Melanezyalılar, Bilinmeyen Bir İnsan Türünün DNA’sını Taşıyor
Avustralya’nın kuzeydoğusunda, Güney Pasifik bölgesinde yaşayan Melanezyalıların DNA’sında, daha önce tanımlanmamış ve soyu tükenmiş bir insan türünün izleri bulundu.
Yeni genetik modellere göre bu türün Neandertal veya Denisovalı olması mümkün değil. Üçüncü ve bilinmeyen bir türü temsil eden bu DNA, bu zamana kadar arkeologların gözünden kaçmış olmalı.
Texas Üniversitesi’nden istatistiksel genetikçi Ryan Bohlender, “Bir popülasyonu kaçırıyoruz ya da ilişkiler hakkında bir şeyleri yanlış anlıyoruz.” diyor.
Bohlender ve ekibi, bugün hala modern insanın taşıdığı soyu tükenmiş hominidlerin DNA’sının yüzdesini araştırıyordu ve önceki analizlerde Neandertaller ve Denisovalılar ile genetik olarak karışmamızda uyuşmazlıkların olduğu ortaya çıkmıştı. Tüm hikâyenin bu iki türle kısıtlı olmadığı belirmeye başlamıştı.
Bu temas, türümüzde halen bugün bile bulunabilen bir iz bırakmıştı. Avrupalılar ve Asyalılar kendi genomlarında şüphesiz olarak Neandertallerin gen varyantlarını taşımaktalar.
Ve bu bize bıraktıkları tek şey değil…
Geçtiğimiz yılın başlarında araştırmacılar, Avrupa kökenli insanların Neandertallerden miras aldıkları bazı genetik varyantları araştırdılar. Bu mirasın daha fazla depresyon riski, kalp krizi ve bir dizi cilt bozukluğu da dâhil olmak üzere çeşitli sağlık sorunlarıyla ilişkili olduğu orta çıktı.
Daha sonra yayımlanan ayrı bir çalışmaya göre, modern insandaki genital siğillerin (insan papilloma virüsü olarak da bilinen HPV) Homo Sapiens’e, Afrika’dan çıktıktan sonra Neandertaller ve Denisovalılar ile yaşadığı cinsel aktiviteden sonra bulaştığı anlaşıldı.
Neandertallerle ilişkimiz geniş çapta araştırılmış olsa da, Neandertallerin uzak kuzenleri olan Denisovalılarla nasıl etkileşimde bulunduğumuz çok açık değil.
Neandertaller, fosil kayıtlarında iyi temsil ediliyor, ayrıca Avrupa ve Asya’da birçok Neandertal kalıntısı ortaya çıkarıldı. Ama Denisovalılar hakkında sahip olduğumuz şeyler 2008 yılında Sibirya’da bir mağarada bulunan bir parmak kemiği ve birkaç diş.
Modern insanlar tarafından taşınan Neandertal ve Denisovalı DNA’sının miktarını belirlemek için yeni bir bilgisayar modelini kullanan Bohlender ve meslektaşı, Avrupalılar ve Çinlilerin benzer miktarda Neandertal DNA’sı taşıdığını buldu: yaklaşık yüzde 2,8.
Bu sonuç önceki çalışmalara oldukça benziyor. Avrupalıların ve Asyalıların ortalama olarak, % 1,5 – 4 arası Neandertal DNA’sı taşıdıkları tahmin ediliyordu.
Fakat Denisovalı DNA’sı için, özellikle de Melanezya’da (Vanuatu, Solomon Adaları, Fiji, Papua Yeni Gine, Yeni Kaledonya, Batı Papua ve Maluku Adalarını içeren Güney Pasifik bölgesinin bir bölgesi) yaşayan modern toplumlara geldiğinde işler biraz daha karmaşıklaştı.
Hesman Saey,
“Bohlender’ın hesaplarına göre, Avrupalıların Denisovalı DNA’sı taşıdıklarına dair kanıt yok, Çin’deki insanlar ise sadece yüzde 0,1’e sahipler, ancak Papua Yeni Gine’deki insanlarda DNA’nın yüzde 2,74’ü Neandertal’lerden geliyor.Ve Bohlender, Malanezyalı insanlardaki bulunan Denisova DNA’sı miktarının, diğer araştırmacılar tarafından tahmin edilen yüzde 3 ila 6 değil, yaklaşık yüzde 1,11 olduğunu tahmin ediyor.Denisovalı uyuşmazlığını araştıran Bohlender ve meslektaşları, üçüncü bir hominid grubunun Melanezyalıların ataları ile karışmış olabileceği sonucuna vardı.’’
Bu çalışma, Danimarka Doğa Tarihi Müzesi’ndeki araştırmacıların ayrı bir çalışmasıyla destekleniyor. Bu çalışmada 83 Avustralyalı Aborjin’den ve Papua Yeni Gine dağlıklarından gelen 25 yerliden DNA örnekleri analiz edildi.
Daha önce bildirildiği üzere, bu Yerli Avustralyalıların bugüne kadarki en kapsamlı genetik çalışmasıydı ve dünya üzerindeki en eski sürekli uygarlık olduklarını gösterdi. Tarihleri 50.000 yıldan daha öncelere kadar gitmekte.
Ancak sonuçlar başka bir şeyi de ortaya çıkardı – buradaki DNA’lar Denisovalılara çok benzerdi ancak aradaki mesafe, araştırmacıların buradaki insanların DNA’sının üçüncü ve tanımlanmamış bir türden gelebileceğini önermesine yetecek kadar fazlaydı.
Eske Willerslev şunları söylüyor : “Bu üçüncü insan türüne dair daha somut kanıtlar elde edinceye kadar bunu kanıtlayamayız ve Bohlender’ın tahminlerinin henüz resmi olarak gözden geçirilmediğine işaret etmeliyiz, daha fazla inceleme ile değişebilirler.”
Kanıtlar, eski insanlarla olan etkileşimlerimizin, varsaydığımızdan çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor.
Onları fosil kayıtlarında görmememiz, var olmadıkları anlamına gelmiyor, on binlerce yıl kanıtların korunması kolay değil ve özellikle de birileri onları bulmak için doğru zamanda doğru yerde olmak durumundalar.
Araştırmacılar, en eski toplumların genetik yapısı araştırıldıkça, zengin ve karmaşık tarihimizden alacağımız daha fazla ipucu olacağını umuyor.
Sciencealert. 25 Ekim 2016.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder