20 Ocak 2020 Pazartesi

TURAN KAVİMLERİNİN GÖÇÜ - KAROLY CZEGLEDY


Fotoğraf açıklaması yok.



TURAN KAVİMLERİNİN GÖÇÜ -özet-
KAROLY CZEGLEDY
Önsöz
Bozkır halklarının göçü, Avrupalı çağdaşlarının düşüncesine göre, Avrupa’nın doğu kapısında, Ural dağları ile Hazar denizi arasında bir yerlerde başladı.
Bu halkların ürkütücü orduları, İskitya sınırları ötesindeki bölgeden ileriye doğru yayılarak, Avrupa halkları üzerine yıkıcı bir kasırga gibi çöktü.
Eski yazıcılar, İskitya’nın bu uzak “iç” bölgelerine dair herhangi bir bilgileri olmadığı için, bu tehlikeli göçerlerden efsanevi bir dille söz ettiler.
Grek-Latin kaynaklarında, efsanelerden çok, göçerlerin bu hareketlerinin ardındaki coğrafi ve tarihi gerçekliği arayan ilk tarih bilginlerinin işi hiç kolay olmadı.
Bu alandaki yardım, XVIII. Yüzyıl boyunca, Çince kaynakların sağladığı bilgilerden geldi;
Geçen yüzyılın ortasından başlayarak, bir dizi başka doğu dilinin tanınmasıyla, gittikçe zenginleşen yeni veriler ortaya çıktı.
Klasik yazarların şüphe ettiği, göçerlerin doğudan, Asya’dan Avrupa’nın doğu kapısını ve Volga’yı geçerek batıya ulaştıkları konusu, şimdi artık bilimsel bir gerçek durumuna gelmiştir.
Ayrıca geniş otlakların dünyası olan bozkır kuşağının Avrupa ile Asya’yı birbirine bağladığı ve Avrupa’da ortaya çıkan benzer halk göçlerinin Asya’nın bozkır bölgelerinde de gerçekleştiği, açıkça belirlenmiştir. XVIII. yüzyıl tarihçileri, iki kıtadaki halk göçlerinin birbirinden bağımsız gerçekleşmediğini, Avrupa’daki göçlerin, aslında Asya’da başlayan büyük hareketlerin son dalgaları olduğunu hissetmişler;
Avrupa Hunlarının yanı sıra Asya Hunlarından, Avrupa Avarlarının yanı sıra da Asya Avarlarından söz etmeğe başlamışlardı.
Doğu ve batı göçerlerinin birbirleriyle bağlantılı olması ise, pek çok tarihi ve coğrafi problemi ortaya çıkardı.
Bu problemlerin çözülmesi, Türk runik yazıtlarının çözüldüğü, hemen ardından İngiliz, Rus, Alman, Fransız ve Japon bilim heyetlerinin eskiden unutulup terkedilmiş diller ile umulmadık yeni tarihi kaynakları elde ettikleri ve bunun ardından, kaybedilmiş parlak bir medeniyetin ana çizgilerini açığa çıkarmağa başladıkları geçen yüzyılın sonlarında başladı.
Bozkır tarihini araştıranlar bu yazıtların çözümlenmesiyle birlikte ve Aurel Stein, Paul Pelliot ve başkalarının Tarım havzası şehir yıkıntılarından getirdikleri bulguların yayımlanmasını, dinmez bir heyecanla beklediler.
Yeni bulunan kaynak malzemenin yayımlanması onlarca yıl sürdü.
Bu arada, Sovyetler Birliği’nde daha yeni bir keşif çalışması başlatıldı.
İkinci Dünya Savaşı ‘ndan önceki yıllarda, Aral gölü çevresinde ve bugünkü Semerkant bölgesinde, tarihten silinmiş iki İrani halkın, Harezmliler ve Soğdların edebi yadigarları ortaya çıktı.
Ayrıca, Tacikistan bölgesindeki Baktriya diline ait yazılı bulguların derlenmesi ve çözülmesi çalışmaları halen sürmektedir.
Sovyet ve Fransız arkeoloji heyetlerinin çalışmaları sırasında, bozkıra komşu bölgelerde elde edilen arkeolojik, antropolojik ve nümizmatik bulgular, büyük ölçüde artmıştır.
Sonuçta, artık o kadar çok yeni bilgi toplanmıştır ki değişik kaynakları karşılaştırmamızın zamanı gelmiştir.
Gerçekte ise, bir ve aynı halk, bir ve aynı kavim birliği, aynı olay, belirli bir ticaret veya sefer yolu, vb. hakkındaki yazılı belgelerin arkeolojik, nümizmatik ve antropolojik sonuçlarını da mümkün olduğunca dikkate alarak araştırmaya kalkışmak, nefes kesici bir iştir.
Filolojik olarak da adlandırabileceğimiz bu karmaşık araştırma tarzı, bozkır halklarının sosyal hareketlerinin ve ekonomik ilişkilerinin daha yoğun bir araştırmaya doğru yönelmesinin ilk adımıdır.
Benim bu çalışmam, bozkır tarihinin en yeni kaynaklarının filolojik incelemesiyle, bu vazgeçilmez tarihi ve coğrafi malzemeye dayanarak, bir gün bozkır hayatının gelişmesini bütün ayrıntılarıyla tasvir edecek olanlara hizmet sunmak amacını taşımaktadır.
Çöllerin kumlarında ve Asya’nın diğer gizli köşelerinde elde edilen kaynaklara dayanarak, Avrasya bozkırlarında, bizden önce ne tür önemli problemlerin ortaya çıktığına işaret etmeğe çalışacağım.
Göçer halkların gün doğusundan gün batısına doğru gerçekleşen göçlerinin, Asya Hunlarının göçüyle başlayan Hazarlar devrine kadar, yani M. Ö. Il. yüzyıldan M. S. VI. yüzyıla kadar süren devresinden söz etmek istiyorum.
Okuyucuyu, Avrasya bozkırları tarihinin bu geniş çağları hakkında, (başkalarının araştırmaları yanında kendiminkilere de dayanarak) en yeni bilimsel çalışmalarla bilgilendirmek, Hunları ve Avarları Karpat havzasına götüren yola yeni bir ışık tutmak istiyorum.
Bu geniş devrenin daha sonraki bölümü, Hazar devletinin ortaya çıkışına yol açmıştır.
Hazar devletinin oluşumuyla ve Hazarlara komşu olan topraklarda Macarların ortaya çıkışıyla, bozkırın tarihinde yeni bir devir başlar.
[Bu satırların yazarı, her şeyden önce, göçer araştırmalarının Budapeşte ekolünü kuran ve kaynakları dil ve eleştiri temeline dayalı çağdaş yöntemle inceleyen akademisyen Lajos Ligeti’ye şükran borçludur.
Onun çalışmaları olmadan, çağdaş ve bütünlük taşıyan bir bozkır tarihi araştırması, bugün zor mümkün olurdu.
Eserin tamamlanması için verdiği tavsiyeler nedeniyle kendisine teşekkür ederim.
Bu küçük cildin hazırlık malzemesinin derlenmesinde Hona Kovrig, değerli yardımlarda bulundu; ona içten teşekkürlerimi sunarım.]
***
GİRİŞ
Avrupa ile Asya arasındaki doğal sınırı, Ural dağlık bölgesi ile Ural ırmağı oluşturur.
Ural dağlarının 1500 kilometreden daha uzun olan dizisi ise, hiç bir yerinde, dağların iki yanında oturan halklar için aşılamayan bir engel ortaya çıkarmaz.
Dalga dalga ortaya çıkan halk hareketleri, Uralların üzerinden kesintisiz sürmüştür.
Bu göçlerin yavaşlığının ve nispeten sınırlı ölçülerde oluşunun sebebi, Ural dağlarının, Avrasya kıtasının daha kuzey bölgelerini de içine alan ormanlıklara kadar yayılmasıyla, ormanlık bölgenin balıkçı, avcı ve toplayıcı hayat tarzını sürdüren halklarının yer değiştirmelerinin genellikle çok uzun bir zaman dilimini gerektirmektedir.
Ormanlık bölgeye, hem Avrupa’ da ve hem de Güneybatı Sibirya’da geçici bir maki kuşağı katılır;
Güneyde ise, açık ve otlarla kaplı bozkırlar, Macaristan’ daki Nagyalföld’ den bütün Moğolistan’ a ve Çin seddine kadar uzanır.
Ukrayna’nın bütün güney bölgesi, Don ve Volga arasındaki düzlük, kuzeyde Saratov ve Kuybişev ‘e kadar uzanan bölge, güneyde ise Don’un aşağı kısmı, Volga ve Kafkaslar tarafından kesilen büyük saha, bu açık ve otlu bozkıra aittir.
Don ‘un yukarı havzasının çevresi, ağaçlık bozkır kuşağındadır ve daha doğuya doğru Volga, Kama’nın aşağı havzası ve Byelaya ırmağı arasındaki bölgede de ağaçlıklar ve ormanlar yer alır.
Volga’nın aşağı havzasından doğuya doğru heybetli şekilde yayılan Kazak bozkırları, Avrupa’nın açık ve otlu bozkırlarının Asya’daki uzantısını oluşturur ve tam olarak Altay bölgesine kadar uzanır.
Kazak bozkırlarını, güneyde Hazar denizi, daha ileride Aral ve Balkaş gölleriyle Sir Derya ve Amu Derya çevresinde ve bugünkü Türkmen bölgesinin büyük kısmında, otlu ve kumlu düzlükler izler.
Altay ve Tanrı dağları arasındaki Çungarya kapısı, Kazak bozkırlarını, büyük kısmını kuzeydeki Gobi çölünün kapladığı Moğol bozkırlarına bağlar.
Çölün güney sınırında, Çin’in kuzeybatı yöresinde, Sarı ırmağın büyük kıvrım bölgesinde ve onun batısında yer alan Nanşan dağları eteklerinde ise, göçer hayat tarzına elverişli ovalık bölgeler yer alır ı.
Bozkır sakinleri için, sadece büyük ırmaklardan geçmek, ciddi; fakat üstesinden gelebildikleri güçlükler doğurduğundan, açık ve otlu bozkırlarda, genellikle çok kısa aralıklarla, büyük ölçeklerde halk göçleri oldu;
Türk ve Moğol kavimler birliğinin altın çağında ise, bütün Avrasya bozkırları, tek ve büyük bir göçer imparatorluğunun etkisi altına girdi.
Kaynaklarımıza göre, bozkırların önemli bölümünü elinde tutmuş olan ilk büyük göçer halk, Hint-Avrupalıların Trak-Frik grubuna bağlı olan ve Güneydoğu Avrupa’da yaşayan Kimmer halkıydı (M. Ö. XII-VIII. asırlar).
Kimmerlerden sonra yine Avrupalı; fakat İrani gruba bağlı olan ve yerleşim alanları, Kazak bozkırlarının batı ve orta bölümünde, Aral’dan ve Sir Derya’dan kuzeye doğru olan bölgelere de yayılan İskitler, bozkır
ların batıda, Avrupa’ da yer alan bölümünü ele geçirdiler (M. Ö. VIIl-III. asırlar).
Daha doğuda, Pamir vadilerinde ve Tiyenşan çevresinde, İskitler ve daha sonraki dönemlerde, İrani dilli göçer kavimlerden olan Sakalar oturdular;
Başka kavimler ise, uzak kuzeydoğuya, Altay ve Sayan dağları çevresinde bulunan Güneybatı Sibirya’nın çalılık bozkırlarına göçtüler.
Avrasya bozkırlarının İrani göçer sakinlerinin topluluk adı, Greklerde İskit (skit) Farslarda ise Saka (saka) idi.
Kuzeybatı Çin’in komşuluğundaki bozkır bölgesinin güneydoğu sınırları, M. Ö.II.asır boyunca, Hint-Avrupalı olup da İrani dil konuşmayan Toharların elindeydi.
Bozkırların Karpatlar ile Sir Derya arasındaki bölümünde, M. Ö. III. yüzyılda, İskit kavim grupları arasında yer alan Sarmatlar ortaya çıktı.
Bu tarihten başlayarak, M. S. IV. yüzyıl ortaiarına kadar, eski İskit ülkesinde, yani bozkırın batı ve orta kısmında, Sarmatlar yönetimi ellerinde tuttular.
Bu büyük sahanın doğu kısmı, önce Aors, daha sonra ise M. S. 30’dan başlayarak Aorsların içinden çıkmış bir kavim olan Alanların yönetiminde kaldı.
Nihayet M. S. 370’lerde, İrani dilli göçer halkların bozkırlardaki hakimiyetine kesin olarak son veren, Avrupa’daki kavimler göçünü başlatan ve dünya tarihi açısından büyük önem taşıyan Hun akınları, doğudan, Alan kavimlerine ulaştı 2. 2
Hunların dramatik hareketlerinin Avrupa’daki geniş rolü, ancak bir yüzyıl (M. S. 370-470) sürdü;
Korkunç akınlarının hatırası ise, Bizans ve batılı tarih yazıcılarının düşünce dünyalarını yüzyıllarca meşgul etti.
Böylece, VI. asırın ortalarında, daha yeni bir göçer halk olan, Avarlar, İskit ülkesinden Avrupa’ya ulaştığı zaman, batılı din adamları bize Hun adını ulaştırdılar;
Fakat üç yüzyıl geçtikten sonra, IX. Yüzyılda, Avar imparatorluğunun dağılmasından sonra Doğu Avrupa’da ortaya çıkan Macarlara da “Hun” dediler.
Bir buçuk yüzyıl daha geçtikten sonra, bu devrin göçer Macarları, Hıristiyanlığı kabul ettiler; onların çocuklarından birçoğu, rahiplik abasını giydiler.
Batılı keşişlerin, Macaristan’ da geçen yüzyılda sık sık dile getirilen, Macarların da İskityalı veya “İskit” Hunlarından oldukları görüşü egemen oldu.
Böylece Macarların yurt tutuşu, Attila ile Avarlarınkinden sonra, Hunların Avrupa’da üçüncü yurt tutuşları olmuştu.
Daha XVI. Yüzyılda, Macarların, Urallar çevresinde yaşayan Vogullar ve Ostyaklarla dil akrabalıklarının ortaya çıkmasına karşılık, XVIII. yüzyıl sonundaki Macar dilcileri, Fin-Ogur dil ailesinin ayrı kollarının ortak köklerini, müstakil dalların birbirleriyle olan bağıntılarını ayrıntılarıyla açıklayarak, zorlayıcı ve kesin bir şekilde ispatladılar.
Macaristan’ da ise, Macarların atalarının İskitya Hunları arasında çıktıkları ve bilimsel açıdan aydınlatılması uzun bir zamanı gerektirecek olan Macarların Hun kökenli oldukları şeklindeki orta çağ görüşü, XIX. yüzyıl sonuna kadar hakim oldu.
Volga çevresindeki çalılık bozkırda yaşayan Macarlar, belgelerin gösterdiğine göre, Hunların batıya çekilişlerinde bir rol oynamadı; çünkü açık bozkırlara yönelen hareket, M. S. 370’te henüz gerçekleşmemişti.
Buna karşılık, Macarların, Hun imparatorluğunun çöküşünden sonra, M. S. 463 civarında Avrupa’ya ulaşan On-Ogurlar ile ilgileri vardı.
Macarların pek çok Avrupalı halkın dilinde On-Ogur adını alışını burada aramamız gere kir3.
On-Ogurların ve bütün Ogur halklarının Avrupa’ya ulaşması, bozkırlar tarihinin yeni bir çağını başlatır.
Bu olayla birlikte, beş yüzyıldan fazla süren Hun tarihi, Asya’da da Avrupa’da da kesin şekilde sona erer. Çin’in kuzey sınırında, M. S. V. yüzyıl boyunca da yeni hanedanlar kurabilen Asya Hunları, başka halklarla birleşerek daha küçük devletler kurdular ve kuzey Çin sınır bölgesinin Hun asıllı olmayan nüfusu içinde eridiler.
On-Ogur göçlerinin arkasında, daha sonraki Hunların Çin sınırında gerçekletirdikleri savaşlar değil, Gobi çölünün batı sınırında, Avarların yönetici rolü oynadıkları yeni ve büyük İçAsya kavimler birliğinde ortaya çıkan olaylar yatar.
Hun göçlerinin ve bu göçleri izleyen olayların derinlemesine gözden geçirilmesi, eski Macar tarihi açısından, önem taşır; çünkü Macarlığın bozkır tarihiyle olan ilişkisinin arkasında bu olaylar vardır.
Bu işle uzun süredir ilgilenen uluslar arası çalışmalar, bu büyük halk göçlerinin tarihinin yalnız Avrupa’daki bölümünü, ayrıntılı bir şekilde tanımaktadır.
Kısmen Kazak bozkırlarında, kısmen de bozkırların doğu, İç-Asya kısmında daha önce ortaya çıkan olaylar hakkında, elimizde, ancak çok azı bilinen ve şimdiye kadar, yeterli şekilde eleştiri süzgecinden geçirilmemiş ve birleştirilmemiş veriler bulunmaktadır.
Bu eserin başlıca amacı, tam olarak, bozkırları konu edinen yazılı kaynaklardaki bilgilerin eleştirici bir şekilde gözden geçirilmesi, yani Hun, On-Ogur, Savir ve Avarların göç şartlarının açıklanması ve araştırmalar için kullanılabilir hale sokulan verilere değişik gözle bakılarak bu göçlerin izlenmesidir. Hunların batıya göçleri ve Avrupa’daki rolleri, beş yüzyıldan fazla sürmüş olan Hun tarihinin bitirici hareketleriydi.
S. 370’Ierden önceki Hun tarihi hakkında, ayrıntılı olarak, sadece, onlara Hiung-nu adını veren Çinliler bilgi verir.
Hunların İç-Asya’ da, Gobi çölünün kuzey ve güney sınırlarında imparatorluklar kurmaları, M. Ö. III. yüzyıl boyunca hep sürmüştür.
Bu tarihlerden sonra akınlarının yönü, bir bölümüyle güneye, Çin’e, diğer bölümüyle Çin’in kuzeybatı sınırında ve Tanrı dağları bölgesinde oturan halklara çevrilmiştir.
Çin tarih yazıcıları, Hiungnulara karşı yapılan savunma savaşları hakkında ayrıntılı kayıtlar tuttular.
Tarihçiler Hiung-nuların, Moğol bozkırlarından hareket ederek, çeşitli vesilelerle, bozkırların, batıya düşen güneybatı Sibirya’daki kısımlarını ele geçirmeyi denediklerini de zikrederler.
Çin tarihinin kaynakları. ve bütün ürünleriyle birlikte Çin kültürü, misyonerlerin çalışmaları sonucu XVIII.yy. Avrupa’sında artık biliniyordu.
Bu kaynaklar, Çin kaynaklarının Hiung-nularında veya Asya Hunlarında Macarların atalarını keşfetmenin umulduğu yer olan Macaristan’daki kadar bir ilgiyi, hiç bir yerde uyandırmamıştı.
Beş yüzyıl (M. S. 350’ye) kadar İç-Asya ve Kazak bozkırlarının tarihi coğrafyasını belirleyen Asya’daki büyük Hun istilası, M. Ö. 174’lerde ortaya çıktı ve Çin’in kuzeybatı komşusu olan Toharlara yöneldi. Toharlar, Hun akınlarının önünden kaçarak batıya, Tanrı dağları bölgesine ilerlediler ve Saka kavimlerini tebaları arasına katarak, M. Ö. 129’da Sir Derya ve Amu Derya’yı geçerek Soğdiya ve Baktriya’yı ele geçirdiler.
Bugünkü Buhara ve Semerkant çevresinde ve Zerefşan ırmağı vadisinde yaşayan Soğdlar ve onların güneyinde, Kuzey Afganistan ve Amu Derya çevresinde yaşayan Baktriyalılar, Tohar istilasından önce, Büyük İskender’in Hindistan seferi sırasında doğu bölgelerine yerleşmiş bulunan Grek krallarının idaresi altında idiler.
Tohar istilasından sonra, Afganistan’ın kuzeydoğu bölümünde, istilacı göçerler ve Kuşan hanedanı, hakimiyeti ele geçirdi.
Kuşanlar, İran ve Hindistan arasındaki bölgede, M. S. III. yüzyıla kadar hüküm sürdüler.
Toharların Soğdiya ve Baktriya’ daki istila ve rollerini, Avrupa’daki Grekler de dikkatle izlediler;
Bu nedenle, istilanın ayrıntıları üstüne Grek tarih yazıcıları da bunun sonucunda da bilgi aktarır.
Ne yazık ki Çin ve Grek kaynakları, Toharların Baktriya’ya göçleriyle ilgili olan aynı halkları aynı adla anmazlar; bunun sonucunda da iki kaynak (Çin ve Grek) grubunun bilgilerinin birleştirilmesi ve kullanılması, olağanüstü güçlüklerle karşılaşır.
Bu eserin ilk bölümleri, önemli bir kısmı çözülemez durumda olan bu soruları ele almaktadır ve eserin egemen düşüncesi, zikredilen halk hareketlerinin son safhasında, göçerlerin Soğdiya ve Baktriya’ya yerleşmelerinde, Toharlar ve Sakalar dışında, çok önemli, hatta bir süre baş rol oynayan Asi halkını da konu edinmektir.
Asiler, Çinlilerin Kangkü adıyla zikrettikleri, Sir Derya’nın orta yatağının, kuzeyinde Kazak bozkırlarının güney sınırında Çu vadisinde yer alan ülkenin sakinleriydi.
Asiler ise, sadece Kangkü’nün güneyine, Baktriya yönüne değil, M. S. 1. Asrın ortalarında batıya, Volga ve Kafkaslar yönüne de yayılmışlardı.
Batıya yönelen istilalar sonucu, Asi adına, daha sonraları Kafkaslar bölgesinde yaşayan Alanlarda da rastlıyoruz.
Aynı ad, daha sonra As, Macarcada ise Yas şekliyle ortaya çıkar.
Asların bazı grupları, orta çağ boyunca tarihi kaynaklarında sık sık ortaya çıktıkları Macarların ülkesine de ulaştılar; buradaki coğrafi adlar, Asların yerleşim bölgelerini göstermektedir.
Macaristan’daki Yasların, bundan iki yüzyıl öncesine kadar eski Alanların diline çok yakın olan bir İrani dille konuştuklarını gösteren kısa bir Yas-Latin söz dizininin Macaristan’da ortaya çıkışı ise, ancak bir kaç yıllıktır.
Kazak bozkırlarının M. Ö. II. – M. S. iV. yüzyıllardaki tarihinden bilgi sunan Kangkü ile ilgili Çince ve Farsça veriler, biricik kaynaklarımızdır.
Bu kaynaklardan biliyoruz ki M. S. 350 öncesinde, Gobi çölünün çevresinde yaşayan Hiungnular, iki vesileyle Kangkü bölgesine yönelmişlerdir.
Önce M. Ö. 43 ve 36 arasında, Doğu Kangkü’de kısa ömürlü bir imparatorluk kurduklarında;
İkincisinde ise, M. S. 91 ‘de İç-Asya’dan batıya göç eden Hunlar, tekrar Kazak bozkırlarının güney kısmında Çinlilerin görüş alanından uzaklaştıkları zaman. M. S. 370’lerde Avrupa’ya ulaşan Hunlar, M. S. 91 ‘de, Kazak bozkırlarında ve çevre bölgelerde yerleşmiş Hunların torunlarıydı.
Kazak bozkırlarındaki Hunları, M. S. 350’lerde doğudan gelen bir saldırı, daha zorladı.
Bu halk hareketleri de, sadece Hun tarihinin değil; fakat bütün bozkır tarihinin en karmaşık olayları içinde yer alır.
Burada, çözülmemiş bir dizi soru, çözüm beklemektedir.
Bunlardan en önemlileri şu biçimde sıralanabilir:
Hunlara Kazak bozkırlarını terkettiren halk, hangi halktır ve M. S. 350’lerde ve sonraki yıllarda, bozkırın güneyinde, Soğdiya ve Baktriya’da neler olmuştur?
Kaynaklarımızın güneyde de göçer bir halkın istilasına işaret etmelerine rağmen; şimdiye kadar ne saldıran kavimlerin kaynağını, ne de saldırıdan sonra meydana gelen olayların zaman sırasını uygun şekilde açıklamak mümkün olmuştur.
Aslında, durum, genellikle ortaya konulduğu kadar belirsiz değildir.
Bu eserin diğer bölümleri, bilinen eski ve yeni kaynaklardan çıkarılmış bilgilere, sikke ve yer adlarından sağlanmış olan verilerin eş değerli tanıklığına dayanarak, M. S. 350’lerde Altaylar tarafından Kazak bozkırları yoluyla Avrupa’ya ulaşarak burada yaşayan Hunları göçe zorlayan Uar ve Hun kavim gruplarından oluşan kavimler birliği üstüne açıklamalar getirmeyi denemektedir.
Avar-Hunlar ise, Hunları, Avrupa’ya kadar izlemişler;
Kazak bozkırlarından güneye, Sir Derya ve Amu Derya üzerinden Soğdiya’ya ve kuzeydoğu Afganistan’a yönelerek, Kidarit hanedanını deviren Kuşanları sıkıştırmışlardır.
Çevre halkların yazılı kaynakları, bu tarihten itibaren onları, burada, Kuzeydoğu Toharistan’daki yeni vatanlarında Var veya Hun (Çon, Hyon) adıyla anarlar.
467’den sonra, Farslar Batı Afganistan’daki Kidarit hakimiyetini tamamen yıktıkları zaman, Avar-Hunları da yeni bir hanedanın, Heftal-lerin hükümranlığı altına girdiler.
467’den 557’ye, Avar-Hun imparatorluğunun varlığının sonuna kadar, kaynaklarımız, Avar-Hunları Heftalit adıyla zikrederler.
Çevre halkların yazılı belgelerinin, Toharistan’ da yerleşmiş Var-Hunların “Hun” adını, Çince Hiungnu ile Batı dillerindeki Hun arasında yer alan ve şimdiye kadar yalnız tahmin edilen, bu aynı adın iki şeklinin ortak kökenli olduklarını kesin olarak kanıtlayan şekillerle ölümsüzleştirmiş olmaları, bozkırların tarihi açısından çok önemlidir.
Çin ve Bizans kaynaklarını birleştirerek, Var-Hun kavim birliğinin kaynağına daha da yaklaşabiliyoruz.
Bir başka Çince kaynak da, 350’lerde Baktriya’ya giren Var-Hunları, Juan-Juan diye adlandırır.
Biliyoruz ki,Juan-Juan, Hiungnular ve Siyenpilerden sonra, M. S. iV. yüzyıl boyunca Gobi çölü çevresinde, bozkırın İç-Asya bölümünde hakimiyeti ele geçiren o büyük kavimler birliğinin Çince adıdır ve bu kavimlerin tarihini, Çin kaynakları ayrıntılı olarak bildirmişlerdir.
Buna karşılık, Bizanslıların, Juan-Juan tarihinin son olaylarıyla daha geç tanışmaları, bozkırların tarihi açısından çok önemlidir.
Bizanslılar, büyük İçAsya halkının Avrupa’ya göç eden gruplarını, Avar olarak adlandırırlar; fakat Bizanslıların tekrarlanmış ve açık bilgilerine göre, Avrupa’ya ulaşan Avarların da, yukarıda anılan İç-Asyalı Juan-Juanlar gibi, Var (Avar) ve Hun (Chunni, Çon) adını kullanan iki büyük kavim grubu vardı.
Kısacası, Asyalı Hun kavimleri, Hiungnu imparatorluğunun yıkılışından sonra hiçbir iz bırakmaksızın yok olmadılar.
Yukarıda aktarıldığı gibi, bazı kavim grupları, Kazak bozkırlarında M. S. I. yüzyılın sonundan 350’ye kadar yaşadılar, ardından Avrupa’ya yöneldiler;geriye kalan diğer kavimler ise, Moğolistan’ın yeni ve büyük kavimler birliği olan Juan-Juanların (Avar-Hunların) birliğinde eridiler ve Avar kavimleri yanında ikinci ve önemli bir kavim grubunu oluşturdular.
Asya’dan Avrupa’ya yönelen Hun ve diğer halk göçlerinin bazı evrelerinin bir bütünlük içinde ele alınmasının, ancak, Kazak bozkırlarının söz konusu devirlerdeki tarihi coğrafyasının, en azından ana çizgileriyle-, başarıyla özetlendiğinde mümkün olabilmesi, Hun tarihinin bir başka önemli konusudur. Çözümü için birçok uluslararası araştırmanın değerli sonuçlarının katkıda bulunduğu bu konu ise, gerçekleştirilen bu ön çalışmalardan sonra da sürekli emek vermeyi gerektirmektedir.
Kangkü adının devirler boyunca önemli anlam değişimlerine uğraması, bu konuda temel güçlüğü oluşturmaktadır; nitekim, Kangkü ülkesi, Farsça ve Çince eski verilerden öğrendiğimize göre, Sir Derya’nın kuzeyinde, Güney Kazakistan’daydı.
VII. yüzyıl Çin kaynakları ise, aynı adı, Sir Derya’nın güneyinde uzanan Soğdiya’ya bağlarlar ve VI. yüzyılda, Soğdların da Kang adını bu değişmiş anlamıyla kullandıklarına dair verilerimiz bulunmaktadır.
Tohar göçüyle ilgili veriler, anlam değişikliğinin sebebini açıklamaktadır;
Bunlara göre, Kangkü halkı olan Asiler, Toharların batıya göçleri sırasında, M. Ö. 129’da, hakimiyetlerini Sir Derya’dan güneye doğru yaydılar.
Ancak bu devirde, Soğdiya ve Toharlar da, Asilerin hükümranlığı altına girdiler.
Kangkü adının anlamında bu devirde görülen değişikliğin dikkate alınmaması ve Kangkü ile ilgili bütün verilerin Soğdiya ile ilişkilendirilmesinin bir sonucu da, Sir Derya’nın kuzeyinde bulunan eski Kangkü ile ilgili en değerli verilerimizin, yapılan araştırmalar için uzun süre karanlıkta kalması olmuştur;
Buna karşılık Sir Derya’nın kuzeyinde yaşayan Asilerin Kangkü bölgesiyle olan ilişkileriyle ilgili veriler de, Kangkü ve Soğdiya’nın zaman içindeki sınırları belirlenmeden birleştirilmeleri yüzünden tam bir açıklığa kavuşamamıştır.
Böylece, Kangkü ve Soğdiya ‘nın yanlış bir şekilde birleştirilmesi, Tohar göçü sırasında Soğdiya ve Toharistan’da, daha sonraları ise Kafkasya’da ortaya çıkan Yasların ortak kaynağını açıkça anlatan bu bilgilerin tam ve kesin bir şekilde değerlendirilmesini engellemiştir.
Eski Kangkü ve Soğdiya ile ilgili verilerin ayrılması durumunda, verilerin zaman sırasına göre dizilmesinin ve coğrafi sınırların açıklanması fazla bir güçlükle karşılaşmaz ve bunun sonucunda, Güney Kazakistan’ın M. Ö. Il. ve M. S. IV. yüzyıllar arasındaki tarihi coğrafyasının ana çizgileri de açıkça ortaya çıkmış olur.
S. 350’den sonra, Hunların Kazak bozkırlarının güney kısmından Avrupa’ya, Avar-Hunların ise, Kuzeydoğu Afganistan’a gitmelerinin ardından, Avrasya bozkırlarının orta bölgesinde yeni bir durum ortaya çıkmıştır.
Kangkü, bağımsız bir ülke kimliğini bu devirden sonra tamamen yitirmiş ve topraklarını, yani Kazak bozkırlarının güney kısımlarını, daha önce Kazak bozkırlarının kuzey kısmında, İrtiş ırmağı çevresinde yaşayan Tingling kavimleri işgal ettiler.
İrtiş çevresindeki kavimler ise, büyük Tingling kavimler birliğinin sadece batı kolunu oluşturuyorlardı.
Çin kaynaklarına göre, Tinglinglerin yönetici kavmi, Hiungnuların kuzey komşusu olarak, kuzey Moğolistan’da yaşıyorlardı.
Daha sonra Çinliler, Tinglingleri üç gruba ayırdılar:
İrtiş çevresinde yaşayan Batı Tingling kolu, M. S. 350’den sonra güneye yayıldı ve Avrupa’ya doğru ilerleyen Hiungnuların (Hunlar) Kazak bozkırlarının güney bölgesindeki topraklarını işgal etti.
Kuzey Tingling kolu, Baykal gölünden güneye, güneybatıya ve güneydoğuya uzanan büyük bölgeyi sahiplendi.
Üçüncü kolu oluşturan Güney Tingling kolu, Gobi çölü üzerinden Sarı ırmak çevresine, Çin’in kuzey sınırına göç etti.
Bu devirden, yani M. S. IV. yüzyıldan itibaren ise, Tingling adı, Çince kaynaklarda yavaş yavaş kaybolur ve yerine, aynı kavimler için kullanılan Ti-li (çağdaş telaffuzu ile: *Tiglig, *Tegreg), daha sonra Tie-lö ( * Ti/lig,* Tereg) adı ortaya çıkar.
Güney Tingling kavimleri, kaynaklarda, Kao-kü Tingling, yani Çince “yüksek arabalı Tingling” veya kısaca Kao-kü “yüksek araba” adını da taşırlar.
Kaokü adı ise, Çincede Tilik yerine yeni bir adlandırma olduğu için, Tingling, Tili (*Tiglig) ve Kaokü adlarının, en azından, tek bir kavim grubuyla, aynı halkla ilgili olduğu çok açıktır.
Tielölerin (Tinglinglerin) M. S. 350 civarında güneye göç etmelerinin, Avar-Hunlarla sürdürdükleri herhangi ortak bir saldırı sonucunda gerçekleştiğini doğrulayan verilere sahip değiliz;
Ancak kaynaklarımızdan, Kazak bozkırlarının güney kısmına, Sir Derya ‘nın kuzey komşuluğuna geçen Tielö (Tingling) kavimlerinin, M. S. 350 civarında Avrupa ‘ya yürüyen Hiungnuların bir zamanki konaklama yerlerini işgal ettiklerini ve tam 460’lara kadar, bu topraklan ellerinde tuttuklarını çıkarabiliyoruz.
Tielö (Tingling) kavimlerinin bir kısmı, 460 civarında Kazak bozkırlarının güney kısmından batıya, Karadeniz ve Kafkasya yakınlarına göç ettiler ve burada Bizanslıların etkinlik alanına girdiler.
Grek kaynaklarından Batı Tielö grubunun adını da öğrenmekteyiz.
Bu ad, pek çok kaynağın ortak tanıklığına göre Ogur idi.
Bu durumda, M. S. 350’Ierde Kazak bozkırlarının güney kısmına yerleşenler, Tielö (Tingling) kavimleri, yani Ogurlar idi.
Onogurların sonraki yıllarda yer sarsıntıları nedeniyle yıkılan ve Soğd adını da taşıyan Beketh şehri, burada, Sir Derya yakınında, Soğd iskan sahasının kuzey ucundaydı.
S. 460 civarında, Gobi çölünün çevresinde oturan JuanJuanların yeni saldırıları, Tiyenşan çevresinden batıya yönelen ikinci bir halk göçünü başlattı.
Yuan-Yuanların (Avarlar, UarHunlar) batı yönünde gerçekleşen bu ikinci akınlarının bazılarından, Çin kaynakları dışında Bizanslılar da söz ederler.
Bu iki kaynaklar grubundan çıkan sonuca göre, Gobi çölü çevresinden başlayan Juan-Juan saldırısı, önce, yerleşim bölgelerini Batı Tanrı dağları ve İli ırmağı çevresinde aramamız gereken Savirlere ulaşmıştır. Savirler, batıya, Ogur kavimlerinin bir kısmını sürmeyi başardıkları Kazak bozkırlarına yönelmeye zorlandılar.
Ogur kavimleri daha batıya ilerlediler ve Volga’yı geçerek Karadeniz çevresindeki bozkırlara, Avrupa Hun imparatorluğunun daha önceki merkez bölgesine indiler.
Avrupa’ya ulaşmaları, Attila’nın ölümünden (453) sonra, Avrupa Hun imparatorluğunun yıkılış devrinde, 463 ‘lerde gerçekleşti.
Avrupa dillerinin büyük kısmında Macarlara kendi adlarını veren Onogurlar da, Ogur kavimleri arasında Avrupa ‘ya geldiler.
Savirler ise, Ogurların ardından, ancak 506’larda, daha batıya, Avrupa’ya, Kafkasya’nın kuzeyindeki bozkırlara doğru ilerlediler.
Bu tarihten başlayarak, 558’e kadar Savirler, Kafkasya çevresinin hakimiyetini ellerinde tuttular.
Bazı verilere göre Ogur kavimleri arasına giren Barsilleri de, kaynaklarımız, Savirler ve Ogurlarla birlikte anarlar.
Savirlerin çekilmelerinden (M. S. 506) sonra, Kazak bozkırlarının güney sınırında, bir zamanların Kangkü bölgesinde, Kangkü ‘nün çağdaş İran’L dilli kavimlerine bağlanabilecek olan Choalit’ler halkı, yeniden bir devlet kurdular.
Sir Derya’nın orta ve aşağı yatağı kıyısındaki Choalit şehirleri, buradan kuzeye uzanabilmeleri, bozkırlara olan yakınlıkları ve ticaret şehirleri olma özellikleriyle, sürekli olarak, şehirlerde oturan İranlılar ile bozkırlardaki göçerlerin (önce Hunlar, sonra Ogurlar, daha sonra ise Türk kavimleri) temas ve karışmalarını sağladılar.
İslamiyetin doğu seferleri sırasında, VIII. yüzyılda, bu şehirlerin İranlı-Türk sakinleri de İslamı kabul etti.
Bu devirden başlayarak, eski Choalit şehirleri, İslamın sınır şehirleri ve bozkırlardaki İslama davetin merkezleri haline geldiler.
Daha sonra, X. yüzyılda, Arap coğrafya yazarları, İslam seferlerinden sonra siyasal bağımsızlığını hiçbir zaman tekrar kazanamayan Choalit halkını Hvalis /Halis adıyla anarlar.
Bu değişim, zamanın gelişmiş ticaret şehirlerinin yaşantısını olumsuz olarak etkiledi; bu yüzden, bu şehirlerin sakinlerinin bir bölümü, göçebe değneğini ele alarak göç etmeyi daha uygun gördüler.
Halisler, yani Macarca adlarıyla Ka/izler, X. yüzyıl boyunca, Doğu Avrupa’nın değişik noktalarında küçüklü büyüklü gruplar halinde ortaya çıktılar; göç eden Kalizlerin eski mesleklerini yeni vatanlarında da sürdürdüklerine dair elimizde pek çok verimiz vardır.
Sir Derya kıyısındaki sınır kalelerinin sakinleri olarak, hem iyi birer asker hem de iyi birer tüccar idiler.
Bu nedenle, Güneybatı Sibirya’ daki ticaret yaşamı, eskiden beri onların elindeydi.
Kalizler, bozkırda ilerleyen, bozkıra ulaşan ve sık sık çeşitli değerdeki mallarını da kendilerine emanet bırakan kervanlardan onda bir vergi ve gümrük alıyorlardı.
Bu yüzden, Hazar Kağan’ın 12. 000 kişilik muhafız alayını, X. yüzyılda “Kaliz-Hazarlar” diye adlandırılan Müslüman Kalizlerin oluşturması ve aynı devirde, Peçeneklere esir düşmüş Müslüman “Hvalis'”lerin var oluşunun şaşırtıcı olmayışı gibi, Kalizlerin Macaristan’ da temel olarak para işlerinde ve ticarette gayret göstermeleri de şaşırtıcı değildir.
XII. ve XIII. yüzyılda, Macar krallığının darphane memurları, gümrükçüleri, tahsildarları ve sarraflarını onlar oluşturmuşlardır.
Bazı kaynaklar ise, Güney Macaristan’a daha büyük gruplarla yerleşen Kalizlerin, Macar ordusunda destek taburları olarak hizmet ettiklerini bildirirler.
Bu eserin son bölümleri, Avarların batıya yönelik üçüncü göçlerinden sözedilmektedir.
Avarlar, Volga’nın ötesindeki bozkırlardan, Ogurların ve Savirlerin ardından, 557′ de Avrupa ‘ya ulaştılar. Onların üçüncü kez batıya göçlerinin arkasında, M. S. 550 civarında Orta-Asya’da ortaya çıkan büyük değişiklikler yatar.
O zamana kadar, Gobi çölünün kuzeyinde, Altay dağları çevresinde Avarların tebası olarak yaşayan Türkler, önce, 546’da Doğu Tielö kavimlerini yendiler; ardından da 550’yi izleyen yıllar içinde, eski beyleri olan Juan-Juanların (Var-Hunlar, Avarlar) hakimiyetine kesin olarak son verdiler.
Böylece, İçAsya ‘nın hakimiyeti Türklerin eline geçti.
TURAN KAVİMLERİNİN GÖÇÜ
KAROLY CZEGLEDY
Tercüme Prof. Dr. Günay Karaağaç
Kitap Hakkında
Macar bilgin Karoly Czcgledy’nin bu eseri.
1969 yılında, “Nomad nepek vandorfula – Napkelettal Napıyugatig” adıyla Budapeşte’de yayımlanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder