8 Kasım 2019 Cuma

GÖKTÜRKLER


GÖKTÜRKLER


I. Göktürk Kağanlığının kurucusu Bumin Kağan, Kağanlığın Batı bölgesinin yöneticisi kardeşi İstemi, II Göktürk Kağanlığının kurucuları güçlü lider ve başkomutan İlteriş ve oğlu Bilge Kağan ile (4) Göktürk Kağanına yabguluk ve başkomutanlık yapmış Tonyukuk ve yine ünlü başkomutanlardan Kül Tigin hakkındaki bilgilere, Orhun Yazıtları olarak adlandırılan taş yontma kitabelerden ulaşılmıştır.
Çin kaynaklarına göre Göktürkler, Hun neslindendir.[Bichurin N.J. 1950; Aristov N.A. 1896, 290]
Hunlar bölümünde anlatıldığı üzere, Prof. M. Zakiev, Hun İmparatorluğunun sona erdiği fikrine katılmamaktadır. MS 552 yılında Susan/Jujan’ları deviren Hun neslinden gelen Bumin Kağan, Hun topraklarının yönetimini üstlenmiş, Göktürk Kağanlığı adı altında Hunlar yeniden Avrasya’nın hâkim gücü olmuştur.
Göktürk Kağanlığı kuruluncaya kadar boy isimlerini kullanan Saka-İskit/Hun kabileleri olarak anılan Türk dili ailesine giren diller konuşan halklar, I.ve II. Göktürk Kağanlığı dönemiyle birlikte Türk adını kendi boy isimleriyle birlikte kullanmaya başlamışlar, İslami Hilafet Devletleri zamanında da Müslüman Araplar tüm Türk dili konuşan halkları Türk adıyla anmış, 11 yüzyılda da Karahanlı Türklerinden Kaşgarlı Mahmut  “Divan Lügat-it-Türk” adlı eserinde Türk dili konuşan tüm halkları Türk olarak adlandırmıştır. [Prof. M. Zakiev, 2002]
Hun İmparatorluğunun, Göktürk Kağanlığı adı ile yeniden ortaya çıkması, bir taraftan Güney ve Kuzey Türklerinin yeniden aynı Devlet çatısı altında toplanmasını sağlarken, diğer taraftan Göktürklerin baskısıyla da olsa, Kuzey Türklerinde de hareketlenmeye yol açmış ve Avrupa Hun İmparatorluğunun da 100 yıl sonra yeniden canlanmasını, Avrupa Hun topraklarının önemli bir kısmında Avar Kağanlığının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Çeşitli tarihçiler Göktürklerin tarihi ile ilgili anlatımlarını kendi tarih anlayışları doğrultusunda anlatmaktadır. Örneğin, Göktürk Kağanlığının dağılmasını müteakiben ortaya çıkan Oğuz Yabgu Devleti nedeniyle o bölgedeki varlıkları üstü örtülemez/görünür hale gelen Oğuzların, o bölgeye Altaylardan gelerek 7.yy’dan itibaren yerleşmeye başladıkları, bir başka deyişle, bütün Türklerin MS 5.yy’dan sonra ortaya çıktığı hikâyesini destekleyen bir tarihten başlatarak anlatmaktadır.
Hâlbuki Oğuzlar, yazılı tarih zamanlarındaki kayıtlardan bilindiği üzere Kimmer ve İskitler zamanından beri bu bölgede ve Kafkas-Karadeniz steplerinde yaşamaktadırlar. Prof. M. Zakiev, tarihi kayıtlarda Sarmatlar’ın, çeşitli kabilelerden oluştukları ve bunların arasında en önemlilerinden birinin Yazular (Oğuzlar) olduğunu belirtmektedir. Anatole Klyosov, Ashkenaz Yahudileri kaynaklarının, İskitleri Ashguzes/Ishguzes olarak adlandırdıklarını, bunların Türkçe karşılıklarının Az-kişi (As halkı) veya As-guzes (As boyu), Ases anlamına geldiğini belirtmektedir. Bilindiği üzere genelde az/as/uz boyları Oğuz boylarını ifade etmektedir. Yine, Galina Shuke “Were the Latvians Türks?” [Daugavpils, 2010, ISBN 978-9984-49-046-5] isimli makalesinde, Türklerin MÖ 900 yıllarında Baltık denizi kıyılarına geldiğini ve Latvia (Letonya) dilinin Türk dili hem de Oğuz Türkçesi temeline sahip olduğunu 50 sayfalık makalesinde dil bilimi yöntemleriyle açıklamaktadır.  Hal böyleyken, Eurocentrist ve Sovyet Rusya tarihçilerinin esas alınması sonucunda, Oğuzların, Altaylardan gelerek MS 7.yy’dan itibaren Hazar-Aral bölgesine yerleşmeye başladıklarından bahsedilebilmektedir.
Göktürk Kağanlığının dağılmasıyla da, Kırgız stepleri ve Kuzey Türkistan bölgelerini kapsayan topraklarda Kimek, Kıpçak ve Kumanlar ile Oğuzların içinde yer aldığı Kangar Konfederasyonu (MS 659-750), Türkistan’ın doğusundaki topraklarda Türgeş Kağanlığı (MS 699-766) Kafkas-Karadeniz düzlüklerinde Hazar Kağanlığı (MS 618-969) ile Büyük Bulgar Devleti (MS 632-655), Güney Türkistan bölgesinde Karluk Yabgu Devleti (MS 756-940) ve iç Asya’da Uygur Kağanlığı (MS 740-840) ortaya çıkmıştır. Bu Kağanlık ve Federasyonlara bağlı boyların tümünün, asırlar boyunca yaşadıkları bu topraklara MS 5.yy’dan sonra geldiklerini iddia etmek inandırıcı bir tarih anlatımı olmamaktadır.
Sovyet tarihçi Lev Gumilev, Türklerin MS 5. ve 6. Yüzyılda Altay dağları veya Orta Asya civarında ortaya çıktığı, I ve II Göktürk Kağanlığını kurduktan birkaç asır sonra kaybolmalarına rağmen, Türk adı ve dilini birçoğu Türk olmayan halklara miras bıraktıklarını [Gumilev L.N. 1967, 4] ileri sürmektedir. Bu görüşteki tarihçiler, MS 5. ve 6. yüzyıllarda ortaya çıkan göçebe Göktürklerin, Avrasya coğrafyasındaki birçok ‘Hint Avrupa dili konuşan uygar halka’ Türk adı ve dilini kabul ettirmelerini de “Elite Dominance Theory” adını verdikleri teoriyle açıklamaktadırlar. Hâlbuki tarih aksini söylemekte, göçebelerin her hal ve şartta yerleşik-çiftçi toplumların içinde asimile olduklarını göstermektedir. Gen araştırmaları da bunu doğrulamakta, Türklerin Avrasya halkları içinde asimile olmaları-kaynaşmaları sonucunda günümüz Avrasya halklarının oluştuğunu göstermektedir.

Göktürklerin Kurucu Boyu

Dünyada kurulan her eski uygarlığı Hint-Avrupa (Aryan) uygarlığı addeden bazı Eurocentristler, Uygur Tarım bölgesindeki Tokar ile Sibirya-Altay bölgesindeki Pazırık Kültürlerinin Hint-Avrupalılar tarafından oluşturulduğu, Kimmerler-İskitler-Sarmatlar-Alanların hatta Hunların Hint-Avrupalılar olduğu biçimindeki iddiaları yanında, Göktürklerin kurucu kabilesinin de Hint-Avrupalı olduğunu iddia etmişlerdir.
Son yıllarda yapılan tarih araştırmaları ile gelişen gen biliminin tarih alanında da kullanılmaya başlaması sonucunda, bu iddiaların tümünün asılsızlığı ortaya çıkmıştır.
Gen araştırmaları, Asena/Asana/Asina klanının da, Altay-Sibirya-Türk kökenli olduklarını göstermiştir. Asena klanı hakkında çeşitli kurguların yer aldığı Wikipedia “Ashina” sayfasının son nüshalarında (örneğin 27.07.2015 tarihinde sayfa ziyaret edildiği dönemde) yer almamasına karşın, DNA Analiz bölümünün yer aldığı 26 Eylül 2014 nüshasında “Ashina” neslinin (R1) ata-geni (R1a, subclade Z2123 +, subbranch Y2632 + Y2633) taşıdıklarının tespit edildiği belirtilmektedir.
Asena klanının (Q1b) Y-DNA Haplogrubu taşıdığını ileri süren kaynaklara da rastlanmaktadır. Her halükarda Asena klanının Altay-Sibirya-Türk kökenli olduğu anlaşılmaktadır. Göktürklerin Merkez boyu isminin de “Asena” neslinden “Türkut” boyu olduğu Orhun Yazıtlarında da yazılıdır.
Göktürklerin Türk olmadığı iddiasında bulunanların “Asana/Asena/Asina” ismini tartışmaya açtıkları görülmektedir. Böylelikle kendi devletlerine Göktürk ismini koyan Boy’un aslında Türk olmadığını kanıtlamaya çalışmışlardır.
Asina isminin hiçbir Türk kaynağında yer almadığı ve bu ismi ailenin prensleri dışında kimsenin bilmediğinden yola çıkarak başlattıkları bu kurgular konusunda, Japonya Osaka Üniversitesi Antik Türk Tarihi Profesörü Takashı Ōsawa, “A hypothesis on the etymology of the Old Turkic royal clan name Ašina/Ašinas and the transformation process in the early Abbasid period” isimli makalesinde;
Göktürklerin Hanedan ailesinin ismi hakkında çeşitli hipotezlerin bulunduğunu, bunlardan birinin S.G. Klyashtorny tarafından ileri sürülen, Çin formundaki “Asina” isminin Hint-Avrupa (Aryan) kökenli olduğu hipotezi olduğu, bu hipotezi “Asina” isminin Çin kaynakları Zhoushu-50 ve Suishu-84 dışında başka herhangi bir Türk kaynağında yer almamasına dayandırdığını, 1994 yılında ileri sürülen bu iddiadan sonra 1997 yılında uluslararası bir grubun MS 586 yılına tarihlenen Bugut kitabesi adı verilen bir yazıtta “Asinas” ismini okuduğunu, yine MS 821 yılına tarihlenen Karabalgasun kitabesinde “Asinas” ismine rastlandığını, 2006-2008 yıllarında kendisinin de içinde bulunduğu bir grubun Khör-Asgat (Ike-Askhete) isimli antik sit alanında Radloff tarafından da yayınlanan bir kitabede “Asinas” isimini okuduklarını, tüm bunların Klyashtorny’nin teorisinin dayanağının yanlış olduğunu gösterdiğini,
Bunun yanında, “Notes Additionnelles sur les Tu-Kiue (Turcs) Occidentaux” isimli makalesinde É. Chavannes’ in; Abbasi Halifesi Mu’taṣim döneminde (MS 833–842) Türk General “Ašinās al-Turkī” ismine rastlandığını belirttiğini, diğer bir tarihçi P. B. Golden’ın “Irano-Turcica: The Khazar sacral kingship revisited” isimli yayınında, Arap kaynaklarında yer alan Asnas, Asinas, Ansa, Saba, Sana, Saya isimlerinin Göktürk hanedan ailesi “Asina/Asinas” isimlerinin değişik formları olabileceği açıklamalarında bulunduğunu,
Ašïnas sözcüğünün sonundaki (s/as) ekinin de, eski Türk yazıtlarında rastlanan Kangaras ve İsbaras sözcüklerinde de kullanıldığı gibi çoğul eki de olabileceğini,
(Not; S.G. Klyashtorny tarafından ileri sürülen, “Asina” isminin Hint-Avrupa kökenli olduğu biçimindeki hipotezinin dayanağının yanlışlığını gösteririken Takashı Ōsawa’nın da yeni bir yanlış ihtimal-hipotez ileri sürdüğü görülmektedir. Şöyle ki; Kangar+as, İsbar+as sözcüklerinde kullanılan “s/as” ekleri çoğul eki olmayıp, (s, as) ekleri As-ia, As-ya = As’ların ülkesi” açılımında olduğu gibi “As” anlamında, Asyalı anlamındadır.)
Profesör Takashı Ōsawa devamla; Kendi morfolojik değerlendirmesinin Çin formunda “A-ši-na” kelimesinin Göktürk aristokratlarının Sogdian alfabesi ve dilini de kullanmalarından dolayı bu kelimenin İrani dillerin ses uyumuna uymaması nedeniyle Sogdian ses uyumuna uydurularak “ašinas” olarak yazıldığını,
Çin kaynaklarında, A-ši-na teriminin, Türklerin kadın soyunun ismi olduğunun da belirtildiğini, bu kapsamda eski Çin kaynaklarında Hunların kadın soyunun da “´ât-zie” olarak yer aldığını, bu kelimenin türemiş formlarının  *aš eš, *azhi / *ezhi < *ašïn / ešin ve *azhïn / *ezhin olduğunu, bunların tümünün de Altay dili karakteri taşıdığını belirtmektedir.
Bu tür hipotezlerin sürekli bir diğerinin geçersizliğini göstermeleri dışında, birçok tarihi kaynakta As/Asena/Asana sözcüklerinin Türklerle birlikte anıldığı görülmektedir. Örneğin;
  • İskenderiye’de MS 1.yy’da yaşamış bilim adamı ve coğrafyacı Ptolemy, dişi Kurt’un emzirmesiyle hayatta kalan bir liderin neslinden geldiğine inanan “As-man” isimli bir halkın Volga/İdil nehrinin doğusunda yaşadığını yazmaktadır. [Ptolemy VI, 14, 177 CE]
  • Anatole A. Klyosov, Ashkenaz Yahudileri kaynaklarının, İskitleri ve Kimmerleri Ashguzes/Ishguzes olarak adlandırdıklarını, bunların Türkçe karşılıklarının Az-kişi (As halkı) veya As-guzes (As boyu) anlamına geldiğini belirtmektedir.
  • M. Zakiev, MÖ 1.yy Çin kaynaklarında, Türklerin atalarının isminin “Asana” olarak belirtildiğini ve bu ata klanın, soylu anlamına gelen Çin’ce ‘guychjun’ kelimesi ile birlikte anıldığını [Süetszun Chjen, 1992. Türkic History, Pekin, 808 Pp.] açıklamaktadır.
  • Zeki Velidi Togan, Timurlenk’ in kabilesi Barulas (Barula-as = Barlas) kabilesinin de “as” kabilelerinden olduğunu, ‘Barula’nın erdemli anlamına geldiğini belirtmektedir.
  • Türklerin Türeyiş Efsanesinin anlatıldığı Tibet kaynaklarında, “Antik Türklerin atalarının bir komşu kabilenin baskınına uğraması sonucunda 10 yaşında bir çocuğun sağ kaldığı, bir dişi Kurt’un bu çocuğu düşmanlarından koruduğu ve bir mağarada sakladığı, dişi Kurt’un 10 erkek yavrukurt doğurduğu, dişi Kurdun kurtardığı çocuğun da, bu Kurt ailesinin ismi olan “Asena” ismini alarak bu yavrukurtların lideri olduğu” anlatılmaktadır.
  • Antik çağlarda Türk dili konuşan halkların, Kurt’u iyi bir alamet/işaret olarak kabul ettiği, Hunlar, Göktürkler, Uygurların ‘Kurt’u bir amblem olarak kullandığı, Oğuz Kağan Destanında da ‘Kurt’un yol gösterici/rehber olarak yer aldığı görülmektedir.

Göktürk İsmi ve Gökbayrak

Eski Türkçe’de en çok kullanılan seslerden biri olan “Q” sesi, Türkçe diyalekt ve şivelerde yerine göre; bazen “K” bazen “Kh ve H”  bazen de “G” olarak ifade edilmekte veya okunmaktadır. Bu nedenle de, Han/Khan/Kaan, Angara/Ankara, Göktürk/Köktürk telaffuzları veya okumalarının ortaya çıktığı görülmektedir.
Günümüz Oğuz Türkçesinde Gök ve Kök okumaları/telaffuzları net iken, eski Türkçe dilinde, Gök ve Kök sözcüklerinin söylenişi, ince bir telaffuz farkıyla aynıdır. Cümle içinde, bu ince telaffuz farkıyla yerine göre kökü anlatmak, yerine göre göğü anlatmak için kullanılmıştır.
Her şeyin tanrının (Göklerdeki Tengri’nin) eseri olduğuna inandıklarından, kurdukları Devlete de Göktürk isimini vermişlerdir. Kurt başı amblemli Gök renkli bayraklarında da; hem eski Türklerdeki Gök Tanrı inancı, hem de Türklerin türeyiş efsanesi anlatılmakta, hem göğe hem köke atıfta bulunulmaktadır.
“…Gök tanrı inancı dünyanın en eski tek tanrılı inancı olup, bu inanca göre tanrı göklerde oturmakta, bu nedenle Türk dili konuşan halklar için, Turkuaz (Turquoise) rengi kutsallığın sembolü ve yaratanın sürekli hatırlatıcısı olarak kabul edilmiştir…”
[H. B. Paksoy, University of Oxford]
Göktürkler dönemi ile birlikte Türk dili konuşan halklar sadece Türk adını değil, Göktürklerin Gökbayrağını da benimsemişlerdir. Tarih içinde Göktürkler, Hazarlar, Selçuklular, Akkoyunlular, Karakoyunlular, Timurlular, İdil-Ural Devleti ve Doğu Türkistan Cumhuriyeti Devlet bayrağı olarak Gökbayrak kullanmışlardır. Günümüzde de Gagavuzlar, Uygurlar, Irak Türkmenleri ve Kırımlılar Gökbayrak kullanmakta, Türkmenistan Turkuaza yakın bir renkte, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kabardin–Balkar, Karaçay-Çerkesya, Başkurtistan, Karakalpakistan, Nahçıvan, Dağlık Altay, Tuva, Yakutistan bayraklarında da gök rengi hâkim renk konumunda bulunmaktadır.
Türkler için gök rengi yanında Ar-al, Al-tay, Ur-al isimlerinden de görüldüğü gibi, Al rengi de çok önemlidir. Türk bayraklarının ya al renkli ya gök renkli olması bile tarihe ışık tutmaktadır. Günümüz Anadolu Türklerinin Al Bayrağının rengi şehitlerimizin kanını, Hilali Bağımsızlığı, Yıldızı da Şehitlerimizi temsil etmektedir.

Kurt Mitolojisi

Tarih içinde çeşitli Türk boylarının, çeşitli zamanlarda çeşitli coğrafyalarda çok farklı semboller kullandıkları, bunların içinde bazı boyların güneş sembolü, bazılarının Aslan, bazılarının Kurt, bazılarının Boğa, Şahin, Kartal, bazılarının ana geçim kaynakları olan Koyun sembolünü de kullandıkları, hatta her boyun, boylar içindeki bölüklerin bile ayrı ayrı sembolleri, tuğları olduğu bilinmektedir. Türklerin böyle konuları günümüzdeki siyasi partilerin kullanmalarındaki veya bir spor kulübü arması mahiyetinde gördükleri sayısız örnekten anlaşılmaktadır. Bir taraftan da, bunlara bazı anlamlar yükledikleri de görülmektedir.
Bu bağlamda, Kurt mitolojisinin, Türklerin Türeyiş Efsanesi yanında Avrasya tarihinin anlaşılması için önem taşımakta olduğu da görülmektedir. Türk dili konuşan halkların Asya, Avrupa, Amerika ve Afrika kıtalarına yayıldığı ve çeşitli halkların oluşumuna katkıda bulunduğu gen bilimi araştırmaları ile kanıtlanmıştır. Türklerin gittikleri coğrafyalara Türeyiş Efsanesine dayanan “Kurt” mitolojisini de götürdükleri, Türk dili konuşan halkların karışmasıyla oluşan halklarda Kurt mitolojisinin de hâkim mitolojilerden biri haline geldiği belirtilmektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk döneminden bu yana Türk dili konuşan halklarla ilgili oldukları öne sürülen ve Kurt neslinden geldiklerine inanan Roma’nın kurucu kabilesi Etrüsklerle ilgili olarak Cristiano Vernesi ve arkadaşlarının MÖ 7.yy ve MÖ 2.yy Etrüsk iskeletleri üzerinde yaptıkları gen incelemeleri sonucunda, [The Etruscans: A Population-Genetic Study, Am J. Hum. Genet. 2004] Etrüsklerin gen yapılarının en çok Türklere benzediği ortaya çıkmıştır.
Avrupa halklarından Etrüskler gibi Dacian’lar, Celt’ler, Yunanlılar, İngilizler, İrlandalılar, Fransızlar, Sırplar, Hırvatlar, Slovaklar, Macarlar, Romenler, Finler, Kievan Ruslar özellikle İskandinav halkları Vikingler ve Almanlar için “Kurt” çok önemli bir mitolojik unsur olmuştur. Japon araştırmacılar tarafından hazırlanmış ve internet ortamında yayınlanmış olan “Descended from Wolves: Wolf Symbolism Around the World” isimli çalışma ve linkleri yeryüzündeki Kurt mitolojisinin yayıldığı alanları göstermektedir. Aşağıdaki paragraflardaki Kurt mitolojisi ile ilgili özet alıntılar ve haç taşıyan Kurt başlı insan gravürün görüntüsü sözü edilen bu araştırmadan alınmıştır:
24Yunan şehri “Lycopolis” kurtların şehri anlamına gelmektedir. Aynı şekilde Almanya-Wolfsburg şehri kurtların şehri, “Frau” ve “Fraulein” Asena (dişi kurt) anlamındadır. İskandinav, Anglo-Sakson ve Alman halklarının, Kurtla alakalı olan baş tanrıları “Odin”in neslinden geldiklerine ilişkin efsaneleri bulunmaktadır. Norveç/Viking “Valhalla” mitolojisi kurt savaşçılarla ilgilidir. Almanya gibi Fransa’da özellikle Gaul’da kurda dönüşme efsaneleri bulunmaktadır. İngiltere’de Druid kültürü de bu kapsamdadır. Hitit dilinde Alman sözcüklerine benzer, ‘daos’ gibi kurtla ilgili sözcükler bulunmaktadır. Almanlar bu sözcüklerden dolayı bir dönem Alman-Hitit bağını araştırmış, ‘daos’ sözcüğünün Dacian ismiyle alakalı olduğu, Hititlerin Dacian-Celt’lerin bir bölümü olduğu anlaşılmıştır. Kurt kardeşliği fikri Celt, Dacian, Druid ve Gotlar tarafından Alman halklarına aktarılmış ve Osmanlılara karşı Avusturya, Macaristan ve Romanya’nın direnişleri, aralarında kurdukları kurt kardeşliği fikrine dayanmıştır. Litvanya’nın başkenti “Vilnus”, Grand Dük Gediminas’ın rüyasında demir bir Kurt’un uluduğunu gördüğü bölgede inşa edilmiştir.
Hırvatların, bir askerin bir dişi Kurt ile evlenmesi ve iki çocukları olması ile ilgili efsaneleri vardır. St. Patrick, İrlanda’ya Hristiyanlığı yaymaya gittiğinde büyük bir topluluğun kendisine karşı kurtlar gibi uluduğunu anlatmaktadır. Hristiyanlıkta “Koyun” sadakatin sembolü olarak kabul edildikten sonra “Kurt”un şeytanı temsil ettiğinin kabul edilmeye başlanmasına rağmen, Ortodoks kiliselerinde Kurt başlı insanların haç taşıdığı gravürlerle bazı halkların (Romanya/Dacia) Hristiyanlaştırılmaları sağlanmıştır.
Antik Mısır’da “savaş tanrısı” anlamına gelen, bazı araştırmacılar tarafından ise Ordunun ilerlemesi için önündeki zorlukları temizleyen bir anlamda Oğuz Destanında olduğu gibi rehber anlamını taşıdığı belirtilen “Wepwawet” isimli kurt başlıklı savaşçılar firavunların av arkadaşıdır. “Wepwawet”in oğlu olan “Asyut” da antik Mısır tanrılarındandır. “Set” adlı tanrının oğlu Çakal ise, ölüme/yeraltı dünyasına giden yolu açandır. Antik Mısır gravürlerinde “Wepwawet” çiziminin “beyaz veya boz kürkle” ve askeri kimliğini gösteren elinde taşıdığı askeri bir aletle çizilerek Çakal çizimlerinden farklılaştırıldığının görüldüğü belirtilmektedir.
Amerika yerlilerinde de Kurt mitolojisinin daha çok Oğuz Kağan destanında olduğu gibi yol gösterici-rehber anlamında kullanıldığı görülmektedir. Kuzey Amerika yerlileri için “Sirius” yıldızının ismi (yol gösterici)  “Kurt Yıldızı”dır. Antik Meksika’da insan kurban etme törenlerinde kurban edilen insanlar, tanrılara giden yolu göstermesi için kurtlarla (rehber) beraber gömülmüştür. Güney Amerika Peru’da halüsinasyon etkili maddelerle kurda dönüşme seansları gerçekleştirilmektedir. Alaska yerlilerine göre de Kurt bir rehberdir. Bazı yerli kabileleri deniz kadını “Nuliayuk”un evinin Kurtlar tarafından korunduğuna inanmaktadır. Navajo’lar ise Kurt başlığı takmış cadılardan çok korkarlar.
“Kurt” kavramını antik zamanlardan beri en olumsuz kullanan halk ise İranlılar ve İran kültür sahasına giren halklardır. Buna rağmen, Gürcistan’a İranlıların yerleşimi sonrası İran kültürünün etkisiyle olumsuz bir anlam kazandığı görülen “Kurt”un ilk dönemlerinde Kart ve Svan Gürcüleri için olumsuz anlam taşımadığı anlaşılmaktadır. Eski İran dilinde “Gorg” sözcüğünün Kurt, “Gorgan” sözcüğünün Kurtların bölgesi, Gürcü Kralı “Gorgasar”ın Kurt başlı anlamına geldiği, İranlıların Gürcistan’a verdiği “Gorgan” ve “Gorjestān” isminden yola çıkarak Hristiyanların Gürcistan’ı “Georgia” olarak isimlendirdiği belirtilmektedir. Svanlar, Kurtların bir sihir gücüne sahip olduklarına ve bu gücü kullanarak insanları koruduklarına inanmakta ve Kurtları ailenin bir üyesi olarak kabul etmektedir. Kendisi de bir Svan olan Saint George’un Kurt Mitolojisini kullanarak Svanları Hristiyanlaştırdığı belirtilmektedir. Araştırmacılar bütün bunların MS 5.yy’da Gürcistan’da büyük bir kimlik kargaşası bulunduğunu gösterdiği fikrindedir. Gürcistan’a İranlıların yerleşimi sonrası “Kurt” isminin yerini, yine Türkçe bir kelime olan “Aslan” ismi almıştır.
Gürcülerin “Puldu Kaldana” destanında da insana dönüşen Kurtlar, insanlara hayvan dilini öğreten bir konumda olup, olumlu anlam taşımaktadır. İrani dille alakalı sayılan dilleri konuşan halklardan “Kurt”a olumsuz anlam yüklemeyen halklardan birinin de, yolculuğa başlamadan Kurtlara doğru koşmanın iyi şans getirdiğine inanan, Tacikistan ve Güney-Batı Hazar bölgesi Kürtleri olduğu görülmektedir.
“Descended from Wolves: Wolf Symbolism Around the World” isimli makalede anlatılanlardan, İslamiyet öncesi veya İslamiyet’in kabulü sonrasında İran kültür etki sahasına giren Türk dili konuşan halklar için de, Kurt’un olumsuz anlam kazandığı anlaşılmaktadır. Örneğin bu makalede, İran’daki Gilaki (Gelon) kabilelerinin “Kurt” sözcüğünü hiç kullanmadığı ve koyunları yediklerini belirtilerek “Kurt”u İrani sözcük ile Janvar/Canavar olarak adlandırdıkları yer almaktadır. Yine bu makalede anlatılanlardan, Türk dili konuşan zamanla İrani dil sayılan dilleri konuşmaya başlayan Pamir halklarının ise, “Kurt” sözcüğünün Türkçe veya İrani isimlerini bile kullanmadıkları gibi “Kurt”u başka dillerde “lanetlenmiş” anlamına gelen kelimelerle adlandırdıkları belirtilmektedir.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünden sonra İngilizler, Atatürk’ün Kurt Mitolojisini kullandığını belirterek, Cengiz Han’ın Gökkurt neslinden geldiği inancının kökenini, Tibet rahiplerinden sormuş, Tibet rahipleri de, Cengiz Han’ın Kurt mitolojisini Türklerden aldığı cevabını bir mektupla İngilizlere bildirmiştir. Söz konusu mektup internet ortamında yer almaktadır.

Göktürklerde ve Oğuz Destanında Kurt Mitolojisi

Çin kaynaklarında (Book of Zhou), Göktürklerin gök rengi bayraklarında altın renginde Kurt amblemi olduğu, Göktürklerin dişi bir kurdun doğurduğu on çocuktan birinin neslinden geldiklerine inanmaları ve bunun unutulmasını istemedikleri için bayraklarına kurt amblemini koyduklarını söyledikleri yazılıdır.
Çin kaynağının İngilizce tercümesinde Dişi Kurdun rengi İngilizce “Grey” Türkçesi “Gri, Boz” olarak belirtilmektedir. Bu efsane Kurt’un adı “Bozkurt”tur.
25
Türeyiş efsanesindeki efsane kurdun on çocuk doğurduğu, bizzat Göktürkler tarafından on çocuktan birinin Göktürkler olduğu söylendiğine göre, diğer 9 çocuk ta diğer Türk boylarıdır.
Hem Türklerdeki Gök Tanrı inancını hem de Türklerin türeyiş efsanesini işaret eden Göktürk isminin ve Göktürklerin Kurt amblemli Gök Bayrağının, o dönemdeki Türkler için çok şey anlatması, çok şey çağrıştıran bir anlamı olması nedeniyle de dönemin Türk dili konuşan tüm halkları, bu ismi hemen benimsemiştir.
Yine Çin kaynaklarında, Türk boyları birliğinden oluşan Göktürklerin nerede ortaya çıktıkları konusunda dört bölgeden bahsedilmekte, bunlardan birinin de Kuzey Hunları bölgesi olduğu belirtilmektedir. Kuzey Hunlarının bölgesi de Altay-Sibirya bölgesidir.
Eski Çin kaynaklarına göre, Altay dağları bölgesinde yaşayan Kuzey Hunlarının adı önce “So” halkı iken daha sonra Kuman, Kırgız, Chu-kshi ve Türk adı altında dört kabileye ayrılmıştır [Aristov N.A. 1896; Zakiev M.Z. 1977].
Oğuz Kağan Destanında “Karluk” boyuna isim verilme bölümünde geçen olaylar şu şekilde anlatılmaktadır; “Oğuz-Kağan baktı ki, erkek kurt önden gider, Ordunun öncüleri, Gökkurt’u gözler gider. Görünce Oğuz bunu, ne çok sevinmiş idi, Alaca aygırını, çabucak binmiş idi. …Bu dağ buzlarla kaplı, çok büyük bir dağ idi, Soğuğun şiddetinden, başı da ap ag idi.” [Bahaeddin Ögel, Milli Eğitim Bakanlığı – Eğitim Dizisi, “Türk Mitolojisi – I”] şeklinde olayların anlatımı sürmektedir.
Konumuz açısından önemli kısmı ise, Destanın bu bölümündeki olayların geçtiği bölgenin buzlarla kaplı dağlardan oluşan bir bölge olması ve Gökkurt’tan söz edilmesidir. Kısaca, Türk tarihinde “Bozkurtlar” yanında “Gökkurtlar”ın varlığını da göstermektedir.
26
Göktürk Kağanlığının MS 552 yılında kuruluşundan Bilge Kağan’ın MS 734 yılında ölümü sonrasında dağılmaya başladığı dönem, tarihçiler tarafından I. Göktürk Kağanlığı ve II. Göktürk Kağanlığı olarak iki safhada incelenmektedir.

I. Göktürk Kağanlığı:

Susan (Jujan) Hanedanlığı döneminde Asya Hun Konfederasyonunun kabile reisleri arasında yer alan Bumin Kağan, MS 546 yılında Uygur ve Tiele boylarının isyan hazırlıklarının duyulması üzerine Susan (Jujan) hanedanı tarafından isyanı bastırmakla görevlendirilmiş, verilen görevi başarıyla tamamlayan / bazı tarihçilere göre ise isyancı kabilelerin liderlik teklifini kabul ederek isyanı başlatan Bumin Kağan, Susan (Jujan) hanedanı reisini tahrik etmek için kızını istemiş, Asana/Asena/Türkut boyunun Hunların demir ve metal işlerini de yapması nedeniyle “sen benim demircimsin, dengim değilsin” cevabını alması üzerine Susan (Jujan) hanedanını devirmiştir.
Bumin Kağan, “Kağan” unvanıyla kendisini tanımlamış, Devletin adını da “Göktürk Kağanlığı” olarak adlandırmıştır. “Kağan (Khan), baba anlamına gelen Türkçe “Qan” ismi ile alakalıdır.”  [Prof. M. Zakiev, 2002]
Hunlar gibi önceki Türk Devletleri, göçebe konfederasyonu olarak adlandırılan, çekirdeklerinde güçlü bir ailenin yer aldığı kabile reislerinden oluşan bir meclis tarafından yönetilmekte iken, kabile reisleri meclisinin yetkilerini Kağan’ın uhdesinde toplayan yeni devlet düzenine, yarı-merkezi devlet sistemine geçilmiştir. Yine göçebe kabilelere dayanmasına ve uzun yıllar içinde oluşmuş olan törelerin geçerliliği bulunmasına rağmen kabile reisleri meclisinin yetkileri, Kağan’ın yetkileri haline getirilmiştir. Ayrıca, devletin bürokratik işlerini yürütmek üzere Çin’den bu işlerden anlayan insanların getirilmesi bu dönemde başlamış, ipek yolu tüccarlarının ve bağlı devlet haline getirilen doğuda Mançurya, batıda Baktria gibi birçok devletin vergilendirilmesi işlemlerinin düzenli bir biçimde yapılması sağlanmıştır. [New World Encyclopedia]

27
Batı Göktürkleri: Koyu kırmızıyla belirtilen alan etki alanını, açık kırmızıyla belirtilen alan doğrudan Göktürk topraklarını göstermektedir. Doğu Göktürkleri: Koyu maviyle belirtilen alan etki alanını, açık maviyle belirtilen alan doğrudan Göktürk topraklarını göstermektedir.
Yabgu unvanı verilen Bumin Kağan’ın kardeşi İstemi, Kağanlığın Batı bölgesinin yönetimiyle görevlendirilmiş, İstemi, Jujan/Susan ailesinin yanlarına sığındığı Ak Hun Devletine son vermiş, MS 576 yılında Kırım sahillerinde Bizans limanlarına ambargo uygulamış, ordusu MS 590 yılına kadar Kırım yarımadasında ikamet etmiştir. Bu bölgede yaşayan Hazar Türkleriyle yakın ilişkiler kurmuş, Hazar Türkleri Göktürklerin Budun beyi/Uç beyi olmuştur. MS 588 yılında Göktürklere bağlı Devletlerden Baktria nedeniyle Sasanilerle savaşmıştır.
Doğu cephesindeki Göktürkler ise, “Kore Goguryeo İmparatorluğu” ile dostane ilişkiler kurarak aralarındaki ticareti geliştirmişler, Kore Mançuryanın güney bölgesini alırken, Göktürkler MS 581 yılında Kuzey Çin’i vergiye bağlamıştır. [New World Encyclopedia]
Çin’in vergiye bağlanması üzerine, Bumin Kağan’ın çocukları arasında, Çin prensesinden doğmuş oğlunun Çin desteğiyle başlattığı iç çatışmalar, MS 581-603 yıllarını kapsayan bir iç savaşa dönüşmüştür. Batı bölgesinin Yabgusu İstemi’nin ölümü üzerine oğlu Tardu’da kendi Kağanlığını ilan etmiş ve Doğu Göktürklerinin üzerine yürümüştür. Yaşanan iç savaş ortamının Göktürkleri zayıflatması üzerine Çin orduları da savaşa katılmış ve I. Göktürk Kağanlığı MS 603 yılında sona ermiştir. Buna rağmen Ötüken bölgesinde toplanan “Göktürk güçleri MS 609-619 ve MS 620-630 yılları arasında Çin kaynaklarına göre 67 defa Çin topraklarına akın düzenlemişlerdir.” [Grousset, René. The Empire of the Steppes 1970]
Bu dönemde Batı Göktürkleri kendi bölgelerindeki güçlerini korumakta olup, Bizans ile ittifak yaparak MS 628 yılında Sasanilerle savaşa girmiş ve güneyde günümüzde Uygur Tarım Havzası denilen alana kadar topraklarını genişletmiş, batı cephesinde de MS 630 yılında Derbent ve Tiflis’i alarak Trans Kafkasya’yı işgal etmiş, Ermenistan’ı işgale gönderilen Çorpan Tarkan’ın karşısına çıkan geniş Sasani ordularına karşı ani saldırı ve çekilme savaş yöntemlerini kullanarak başarılı olmasına rağmen bir saldırı sırasında ölümü üzerine Göktürkler Kafkasya bölgesinden çekilmişlerdir. [New World Encyclopedia]
Tarkan-Tarhan adı geçmişken milli çorbalarımızdan, Tarkan-Tarhan adlarıyla alakalı Tarhana/Tarana Çorbasından da bahsetmek gerekmektedir. Merkezinde Hazar-Aral-Balkaş steplerinin yer aldığı bir tarafta Kafkas-Karadeniz stepleri diğer tarafta Hindukuş-Tanrı dağları hatları, tarihin başlangıcından bu yana Türklerin merkezi yerleşim yerlerinden ve Mısır ve Mezopotamya’dan sonra tarımsal üretimin başladığı, Mezar Kültürünün (Kurgan Culture) ortaya çıktığı, sayısız Türk boyuna vatan olmuş bölgelerdir. Tarhana çorbasını da Anadolu’ya  bu bölgeden Anadolu’ya yerleşen Türk boyları getirmiştir.
I.Göktürk İmparatorluğunun 603 yılında dağılması sonrasında, Kafkas-Karadeniz steplerinde Batı Göktürkleri ve Hazar Uç Beyliğinin birlikte Hazar Kağanlığını (MS 660-1050),  Kuzey Kafkas-Karadeniz stepleri ile İdil bölgesinde Bulgar ve Batı Hun boylarının Kubrat Kağan liderliğinde Büyük Bulgar Kağanlığını (MS 632-665) kurdukları görülürken, Aral-Balkaş Steplerinde yaşayan Batı Göktürk boyları olan Kangar, Kimek, Kıpçak, Kuman ve Oğuz boylarının da Kangar boyu liderliğinde Kangar Birliğini (MS 659-750) kurdukları görülmektedir.
Kangar Birliğinin doğusunda da, Batı Göktürklerin lider boylarından olan ancak Kül Tigin kitabesine göre Kangarlar’la arası iyi olmayan Türgeşler yaşamaktadır. Bölgelerine gelen Çin kuvvetleri, hem Türgeş hem Kangar Birlikleri karşısında ağır mağlubiyete uğramış ve Çin kuvvetleri bu bölgelere girememişlerdir. Türgeşler de Türgeş Kağanlığını (MS 699-766) kurmuştur.

II. Göktürk Kağanlığı:

Batı Göktürkleri bölgesinden geri çekilmek zorunda kalan Çin, Doğu Göktürk topraklarını 78 yıl boyunca denetimi altına almış, ancak, bu dönemde Ötüken bölgesinde toplanan “…Göktürk güçleri MS 609-619 ve MS 620-630 yılları arasında Çin kaynaklarına göre 67 defa Çin topraklarına akın düzenlemişlerdir…” [Grousset, René. The Empire of the Steppes 1970] MS 603 yılından itibaren Doğu Göktürk topraklarında kısmi hâkimiyet kuran Çinlilere karşı güçlü lider ve başkomutan (Şad)  İlteriş ve kardeşi isyan başlatmış ve MS 681 yılında II. Göktürk Kağanlığını kurarak Doğu Göktürk topraklarında Çin hâkimiyetine son vermiştir.
MS 681 yılından itibaren de 1878 yılında Doğu Türkistan’ı işgal etmesine kadar geçen sürede Çin’in Türk dili konuşulan coğrafyada herhangi bir hâkimiyetinin söz konusu olmadığı görülmektedir. Tarihçiler, çok eski çağlardan bu yana Türk-Çin ilişkilerinin Çin açısından savunma pozisyonunda olmak ve köşeden Türk Dünyasını izlemekten ibaret olduğunu, önce Hunların, ardından Cengizlilerin Çin İmparatoru olduklarını belirtmektedir.
MS 681 yılında II. Göktürk Kağanlığını kuran Göktürklerin, güneyde Çin Seddine kadar adım adım topraklarını genişlettiği, batıda MS 705 yılında Emevî Hilafet Devletinin kontrolündeki Transoxiana sınırlarına dayandıkları, MS 712 ve 713 yıllarında ise, Emevilerle sürdürülen çok sert geçen savaşı Emevilerin kazandığı ve Bilge Kağan’ın MS 734 yılında ölümü ile de, II. Göktürk Kağanlığının dağılma sürecine girdiği görülmektedir.
II. Göktürk İmparatorluğunun dağılmasıyla birlikte de, Batı Göktürk boyları Kimek, Kıpçak, Kuman ve Oğuzların da içinde yer aldığı Kangar boyu liderliğinde Kangar Birliği kendini feshetmiş ve Oğuz Yabgu Devleti (750-1055) ile Kimek Kağanlığı (743-1050) kurulmuştur.
İslami Hilafet Devletinin, İran’da Sasani, Orta Asya’da Göktürk hâkimiyetine son vermesi, aynı kargaşa döneminde Doğu Türkistan’ı işgal eden Çin ordularını mağlup ederek Çin’in kendi sınırları içine çekilmesini sağlaması, İran coğrafyası Türkleri ve Orta Asya Göktürklerinin büyük çoğunluğunun da İslamiyeti benimsemesini sağlamış, Oğuz Yabgu Devletinin de İslamiyeti seçmesi üzerine bazı oymakların Hilafet Devleti tarafından Anadolu’ya iskân edilmeleri, bazılarının da Hilafet Devletlerine asker olarak katılmaları sürecini de başlatmıştır.
II. Göktürk hâkimiyetinin sona ermesinin ardından; Doğu Göktürk boylarından Uygurlar Kutluk Han liderliğinde Basmil ve Karluk Türkleriyle ittifaka girerek iç Asya’da Uygur Kağanlığını (MS 744-840), MS 751 yılında Abbasi Hilafet Devleti-Çin arasındaki Talas savaşına Abbasi Hilafet Devleti yanında katılan Karluk Türkleri de, Güney Türkistan’da, Karluk Yabgu Devletini (MS 756-940) kurmuştur.
Uygur Kağanlığının dağılması üzerine de, bu Kağanlığın yerini, Karahanlılar Kağanlığı (MS 840-1212), Gansu Uygur Devleti (MS 848-1036) ve Budist Qocho Devleti (MS 856-1335) almıştır.
I. ve II. Göktürk Kağanlıklarının dağılması sonrasında gerek Batı Göktürk, gerek Doğu Göktürk coğrafyalarında ortaya çıkan bu Devletler ve Konfederatif yapıların, kendi geleceklerini belirlemeleri zorlaşmış, etnik kimlikler ve ittifaklar yerine dini kimlik ve ittifakların belirleyici olduğu yeni bir dönem de başlamıştır.
İslamiyet ve Hristiyanlığın tüm Avrasyayı yeniden şekillendirecek bir mücadeleye girdikleri ve bu yeni dönemin, Türk dili konuşan halkların da geleceğini belirleyecek bir niteliğe kavuştuğu görülmektedir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder