15 Eylül 2019 Pazar

SİBİRYA TÜRKLERİ Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu




SİBİRYA TÜRKLERİ

Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu

I. Yakutlar (1):

Türk ellerinin en ücra Kuzey-doğu köşesinde oturan tarihi Yakut Türklerine, bugünkü Yakutsk havalisinde, Lena ırmağı ile buna dökülen kolların suladığı sahada rastlanmaktadır. Asıl yayıldıkları çevre ise: batıda Ölenek, Katanga ırmakları kıyılarına, doğuda ise Aldan ve Kolina ırmakları boylarını aşarak Ohotsk körfezine kadar uzanır.
Yakutlar bu muazzam saha dahilinde, bilhassa Kuzey-Buz Denizine dökülen ırmak boylarında, sürüleri ile gezgin hayat yaşayarak, hayvanlarına elverişli otlaklar ararlar. Kısmen doğu, kısmen güney ve batıdaki komşuları olan Tunguz’lar ise, bilakis hayvan ve balık avcılığı ile geçindikleri halde, Yakut Türkü hayvan beslemeği tercih etmiştir.
Sahanın işgal ettiği coğrafik durum icabı, Yakut ili korkunç bir tabiat iklimiyle karşı karşıyadır. Kışın bütün yerler donar, ancak yaza doğru yumuşar. Yazın hararet artı 36 dereceyi bulur. Ayrıca Yakutistan’ın güneyinde sidre, kara çam ve diğer neviden ağaçlar, geçilmez ormanlar teşkil ederek yaşama imkanlarını ve faydalanmasını engeller. Kuzeyde ise, kuzey ikliminin hüküm sürdüğü yerlerde, istifadesiz tundralar başlar.
En şiddetli soğuklar, aralık ayının ortasına doğru, bütün şiddetiyle hayata hakim olur, her şey durur. Evlerin camları soğuğun tesiriyle kırılır, binalar çatlar ve dondurucu sis her tarafı kaplar. Dumanlı ufuklarda saat onbire doğru beliren güneş, az zaman sonra batar, gözükmez olur. Solgun bir meşaleyi andırır. Öğleye doğru dahi, gökyüzünü görmek imkansızdır. Termometre kolayca –40’ı bulur, hayat duraklar, yerinde sayar.
Bütün bu sert tabiata rağmen, Yakut Türkü, sapsağlam yaşar, hayat mücadelesine göğüs gererek, ırkından ve milliyetinden en ufak bir fedakarlık yapmamıştır. Üstelik, yüz ifadesinde mülayimlik hakim olmasına rağmen, biraz da düşünceledir. Boyu orta, omuzları geniş, yüzü beyzidir. Ağır hareket etmeğe sever. Açlığa ve susuzluğa da dayanır. Çocuklarını doğduğu andan, soğuğa alıştırırlar. Uzun ömürlüdürler.
(Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ekim 1964, Sibirya Türkleri, Cilt: II, Sayı: 24 s. 44)
Yakut Türkü, tam manasıyla, yemeğe düşkündür. Başlıca gıdayı at ve sığır etine, inek veya kısrak sütü teşkil eder. Kırgızlar gibi ekmeği bilmezler. Kuru ve taze balık da yerler. Esas içkileri kımız’dır. Çay içenler de vardır. Rus idaresi alkollü içkileri de sokmayı ihmal etmemiştir.
Yakut elinin yüz ölçümü 3.489.689 kilometre murabbaında olup, sinesinde ancak 500.000 kişiyi beslemektedir. Son idare sistemine göre Muhtar Yakut Cumhuriyeti haline getirilmiştir.
Bazı etnologlara göre Yakutlar içerisinde halis Türk kanını muhafaza edenler yanında bir de komşuları Tunguz’lara karışmış olanlara da rastlanmaktadır. Jeopolitik durum neticesi olan bu hal, Yakut Türkü üzerinde müessir olamamıştır.
Yakut Türkü kendisine “kişi, insan” manasında olmak üzere, kavim adı olarak, saha, çokluk halinde ise Sahalar etnonimini kullanmaktadır. Tarihi çağ başlarından itibaren Maveraünnehir’in doğusundan başlayarak, Tanrı ve Altay dağlarına kadar uzayan sahadaki halklara, Grek ve İran kaynaklarında Saka adı da verilmiş bulunmaktadır. Sırf dış benzeyişten başka bir şey olmayan bu iki kelime arasında, ne filolojik ne de semantik bir münasebet vardır. Şöyle ki, Yakut kavim adını Ruslar ilk defa Tunguz’lardan işitmiş etrafa yaymışlardır. Halbuki Tunguz’lar kendi düşman komşuları olan bu Türk halkına Yaku, Buryat’lar ise Moğolca çokluk eki olan (-t) ekinin ilavesiyle Yakut adını kullanmışlardır. Kelime başı (Y-) sesinin Yakutça’da (s-) ile karşılanması üzerine Saha kelimesi kolayca Yakut olmuştur.
Yakutların buraya nereden, ne yolla ve ne vakit geldiklerine ve diğer Türk halkları ile olan yakınlıklarına dair, bir takım fikirler ileri sürülmüştür. Miller, Aristov ve saire, Saha kelimesini gözönünde bulundurmakla beraber, Yakutlar arasında dolaşan efsanelere de dayanarak, Sagay Türklerinden türediklerini iddia etmişlerdir. Bazı bilginler ise Yakutların eskiden Cungarya’da yahut da Amur ırmağı vadisinde yaşamış olduklarını kabullenmişlerdir. Bir iddiaya göre, de Yakutların eski yurtları, Baykal gölü havzası ve İrkutsk havalisi, yahut Yenisey nehri boyları olmuştur. Kesin olarak bilineni XIII. Yüzyılda Buryat’ların, Yakutları zorlayarak kuzeye sürmüş olmalarıdır. Nihayet Lena ırmağı kıyılarında yerleştikten sonra, Yakutlar burada, Tunguz’larla mücadele etmek mecburiyetinde kalmışlardır. Bu yüzden yurt değişimine de mecbur olmuşlardır.
Rusların Yakutlarla olan ilk temasları ancak XVII. Yüzyıldan itibaren başlar. O zaman Yakutlar Vilyui ırmağı boyunda oturmakta olup Ruslarla ölüm dirim mücadelelerine girişmişlerdir. Bir çok defa da sağa sola göçe mecbur olmuşlardır. Nihayet Rus boyunduruğu altına girmeğe mecbur olmuşlardır.
Yakut Türkü sıkı sıkıya geleneklerine bağlı, milli toplum hayat şartları içerisinde, taamül hukukuna dayanan bir hayat sürmekte ve Şamanizm dini inançları ile yaşamaktadır. Aile kuruluşu, ölüyü, anma, dini bayramlar, evlenmeler, hatta milli kıyafet dahi, Yakut Türküne has bir merasime ve geleneğe bağlıdır. Çeşitli halk müesseseleri, bütünü ile faaliyettedir.
Türk şiveleri arasında, Türk dili fonetiğinin asaletini taşımasına, gramer şekillerinin çeşitliğine ve muazzam denecek kadar kelime servetine, ıstılahlarına ve deyimlerine malik olmasına rağmen, maalesef Yakut dili şifahi halk edebiyatı dışında bir edebiyat vücuda getirememiştir. 1917 yılı Rus iç ihtilaline kadar, Yakut ağızı malzemesi ve halk edebiyatı, çeşitli Rus alfabesi sistemi ile toplanmıştır. Coğrafik durumu dolayısıyla, yabancı dil tesirinden uzak kalan Yakut Türkçe’si, bugüne kadar koca sahanın, rakipsiz bir ifade vasıtası olmuş, memuriyetle ve sürgünle gelenler kim olursa olsun, Yakutçayı öğrenme zorunda kalmışlardır. Bu yüzden, daha XIX. Yüzyılda Yakut şivesi Avrupa ve Rusya’da araştırılmaya başlanmış, O. Böhtlingk (1848-1851) tarafından hakkında vücuda getirilen “Yakut dili hakkında. Gramer. Metin ve lügat” adlı eser, Türk dili üzerinde yapılan gramer araştırmalarının şaheserini teşkil etmiştir. Mukayeseli Türk dili gramerinin de temeli olarak telakki edilebilir.
(Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ekim 1964, Sibirya Türkleri, Cilt: II, Sayı: 24 s. 45)
Yakut Türkçe’sinin daha XIX. Yüzyıl ortalarında, araştırma alanına alınmasına başlıca sebep, bir taraftan M. F. Middendorf ve O. N. Böhtling gibi kudretli bilginlerin bu Türk şivesini araştırma konusu yapmaları, bir taraftan da Pekarskiy gibi aydın birçok kimselerin, sürgünlükle Yakutlar arasında yaşamaya mahkum edilmeleri olmuştur. Her iki bilgin grupları, usanmadan üzerinde yaptıkları araştırmalarla, Yakut Türkçe’sini ortaya çıkarmışlardır.
Yakut edebiyatı hala halk olma çeşnisinden ayrılamamıştır. Okur-yazar sınıfın genişletilmesi ve artırılması gayesiyle, Yakutça yeni yeni gramerler, okuma kitapları ve sözlükler vücuda getirilmiştir. Bir aralık Yakutça’ya mahsus bir alfabe de düzenlenmiştir.

II. Karagas’lar (2):

Güney Sibirya Türk kavimleri arasında en doğuda oturanlar Karagan Türkleridir. Soyon’larla bir şive birliği teşkil ederek, daha fazla Tuba = Tuva yahut Uryanhay, etnonimi altında tanınmak istenmektedir. Coğrafik yerleşme sahaları ise Sayan dağları silsilesince ikiye ayrılan, doğu bölgesi Karagas’lara tahsis edilmiştir. Ren geyiği sürüleri ile konup göçtükleri saha Oka, Uda, Biryusa ve Kan ırmakları arasıdır. Bunlardan Biryusa ile Uda, Ankara ırmağı havzasını teşkil etmektedirler. Saha halkını, yakından araştırılmış olan Castren, Schiefner ve Katanov gibi bilginler, Karagas’ları esas beş boya ayırmaktadırlar: 1) Kaş, 2) Sarığ-Kaş, 3) Çoğdu (Tyogdı), 4) Kara-Yoğdu (Kara-Tyogdı), 5) Çeptey (Tyeptey). Küçük bir etnik grup teşkil eden bu kadim Türk halklarının, gerçek sayıları hakkında bilgimiz yoktur. 1851 tarihinde Stubbendorf nüfuslarını 543 kişi olarak tespit etmiştir. Yüzyıllık bir ömür süresini %2 artışla hesaplarsak, herhalde 2000’i bulmuş olurlar.
(Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ekim 1964, Sibirya Türkleri, Cilt: II, Sayı: 24 s. 46)
Castren’e göre Karagas yahut Kargas kavim adı “Kara-Kaş” tam türemedir. Buna bakarak Karagas, Kaş ve Sarığ-Kaş gibi etnik unsurların Kas Türklerinde olduğu kabul edilebilir. Hayat tarzlarında Samoyet gelenekleri tesiri göze çarpmaktadır. Herhalde aralarına Samoyet’lerden de karışanlar olmuştur. Fakat literatürde, bazı Altay Türk kabilelerinde de görüldüğü gibi, Tofa, Tofa’lar adı altında geçmektedirler.
Türk şive ve ağız araştırıcıları Karagas yahut Tofa ağızını, eski Uygur-Oğuz dil birliğinden saymamaktadırlar. Soyon şivesinin bir ağızıdır. Yazıları olmadığından, edebiyatları da yoktur.

III. Soyon’lar = Tuva’lar (3):

Vaktile Moğolistan’ın batısında oturan Türk halklarına Uryanhay, Altay Dağ-Kalmukları, Çuy-Kişi, Tannu-Tuvin’ler, Soyon, çoğul halinde Soyot gibi çeşitli kavim adları takılmıştır. İlmi araştırma ve eserlerde, umumiyetle Soyon yahut Soyot etnonimi terviç edilmişken, bunlar kendilerine Tuva, Tuba, Tıva kavim adını vermeyi daha yerinde bulmuşlardır. Son Sovyet Rusya iç idare taksimatında yerleri Muhtar Tuba eyaleti haline getirilince, ister istemez Soyon yerine Tuba yahut Tuva kavim adı da kullanılmaya başlanmıştır. Altay Türkleri gurubuna dahil Kara-Orman Tatarları da aynı adı taşımaktadırlar. Fakat soy bakımından birbirlerinden farklıdırlar. Taşıdıkları son kabile adını Çin tarihlerinde geçen Tu-Po adile müşterek sayanlar da vardır. Bu yüzden menşeleri hakkında çeşitli fikirler ileri sürülmüştür. Samoyet ve Yenisey – Ostyak’ları karmasından türedikleri fikri yaygındır. Bugünkü şivelerine bakılacak olunursa, daha fazla Oğuz-Uygur şive birliğine dahildirler. W. Radloff ise kendilerini Uygurların ahfadından sayarak, şivece Uygur, Karagas ve Yakut şivelerinden türeme kabul etmektedir.
Tuva’ların işgal ettikleri coğrafik saha, dar ve uzun olup Kobdo ırmağından başlayarak Kossogol’a ve Tangnu-Ola’nın kuzeyinden biraz doğuya doğru koymaktadır. Bu suretle yaygın ve iskan çevrelerini Yenisey ırmağı dallarından Bay-Kem, Uluğ-Kem ve Kemçik havzası teşkil etmektedir. Burası vaktile Uryanhay ovası adile tanınmakta idi. Şimdi ise Tannu-Tuva (Soyonca Tangdı-Tuva) yani “Tan yeri Tuva’ları” adını almıştır. Moğolistan’la öteberiye, yayılmışları da vardır. Daha güneyde oturanları Moğollaşmışlardır. Başşehirleri “Kızıl” şehirdir. Nüfusları yuvarlak hesap 100.000 kişinin üstündedir.
Tarihleri hakkında geniş bir bilgimiz yoktur. Müstakil bir edebiyat vücuda getirememişlerdir. Hatta yazıları dahi yoktu. Son zamanlarda Tuva’lara mahsus önceleri Latin (1930-941 yıllarında), sonraları ise Rus alfabesi sistemi tertiplenmiştir. “Doygur dol”, “Hayran-boy” gibi piyesler de yazılmıştır.
Tuva halk edebiyatı örnekleri ve şiveleri Radloff’un “Proben”lerinde ve bilhassa Sagay Türkleri bilginlerinden N. Katanov’un, meşhur “Uranhay” dili üzerindeki araştırma tecrübeleri” adlı eserinde toplanmıştır.
(Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ekim 1964, Sibirya Türkleri, Cilt: II, Sayı: 24 s. 47)
BİBLİYOGRAFYA
(1) O. Böhtlingk, Über die Sprache der Jakuten. Grammatik, Text und Wörterbuch, SPb. 1948-51; D. Hitrov, Kısa Yakut Grameri, M. 1858 (Rusça); W. Radloff, Die jakutische Sprache in ihrem Verhaltnisse zu den Türk sprachen, SPb. 1908; E. K. Pekarskiy, Slovar yakutskogo yazıka, SPb. 1907-1930 = Yakut Sözlüğü; N. N. Poppe, Yakut dilini öğrenme grameri (Rusça), M. 1926; L. N. Haritonov, Yakut dili (Rusça), 1959; N. Poppe, Das Jakutische, Grundriss, I. 671-685; J. Nemeth, Das Jangen Vokale im Jakutischen, Keleti Szemle, XV, 150-164; V. L. Seroşevskiy, Yakutı, 1896.
(2) M. A. Castren, Versuch einer koibalisch und karagassischen Sprachlehre, SPb. 1857, W. Radloff, Phonetik., Leipzig 1882; N. F. Katanov, Uryanhay dili araştırması (Rusça), Kazan 1903; K. Menges, Grundriss, I, s. 641-642; N. A. Baskakov, Türk dilleri (Rusça), 1960, s. 194
(3) N. Baskakov, Türk dilleri, s. 192-194; A. A. Palmbah, Tuvin dilinin gelişmesi ve tekamülü, Gordievskiy armağanı, 1953 (Rusça) s. 209-216; Aynı yazar, Tuva lügati, 1953; M. D. Biçe-ool ve F. G. Ishakov, Tıva daldıng grammatikazı, 1949; II. baskı 1952; Ş. Sat, ortograftı Slovar, Kızıl 1953; W. Radloff, Phonetik der nördl. Türksprachen, Leipzig 1892, K. Menges, Grundriss, I, s. 640-671’de Karagas ve Tuva şivelerini oldukça geniş bir şekilde işlemiştir.
(Prof. Dr. Ahmet Caferoğlu, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü, Ekim 1964, Sibirya Türkleri, Cilt: II, Sayı: 24 s. 48)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder