Balkanlarda İslam-Türk Kimliğinin Bedelini Çok Ağır Ödeyen Bir Topluluk: Pomaklar/Torbeşler/Goralılar
Bir millet için coğrafyanın önemini, Napolyon Bonapart’ın, “Milletlerin kaderini üzerinde yaşadıkları coğrafya belirler.” sözü kadar güzel anlatan çok az söz hatırlarım. Eğer söz konusu coğrafya dillerin, dinlerin, kültür ve medeniyetlerin kesiştiği, birleşip karıştığı Ortadoğu, Kafkaslar ve Balkanlar olursa, barış ve huzur içinde yaşamak, kimliğini, hatta insanlığını korumak ve yaşamak çok zaman bir hayal olur.
İşte Balkanlar böylesi zor bir coğrafyadır. Balkanlar, jeopolitik ve jeostratejik konumu sebebiyle, tarih boyunca sürekli olarak göç, iskân, savaş, istila ve fetih gibi bir coğrafyayı karıp karıştıran olaylara sahne olmuştur. Roma İmparatorluğu’nun MÖ 27-MS 180 yılları arasında süren ve tarihe Roma Barışı (Pax Romana) olarak geçen barış döneminden sonra, 15-18. yüzyıllar arasında hüküm süren Osmanlı Barışı (Pax Ottomana) olarak adlandırılan barış ve huzur iklimini yaşamış olan Balkanlar, Osmanlı sonrası yeniden barış ve huzuru arayan bir coğrafyaya dönüşmüştür. Öyle ki, bu buhranlı, barış ve huzurdan uzak süreç, Bulgar tarihçi Maria Todorova’nın ifadesiyle, 20. yüzyılın başlarında, Avrupa’nın sövgü sözlerine, hakaret dağarcığına yeni eklenen ve “yalnızca büyük ve yaşayabilir siyasal birimlerin parçalanmasını ifade etmekle kalmayıp kabileciliğe, geriliğe, ilkellik ve barbarlığa dönüşle” aynı anlama gelen “Balkanlaşma” deyimini yaratmıştır (Todorova 2006: 17). Hâl böyle olunca, 18. yüzyıldan günümüze siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel istikrara muhtaç olan Balkanlar, Winston Churchill’in deyimiyle, “Tarih üreten değil, tarih tüketen bir coğrafya”ya dönüşmüştür.
Aşağıdaki satırlar, Balkanların yüzyıllarca kan ve gözyaşı ile sulandığını, nasıl tarih, insan ve kültür tüketen bir coğrafya olduğunu anlatmaya yeter sanırım:
“Mehmet Kaçinski, Asan Sadıkov, Arif Bostanciev, Mehmet Metinski kendi elleriyle mezarlarını kazmışlar. Biraz durup dinlenecek gibi olsalar, arkadan süngü ve bıçaklarla dürtükleniyorlarmış. Ellerinde olan şeyleri alabilmek için insanları ateşe tutuyorlarmış. Ağlayıp sızlanmalar, ancak tanyeri sönerken dinmiş. Rasvonska’da da zavallıların ortak mezarının bulunduğu yer hâlâ çöküntüsünden belli. Pembe Aşikova nine, kurbanların nasıl öylece kuyuya atıldıklarını gözleriyle görmüş:
Feri dönmüş gözler, nicedir korkuyla bakıyorlarmış. Asiye Deliasanova da kendi babasının yüzünü görmüş. O zaman, o korkunç sahne saplanmış beynine: Kollarını kesmişler, içlerini çıkarmışlar, yanaklarını dilim dilim etmişler, gözlerini oymuşlar… O zaman gördüklerini şimdi oğullarına, torunlarına, torunlarının çocuklarına, yakın hısım akrabasına anlatıyor…”
Yukarıdaki sözler, Bulgaristan’da Rodoplar bölgesinde yaşayan ve yüz yılı aşkın bir zamandan beri Müslüman Türk kimlikleri inkâr edilerek Bulgarlaştırma adına soy kırımına uğrayan Pomak Türklerine Bulgarlar tarafından reva görülen zulüm ve eziyetleri anlatan Adları Uğruna (Bozov 2010) adlı eserden alınan kısacık bir bölüm.
Birebir yaşanmış hatıralardan oluşan bu eserde, Rodoplarda yaşayan Müslümanların zorla ad ve dinlerinin değiştirilerek nasıl “hilal”in gölgesinden alınıp “haç”ın altına alındıklarını, onları Bulgarlaştırmak isteyenlerin ayakları altında nasıl ezildiklerini âdeta can yakıcı canlı tablolar hâlinde anlatır (bk. Bozov 2010). Yazarı da, nice masum Müslümanlarla birlikte, Ravninata ve Evangedik köyleri arasındaki Razvansko tepesinde can veren dedesi Asan Sadık’ ile onun on yedi cani Bulgar komitacının süngüsüyle on yedi yerinden delik deşik edilen yeleğini belleğinden atamayan, 1938 yılında doğduğunda, Rodoplarda sap saman örtülü bir evde Fatme ve Adem çiftinin kulağına ezanla ‘Salih’ adını okudukları Salih Bozov’dur. O, bu eseriyle, yüzyılı aşkındır Balkanlarda kimlikleri etrafında fırtınalar kopartılan, kan ve gözyaşıyla boğulan Pomak Türklerinin ortak vicdanının sesi olmuş, Bulgar mezalimini tüm dünyaya haykırmıştır.
Bulgaristan’da adına Pomak denilen Müslüman Türk toplulukları böyle de Yunanistan’da Pomak ve Ahiryan, Makedonya’da Torbeş, Kosova ve Sırbistan’da Goralı vb. adlarla anılan ve hepsi aynı tüfeğin demirinden olan Müslüman ve dahi göğüslerini gere gere Türk olduklarını haykıran topluluklar çok mu iyi? Bu soruya olumlu cevap vermek maalesef mümkün değil.
Osmanlı’nın Balkanlardaki Yetimleri
O hâlde bu insanlar, 1877-78 Osmanlı Rus Harbi’nden günümüze, yaşadıkları coğrafyanın çileli mazlumları, üstat Necip Fazıl’ın o meşhur tabiriyle “öz vatanında garip, öz yurdunda parya” hâline gelmiş, Osmanlı Devleti sonrası Balkanlarda boynu bükük bıraktığımız yetimlerimizdir.
Pomaklar bugün Pomak, Torbeş, Goralı, Agaryan/Achryan vb. adlarla Bulgaristan, Yunanistan Makedonya, Kosova, Arnavutluk ve Türkiye’de yaşamaktadırlar. Balkanlarda en yoğun olarak Rodoplar ile Pirin ve Vardar Makedonya’sında yaşarlar. Yine Kuzey Bulgaristan’da Lofça, Plevne, Teteve, Rahova, Orta Bulgaristan’da Filibe, Yunanistan’da Selanik, Makedonya’da Manastır, Arnavutluk’ta İşkodra ile Kosova da Pomakların değişik adlarla yaşadıkları bölgelerdir (Memişoğlu 2005: 11).
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra, diğer Türk ve Müslüman topluluklar gibi, Pomaklardan da önemli bir nüfus Türkiye’ye göç etmiştir. Bu Balkan muhacirleri bugün Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Balıkesir, Bursa, Sakarya, Manisa, Eskişehir gibi illerde yaşamaktadırlar.
En yaygın adıyla Pomaklar ile ilgili olarak, üzerinde durulması gereken birinci konu onlar için kullanılan veya onlara verilen adlardır. Öncelikle vurgulamalıyız ki, yüzyılı aşkın bir süredir, “Büyük Bulgaristan, Büyük Yunanistan, Büyük Sırbistan, Büyük Makedonya…” hayali ile Balkanları saldırgan ve ırkçı politikalarla paramparça eden, din, dil ve milliyet ayrımı gözetmeden bütün halklar için bu coğrafyayı yaşanmaz kılan tutum ve düşüncelerin mahsulü olduğuna inandığımız Pomak, Torbeş, Aren/Achiryan, Goralı adları kesinlikle bir milliyet ifade etmeyen yakıştırma ve çok zaman hakaret içeren veya öyle algılanan adlardır. Çünkü Bulgarlık, Yunanlık, Makedonluk, Sırplık, hatta Rusluk iddialarına dayalı siyasi plan ve projelerin bir aracı olarak ortaya atılmışlardır.
Çok gariptir, onları kendilerinden sayan ülkeler, Türk olmadıkları noktasında birleşiyor, ama her biri de diğerinin iddiasını reddediyor. Mesela Bulgarlar, “Pomaklar Türk kökenli değildir.”, derken Yunan’la da, Makedon’la da, Sırp’la da birleşiyor, ama “Müslümanlaştırılmış Bulgar’dır” dediği için, “Müslümanlaştırılmış Yunan”, “Müslümanlaştırılmış Makedon”, “Müslümanlaştırılmış Sırp”, hatta “Müslümanlaştırılmış Rus” diyenlerle de kesinlikle ayrılıyor ve onlarla da mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kendi aralarındaki bu ön kapma mücadelesinin de amansız sürdüğünü de belirtelim.
Hâlbuki meseleye ön yargısız ve tarafsız yaklaşıldığında, aynı etnik ve kültürel özelliklere sahip bir topluluğun birden fazla adının olmayacağı da açıktır. O hâlde Pomak, Torbeş, Ahiryan, Goralı vb. adların, Balkanlarda değişik ülkelerde farklı etnik unsurların içinde yaşayan bu topluluğa, kendilerinden farklı topluluklarca verilen bir sıfat veya vasıf ismi olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç itibarıyla, Balkan Savaşlarının 100. yılında bulunduğumuz, üçüncü bin yılı idrak ettiğimiz günümüzde de Türkler ve akraba topluluklar için Balkanlar hâlâ zorunlu göçe, zorla din ve milliyet değiştirmeye matuf, zulüm ve baskı, etnik temizlik ve soykırımın yaşandığı bir coğrafya olmaktan maalesef kurtulamamıştır.
Birçok halk bu olumsuz süreçten etkilenmiştir, ama sanıyorum Pomaklar kadar değil… Çünkü Balkanlarda, Pomaklar kadar kimliklerini koruma adına âdeta ateşte pişerek yeşeren bir başka topluluk yoktur. Onların kendilerini ne şekilde algıladıklarına bakılmaksızın, yaşadıkları ülkelerde Müslümanlaştırılmış Bulgar, Müslümanlaştırılmış Yunan, Müslümanlaştırılmış Makedon, Müslümanlaştırılmış Sırp vb. kabul edilen ve üzerlerinde bin bir baskı, zulüm ve asimilasyon politikaları uygulanmış olan Pomaklar, maalesef bugün de bu çağ dışı uygulamaların girdabında çırpınmaktadır.
Yaşadıkları ülkelerde Pomak, Torbeş, Goralı vb. adlarla anılan bu topluluk, esas itibarıyla Müslümandır ve kendilerini çoğunluk olarak Türk kabul etmektedirler. Bu sebeple, yüzyıllarla ifade edilen bir süreçte, kimliklerine dönük her türlü baskı, işkence ve politikalara direnerek kimliklerinden vazgeçmeyen, vazgeçirilemeyen bu topluluğun tarihinde ve kültürel kodlarında Türklük unsurlarını aramak, bunları bilimsel ölçütlerle ortaya koymak, insani ve bilimsel bir zorunluluktur.
Kimlik algısı, her şeyden önce bir birey veya toplumun mensubiyet şuuru ve kültürel kimlik ve birikimleri ile ilgili olduğuna göre, Pomaklara öncelikle bu açılardan bakmak gerekir. Pomakların kimlik algılamalarındaki Türklük unsurları somut örneklerle ortaya konulabilirse, onların ısrarla niye “Türk” vurgusu yaptıkları da kolayca anlaşılabilecektir.
Bunun için de, öncelikle din, dil ve kültürlerin laboratuvarı olan tarihten ve tarihî verilerden yararlanmak gerekecektir. Nasıl ki yetişkin bir bireyin kişiliğini oluşturan birtakım tutum ve davranışlarının köklerini onun çocukluğunda arıyorsak, coğrafyaların ve bu coğrafyalarda yaşayan milletlerin bugününü anlamak için de onların geçmişlerine bakmamız gerekir. Kısacası, coğrafya ve milletleri tanımak ve anlamak için de coğrafya ve tarihin çocukluğuna inmek gerekir.
Balkanlar da Eski Bir Türk Yurdudur
Burada bilinmesi veya vurgulanması gereken bir nokta da, Balkanların Osmanlı’dan çok önceye uzanan eski bir Türk yurdu oluşudur. Başta Hunlar olmak üzere, değişik Türk boylarının (Avar, Bulgar, Peçenek, Kıpçak/Kuman, Uz/Oğuz vb.) Balkanlardaki tarihleri 4. yüzyıla kadar inmektedir. 378 yılında Tuna’yı geçerek Trakya’ya kadar ilerleyen Hunlar, 395’lerden itibaren bütün Balkanlar ve Trakya’nın büyük bir bölümüne hâkim olarak Balkanlarda tartışmasız bir hâkimiyet kurmuşlardır.
Attila’nın 453 yılında ölümü ile Hunların Balkanlardaki gücü zayıflayıp Hun idaresi ortadan kalktıktan sonra, sırasıyla 6. yüzyıl ortalarında Avarlar, 7. yüzyılda Tuna Bulgarları, 9. yüzyılda Macarlarla bazı Türk boyları, 9-11. yüzyıllarda Peçenekler, Kıpçaklar (Kumanlar) ve Uzlar kuzeyden Avrupa ve Balkanlara akmışlardır. Nihayet 14. yüzyılda Osmanlı Türkleri de güneyden Balkanlara gelip yerleşmiş; siyasi ve kültürel anlamda bölgeye hâkim olmuşlardır (Kafesoğlu 1992: 52). Hâl böyle olunca, sanılanın aksine, Türkler Balkanlara komşu bir millet değil, doğrudan doğruya Balkanların 1640 yıldan beri yerlisi olan ve Balkanlarda derin izler bırakmış bir millettir. O zaman bu coğrafya ile ilgili herkesten fazla söz söyleme hakkına sahip olan millet, Türklerdir.
Osmanlılardan önce de Balkanlara güneyden, Anadolu’dan gelen Türkler vardır. 1261 yılında Moğollardan kaçıp Bizans’a sığınan Selçuklu Sultanı İzzettin Keykavus, başlarında ünlü mutasavvıf Sarı Saltuk’un bulunduğu kırk Türkmen obası ile Bizans imparatoru tarafından 1263 yılında Dobruca’ya yerleştirilmiştir. Altın Ordu Emiri Nogay'ın himayesi altına giren bu Anadolu Türkmen grubu, burada Baba Saltuk kasabası ile başka kasabalar kurmuşlardır. 1332'de buradan geçen Faslı ünlü gezgin İbn Battuta, Babadağ kasabasını "Türklerin oturduğu bir şehir" olarak anmaktadır (İnalcık 2005: 20-21)
Yine Osmanlı Türklerinden önce, Pomakların yoğun olarak yaşadıkları İskeçe, Gümülcine, Selanik ve Serez havalisinin, 1345 yıllarına doğru Bizans İmparatoru Kantakuzen’in taht mücadeleleri esnasında, Aydınoğlu Gazi Umur Bey’in muhtelif fütuhatına sahne olduğu, yani Türklerin bu bölgeye nüfuz etmeğe başladıkları, hatta bu tarihlerden yahut Saruca Paşaoğlu Umur Bey zamanından sonra, Pomakların en yoğun olarak yaşadıkları, Rodop bölgesinin bir müddet Umur Eli adını taşıdığını da biliyoruz (Eren 1997: 573-574).
Bulgar tarihçilerinin Pomakların İslamiyet’i kabul etmelerinden önce, Rodoplarda yalnız Bulgarların kavmî bir topluluk hâlinde bulunduğu ve Pomakların 16. yüzyılda I. Selim zamanında ve bilhassa 17. yüzyılda Köprülü Mehmet Paşa’nın şiddetli tedbirleriyle zorla İslamlaştırıldıkları iddiaları da tarihî gerçeklere uygun değildir. Zira Türklerin Rumeli’de 14. yüzyılın ortalarından itibaren fütühata başladıkları sırada Rodoplar ve Trakya iç kavgalar yüzünden parçalanmış durumdaydı ve kavmî ve siyasi bir birlikten yoksundu. Kaldı ki, daha Osmanlı Türkleri Rumeli’ye geçmeden önce de Balkanlarda Yunan, Sırp, Yahudi, Bulgar ve sahillerde Venediklilerden başka bizzat Selanik ile Vodina arasında Türklüklerini muhafaza eden kütleler bulunuyordu (Eren 1997: 573-574).
Balkan çalışmalarının önemli ismi Tayyib Gökbilgin, Orta Çağın ikinci kısmında Balkan Yarımadası’na muhtelif dalgalar hâlinde gelip de Bizans imparatorları tarafından burada yerleştirilen birçok Türk halkının bulunduğunu, 10. yüzyıldan itibaren Peçenek, Oğuz ve Kumanların kuzey yoluyla Tuna’dan geçerek çeşitli zamanlarda gelip çeşitli bölgelere iskân edilmiş olduğunu, hatta 9. yüzyılda bile Bizans kaynaklarında “Vardarlı Türkler” diye anılan bazı Türk gruplarının Selanik çevresinde yerleştiklerinin vaki olduğunu belirtir ki, bu bilgiler gerek Pomakların yoğun olarak yaşadıkları bölgenin geçmişini aydınlatma gerekse Pomakların etnik kökenleri hakkında ip uçları verme bakımından son derece önemlidir (Gökbilgin 1957: 9).
Gökbilgin, Anna Commene’nin Ohri civarında yerleştirildiklerinden bahsettiği Türkleri, Lejean’ın 1065 tarihine doğru Makedonya’ya iskân edilen ve şeflerine senatör rütbesi verilen Oğuzlarla ilgili gördüğünü, Oğuzların Makedonya’ya bu yerleşimlerini Attaliates’e atfen A. Nimet Kurat’ın da teyit ettiğini belirtir (Gökbilgin 1957: 9-10).
Gökbilgin, Oberhummer’e atfen, Osmanlı İmparatorlu’nun kuruluşundan ve genişlemesinden önce, bazı Türk boylarının yarımadaya yerleştiklerini, Konyar adlı Selçuk Türklerinin 10. yüzyıldan itibaren Makedonya’da, Varna’da ve Tselya Ova’sında Yenişehir’de yerleştiklerini ve nihayet 1065 yılında Oğuzların da Makedonya’ya gelerek bu bölgelerin Grek hâkimiyetine geçişine kadar bölgede kaldıklarını, sonradan büyük bir kısmının buradan göç ettiğini de bildirmektedir (Gökbilgin 1957: 11). Bu bilgiler, Osmanlı döneminden çok önce Bulgaristan, Makedonya ve Yunanistan’ın, bugün bile Pomak nüfusun yoğun olduğu, birçok bölgesinin kuzeyden ve güneyden, yani Anadolu’dan gelen Türklerle meskûn olduğunu göstermektedir.
Bölgenin İslam diniyle tanışması da Osmanlılardan çok önce gerçekleşmiştir. Zira, “Balkan Müslümanlığının çok uzun bir geçmişi vardır. Bu tarih VIII. asrın ilk yarısına kadar uzanmaktadır. Osmanlı Türklerinin Balkan Yarımadası’na gelişinden birkaç asır önce bu topraklara inen Bulgar, Hazar, Oğuz, Peçenek ve Kuman Türkleri, İdil Ural (Volga) vd. Müslüman Türklerden, Araplardan ve Kafkaslılardan kabul ettikleri İslam dinini başta Rusya, Ukrayna, Kırım, Moldova, Romanya, Arnavutluk, Yunanistan, Srem, Banat, Baçka, Maçva vd. yerler olmak üzere iskân ettikleri bütün Avrupa ve Balkan topraklarında yaşayan kavimlerin bir kısmına kabul ettirmeye muvaffak oldular.” (Hamzaoğlu 2000: 449)
Balkanlarda İslamiyet’in yayılışı, 7-8. yüzyıllarda kuzeyden inen Bulgar, Oğuz, Peçenek ve Kuman Türklerinden başka, 1263’ten sonra güneyden, yani Anadolu’dan gelen Selçuklu, 1336-1354 yıllarından sonra, Osmanlı Türkleri ve nihayet Sicilya ve Güney İtalya’nın diğer taraflarından Dalmaçya, Selanik vb. yerlere yerleşen bazı Araplar marifetiyle de gerçekleşmiştir (bk. Hamzaoğlu 2000: 450).
A. Zeki Velidi Togan’ın verdiği bilgilere göre, 10-13. yüzyıllar arasında, Macaristan’a gelen Peçenek ve Kıpçak Türklerinin bir kısmı Macarlaşırken, Başkurt ve Horezmlilerle birlikte, Peçeneklerin bir kısmı 13. yüzyılda Müslümandır ve İslam ülkelerine tahsile gitmektedirler (Togan 1981: 156-157). Yine Togan’dan, Peçeneklerin Bizans hizmetinde bulunanlarının Hristiyan, Macaristan’da yaşayanlarının ise Müslüman olduklarını öğreniyoruz (Togan 1981: 158-159).
1091’de Peçenek-Kıpçak (Kuman) Birliği’nin dağılmasından sonra, Balkanlar ve Trakya’da gerek nüfus kesafeti gerekse askerî güç bakımından Bizans’ın başını yıllarca ağrıtan Peçenek ve Kıpçak/Kuman Türklerinin buharlaşıp uçtukları söylenemez. Harplerde kırılanlarla birlikte yabancı milletler arasında asimile olanları söz konusu olsa da bir kısmı da Balkanların dağlık bölgelerine çekilip varlık ve kültürlerini korumuş olmalıdırlar. Zira bugün Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya ve Kosova’da Pomak, Torbeş, Goralı vb. adlarla yaşayan bu topluğun, hâlâ adı geçen ülkelerin en dağlık kesimlerinde yaşadıklarını, hatta Kosova’dakilere verilen Goralı adının bile “dağlı” anlamına geldiğini, düşünürsek, bu görüşümüzün haklılığı anlaşılacaktır.
Pomak, Ahiryan, Torbeş, Goralı Adları Etnik Adlar Değildir
Osmanlı kaynaklarında, Pomak, Torbeş, Goran vb. adlar gibi, onların sonradan Müslüman olmuş, Bulgar, Makedon, Yunan, Sırp olduklarını belirtecek bir bilgiye de rastlanmamaktadır. Pomak adına 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’ndan sonra Balkanlardan gelen göçler dolayısıyla rastlanır. Hâl böyle olunca, Bulgaristan’ın bazı bölgelerindeki köy, kasaba ve nahiyelerin Osmanlı Devleti zamanında “Pomak” adıyla anılması muhtemeldir. Zira 1839-1840 yıllarında Balkanlarda inceleme yapan Fransız Ami Boné tarafından, Kuzey Bulgaristan’ın Selvi ve Lofça bölgelerinde bulunan bazı köy ve nahiyelere “Pomak nahiyeleri” adı verildiği tespit edilmiştir. Çok mahallî kalmış olması muhtemel bu adların da Osmanlı tahrir defterleri ile vakfiyelerine girmediği anlaşılmaktadır (Eren 1997: 572).
Kısacası, Pomak/Torbeş/Goralı adlarıyla anılan Müslüman topluluğun Osmanlı kaynaklarına ayrı bir etnik grup olarak yansımadığı, Osmanlı’nın bu topluluğu, bu topluluğun da kendisini yüzyıllarca Müslüman bir Osmanlı tebaası gördüğü anlaşılmaktadır. Bununla da kalmayarak, Osmanlı’nın Balkanlara yerleştiği 14. yüzyıl ortasından, hatta daha öncesinden başlayarak söz konusu toplulukların Müslüman Oğuz Türk’ü Osmanlılara yardım ettiği, onlarla birlikte hareket edip savaştığı, şehit ve gazi olduğu, Osmanlı Devleti’nin asli unsuru olduğu yabancı kaynakların da teslim ettiği tarihî bir hakikattir. Onları Slav kökenli gösteren Bulgar, Sırp ve Rusların verdikleri/kullandıkları “Pomak” adı bile bu görüşü tanıklar. Zira bu “Pomak” adının, Pomakların Türk ordularına yardımcı vazifesi görmüş olmalarından dolayı, Slavlar tarafından verildiği ve Slavca pomaçi “yardım etmek” fiilinden türeyen pomagaçi “yardımcı” isminden geldiği de bütün ilim çevrelerince kabul gören bir görüştür. Üstelik, bu görüşü ilk kez dillerinden F. Kanitz’dir ve Kanitz de görüşünü, 1861 yılında Balkanlarda araştırmalarda bulunan Fransız âlim ve siyaset adamı Lejan’ın, Penega pınarlarına kurban kesmeye giderken görmüş olduğu (bugün Pomak diye adlandırılan) toplulukları “Müslüman Türkler” diye adlandırmış olmasına bir itiraz ve tepki olarak ileriye sürmüştür (Eren 1997: 572).
1829’dan beri kendilerini Büyük İskender ve Bizans imparatorluklarının varisi görerek Megali İdea peşinde koşan Yunanlılara göre de Rodopların güneyinde Yunanistan sınırları içinde yaşayan Pomak Türkleri gâh Büyük İskender’in torunları gâh Trakların torunları sayılmıştır (Çavuşoğlu 1993: 107). Bulgar, Makedon ve Sırplar gibi, tarihî gerçekleri saptıran Yunanlılar da Pomakları “Müslümanlaştırılmış Yunan” saymakta, hatta, Agriyan adından başka, Pomak adının da Yunanca olduğunu, bir görüşe göre “cephe ya da savaş dışında kalmış” anlamındaki “apomahos” kelimesinden, bir diğer görüşe göre de “içki, çok içki içen” anlamına gelen “poma” kelimesinden geldiğini iddia etmişlerdir (Çavuşoğlu 1993: 107).
F. Kanitz’den sonra da bu Müslüman-Türk topluluğuna verilen adlar üzerinde durulmuştur. Mesela A. Ischirkoff, Rodoplarda bulunan Pomakların kendilerine Achirjani dediklerinden ve pomak kelimesinin, (güya) Pomaklar İslamiyet’i cebir ve şiddet yoluyla kabul ettikleri için, Bulgarca măk “şiddet göstermek, azap vermek ve cebretmek” fiilinden gelmiş olduğundan söz eder (Eren 1997: 572).
Bulgar Akademisinin Rodop Müslümanlarıyla ilgili olarak yayımladığı bir çalışmada da Pomak kelimesinin, Rodoplarda mahallî halkın maça (mača) diye telaffuz ettikleri ve aslında miça (miča) “eziyet çekmek” fiili ile ilgili olduğu ileri sürülmüştür (Eren 1997: 572).
A. Chodzko ve A. Dozon gibi bazı Bulgar tarihçiler, Rodoplarda geçtiği anlatılan hikâye ve destanlara dayalı olarak Pomakların eski Trak kavimlerinden geldiklerini, önce Slavlaşıp sonra Müslüman olduklarını iddia etmişlerse de bu iddialar C. Jireček vb. gibi Bulgar milliyetçileri tarafından şiddetle tenkit edilip çürütülmüştür (Eren 1997: 573).
Bu Müslüman-Türk topluluğu için kullanılan Ahiryan/Acharyani/Agaryani adı üzerinde duran A. Cevat Eren, Ischirkoff, F. Bayraktareviç vb. araştırmacıların Rodoplardaki ahalinin kendilerini Achiryani yahut Agaryani diye adlandırıldıklarını yazdıklarından, ama bu kelimenin Bulgarcada hiçbir anlamının olmadığından söz eder. Eren’e göre bu adların Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşunda ve Rumeli’nin fütuhatında büyük hizmetleri olan “Ahilerden” gelmiş olması çok muhtemeldir. Zira, Ahi teşkilatının Rumeli’nin fütuhatında mühim rolü olmuş, Ahiler bu bölgede de birçok tekke ve zaviyeler kurmuştu. Türkler, Rodoplarda Türk adlarını taşıyan Batak, Hasköy, Mestanlı, Darı Dere, Çini vb. adlar altında birçok şehirler tesis ettikleri gibi, son zamanlara kadar yoğun olarak Pomakların yaşadıkları Ahi Çelebi adını taşıyan bir şehir de kurmuşlardır. Bulgar müellifleri Ahi adını, her nedense, daima yanlış ve ekseriya Achyr şeklinde kaydetmişlerdir. Bizzat Jireček bile bu hataya düşmüş ve Balkan Harbi’nden evvel Gümülcine sancağına bağlı Ahi Çelebi şehrinin nüfusunu göstermek için verdiği istatistikte, bu şehri Achyr Çelebi şeklinde kaydetmiştir. Eren, bu bilgi ve tespitlerin sonunda, söz konusu adı, Ahi kelimesinin Farsça çokluk biçimi olan Ahiyân “Ahiler” kelimesine bağlar. Rodoplardaki halkı Ahilere mensup gösteren bu ad, zamanla mahallî söyleyişle Achiryan biçimine dönüşmüştür (Eren 1997: 572-573).
Söz konusu adı Osmanlı tahrir defterlerinde de buluyoruz. Nitekim, 937/1530 tarihli 370 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Rûm-İli Defteri’nde (2001), “Ahıryanlu k. Filibe kz.: 91, Ahıryanlu/Emiryanlu k., İpsala kz.: 78-79, Ahiryan-oğlu m., bk. Hacı Hasan m., Üsküb nf.” yer adları (Özkılınç vd. 2001: 88) ile “Ahiryan-oğlu: 122” kişi adına rastlanmaktadır (Özkılınç vd. 2001: 75).
Tarafsız bir tarih şuurundan yoksun Yunan araştırmacıların, Pomakları etnik olarak MÖ 3-4. yüzyıllarda Yunanistan’da meskûn olan “Grek-Agriyani” unsuruna dayandırdıklarına itiraz eden Ahmet Aydınlı ise hiçbir şekilde Yunanca bilmeyen, Bulgaristan’daki Pomaklardan, Makedonya ve Kosova’daki Torbeş ve Goranlardan farksız olan bu topluluğun 1091’de dağılan Kuman/Kıpçak-Peçenek birliğinin dağılmasından sonra, Balkanlarda onların yadigârı olarak varlığını sürdüren Türkler olduğunu, 1091 yılından Osmanlı Türklerinin Balkanlara hâkim olmaya başladıkları 1358 yılına kadar varlıklarını sürdürdüklerini, Osmanlı öncesi Bizanslı tekfur ve generallerin 1091 yılından itibaren yalnız Rodoplarda yaşayan Kuman Türk boylarına “Komani” yerine pek de tutulmayan “Aren” (erkek) sıfatını verdiklerini, yoksa birtakım Yunan tarihçi ve müfsit yazarların iddia ettikleri gibi, Pomak Türkleri ile “Greko-Agriyani”ler arasında hiçbir şekilde bağın bulunmadığını belirtir (Aydınlı 1971: 33-39).
Bugün Anadolu sahasında, Ahiryan adıyla ilgili olduğunu sandığımız bir Ahriyan adı da kullanılmaktadır. Bu adın da irdelenmesi gerekir, diye düşünüyoruz. Sözlüğünde bu kelimeye de yer veren Tietze, A. Caferoğlu’nun “(Doğu Karadeniz bölgesinde) yerli ahalice Kızılbaşlara verilen ad.”, H. Zübeyr Koşay ve O. Aydın (Acıpayamlı)’nın “Karadeniz bölgesinde Çepnilerin kendilerinden olmayanlara verdikleri isim, yabancı, dönme” anlamlarıyla kaydettikleri Ahriyan kelimesinin kökenini Yunanca aħriánis “aşağılık, iğrenç; dili Rumca olan Müslüman, Türk veya Bulgar” kelimesine bağlıyor (Tietze 2002: 119).
18. yüzyıl İstanbul hayatını anlatan Risâle-i Garîbe adlı yazmayı konu edinen çalışmasında Hayati Develi (2001)de bir zümre, bir halk adı gibi kullanılan Ahriyan adının, Ménage (1969)’i kaynak göstererek, Grekçe agarenus kelimesinden geldiğini, Yunanca ve Bulgarcada daha çok din değiştiren Hristiyan ahali için “Müslüman, Türk” anlamlarında hakaretâmiz bir ifadeyle kullanıldığını, Türkçede ise başlangıçta yeni Müslüman olmuş veya “dinden dönmüş, irtidat etmiş” topluluklar için kullanıldıktan sonra zamanla dinin gereklerini yerine getirmeyen zümrelerin de bu kelimeyle ifade edilmiş olduğunu belirtir (Develi 2001: 92). Develi’nin bu bilgilerde, söz konusu Ahriyan adının asla bir etnik ad olmadığını, bir şekilde inançla, inanç değiştirmekle veya inancını genel kabul görür şekilde yaşamamakla ilgili olduğunu göstermesi bakımından önemlidir.
Tietze sözlüğünde, adı geçen kelimeyi Farsça aħriyān “cahil, aptal”, Rusça aħreyan “tembel, kaba insan”, Bulgarca aħryanin “Orta Rodoplarda yaşayan Pomak” kelimeleriyle karşılaştırmayı da önerir (Tietze 2002: 119). A. Cevat Eren’in de, kelimeyi Ahiyân “Ahiler” kelimesine bağlayıp Balkanlarda da derin izler bırakan Ahilik teşkilat ve kültürüyle ilgili gördüğünü yukarıda belirtmiştik. Özellikle Ahmet Cevat Eren’in görüşüne destek olacak şekilde, biz de söz konusu kelimenin, Ahi teşkilatının kurucusu olan Ahi Evran/Evren ile ilgili olabileceğini veya bu özel adın halk dilinde fonetik aşınma ve değişmelere uğramış biçimi olabileceğini, Ahiryan/Ahriyan < Ahi Evranşeklinde bir değişime uğramış olabileceğinin de düşünülmesi gerektiğini ileriye sürüyoruz.
Rodopların güneyinde kalan bazı Pomak köyleri için kullanılan Ahiryan/Ahriyan/Âren adlarıyla şahsi gözlemlerimizin olduğunu da belirtmeliyim. Nitekim, Rodoplarda Paşmaklı (Smolyan) taraflarında yaptığımız gezilerde, Yunanistan tarafındaki Pomaklar için niye Ahiryan/Ahriyan/Âren dendiğini sorduğumuzda, onların daha “dindar” oldukları ve “ahireti” düşündükleri için bu şekilde anıldıkları cevabını aldık. Demek ki, Pomaklar kendilerinden gördükleri bu köylerin halkına verilen adı, daha dindar oldukları, ahireti daha fazla düşündükleri için, “ahiret” kelimesiyle ilgili görüyorlar.
Makedonya’da yaşayan, bir kısmının Türkçeyi unuttuğu bir kısmının da çok az bilip konuştuğu, ama her zaman, kahir ekseriyetle, “Biz Türk’üz.” demekten çekinmeyen Torbeş adı üzerinde de durmak yararlı olacaktır. Balkan Türklüğü adlı eserinde Yusuf Hamzaoğlu’nun verdiği bilgiler meseleye ışık tutucu nitelikte. Hamzaoğlu’na göre, “Makedonya’da Ortodoks Hristiyanlar Bogomillerle alay etmek ve onlara karşı halkı kışkırtmak amacıyla ‘Yücelen Bogomiller’ için ‘Torbeşler’, Anadolu Bogomilleri için de Yunancada ‘Torbacılar’ anlamına gelen ‘Fundagiatlar’ veya ‘Fundaitler’ diyorlardı. Onlar ‘Yücelen Bogomiller’e bu adları taşıdıkları torbalardan dolayı vermişlerdi. Çünkü Bogomiller daima omuzlarında torbalar taşıyorlardı.” (Hamzaoğlu 2000: 452, dipnot 11). Makedon araştırmacı D. Taşkovski’nin, Makedonya’da yaşayan Torbeşlerin, Osmanlıların bölgeye gelmesiyle İslam dinini kabul eden Bogomiller oldukları ve İslamiyet’e geçtikten sonra da eski bir Bogomil kelimesi olan “Torbeş”i korudukları şeklindeki iddialarını reddeden Hamzaoğlu’na göre, “Torbeş”, “tor+beş” veya “tor+baş” tan gelen Türkçe birleşik bir kelimedir. Birinci kelime olan “tor”un Türkçede “sık gözlü ağ; ağ örgüsünde tor başlık; toy, işe alışkın olmayan; olgunlaşmamış, ham; görgüsüz, çekingen, utangaç, acemi” anlamları vardır. Birleşiği oluşturan ikinci kelime olan “beş” ise “baş” veya “başlık”tan gelmiş olmalıdır. Buna göre “Torbeş” kelimesinin, “sık gözlü ağ” anlamına gelen “Torbaşlık”tan veya “toy, işe alışkın olmayan, olgunlaşmamış, ham, çekingen, utangaç veya acemilerin başı” anlamına gelen “Torbaş” veya “Torbaşı”ndan gelmiş olduğunu, “baş” kelimesinde bir a >e vokal değişimi yaşandığını söylemek mümkündür (Hamzaoğlu 2000: 453).
Hamzaoğlu’nun da belirttiği gibi, bugün Makedonya’nın Radika, Debre, Jupa, Kırçova, Sırnik, Vranovtsi, Koliçani vb. yerlerinde yaşayan Türklerin bir kısmını, Makedonlar, “Makedon Müslümanları”, “İslamlaşmış Makedonlar” veya “Torbeşler” olarak adlandırıyorlar. Şahsi gözlemlerimizle de çok iyi biliyoruz ki, bu topluluğun üyeleri kendilerine “Torbeş” denilmesinden katiyen hoşlanmıyorlar ve bunu kendilerine yapılmış hakaret olarak algılıyorlar. Esasen onlar çoğunluk olarak “Biz Türk’üz.” diyorlar. Bir kısmı da, “Torbeş” adının yanlış olduğunu, esasen onlara “Türkbaş” denmesinin daha doğru olacağını ifade ediyor.
Pomaklara Bulgarlık, Makedonluk, Sırplık ve hatta Rusluk atfedenler, sonuçta onları Slav olarak kabul ediyorlar, demektir. Bunun sebebi de dilleridir. Bir çeşit Bulgar lehçesi olan bu dile, başta Türkçe olmak üzere, Makedonca, Sırpça, Yunanca vb. dilden sözler karışmıştır. Ancak onların hepsi Pomakçayı konuşmamakta, bilhassa şehirlerde yaşayanları Türkçe konuşmakta, köylerde yaşayanları ise Pomakça ile birlikte Türkçeyi de bilmektedirler (Eren 1997: 573). Bu durum, bugün Türkiye’nin Edirne, Kırklareli, Tekirdağ, Çanakkale, Sakarya vb. illerinde yaşayan Pomaklar için de geçerlidir. Hatta birçok Pomak yerleşim bölgesinde ana dili olarak da Türkçe kullanılmaktadır. Bulgaristan, Makedonya ve Kosova’da ise gerek bireysel gerekse sivil toplum kuruluşları vasıtasıyla Türkçeyi öğrenme ve çocuklarını Türkçe eğitim-öğretim yapan okullara gönderme yönünde bir talep patlaması yaşandığı da şahsi gözlemlerimizle sabittir. Güney Rodoplarda kalan Batı Trakya Pomaklarında ise Türk-İslam şuuru en üst seviyededir.
Pomaklar Kimlik ve Kaderlerini Türk-İslam Kimliğine Bağlamışlardır
Pomakların kendilerini Türk-İslam kültür dairesinde görüp tam tersine kendilerini azınlık olarak yaşadıkları ülkelerin hâkim unsurundan farklı görmeleri üzerinde de durulmalıdır. Pomak/Torbeş/Ahiryan/Goralılar kendilerini hiçbir zaman ve hiçbir şekilde Bulgar, Yunan, Makedon ve Sırp olarak görmemişlerdir. Bu tarihî hakikat, bugün de geçerlidir. Hatta onlar, bırakalım içlerinde azınlık olarak yaşadıkları Hristiyan Bulgar, Makedon, Yunan, Sırp vb. milletlere aidiyeti, kendileri gibi Müslüman olan Arnavut ve Boşnaklarla bile etnik bir aidiyet kurmamaktadırlar. Ama tarihte olduğu gibi, bugün de kader ve kimliklerini Balkan ve Anadolu Türklüğüne bağlamışlar ve kendilerini daima Müslüman Türk olarak algılamaktadırlar. Buradaki kimlik algılaması, “milliyet” konusunun salt “dil” veya “din”e dayalı olarak izah edilmesinin ne kadar doğru veya ne kadar bilimsel olabileceğini de sorgulamayı gerekli kılacak bir örnektir. İçinde Türkçeden başka, diğer Balkan dillerinden de birçok unsur taşımakla birlikte, büyük oranda Bulgarcaya dayalı bir dil kullanan bu toplulukların, salt dillerinden dolayı Müslümanlaştırılmış Bulgar (Muhammedi Bulgar), Makedon, Yunan, Sırp ve Rus sayılmaları ne kadar doğru ve bilimsel olabilir?
Pomak/Torbeş/Ahiryan/Goralı vb. anılan bu topluluğun üyeleri, Roma’dan sonra en büyük barış dönemini (Pax Ottomana) tesis eden Osmanlı’nın barış ve savaş dönemlerinde hep yanında olmuş, Anadolu’dan gelen Müslüman Türkler, Balkanlardaki Müslüman Arnavut ve Boşnaklarla birlikte, yüksek Osmanlı kültür ve medeniyetinin ortak mimarlarından olmuşlardır. Pomaklar, Osmanlı döneminde de Osmanlıların Balkanlardan ayrılmasından sonra da kendilerini devletin asli unsuru Türklerden farklı ve ayrı görmemişlerdir. 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda da Balkan Savaşlarında da hatta Balkanların elden çıkmasından sonra 1. Dünya Savaşı’nda Yemen’de ve Çanakkale Savaşı’nda da, cepheye koşup şehit ve gazi olmalarını başka türlü nasıl izah edebiliriz ki?
Bulgaristan ve Yunanistan’daki Pomak, Makedonya’da Torbeş, Kosova’da Goralı olarak anılan, ama inatla kendilerini Müslüman Türk olarak algılayan ve tanıtan bu topluluklar üzerindeki çalışmalarda artış olduğu gözlenmektedir. Bu arada Türk araştırmacıların çalışmaları ve çalışma sonuçları dikkati çekmektedir.
Araştırma Sonuçları Pomakların Türklüğünü Gösteriyor
Balkanlardaki Pomak Türklerinin tarihi ile Batı Trakya’da kalan kısmının sosyokültürel yapısını anket ve soruşturma yoluyla ortaya koyan Halim Çavuşoğlu; 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, 1913-1919 Bulgar işgali dönemi, 1923 sonrasında başlayan Yunan egemenliği, 1941-1945 ikinci Bulgar işgali dönemi ve 1953’ten sonra Yunanistan Devleti’nin getirdiği “Yasak Bölge” uygulamasının Pomak Türklerinin sosyokültürel yapıları üzerinde zaman zaman olumsuz etkiler yaratmış olsa da Pomak Türklerince Türk kültürüne ve İslami değerlere bağlı kalındığını, toplumsal hafızayı teşkil eden birçok eski âdetin uygulandığını, hatta 29 Ocak 1988’de “Türk” isminin yasaklanması üzerine, Gümülcine’de yapılan mitinge “Yasak Bölge”de yaşayan Pomakların kilometrelerce yolu kat edip sayısız doğal engel ile polis barikatlarını aşarak geldiklerini ve yeri göğü “Biz Türk’üz!” sloganlarıyla inlettiklerini belirtir (Çavuşoğlu 1993: 178-183).
Kendisi de Bulgaristan Türk’ü olan Hüseyin Memişoğlu da Pomak Türklerinin uzun ve hazin tarihini ele alan Balkanlarda Pomak Türkleri adlı çalışmasında, “Pomak Türklerinin 11. yüzyılda Rodoplar, Pirin ve Vardar Makedonya’sı ile Kuzey Bulgaristan’ın orta ve batı kesimlerinde yerleşmiş Kuman Türklerinin torunları” olduğu sonucuna ulaşır ve Pomakların 1877-1878 yılından günümüze kadar uzanan süreçte imha, tehcir, milliyetlerini terke zorlama, dinlerini ve adlarını değiştirme vb. insanlık dışı işkencelerle millî bilinçlerinden koparılıp Slav-Bulgar veya Grek olmaya veyahut Hristiyanlığı kabul etmeye zorlanmalarına rağmen, çetin mücadeleler vererek millî ve dinî kimliklerini ve dinamik Türk etnik özelliklerini korumayı başardıklarını vurgular (Memişoğlu 2005: 89).
Pomak Türkleri (Kumanlar-Kıpçaklar) adlı çalışmasında İlker Alp da yüz yılı aşkın bir süredir Bulgar ve Yunan idarelerinde asimilasyon amaçlı yoğun baskılara maruz kaldıkları hâlde millî kimliklerini tereddütsüz olarak “Türk” olarak ifade eden Pomakların, 11. yüzyılda Ukrayna ve Romanya’dan Balkanlara gelen, kaynaklarda “beyaz tenli, sarı saçlı, düzgün vücutlu, yakışıklı insanlar” olarak tarif edilen Kuman/Kıpçakların torunları olduğunu, 1091’de Kuman-Peçenek Türk Federasyonu’nun yıkılmasından sonra da başta Rodoplar olmak üzere, Trakya, Makedonya (Pirin, Ege ve Vardar kısımları dâhil), Kosova ile Sancak’ta kalan ve Osmanlı döneminde Anadolu’dan gelen soydaşlarıyla kaynaşan Türkler olduklarını ifade eder (Alp 2008: 78-79).
Pomak araştırmalarıyla ilgili olarak, son yıllarda Türk bilim adamlarının içinde halkbilimci ve sosyologların çalışmaları ve ulaştıkları sonuçlar da ilgi çekicidir. Sahada yüz yüze görüşme, soruşturma ve anket yoluyla yapılan bu çalışmalar, Pomak/Torbeş/Goralı vb. adlarla anılan bu Müslüman Türk topluluğunun toplumsal hafızasını oluşturan doğumdan ölüme kadar uzanan birtakım halk inanç, yaşayış ve ritüelleri itibarıyla da Anadolu ve Orta Asya Türkleriyle bire bir benzeştiğini veya büyük ortaklıklar içinde olduğunu ortaya koymaktadır.
Kültürel Kodlar Anadolu ve Orta Asya Türklüğünü İşaret Ediyor
Makedonya ve Kosova’da meskûn Goralıları kimliklerinin önemli bir parçasını teşkil eden halk inançları bakımından inceleyip gözlemiş olan Yaşar Kalafat; Gelin alınacak kızın babasına başlık verilmesi, Türk halk kültürünün önemli ritüellerinden olan Hıdırellez’in davul zurna eşliğinde üç gün devam ederek çok canlı olarak kutlanması, genç kızların kısmetlerinin açılması için ağaçlara “adak çaputu” bağlaması, düğün geleneklerinde, Anadolu ve Orta Asya Türklerinde olduğu gibi, geline kına yakmak uygulamasının bulunması, Anadolu ve Orta Asya Türklerinde hâlâ canlılığını koruyan eski Türk düğün geleneklerinin kalıntılarından olan ve düğünlerde gelinin damat evine geldiğinde, uğuruna inanılarak, damadın ailesi tarafından gelinin başına bozuk para ve şekerleme türü şeylerin saçılması şeklindeki “saçı geleneği”nin varlığı, yağmur duası inanç ve uygulamasının devam etmesi, Anadolu ve Orta Asya Türklerinde olduğu gibi, düğün evlerine bayrak asma geleneğini sürdürmeleri, yeni doğan çocuklara kulağına İslami inanca uygun olarak ezan ve kamet okunarak ad koyulması ve doğum mevlidi okutulması, İslam öncesinden başlayarak günümüze kadar Türk kültür coğrafyasında “kara iye” olarak bilinen eski Türk halk inançlarından olan ve yeni doğum yapmış kadınlara, lohusalık döneminde musallat olan “al karısı”, karabasan” ve “al basma” diye bilinen kötü ruh veya hayali varlıklardan koruma inancının Goralılarda “ağır basan” olarak yaşaması vb. verilerden hareketle, “Türkçeyi çok güzel şekilde konuşan Goralılar, iki dilli de olsalar, onların etnik kimlikleri konusunda farklı görüşler de ileri sürülmüş olsa onların halk inançları göstermiştir ki, onlar Türk kültürlü halklardandırlar. Goralıların/Dağlıların yurdu Türk kültür coğrafyasının bir parçasıdır.” kanaatine ulaşmıştır (Kalafat 2011: 47-49).
Sosyolog Musa Taşdelen ve arkadaşlarının sahadan elde ettikleri verilere dayalı olarak gerçekleştirdikleri ortak çalışmalarındaki, “Goralıların aynı zamanda Torbeş ve Pomak adlarıyla anılan Balkanların diğer topluluklarıyla ortak dil ve kültüre sahip oldukları; Goralı, Torbeş ve Pomak adlarının onlara muhtemelen Slav topluluklar tarafından verildiği ve gerçek etnik adları olan Orta Asya’dan bu coğrafyaya taşıdıkları boy adlarının unutulmuş olabileceği, buna rağmen, mezar taşlarındaki belgi ve tamgaların, birer maddi delil olarak kökenlerinin hangi Türk boylarına ait olduğunu bizlere söylemekte olduğu” şeklindeki bilgiler de son derece önemlidir (Taşdelen vd. 2008: 22-23)
Çünkü, “Toplumlar çok kolay değişmezler. Toplum ve toplulukların dış görünüşlerinde birtakım değişmeler yaşanmış olsa da onların gözeneklerine inildiğinde, toplumsal genetiğine bakıldığında birçok şeyin çok eski zamanlardan beri yaşamaya devam ettiğine tanık oluruz. Buna toplumsal hafıza diyoruz.” (Taşdelen vd. 2008: 12).
Yaşar Kalafat’ın tespitlerine göre, tamamı Müslüman Torbeşler arasında yaşayan halk inanç ve ritüelleri arasında; Anadolu ve Orta Asya Türklerinde de yaygın olan, kız kaçırma yöntemi ile evlenmenin çok yaygın olması, Anadolu ve Orta Asya Türklerinde geçmişten günümüze zayıflayarak gelen, çocuklarını evlendirecek ailelerden erkek tarafının kızın babasına verdiği “kalın” veya “başlık parası” geleneğinin yakın zamana kadar devam etmesi, Türk kültür coğrafyasında çok bilinen “uğurlu ayak”, “uğurlu el”, “uğurlu kişi” inancının Torbeşler arasında da yaşaması vb. özellikler sayılabilir ki (Kalafat 2006: 44-48), bunlar da onların Türk kültür coğrafyasının bir parçası olduğunu gösterir.
Osmanlı’ya Büyük Haksızlık: Müslümanlaştırılmış Bulgar…
Etnik köken veya milliyetleri üzerinde fırtınalar koparılan Pomak, Goralı, Torbeş, Ahiryan vb. adlarla anılan topluluklar hakkında tarih biliminin sunduğu bilgi ve belgelerin yanında, bu topluluğun toplumsal ve kolektif hafızası demek olan halk inançları, doğum, ölüm, evlilik, yemek kültürü vb. gelenek ve görenekleri de ortaya konduğunda, onların Türkiye ve Orta Asya Türklüğü ile birçok bakımdan birleştiği anlaşılacaktır. Böylece, onlara atfedilen Müslümanlaştırılmış Bulgar, Yunan, Makedon ve Sırp iddialarının ne kadar havada kaldığı görülecek, buna karşılık Türklükleri, Türk tarih ve kültür dairesine ait oldukları görüşü güçlenecektir.
Balkanlı komşularımızda kullanılan “zorla Müslümanlaştırılmış” ifadesi üzerinde de durmak gerekiyor. Öncelikle belirtmek gerekir ki, böylesi ifadeler, Balkanların barış döneminin sembolü olmuş Osmanlı’ya büyük bir haksızlıktır. Dine dayalı bir millet sistemi ortaya koyan Osmanlı Devleti’nin, hâkimiyeti altındaki milletlerin dil, din ve kültürlerine karışmadığı tarihî bir gerçektir. Tartışmayı bile gerektirmez. Eğer Osmanlı Türkleri, Balkanlarda hâkimiyeti altında yaşayan milletlerin din, dil ve diğer hürriyetlerini kısıtlamış, onları asimile etmiş olsaydı, Balkanlardaki büyük küçük birçok millet benliğini günümüze kadar nasıl koruyacak ve ayrı bir millet olarak varlıklarını nasıl devam ettirebileceklerdi? Sınırları içindeki 55 krallık ve beylik ile 33 ayrı milletin hâkimi olan Osmanlı padişahlarının “Ben tebaamın Müslümanını camide, Hristiyanını kilisede, Musevisini havrada görmek isterim.” sözleri hatırlanmalıdır.
Türkçede, “Mızrak çuvala sığmaz.” diye bir söz vardır. Gerçekleri uzun süre gizleyemez, üstünü örtemezsiniz. Nitekim Bulgar tarihçi Stoyan Dinkov, “Osmanlı-Roma İmparatorluğu, Bulgarlar ve Türkler” adlı kitabında söz konusu ettiğimiz Osmanlı hoşgörüsünü kendi cümleleriyle şöyle ifade ediyor:
“Şunu bilmemiz gerek, Bulgaristan büyük bir devletin parçasıydı. Dahası günümüzde var olan 52 devlet Osmanlı İmparatorluğu’nun idaresi altındaydı. Tüm bu devletler günümüzde bağımsız, çağdaş bir devlettir. Bu devletler 400 ila 600 yıl arasında Osmanlı’nın birer parçasıydılar ve aynı zamanda kendi inancını, yaşayış tarzını ve geleneklerini koruyabildiler. Osmanlı İmparatorluğu idaresi altında asimile edilen hiçbir millet yoktur. Osmanlı Devleti’nden dolayı etnik kökenini kaybeden millet yoktur.” (http://balturk.org.tr/stoyan-dinkov-bizi-yok-olmaktan-osmanli-kutardi/24.01.2012)
Eğer Osmanlı’nın siyasi emelleri Hristiyan olan milletleri Müslüman yapmak olsaydı, önce aslen Türk olan ve Türkçeden başka dil bilmeyen Gagavuzları Müslüman ederdi ya da onlar üzerinde böyle bir siyaset uygulardı. Çünkü bu, çok daha kolay olurdu. Bilindiği gibi, Gagavuzlar bugün de Ortodoks Hristiyan olarak varlıklarını sürdürmektedirler. Dolayısıyla Pomaklar/Torbeşler/Goralıların zorla Müslümanlaştırıldıklarına dair Yunan, Bulgar, Makedon ve Sırpların iddiaları çürüktür ve bir iftiradan ibarettir.
Osmanlı hiçbir milletin etnik kökenine, dil ve dinine karışmamıştır, ama Balkanlarda Osmanlı’nın yetimi olarak kalan Müslüman Türk ve akraba toplulukların ırkçı saldırı ve politikalarla her türlü baskı ve zulümlere uğrayıp dillerine, dinlerine saldırıldığı, asimilasyona maruz kaldıkları tarih sayfalarında kara bir leke gibi yerini almıştır. Müslüman Pomak Türkleri, konuştukları dilin cezasını çekercesine en fazla belaya düçar olanların başında gelmektedir.
Sonuç
Bulgaristan ve Yunanistan’da Pomaklar, Makedonya’da Torbeşler, Sırbistan’da Goralılar, Osmanlı’dan bu yana gerek siyasi gerek sosyal baskı ve zulümlerden yılmışlardır; artık kendilerini özgür hissetmek istiyorlar. Bu çok insani istek, onlara çok görülmemelidir.
Onların, Pomak/Torbeş/Goralı vb. adları ile anılıp çok farklı millet ve milliyetlere dâhil edilseler de kendilerini “Türk” olarak tanımlamaları zaten her türlü iddia ve yorumun üzerindedir. Çünkü bir insan kendisini ne hissediyorsa veya hangi millete ait görüyorsa odur. Bunun tartışılacak bir tarafı da yoktur. Burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözü, Türklük veya Türk milleti tanımı için hatırlanmalıdır.
Kaldı ki, modern ve demokratik bir ülkenin vatandaşlarının tek bir etnik unsura dayanma zorunluluğu da yoktur. Yani Türkiye’de her vatandaşın “Türk kökenli” olma gibi bir zorunluluğu olmadığı gibi, Bulgaristan, Yunanistan, Makedonya, Kosova ve Sırbistan’da yaşayan Pomak, Torbeş ve Goralıların da Bulgar, Yunan, Makedon ve Sırp kökenli olma zorunlulukları yoktur, olmamalıdır. Ama her ülkede temel hak ve hürriyetlere sahip, görev ve sorumluklarını bilen vatandaşlar olma hakları vardır.
Şu nokta da unutulmamalıdır: Farklı ülkelerde farklı farklı adlarla anılıp farklı milletlere bağlanmaya çalışılan bu topluluğun fertleri, niye kendilerini Bulgar, Yunan, Makedon ve Sırplara değil de Türklere ait hissediyor ve her türlü baskı ve zulme rağmen Müslüman Türk kimliklerini koruyarak, hatta çok zaman ölümü göze alarak “anavatan” gördükleri Türkiye’ye sığınıyorlar?
Şöyle de düşünülebilir: Türkler tarafından zorla Müslümanlaştırılmış olduğu iddia edilen bu Pomak, Torbeş ve Goralılar, mademki Bulgar, Yunan, Makedon ve Sırp idiler, neden kendi milletinden(!) baskı ve zulüm gördüler, görüyorlar ve neden kendi vatanlarını terk edip Türkiye’ye göçtüler, göçüyorlar? Bu ve benzeri çelişki ve açmazlar nasıl izah edilecek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder