İlk Amerikalıların Kıtaya Kayıklarla Geldiği Teorisi Güçleniyor
Meksika, Cedros adasında, ekibinin tuvalet ihtiyacını gidermek için bir yer ararken toprak yolda aracını durduran Matthew Des Lauriers’in içine, özel bir şeye rastladığına dair ilk kuşku tohumu düşmüştü. O zamanlar California Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrencisi olan Des Lauriers, herkesin arabaya dönmesini beklerken son 1500 yılda adada yaşamış olan insanların bıraktığı taş aletleri ve kabuk parçalarını inceledi.
Araştırmasına devam ederken ayağının altında büyük Pismo istiridye kabuklarının, Baja California’nın 100 kilometre uzağındaki dağlık adada daha önce görülmemiş çift kabukluların ezildiğini duydu. Yerleri kirleten taş aletler de oraya ait değildi. Des Lauriers’in adada daha önce bulduğu nizami ok uçlarının ve jilet keskinliğindeki obsidiyenin aksine, bu tırtıklı tabakalar sahilin iri taşlarının arasından atılmıştı.
Matthew Des Lauriers bir sahil taşının, Cedros Adası’nda yaklaşık 13.000 yıl önce yaşamış insanlar tarafından kullanılmış bir tür taş alet olduğunu kanıtlıyor. Bu insanlar tatlı su kaynaklarının yakınlarında yaşaıyor ama denize dayanarak balıklar, deniz memelileri ve deniz kuşlarıyla besleniyorlardı. F: Lizzie Wade
”Ne anlama geldiğine dair en ufak bir fikrim yoktu,” diyor şimdi California State University’de akademisyenlik yapan Des Lauriers. Merakına yenilip test kazısı için alana döndü ve radyokarbon tarihleme için biraz kabuk ve kömür topladı. Radyokarbon tarihlemenin sonuçları için arayan danışmanı, ”Kendine oturacak bir yer bul,” dedi. Des Lauriers’in gönderdiği örnekler, yaklaşık 12.000 ila 11.000 yıl öncesine, yani Amerikalar’a ilk defa insanların gelmesinin üstünden yalnızca birkaç bin yıl sonrasına dayanıyordu.
2004 yılında yapılan bu keşifte herhangi bir anomali görülmedi; o tarihten beri de Des Lauriers 14 arkeolojik alan daha keşfedip ikisinde kazı yaptı ve Cedros Adası’ndaki yerleşim yerini yaklaşık 13.000 yıl öncesine dayandırdı. Oregon State Üniversitesi’nden, 2009 yılında projeye katılan arkeolog Loren Davis de bölgedeki eski kıyı bölgelerinin yoğunluğunun ”Kuzey Amerika’da eşi benzeri görülmediğini” söylüyor.
Cedros Adası’ndaki arkeolojik alanlar, Amerikalar’daki yaygın inanışa ters düşen yerleşim fikrini destekleyen küçük listeyi büyütüyor. Arkeologlar eskiden, ilk gelen insanların kıtaya Kanada’yı kaplayan buz çağı buzullarındaki bir boşluğun arasından geldiklerine inanırken günümüzde birçok araştırmacı ilk sakinlerin denizden geldiklerini düşünüyor. Bu görüşe göre, deniz kaşifleri yaklaşık 16.000 yıl önce Beringia’dan – günümüzde kısmen Bering Boğazı’nın suları altına batan antik karadan – kayıkla yola çıkıp Pasifik kıyısından hızla aşağı inip en az 14.500 yıl önce Şili’ye ulaştılar.
Cedros Adası’ndaki gibi bulgular da Amerikalar’daki herkes kadar erken tarihlerde kıyı boyunca yaşadıklarını göstererek bu resmi destekliyor. Ama bu arkeolojik alanlar kıyı hipotezini henüz desteklemiyor. Kimi arkeologlar, ilk Amerikalıların kıtanın iç kısımlarından gelmiş olabileceğini ve deniz hayatına geldikten sonra başlamış olabileceklerini düşünüyor. ”İç kısımlardaki buzsuz bir koridordan geldilerse sağa dönmüş ve Kaliforniya’nın sahillerini görüp, ‘Canı cehenneme,’ demiş olabilirler,” diyor Southern Methodist Üniversitesi’nden David Meltzer.
Görüş ayrılıklarını ortadan kaldırabilecek kanıtlar çoğunlukla ulaşılamaz konumda. Yaklaşık 16.500 yıl önce buzullar erimeye başlayınca küresel deniz seviyeleri yaklaşık 120 metre yükseldi ve birçok kıyıyı ve üzerlerindeki yerleşimleri suya boğdu. Nevada Üniversitesi’nde arkeolog olan ve ilk Amerikalıların kıtanın içinden geldiklerini düşünen Gary Haynes,”Kıyıların dağıtıcılarını onlarca yıldır arıyoruz ama elimizde hala somut bir kanıt ya da ipucu yok.” diyor.
Kanıtların araştırılması tam gaz devam ediyor. Kendilerini bu araştırmaya adamış bir arkeolog grubu, 14.000 ile 16.000 yıl öncesine dayanan, buzsuz koridorun geçiş izni sağlamasından öncesinin deniz siteleri için arama yapıyor. Amerikalar’ın geçidine, buzul çağ sonrası selden korunan Alaska ve Kanada kıyı uzantılarına bakıyorlar. Hatta suyun altına bile bakıyorlar. Cedros Adası’nda da, Des Lauriers ilk kıyı insanlarının nasıl yaşadıklarının, hangi aletleri yaptıklarının, onları Pasifik’in etrafında gelişen deniz kültürlerine bağlayan ve denize daha sonra dönen kara insanları olmadıklarını işaret eden detayların resmini doldurmaya yardım ediyor. Meltzer, ”Bütün gözler kıyıda.” diyor.
Güneşli bir Haziran gününde, Des Lauriers küçük bir olukta çömelip okyanustan gelen sert rüzgara karşı siper alıyor. Eğilip insanların 12.000 yıl önce burada nasıl yaşadıklarına dair ipucu olabileceğini düşündüğü şeyi inceliyor: güneşin altında parlayan, hilal şeklindeki hassas kabuğu. Birkaç santimetre uzağında, kesin kıvrımı olan bir kabuk iki parçaya ayrılmış halde uzanıyor. Des Lauriers antik bir balık kancasının kalıntılarına baktığını biliyor. Adada dört tane daha bulmuştu bunlardan. İçlerinden yaklaşık 11.500 yaşında olan bir tanesi, bu yaz American Antiquity‘de yayımlandığı üzere Amerikalar’da keşfedilen en eski olta iğnesi.
Des Lauriers bu seyahatinde herhangi bir eser, kalıntı toplamayı düşünmüyordu ama kabuktan kancanın doğaya bırakılmayacak kadar değerli olduğunu biliyor. Ekibi bu narin eseri paketlemek için ellerine ne geçerse kullanmaya çalışıyor. Birisi tuvalet kağıdı rulosu getirince Des Lauriers malasıyla parçaları alıyor ve yavaşça dolgulu malzemelerin üstüne yerleştiriyor. Her bir parça güzelce paketlenip plastik bir çantaya koyuluyor.
Yirmi yıl önce, birçok arkeolog ilk Amerikalıların balıkçı olmadıklarına, tam tersine Kanada’daki buz koridoru boyunca mamut ve bizonların peşine düşen büyük hayvan avcıları olduklarına inanıyordu. Aşağıdaki 48 eyaletteki, yaklaşık 13.500 yıllık arkeolojik alanlarda bulunan özgün Clovis mızrak uçlarının da onların imzaları olduğu düşünülüyordu. Ama Clovis ilkinin imajı parça parça çöküşe uğradı.
En büyük darbe 1997 yılında, Şili’nin Monte Verde’sinde (Yeşil Dağ’ında) bulunan kara içinde bir sitenin en az 14.500 yaşında, Clovis aletlerinin ortaya çıkışından 1000 yıl daha yaşlı olduğu doğrulanınca geldi. O zamandan beri de, birkaç tane daha Clovis öncesi site ortaya çıktı ve bütün araştırmacılar hemfikir olmasa da Monte Verde’nin yaşıyla ilgili en yeni görüşler dağın en az 18.500 yaşında olduğunu söylüyor. Temas öncesi (yerli halkla karşılaşılmadan önceki dönemi belirtmek için kullanılan bir terim) Güney Amerika iskeletlerinden alınan genetik deliler de en eski Amerikalar’ın Beringia’nın dışına yaklaşık 16.000 yıl önce yayıldığını öne sürüyor.
Clovis halkının ilk gelenler olmamasının yanında, birçok araştırmacı ilk Amerikalıların kıtaya kara yoluyla geldiğinden de şüpheli. Koridordaki en eski kum tepeciklerindeki mineralleri tarihlendiren en son araştırmaya göre, 16.000 yıl öncesinden sonrasına kadar buzulların Kanada’nın batısı boyunca ilerleyen kara yolunu kaplamış olmaları muhtemeldi. Başka bir çalışma da, Alaska’daki bizonla kıta Birleşik Devletleri bizonunun yaklaşık 13.000 yıl öncesine kadar haşır neşir olmadıklarını ortaya koyarak pasajın en az 2000 yılda tamamen açıldığını ve megafaunayı ve insan avcılarını karşılayan otlağa dönüştüğünü işaret etti.
Bu da ilk Amerikalıların kullandıkları en olası, belki de tek yolu kıyı rotası yapıyor.
Kanada’daki Simon Fraser University’den arkeoloji alanında fahri profesör olan ve 1979’da Amerikalar’a yapılan kıyı göçü fikrini ortaya ilk atan kişilerden biri olan Knut Fladmark şöyle diyor: ”Çekici görünmüş olmalıydı. Buranın kara-deniz ara yüzü dünyadaki en zengin yaşam alanlarından biri.” İlk Amerikalılar kıtanın bol kaynaklarından nasıl faydalanacaklarını çok iyi biliyorlarmış. Vanderbilt University’de arkeolog olan Tom Dillehay Monte Verde’de, kıyıdan 90 kilometre uzaklaşınca yaklaşık 14.000 yıl öncesine tarihlendirilmiş yenilebilen ve ilaç olarak kullanılabilen dokuz deniz yosunu türü buldu.
Cedros Adası’ndaki arkeolojik eserler insanların geçimlerini denizden sağlamanın çeşitli yollarını bulduklarını öne sürüyor. 13.000 yıl önce ada anakaraya bağlıydı ve otostopçuların başparmakları gibi Baja yarımadasından sallanıyordu; ilk siteler, o zamanlar karanın kilometrelerce içlerinde olması gereken tatlı su kaynaklarının etrafında toplanıyordu. Ama Des Lauriers’in çalışması Cedros Adası sakinlerinin kabukluları, deniz aslanlarını, fok balıklarını, deniz kuşlarını ve yalnızca kayıkla gidilebilecek derin çukurlarda dahil okyanustan gelen her tür balığı yediklerini ortaya çıkarıyor.
Olta iğnesi yapmalarının yanısıra, ada sakinleri bir de sahil taşlarını kaba spatula ve çekiçlere, taş alet uzmanı olan Des Lauriers’in deyimiyle ”tek kullanımlık jiletlere” dönüştürdüler. Söz konusu aletlerin bitki liflerini kazımak ve kesmeye oldukça elverişli olması da adalıların sabırotunu (agav), olta ipi ve balık ağlarına dönüştürdüklerini ortaya atıyor. Araştırmacılar Pasifik kıyısı boyunca görülen diğer arkeolojik alanlarda da benzer alet takımları buldular; organik ağlar, ipler ve botlar uzun süre önce çürümüş olsa da bu şekilde balıkçılık teknolojisinin yaygın olduğunun ipuçları bulundu.
Bölgede bulunan belirli alet türleri daha uzak bağlantıların olabileceğini de ortaya atıyor. Des Lauriers bölgede sık sık Japonya’dan Peru’ya kadar uzanan bir alanda bulunan ve adada da belki de deniz memelilerini ve bölgeye özgü pigme geyiği avlamak için kullanılmış olan bir çeşit mızrak ucu buluyor. Hatta kabuklu olta iğneleri, yaklaşık 23.000 yıl önce deniz salyangozlarının kabuklarından yapılan dünyanın bilinen en eski olta iğnesine benziyor.
Antik Pasifik kıyısı boyunca yaygın, çok yönlü ve karmaşık bir denizcilik yaşamı olduğu, Meltzer’in deyimiyle ”Hansel ve Gretel tarzında arkeolojik eser izi bırakmak” kanıtı ne kadar çekici olsa da kıyı göçü teorisini kanıtlamaya yetmiyor. Cedros Adası’ndaki en eski siteler, anakaradaki büyük hayvanları devirmek için kullanılan ilk Clovis mızrak uçlarından daha genç çünkü.
Ama daha eski kıyı siteleri de kendilerini göstermeye başlıyor. Dillehay bu sene Huaca Prieta’da, Lima’nın yaklaşık 600 kilometre kuzeyinde neredeyse 15.000 yaşında bir arkeolojik alan keşfi yapıldığını duyurdu. Bölgenin en eski sakinleri Pasifik kıyı şeridinden 30 kilometre ötede bir ırmak ağzında yaşarlarken yine de çoğunlukla köpek balığı, deniz kuşu, balık, deniz aslanıyla besleniyorlardı ve bıraktıkları eserlerde diğer kıyı sitelerinin eserlerine benziyordu. ”Huaca Prieta’daki aletlerin Cedros Adası’ndaki aletlerle gösterdiği bu benzerlik şaşkınlığa uğrattı beni,” diyor Davis.
Yine de, kıyı göçü teorisini temellendirmek, güneybatı Alaska ya da İngiliz Kolumbiyası’nda 15.000 yıl öncesinden başlayan ve zamanla kıyı boyunca yayılan bir dizi arkeolojik alan gerektirecek. Arkeologların bu alanları bulmaları için tehlikeleri göze almaları gerekecek.
Araştırma gemisi Pacific Storm‘daki laboratuvara giden Loren Davis dengede durmaya çalışıyor. 25 metre uzunluğundaki gemi, Mayıs sonlarına doğru Oregon kıyısının 35 kilometre ötesinde dalgalı denizle boğuşurken arkeolog 2 gün boyunca kamarasında mide bulantısı yaşadı. Davis mide bulantısıyla boğuşurken ekibi ses dalgalarıyla okyanus zeminini inceledi.
Antik denizci kaşiflerin güneye doğru seyahatlerinde izlemiş olabilecekleri, günümüzde sularla kaplı olan araziyi arıyorlar. Oregon’daki 14.200 yaşındaki insan fosil dışkısının bulunduğu Paisley Mağaraları gibi kara içindeki eski sitelerin gösterdiği gibi, bazı kıyı gezginleri er geç karaya döndüler. Ama kıyı göçünün en eski bölümlerinin neredeyse tamamı suyun altında geçti.
16.000 yıl sonra, böylesi bir göçü sahilden sahile yapılıyormuş gibi hayal etmek kolay geliyor. Ama insanlar ıssız Amerikalar’da belirli bir istikamete doğru ilerlemediler. Durdular, yerleştiler, bildiklerinin ötesine cesaret edip gittiler ve geri döndüler. Böylece arkeologların atması gereken ilk adım da bu erken denizcilerin tam olarak nereye yerleştiklerini öğrenmek oluyor.
Bu karar büyük ihtimalle tek bir kaynak yüzünden alınıyordu: tatlı su. ”Su her şeyin can damarıdır,” diyor Davis. O yüzden, derin okyanusla kaplanmasına ve tortularla dolmasına rağmen kanalların hala algılanabilir olmalarını umarak şimdi sularla kaplı olan kıyı şeridindeki muhtemel antik nehir yollarını haritalandırıyor.
Ekibin üyeleri Mayıs yolculuğu sırasında Davis’e göstermek için erken sonuçları çıkardığında, günümüz deniz zeminini temsil eden siyah bir çizgi ekranda yatay bir biçimde eğri çizgiler oluştu. Sonra çizgi iki çizgiye bölündü, görüntüde tebessüme benzer bir boşluk oluştu: Modern deniz zemininin altında, Davis’in modelinin tahmin ettiği noktada antik bir nehir kanalı uzanıyordu. ”Midem bu kadar bulanmasaydı ve gemide biraz alkol olsaydı şampanyalık bir an yakalamıştık,” diyor Davis. ”Artık insanların gözde bölgelerinin nereler olduğunu gözümüzde canlandırmaya başlayabiliriz.”
Bu yaz, Davis’in Cal State’de arkeolog olan meslektaşı Amy Gusick başka bir muhtemel gözde bölgeden – California Channel Adaları kıyısındaki sulara batmış nehirden – ilk numuneyi almak için Davis’in haritalarından birini kullandı. Adalardaki kara bölgelerinden 13.000 yaşında insan kemikleri ve kıyı bölgelerinin özelliklerini taşıyan taş aletler bulundu. Ama o zamandan beri yükselmekte olan deniz, adanın antik bölgesinin %65’ini sular altında bıraktı. Gusick ve meslektaşları, karadaki sitelerden bile yaşlı su altı sitelerinin günümüzün kıyısının uzağında olduğundan eminler.
Haziran ayında Gusick, Davis’in haritasında antik nehir yatağı olarak gördüğü bölgede delik açmak için 5 metrelik bir numune tüpü kullandı. Gusick’in topladığı çamur bitki kalıntıları, polen, hayvan kemikleri ya da insanların eserlerini içinde barındırabilen antik toprağın derin sulardan çıkarılıp çıkarılamayacağını ortaya koyacak. Gusick en sonunda sular altındaki araziyi iyice anlayıp su altı radarı haritasındaki anomalileri bulup, tarihlendirme için gerek duyulan eserleri ve organik maddeyi ortaya çıkarabilecek tortu çekirdeği için hedef haline getirmeyi umuyor. 15.000 yıllık ya da daha da eski bir tarih, buzsuz koridorun tamamen açılmasından önce hünerli denizcilerin anakaraya hiçbir şekilde bağlı olmayan ve yalnızca deniz yoluyla ulaşılabilen Channel Adalarını keşfetmiş olduklarını gösteriyor.
“İnsanların Amerikalar’a nasıl ve ne zaman yerleştikleri sorusunu açıklamak için çıktığımız yolda bizi ilerleten en büyük bilimsel çaba oldu bu.” diyor San Diego State University’de arkeolog Todd Braje. Channel Adaları’nda onlarca yıldır kazılar yapan ve projede yer alan antropolog Jon Erlandson da su altında kalmış arazilerin Amerikan arkeolojisi için ulaşılan son sınır olduğunu söylüyor.
Ne olursa olsun, araştırmacılar kıyı rotasına nihai bir çerçeve çizmek için Amerikalar’ın girişindeki, güneybatı Alaska ya da İngiliz Kolumbiyası’nın kıyılarında, Clovis öncesi kıyı sitelerini bulmak zorundalar. Neyse ki, bölgede çalışan arkeologlar belki de suyun altına girmek zorunda kalmayacaklar.
Günümüzden yaklaşık 13.200 yıl önce, birileri Calvert Adası sahilinin hemen üstündeki bir gelgit bölgesinde yürüdü ve bölgenin ıslak, yoğun kil toprağında ayak izlerini bıraktı. Deniz kabardığında kum ve çakıllar ayağın bıraktığı ize dolup ortaya yüksek bir anahat çıkardılar. Bin yıllık süreç boyunca tortu tabakaları büyüdü ve neredeyse hiç aşınmamış ayak izlerini yarım metre toprağın altında koruyabildi.
O anahattı 2014 yılında sahilde kazı yaparken Victoria Üniversitesi’nde (UVic) ve Kanada, Quadra Adası’ndaki Hakai Enstitüsü’nde arkeolog olan Daryl Fedje fark etmişti. O zamandan beri de UVic ve Hakai üniversitesindeki meslektaşı Duncan McLaren’la birlikte, Calvert sahillerinin altında 29 ayak izini belgeledi. Ayak izinin olduğu yere gömülü bir odun parçası radyokarbon tarihlemeyi mümkün kıldı. ”İnsanın tüylerini diken diken ediyor,” diyor Kanada’da toplanan Amerikan Arkeoloji Toplumu toplantısında McLaren.
Calvert Adası kıyılarında yaşamış en erken Amerikalılara yakından bakabilmek adanın jeolojik tuhaflığı sayesinde mümkün oluyor. Eriyen buz tabakaları başka yerlerdeki kıyı şeritlerini su altında bırakmış. Ama İngiliz Kolumbiyası ve güneybatı Alaska’nın kıyıları yakınlarındaki buzulların ağırlığından kurtulduğu gibi buzun altında yatan toprak kabuğu geri çekilmeye başlayıp bazı adaları yükselterek selden kurtulmalarını sağlamış.
Arkeolojik alanları bulma ihtimalini en yükseğe çıkarmak için, McLaren, Fedje ve UVic’deki meslektaşları Quentin Mackie İngiliz Kolumbiyası kıyılarındaki yerel deniz seviyesi değişikliklerini onlarca yıl boyunca haritalandırdılar. Ayak izlerinin bulunduğu Calvert Adası’nda deniz seviyesi yalnızca 2 metre yükseliyordu. Hemen yakınındaki Quadra Adası’nda ise deniz seviyesi düşüyor ve modern sahillerin üstündeki ormanların antik kıyı şeritlerini ”karaya oturtuyor”. Orada da, ”bölgedeki yerleşimin bütün bir tarihi kuru toprak üzerinde,” diyor Mackie.
Antik kıyı şeritlerini belirleme ve arama işi İngiliz Kolumbiyası kıyısından gelen daha da eski tarihlerle karşılığını veriyor. Haida Gwaii takımadasındaki Gaadu Din mağarasında bulunan antik ayı avı kalıntıları – ayı kemiklerinin içinde uzanan mızrak uçları – 12.700 yıl öncesine ait. Calvert ayak izleri 13.200 yıl öncesine dayanıyor. Trique Adası’ndaki bir ocağın yanında bulunan taş aletler 14.000 yıl yaşında ve ocaktaki kömüre yapılan radyokarbon tarihlendirmeye göre bölgenin en eski arkeolojik eseri unvanını alıyor. Ayak izleri ve Triquet aletleri hakkındaki raporların daha emsal değerlendirmeden geçmesi gerekiyorsa da çoğu arkeolog İngiliz Kolumbiyası ekibinin yaklaşımından etkilendiğini söylüyor. Erlandson tam yerine baktıklarını söylüyor.
Kıyı rotasına dair kanıtlar her geçen gün artıyor olsa da herkes buzsuz koridor fikrini tamamen gözden çıkarmaya niyetli değil. Alberta Üniversitesi’nden arkeolog John Ives bölgenin daha çok azının araştırıldığını ve ”ilgi çekici sürprizler” için vaktin geldiğini söylüyor. Mesela, koridor 14.000 yıl öncesine kadar çayır halinde olmayabilir ama Haynes insanların buz gittiği gibi koridora başvuramayacaklarını düşünmenin naiflik olacağını söylüyor. Çimenler kök salmadan, ”kara içindeki koridor rotası tatlı su kaynaklarıyla dolu olabilir ve milyonlarca göçmen ya da yerleşik su kuşu ve irili ufaklı memeliler yeni mesafeleri keşfetmiş olabilir.” diyor. ”Doğu Beringia’nın 14.000 yıl öncesindeki avcı toplayıcıları uzman öncülerin soyundan geliyordu ve yürüyerek güneye doğru gitmiş olabilme ihtimalleri vardı.”
Araştırmalar böylece devam ediyor. Bir sabah kahvaltıdan önce, Des Lauriers adanın güney kıyısının uydu görüntülerini dağıtıyor. Arazinin büyük kısmı, çöl bir adadan beklenildiği gibi kahverengi pikseller halinde görünüyor. Ama bazı yerlerde mavi piksel parçaları, yani zeminde bulunan nemin işaretleri görünüyor. Des Lauriers kaynakları bulduğu taktirde insanları da bulacağını biliyor.
Davis ve ekibin geri kalanı bir pikabın arkasına biniyor ve Des Lauriers onları daha önce gitmediği bir kaynağa götürüyor. Normalde kupkuru olan dik kenarlı bir kurumuş vadinin dibinde gri parçalar uzanıyor. Bir metre derinlikteki havuzun yüzeyini yosunlar kaplıyor. Çorak Cedros Adası’nda alışılmışın aksine, karanlık toprak organik maddeyle dolu, büyük ihtimalle de antik bir yerleşimi işaret ediyor. En eski adalıların özelliği olan taş aletler de yüzeyde görülüyor. ”Burada çok şey var.” diyor Davis Des Lauriers’e. ”Her yerden çıkıyorlar.”
Adada daha önce ikisinin de görmediği, eski aletlerin arasına karışmış bir şeyler var: mano de león (aslan pençesi) adıyla bilinen bir türe ait büyük, çizgili deniz kabukları. Günümüzde bu kabuklar bölgenin doğusunda, Baja yarımadası kıyısındaki lagunlarda yaşıyorlar. Des Lauriers 13.000 yıl öncesinde benzer lagunların Cedros Adası’nı anakaraya bağladığından şüpheleniyor. İnsanlar buraya böyle lagunları görebilecek kadar mı erken geldiler? Söz konusu kabuklar, 13 yıl önce Pismo istiridyelerinin işaret ettiğinden de eski bir yerleşim sürecini ima ediyor olabilir mi?
Des Lauriers cevabı bulabilmek için ekibinin kazı yapmasını ve numuneleri radyokarbon tarihlendirmeden geçirmesini bekleyecek. Arkeolojik alanın GPS koordinatlarını kaydediyor ve insanların binlerce yıl yaptığı gibi tatlı su kaynağı aramak için kuru vadide yola çıkıyor.
Sciencemag. Lizzie Wade. 10 Ağustos 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder