğu ve nitekim Bronz çağından beri de tarımsal üretim yapılan bu bölgede yaşayan Türk boyları da, eski çağlardan beri sadece hayvancılık değil çiftçilik faaliyetlerini de sürdürmüşlerdir.
Osmanlıların tarımsal ürün ihtiyacını karşıladığı Rumeli’nin kaybedilmesinden sonra da Kafkas-Karadeniz steplerinden göç eden halk Osmanlının tarım ürünleri ihtiyacının karşılanması amacıyla özellikle Eskişehir, Ankara, Bursa, Balıkesir ve Konya’daki mera olarak kullanılan saray ve evkafa ait arazilere yerleştirilmişler ve işlenmeyen bu toprakların tarıma açılması ve göçmenlerin birlikte getirdiği tohum, fide, yeni tarım yöntemleri ve araçları (özellikle at ve pulluk ikilisine dayanan tarla tarımı) sayesinde 1893-1911 yılları arasında Eskişehir, Ankara ve Konya’da elde edilen tahıl, sebze ve meyve miktarı 10 misli artış göstermiştir. [Selahattin Önder, “Osmanlı Döneminde Eskişehir’e Göçler”, Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Dergisi, 2005]
Not: At kültürünün Anadolu’da, tarihin çeşitli dönemlerinde çeşitli Türk boylarının Anadolu’ya yerleşmeleri ile birlikte, özellikle, atlı askeri birlikler ile yolcu ve ticari taşımacılık gibi alanların ihtiyaçları için özenle sürdürüldüğü görülürken; Anadolu’da tarla tarımında kullanılan karasaban teknolojisinin ata uygun olmaması, bağ-bahçe tarımında ata ihtiyaç duyulmaması ve bireysel at yetiştirme hakkının sadece Bey’lere tanınması gibi nedenlerle Anadolu’da at yetiştiriciliğinin sınırlandırıldığı, bunun yerine büyükbaş hayvan üreticiliğinin öne çıktığı, bunun da tarla tarımında ileri dönemlerde ortaya çıkan ve büyük çapta üretim artışı sağlayan at–pulluk ikilisine dayanan teknolojiye geçilmesini geciktirdiği anlaşılmaktadır.
At-pulluk tarımının Anadolu’ya getirilmesi sürecine benzer şekilde, Avrasya’nın çeşitli bölgelerinden Anadolu’ya yerleşen Türk boyları da geldikleri bölgelerin çeşitli tarımsal ürünleri ve yetiştirme tekniklerini Anadolu’ya getirmiştir. Örneğin; Orta Asya-özellikle Afganistan tarımında önemli bir yer tutan Haşhaş tarımını Anadolu’ya getirenlerin Eskişehir, Kütahya, Afyon… gibi bölgelere yerleşen Kushan, Akhun, Tokar, Türkmen boyları olduğu anlaşılmaktadır. Söz konusu illerin mutfaklarının da, yoğurtlu-sütlü ve tarhana çorbaları, tuzlu topak tereyağı ile et yemeklerinin göçebe-Türk mutfağına dayandığı, meşhur haşhaşlı çöreklerinin de mutfakları içinde önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bu bölgelerde yerleşik Türklerin istisnasız tümünün dilindeki “kapıyı begit” (pek-it, sıkı kapat) gibi eski Türkçe deyimlerin kullanılması yanında kullandıkları “Gari” sözcüğünün de Afganistan-Kuzey Hindistan/Pakistan bölgelerinde de kullanılması dikkat çekmektedir. “Gari” sözcüğü “Bari” sözcüğü ile aynı anlamdadır. Her ikisi de, eski Türkçe “Bar” günümüz Türkçesinde “Var” ve “Olmak” sözcükleriyle alakalıdır. “Gidelim Gari=Gidelim Bari” – “Gitseydin Gari=Gitseydin Bari” gibi Özne, Fiil, Niyet, İhtimal, Soru, Zaman Kipi gibi birçok halin çok pratik bir anlatımıdır.
Söz konusu bölge ile ülkemizin büyük bir bölümünün mutfağında yer alan ve Tarkan, Tarhan, Taran ismine dayanan Tarhana (Kıpçak telaffuzu ile Tarana) çorbasının da, Aral stepleri ile Afganistan hattında yaşayan Batı Göktürk boylarına dayandığı anlaşılmaktadır.
Yine, ilk uygulamaları Sibirya’da başlayan ağaç ev mimarisinin Anadolu’daki uygulaması olan Osmanlı ev mimarisinin, mutfaklarında Tarhana-Tarana çorbası olan coğrafyalarımızla da büyük ölçüde çakıştığı da görülmektedir. Aynı ev mimarisine sahip olmakla birlikte mutfaklarında Tarhana Çorbası olmayan yerleşim yerlerinde yaşayan Türklerin ise, Göktürkler dönemi öncesi veya sonrası dönemlerde Anadolu’ya yerleştiklerinin ya da yerleştikleri bölgelerde bol olan tarımsal ürünlerle ilgili yemeklere yöneldiklerinin anlaşılmasını sağlamaktadır.    
Kızılcık Tarhanası gibi çeşitli türleri olan Tarhana çorbasının, çeşitli web sitelerinde, dar-hane, terḫāne gibi Farsça kelimelere dayandığı açıklamalarına rastlanmaktadır. Tarhana çorbasının, Dar, Ter kelimeleri ve Han köküne dayanan Hane gibi, tümü öz Türkçe olan sözcüklerin Farsça terkiplerinden ibaret olan dar-hane, terḫāne sözcüklerine dayandığı biçimindeki biri diğeriyle çelişen açıklamaların; “Ankara adı” konusunda oluşturulan kurguların bir benzeri mahiyetinde olduğu görülmektedir.    
Özetle; Tüm Türk coğrafyasında tarımsal alet ve ürünlerin isimlerinin Türkçe kökenli olması, Türk Mutfağında gerek tarım gerekse göçebe kültürünü gösteren çorba, çörek, börek ve etli yemeklerin ağırlığı ile ev mimarileri gibi konuların Türklerin Sovyet tarihçilerinin yazdığı tarih kitaplarında belirtildiği gibi iç Asya’nın derinliklerinden birkaç yüzyılda bir gelen sonra buharlaşan göçebe ve transit halklar olmadığını, binlerce yıldır tarım dâhil ekonomik faaliyet alanlarının tümünde faaliyet gösterdiklerini kanıtlamaktadır.
Bu derlemede de, Türklerin tarihi ile ilgili yeni araştırmaların özetlenmesine Kuzey Türklerinden başlanmasının temel sebebini; giriş bölümünde belirtilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi Merkez Komitesinin (1944 Decree of the Central Committee of the All-Union Communist Party (Bolsheviks) of the USSR) 1944 yılı Kararları sonucunda Türk tarihinin, özellikle Hint-Avrupa dilinin konuşulması dönemine ara verdiklerini ileri sürdükleri Kafkas-Karadeniz steplerinin yerli halkları olan Türk dili konuşan halkların sürülmesiyle bu steplerde Hint-Avrupa dilinin sürekliliğinin sağlandığı propagandası doğrultusunda, Kafkas-Karadeniz, Doğu Avrupa ve Balkan Türkleri tarihinin kurguya dayalı olarak yeniden yazılmış olması oluşturmuştur.
Kafkas-Karadeniz stepleri, Doğu Avrupa ve Balkan tarihi ile ilgili son 3.000 yılı kapsayan yazılı kaynaklarda yer alan ve tarih içinde; Hunlar, Kimmerler, İskitler/Sakalar, Taurlar, Traklar, Sarmatlar, Alanlar, Bulgarlar, Göktürkler, Avarlar, Hazarlar, Oğuzlar, Kangarlar/Peçenekler/Boşnaklar, Kıpçaklar/Kumanlar genel adları ile anılan Türk dili konuşan halkların kurdukları Birlikler ile ilgili kısa ve öz bilgilere geçmeden önce, kısaca Ural Halkları olarak adlandırılan halklarla ilgili temel konulara da aşağıda yer verilmiştir.

URAL HALKLARI

 Kuzey Sibirya’da ortaya çıkan ve ilk ortaya çıktıkları zamanlardan itibaren Türklerle yan yana ve iç içe yaşayan ilk halk olan Ural halklarının, Türk tarihi içinde çok önemli yerlerinin olduğu, Sibirya’dan itibaren de karşılıklı etkileşim içinde oldukları Türk dili konuşan halklarla çok uzun bir tarihi süreç boyunca kader birliği yaptıkları görülmektedir.
Günümüzde Finlandiya ve Estonya ülkeleri halkları ile Sami, Komi, Khants (Ostyak), Mordvin (Erzya, Mokhsa) ve Udmurt gibi Rusya’da yaşayan halklara Ural- halkları denilmektedir. Bu halkların yüksek oranda taşıdığı gen grubuna (Y- Haplogrup-N) ismi verilmiştir. Bu halkların konuştukları dil ailesine Ural dil ailesi adı verilmektedir.
Letonya ve Litvanya halklarının da, Ural (N) Y- Haplogrubunu yüksek oranda taşımaları nedeniyle Ural halkları olarak kabul edilmektedir. Ancak Letonya ve Litvanya halklarının dili ise Ural dili olmayıp, farklı bir Baltık dilidir.
Macaristan halkının durumu ise bambaşka olup, Ural (N) Y- Haplogrubunu %1 oranında taşımalarına rağmen, Ural dilinde konuşmalarından dolayı Ural halklarından sayılmaktadır.
Eurocentristler tarafından anayurtları Altay-Sayan dağları veya Orta Asya olarak kabul edilen Fin-Ugr tarihçilerine (Macar ve Finlandiya) ana-yurtlarını kendi çalışmaları ile belirleme hürriyeti tanınmış ve Fin-Ugr’lar da eskiden sadece Avrupa kavimlerinin yaşadığı iddia edilen Uralların ormanlık alanlarını anavatanları olarak açıklayabilmişlerdir. [ M. Zakiev, 2002]
Gen araştırmaları da, yukarıda haritada da görüldüğü gibi, (N) Haplogrubu taşıyanların Kuzey Sibirya kutup çizgisine yakın bir hatta ortaya çıktıklarını ve Uralların ormanlık alanlarının ilk yerlileri olduklarını teyit etmiştir.  
Prof. M. Zakiev, Türklerin, Ural halklarını tanımlamak için  ‘Ugr’ veya ‘Ugric’ gibi sözcükleri yerine Türkçe dil yapısına uygun bir şekilde “Ugor” sözcüğünü kullandıklarını, Fin-Ugr tarihçilerinin de/ise  (Macar ve Fin) Ugor isminin tüm Ural halklarını kapsamadığını, sadece Fin ve Macarlar için kullanılabileceğini kabul ettiklerini belirtmektedir. 
Sonuçta, Ural Halkları; Konuştukları dillere göre Fin-Ugor, Ural-Ugric ve Baltık dili olmak üzere üç başlık altında ele alınmaya başlanmıştır.
Çok eski zamanlarda, Kuzey Sibirya’da Ural dağları civarında ortaya çıkan söz konusu halkların bir kısmı batıya İskandinavya Baltık Denizi kıyılarına yerleşmiş, bir kısmı güneye doğru ilerlemiş, hemen hepsi Türk boylarıyla yan yana yaşadığından bazıları Türk dili konuşan halklar haline gelirken (örneğin %85 oranında Ural (N) Y- Haplogrubu taşıyan Sibirya’daki Yakutlar), bazı Türk boyları da (örneğin Mari, Mordvin ve Komiler) Ural dili konuşan halklar haline gelmiştir.
Özellikle, Kuzey Urallara yakın bölgede yaşayan Türk boylarının, Ural dili konuşan halklar haline geldiği görülürken, Ural-Altay dağları arasında kalan Sibirya halkların (Örneğin Yakutları) Türk dili konuşan halklar haline geldikleri görülmektedir.
Soğuk bölgeleri tercih eden (N) Y-Haplogrubu taşıyıcısı Ural dili konuşan halkların batıya ilerleyen kısmı, İskandinavya Baltık Denizi kıyılarındaki bugünkü Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya ülkeleri ile Sami halklarını oluşturmuştur

Sibirya-Altay HaplogruplarıSibirya-Ural HaplogrubuToplam Ural Altay
R1
(%)
Q
(%)
P
(%)
N
(%)
 
(%)
Finlandiya126375
Sami154762
Estonya464086
Litvanya414283
Letonya554398

Finlandiya dili Fin-Ugor, Estonya ve Sami halklarının dilleri ise Ural-Ugric dil grubunda sayılmaktadır. Ural (N) Y- Haplogrubunu yüksek oranda taşımaları nedeniyle Ural halklarından oldukları kabul edilen Letonya ve Litvanya halklarının dili ise farklı bir Baltık dili olarak kabul edilmektedir.
Letonya dili konusunda, Galina Shuke “Were the Latvians Türks?” [Daugavpils, 2010, ISBN 978-9984-49-046-5] isimli 50 sayfalık makalesinde;
Türklerin MÖ 900 yıllarında Baltık denizi kıyılarına geldiğini ve Baltık dillerinden Latvia (Letonya) dilinin Türk dili hem de Oğuz Türkçesi temeline sahip olduğunu” açıklamaktadır. Gen araştırmaları da bunu desteklemekte, Baltık halklarının Ural-Sibirya (N) Y-Haplogrup yanında yüksek oranda Altay-Sibirya Y- (R) Haplogrubu taşıdıkları görülmektedir.
Ural halklarının İskandinavya ve Baltık denizi bölgesine ilerleyen bölümü, 1155 yılında, Viking döneminin ardından kurulan İsveç Krallığına katılmışlardır. Finlandiya’nın en eski şehri 13.yüzyılda kurulan “Turku” şehri olup, “Turku Rahibi” olarak anılan Rahip Mikael Agricola’nın çalışmalarıyla 1554 yılında Protestan Hristiyanlığı benimsemişlerdir.
1700-1721 yılları arasındaki Büyük Kuzey Savaşları denilen İsveç Krallığı ve Rus Çarlığı arasındaki savaşlara, İsveç Kralının yardım istemesi üzerine, Osmanlı İmparatorluğu da dâhil olmuş, Osmanlılar Rusları Prut Savaşında yenmesine rağmen, 21 yıl süren Büyük Kuzey Savaşları sonucunda İsveç ordusu dağılmış olduğundan süreç içinde bölge Rusların denetimine geçmiştir. Rus Çarlığının yıkılması sırasında Finlandiya bağımsızlığını kazanmış, Sovyet Rusya’nın dağılması sırasında da Estonya, Letonya ve Litvanya bağımsızlıklarını kazanmıştır.
Ural dili konuşan halkların bir kısmı da, zaman içinde güneye doğru ilerleyerek Batı Sibirya ve bugünkü Rusya’nın Avrupa bölümünün merkezini oluşturan bölgesine yerleşmiştir.
Udmurt, Mari, Komi ve Khants halkları ile Rusların Karatay dediği Mordvin-Erzya- Mokhsa halklarını oluşturmuşlardır. Bu halklar, Merkez Rusya’nın yerli halkları olarak kabul edilmektedirler.
Yüksek oranlarda Ural-Sibirya (N) Y-Haplogrubu ve önemli oranlarda Altay-Sibirya (R1) Y-Haplogrubu taşıyan bu halkların, bazıları da çok az miktarda İskandinav-Avrupa (I) Y-Haplogrubu taşıyıcısıdır.
Udmurtlar, Komiler, Mariler ve Karataylar (Mordvin-Erzya-Mokhsa) Ural-Ugric dili, Khants’lar ise, Fin ve Macarların dil grubu olan Fin-Ugor dili konuşmaktadır.
Prof. A. Klyosov, Mari, Karatay ve Komilerin eskiden Türk dili konuştuğunu belirtmektedir.

Sibirya-Altay HaplogruplarıSibirya-Ural HaplogrubuToplam Ural Altay
R1
(%)
Q
(%)
P
(%)
N
(%)
 
(%)
Udmurts138598
Khants2377100
Karatay-Erzya-Mokhsa392069
Mari405090
Komi493685
Antik çağlarda sosyal ve siyasal örgütlenme biçimi olarak kabile örgütlenmesi biçiminde yaşayan bu halklar, bölgede kurulan tüm Türk dili konuşan halkların kurduğu Konfederasyon ve Devletler içinde yer almışlardır.
Gen araştırmaları, Anadolu Türklerinin de %4’ünün Sibirya-Ural (N) Haplogrubu taşıdığını göstermektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder