20 Aralık 2019 Cuma

Türk Mitolojisi



Türk Mitolojisi ile ilgili görsel sonucu

Türk Mitolojisi


Mitoloji; bir uygarlığa ya da dinsel geleneğe özgü inançları, uygulama ve kurumları ya da doğa olaylarını açıklamak amacıyla görünüşte gerçekten yaşanmış olayları aktaran, ama özellikle ayin ve törenlerle bağlantılı, çoğunlukla kökeni bilinmeyen ve en azından kısmen geleneğe dayanan söylenceler toplamıdır.[1]
Arkeolog ve Atina’daki İngiliz Okulu yöneticisi olan Earnest Arthur Gardner ise mitolojiyi, doğa varlıkları ve olaylarını, kişilik verme suretiyle anlatma şekli olarak tanımlamaktadır.[2]
Bu yaklaşım bana Gazi Mustafa Kemal’in Türk tanımını anımsattı.
"Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en aşağı, bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârları ile sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurları ile yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu; Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. "


Resim 1. Atatürk’ün kendi el yazısı ile Türk nedir?
Konumuz Türk Mitolojisi olduğuna ve mitoloji de doğal varlık ve olayları kişileştirme olarak tanımlandığına göre Türk Mitolojisi’nin başladığı yere, yani Asya’nın merkezine, gidelim.
Fransız Oryantalist ve Türkolog olan Jean-Paul Roux Türklerin anavatanı olarak Sibirya’nın ibre yapraklı ormanları olan Taygayı gösterir. Tayga Altay Lehçesi’nde “tayya” ormanla kaplı tepeler demektir.[3]

Resim 2. Tayga, Sibirya.
Türklerde Evren/Dünya Tasarımı
Çeşitli araştırmacılara göre, Türkler Çinlilere benzer şekilde, yeryüzünü bir dikdörtgen ya da kare biçiminde tasavvur ediyorlardı. Bu dikdörtgen içinde var olduğu düşünülen daire ise gökyüzünü temsil ediyordu. Bu şeklin merkezindeyse kutsal olarak kabul edilen Ötüken dağları, Kan-Tengri, Altundag ya da Altın Orman gibi isimlerle anılan dağlar yer alıyordu. Hayat Ağacı (Axis Mundi- Ak Çatı) çeşitli katlara ayrılmış göğü ve yeri birleştiriyordu. Yeryüzü dön yöne bölünmüştü.

Resim 3. Türk kozmolojisinde renkler ve yönler.
Anayönler kozmolojik diyagramda temsil edildiği saatle birlikte ele alınmıştır. Doğunun zaman unsuru sabah (yani gün doğuşu), güneyin öğle (gün ortası), batının akşam (gün batımı), kuzeyinse gece yarısıdır (yani gece ortası).
Doğu, güney, batı ve kuzey yönlerinin birer yıldız, renk, hayvan, vakit, mevsim ve madde (element) simgesi bulunur. Doğu yönünün rengi mavi, hayvanı mavi ejder (kök luu), mevsimi bahar, vakti sabah, elementi ağaç ve yıldızı Igaç Yultuz olarak adlandırılan Jüpiter'dir.
Kuzey yönünün rengi siyah, hayvanı kara yılan, mevsimi kış, vakti gece yarısı, elementi su ve yıldızı Suv Yultuz olarak adlandırılan Merkür'dür.
Güney yönünün rengi kırmızı, hayvanı kızıl saksağan (kızıl sagızgan), mevsimi yaz, vakti öğle, elementi ateş ve yıldızı Ot Yultuz olarak adlandırılan Mars'tır.
Batı yönünün rengi beyaz, hayvanı ak pars (ak bars), mevsimi güz, vakti akşam, elementi maden ve yıldızı Erklig olarak adlandırılan Venüs'tür. Tüm yönlerin ortasında bir merkez alan bulunmaktadır. Bu merkezin rengi sarı, elementi toprak ve yıldızı Sarı Orunguluk olarak adlandırılan Satürn'dür.
Bu yönlerin mevsimler ve vakitler bakımından saat yönünde dönmekte olan bir tasarıma işaret ettiği açıktır. Sabahı öğle, öğleyi akşam, akşamı gece takip eder. Baharı yaz, yazı güz, güzü kış takip eder. Öylece, doğuyu güney, güneyi batı, batıyı kuzey takip etmektedir. Bütün bunların gökyüzü gözlemleriyle ve esasında yıldızların (daha doğrusu gezegenlerin) hareketleriyle ilgili olduğu açıktır.
Mevsimler arasındaki geçişler bu yönlerin sembolleri olan hayvanlar arasındaki etki mücadelesi ile de ilişkilidir. Örneğin, mavi ejder gökyüzünün tepesinde yükseldiğinde vakit bir bahar sabahıdır. Oysa yaz mevsiminin öğle vaktinde en yüksek noktasına çıkan hayvan kızıl saksağandır. Buna karşılık, karayılan bu vakitte yer altının en derin noktasına inmiştir.
Yönler ve simgeleri arasında gerçek bir üstünlük sıralaması yoktur. Ancak Türkler doğu yönünü her zaman diğer yönlerden daha farklı görmüş ve güneşin yükseldiği bu yöne diğerlerine nispeten biraz daha önem vermişlerdir. Kuzey yönünün de güneye nispetle daha fazla önemsendiği söylenebilir. Bu sonuncusunda herhâlde Çinlilerin Türkleri "Kuzeyli" olarak adlandırmasının da etkisi vardır.

Resim 4. Türk kozmolojisinde renkler ve coğrafi anlamları.
Yaşar Çoruhlu ‘Türk mitolojisinin ana hatları’ adli eserinde Anadolu etrafındaki denizlerin isimlerinin de tesadüfí olmadığını söylemektedir. Bu deniz isimlerinden yola çıkarak Türklerin Anadolu’yu yurt tutmuş olabileceğini de söylemektedir. ‘Türk ülkelerinin dört tarafındaki coğrafi unsurların renklerle anılması ya da dört anayöne göre yerleşmeye dair ikna edici sayıda örnek vardır; örneğin, içinde benim de bulunduğum araştırma grubu, Türkiye’nin etrafındaki denizlerin isimlendirilmesini tesadüflere bağlamak istemezler. Dikkat edilirse yurdumuzun kuzeyinde Karadeniz, güneyinde Kızıldeniz, batısında 
Ege Denizi (Akdeniz) bulunmaktadır. A. Gobain bu hususta Anadolu’nun bilinçli olarak merkez (anavatan) kabul edilmesine dayanarak şöyle diyor: ‘Anadolu’nun bilinçli bir şekilde merkez olarak kabul edilmesi güneyde Kızıldeniz ve kuzeyde Karadeniz adlandırılmalarına yol açıyor. Yalnız Türkler, Bulgarlar ve yeni Yunanlar batıdaki denize ‘Akdeniz’ adını vermektedir.
Bu savda eksik kalan nokta gök ismindeki denizin, suyun noksanlığıdır. Bunun varlığına dair işareti Dede Korkut hikâyelerinde bulmaktayız. Bu hikâyelerde Gökçe Göl ve Gökçe Deniz diye anılan bir deniz ya da göl vardır. Bu Gökdeniz/Gökçedeniz’in neresi olduğu bir muamma olsa da, Türkiye’nin doğusunda bu deniz olabilecek çapta iki şu vardır. Bunlardan biri Van Gölü diğeriyse Hazar Denizi’dir. Ben şahsen bahse konu doğu’daki denizin Hazar Gölü olduğunu düşünmekteyim. Birçok dilde deniz diye adlandırılan ve esasen bir içdeniz olan Hazar, bilhassa büyüklüğüyle diğer denizlerle birlikte düşünülmeye daha yakındır.
Bu tabloya göre Anadolu, etrafındaki denizler ve onların isimleriyle bir mitolojik bir bütün oluşturmaktadır. Anadolu kutsal bir yurt, kutsal bir merkezdir.
Ak Çakı (Axis Mundi)
Yakut ve Altay Türkleri’nde yaşam ağacına Dünya Ağacı da denir. Eski Türk geleneğine göre, bu, Dünya’yı ortasından (göbeğinden) öte-âleme ve Demir-Kazık Yıldızı’na (Kutup Yıldızı) bağlayan, dalları vasıtasıyla şamanlara yeryüzünden yüksek âlemlere yolculuk yapma olanağı sağlayan bir ağaçtır. Buna Demir Ağaç da denir.

Resim 5. Ak Çakı/Demir Kazık/Axis Mundi/Dünya Ağacı.
Şamanist geleneğe göre, Dünya, “Göğün göbeği” ile bu ağaç sayesinde irtibat halinde olup, bu ağaç ile beslenir. Anne rahmindeki bir bebek için göbek kordonu nasıl yaşamsal bir öneme sahip bulunuyorsa yeryüzü için de bu irtibat kanalı aynı derecede öneme sahip bulunmaktadır. Dolayısıyla Türk Şamanizm’inde  bu irtibatı ifade etmede “göbek” sözcüğü tercih edilmiştir. Türk geleneğine göre, göğün göbeği bir yıldızdır. (Gök sözcüğünün şamanizmde üç anlam içerecek şekilde kullanıldığı görülmektedir. Örneğin Altay şamanı Tanrı Ülgen’e seslenirken aynı cümlede bir ayrım yaparak “ulaşılmaz mavi gök”, “erişilmez ak gök” ve “dönen yıldızlı gök” der ki, bu üç ayrı terimin gökyüzünü, spiritüel göğü ve uzayı ifade etmek üzere kullanıldığı ileri sürülür.)
Ural-Altay kültürlerinde gök katları, yaşam ağacı, kayın ağacından yapılma bir direk üzerine ya da bir kayın ağacının üzerine kertikler açılarak temsil edilir. Orta Asya’da kutsal kayın ağacına açılan bu kertiklerin sayısı 7,9 ya da 12 olur. Sibirya’da yaşam ağacını ve yerin eksenini aynı zamanda, şamanın transa geçtiği çadırının ortasındaki kayından yapılmış direk temsil eder. Kayın ağacına verilen önem, Türklerin akrabalık bağlarını gösteren isimlerde de “kayın” sözcüğünü kullanılmasıyla görülür (kaynata vs.).
Altay şamanının uçuş denilen trans deneyiminde son gök katına varabilmesi yedi, dokuz ya da on iki katla ilişkilendirilen bu yaşam ağacına tırmanmasıyla ifade edilir. Bu ağacın sekiz dallı olarak belirtildiği Yakut geleneğinde Yerin Göbeği’nden çıkan, çiçek açan bu ağacın tepe kısmının köpüklü, sarı, insanlara şifa verici bir sıvı içinde olduğu ifade edilir. Sibirya Şamanizm’inde yaşam ağacı 7’nin yanı sıra 8 ve 12 sayılarıyla da ilişkilendirilir.

Resim 6. Kam’ın (Şamanın) göksel yolculuğu.
Abakan ve Moğol geleneğinde de görülebileceği gibi, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda yaşam ağacı “Dünya Dağı” kavramıyla ilişkilendirilir; ağaç dağın ya ortasında ya da tepesinde bulunur. Yine, Asya şamanist geleneklerinin birçoğunda, özellikle Orta-Asya, Sibirya, Moğol ve Endonezya mitolojilerinde, bedensiz varlıklar, yani bedenlerini ölüm olayı ile terk etmiş ruhlar ve tekrar doğmaya hazırlanan ruhlar, genellikle yaşam ağacının dallarına tünemiş, bekleşen küçük kuşlar olarak tasvir edilirler. Örneğin, Altaylılar “Yeryüzünde tekrar doğmayı bekleyen insan ruhları göklerdeki, göksel ağacın dallarındaki küçük kuşlar gibidir” derler. Turukhansk Yakutlar’ı geleneğine göre, Yaratıcı ya da ışığın yaratıcısı olan Yüce Varlık, ilk şamanı yarattığı zaman gökteki makamından sekiz dallı bir ağaç dikmiştir ki, dallarındaki kuşlar O’nun çocukları olan ruhları temsil ederler.
Resim 7. a) Dolganlara göre tepesinde kartal bulunan Ak Çakı. b) Vilagfa (Dünya Ağacı) Macar neopaganizminin simgesi (macar haçına da atıf yapar)
Çeşitli Türk topluluklarında göğün direği ya da çivisi olarak Dünya Ağacının yerine yalnızca Kutup Yıldızı'nın belirtildiği de olur. Bu bazen Altın bazen Demirkazık olarak anılır. Zaman zaman onun için güneş direği terimi de kullanılır. Kubbeli bir çadıra (yurt) benzetilen gök-yüzünün ortasındaki bu yıldız, çadırın ana direğinin yurdun kubbesini tuttuğu gibi gök kubbeyi tutar.


Resim 8. Kırgız yurdunun tepeliği ve Kırgızistan Bayrağı.
Tüm yıldızlar ana eksen olan Kutup Yıldızı'na bağlıdır. Buryatlar, yıldızları bir al sürüsü, Kutup Yıldızı'nı da bu atların bağlandığı kazık olarak görür. Kimi araştırmacılara göre ise gök kubbedeki yıldızlar deliklerdir. En kötü delik Ülker (Pleiades, Süreyya, Subaru) yıldızı olup buradan rüzgârların ve soğuğun yeryüzüne aktığına inanılır.

Resim 9. Evren, Kiyik, Börteçine ve Ak Çakı.
Dünya ağacı zaman zaman hayat ağacı imgesi ile birleşirse de ikisi aynı şey değildir. Dünya Ağacı göğü taşırken hayat ağacı yaşamın yenilenen döngüsünü (doğum ölüm doğum) temsil etmektedir.
Bazen dağ tek başına Dünya Ağacının yerini alır, yani dünyanın eksenini dağ teşkil eder. Dağ içindeki mağaralar da yaratılış, doğum, ana rahmi gibi konulara işaret etmekle birlikte çok genel anlamıyla evrenin de bir simgesidirler.
Türklerdeki evren tasavvurları esas itibariyle bir dikotomiye dayanır. Bu gök ve yer/su dikotomisidir; yaruk ve kararıg şeklinde de ifade edilir. IX. yüzyıla ait olması muhtemel bir Budist metinde eski Türk-Çın evren tasavvurlarıyla ilgili olan bu hususa şöyle değinilmektedir:
Bu evrende, üstteki gök parlaktır, altta yağız yer karanlıktır.
Güneş tanrısı parlaktır, ay tanrısı karanlıktır.
Ateş parlaktır, su karanlıktır. Er parlaktır, dişi karanlıktır. Bu yerli-göklü, dişili-erkekli (unsurlar) kavuşursa, bütün canlı ve cansız, iki türlü varlık doğar,
Güneş ve ay karışıp kavuşarak, yol almaktadır. Bundan ötürü, yazlı-kışlı, dört mevsim olur.
Bu yolla yaradılış gerçekleşiyordu. Konuyla ilgili açıklamalara göre mahiyeti anlaşılamayan ilk sebep âdemi (yokluk) meydana getirdi. Âdemden ilk monad (tek varlık) oluştu. Tek varlıktaki çeşitli öğeler yarug (gök/yang) ve kararıg (yer/yin) unsurlarını meydana getirdi. Bu iki unsur Çin sanat ve kültüründe t'ai-chi olarak adlandırılan, yarısı kara, yarışı ak bir daire şeklinde gösteriliyordu. Söz konusu unsurlardan su, ateş, ağaç, maden ve toprak olarak beş unsur daha ortaya çıktı. Bu unsurlar evren planına uygun olarak çeşitli benzer öğelerle birlikte yer alıyordu. Ancak bazı araştırmacılara göre dünyayı oluşturan esas elementler su, ateş, toprak ve havadır.
Gökle ilgili tasavvurlar da, Türkler ve Çinlilerde yine benzer şekilde yer almaktaydı. Gök kubbeye gök çarkı deniliyordu. Gökte yine dört yöne göre 7 şer gruba ayrılan 28 burç bulunmak taydı. Bu husus eski Türklerin Hunlardan beri gezegenlerden haberdar olduğunu göstermektedir.
Eski Türklerde gök çarkının (ya da çarklarının) döndüğü kabul edilmekte ve bir Uygur metninde gök kubbenin en alttaki çemberini (feleğini) bir çift gök ejderinin çevirdiği belirtilmektedir. Böylece ejderin eski Türklerde aynı zamanda evren olarak adlandırılmasının sebebi de anlaşılmaktadır.
Radloff’un aktardığına göre, Altay kozmolojisinde evren çeşitli katlardan oluşmuştur. 17 kat göğü ve ışık âlemini, 7 ya da 0 kat ise yer altını yani karanlık âlemini meydana getirir.
Kül Tigin Anıtında bu inanışa atıf yapılmaktadır.
Üstte mavi gök, altta yağız yer kılındıkta, ikisi arasında insanoğlu kılınmış. İnsanoğlunun üzerine ecdadım Bumin Kagan, İstemi Kagan oturmuş. Oturarak Türk milletinin ilini töresini tutuvermiş, düzenleyivermiş.
Yenisey (Sülek) kaya resimlerinde görülen üst kısmı (ya da başı) hilal şeklinde biten, ortadaki eşkenar dörtgenden çıkan dört anayön ya da insan gövdesiyle ilişkilendirilebilecek altta yatay düz bir çizgiyle birleşen şekil gök ve yer arasındaki insanı temsil eder.

Resim 10. Göktürklerde insan figürü
Bugün Moğolistan’ın Hövsgöl Bölgesinde yaşayan Duhalar Ön Türklerin yaşam biçimini çok az bir değişiklikle hala sürdürmektedir. Duhalar ren geyiği sürülerine sahiptir. Ren geyiği onlar için bir hayvandan çok bir aile bireyidir. Ren geyikleri etinden ziyade sütü için yetiştirilir, binek hayvanı olarak kullanılır.

Resim 11. Ren geyiğine binen bir Duha Türkü.
Geyik Türk mitolojisinin başlangıcında önemli bir yer tutmaktadır. Çin kaynaklarına göre Ak/Geyik Ana olarak geçmektedir. Yaratılış Söylencesi’nde Bay Ülgen’e (Kayra Kagan) yeri yaratmasını söylemiştir. Değişik Türk lehçelerinde Keyik (Kiyik, Giyik) Ana olarak da söylenir. Burçın (Burçin) Ana ya da Bulan (Bolan) Ana tabirleri de eşanlamlı olarak kullanılır. Moğollar ise Maral Ece derler. Bedenindeki lekeler yıldızların simgelemektedir. Denizden çıkarak gelmiştir. Bazı Türk boylarına yol göstericilik yapar. Ak Geyik kılığında Börte Çine (Açık Mavi-Gri Kurt) ile birleşmiş ve onlardan Göktürkler türemiştir. Görkemli çatal boynuzları ve kanatları vardır. İnsan biçimindeyken çok güzeldir. Vücut hatları ince ve orantılı olarak betimlenir. Maral sözcüğü Moğolcada geyik demektir. Moğollar bu söylenceden yola çıkarak Cengiz Han’ın atalarının da ortaya çıkışını bu biçimde anlatmıştır.


Resim 12. Geyik boynuzlu ve kanatlı denizkızı biçiminde resmedilmiş Ak - Ana
Ak Ana adında yer alan Ak sözcüğü diğer kültürlerde de olduğu gibi temizlik ve saflığın yanı sıra cenneti de temsil etmekteydi. Cennette oturan ilahlara Aktu yani Aklılar denilmekte idi. Bunlar göğün üçüncü katında otururdu. Burada Süt-Ak-Göl denen süt beyazı bir gölün olduğuna inanılmaktaydı. Bir çocuk doğacağı zaman Bay Ülgen oğluna buyurur oda Yayuçılardan (yaratıcı) birine bu işi havale ederdi. Yayuçu Süt-Ak-Göl’den bir ruh alır ve doğan çocuğa verirdi.
Göktürklerin atası olan Börte Çine (Kurt) ve Ak Ana (Geyik) büyük bir denizi geçerek gelmiştir. Altay ve Sibirya masallarında dünyanın kenarında çok büyük bir deniz vardı. Bu denizin kıyısında ise Ak Dağ ya da Demir Dağ adı verilen yüce bir dağ bulunurdu. Bir Türk Han’ı denizin ötesini fethetmek için ordusunu gönderir. Ancak ordu bu denizi geçtikten sonra vardığı toprakların halkı savaş nedir bilmediğinden savaşmadan geri dönerler. Denizin ötesindeki ülkenin hanı Türk Hanına armağan olarak bir kürk gönderir. Bu kürk o kadar büyüktür ki biçilince sekiz kişiye kürk olur. Böylece Türk Hanı denizin ötesinde bu kadar büyük kürk giyebilen kişilerin ancak dev olabileceğine ve bir daha denizin ötesine gidilmemesi gerektiğine inanır.
Başlangıçta anaerkil toplum yapısında dişi olan bu geyik ilerleyen zaman içerisinde coğrafya ve kültür değiştikçe erkek bir geyiğe ya da aktan Alageyik/Kubamaral’a da dönebilmektedir.
Altay masallarında yer alan Bakırdağ’a kaçan bir geyiği kovalayan yiğit öyküsü, Dede Korkut’ta Bamsı Beyrek öyküsü olarak, Mevlüd kitaplarında ise Hikâye-i Geyik olarak karşımıza çıkmaktadır. Bamsı Beyrek’in annesinin adının Kam Püre olduğunu biliyoruz. Altay Dağları’ndaki Teleüt Türklerine göre her kamın bir ervahı (avatar, hayvanı) vardı. Buna “Tın-bura” deniliyordu. Bura ruh anlamındadır. Kuzey Türk ağızlarında ise geyik ya da ren geyiği anlamında söylenir.[4] Bu durumda Bamsı Beyrek’in anası da ervahı geyik olan bir kam olmalıdır. Bu ervah (avatar) yani don değiştirme olayı İslam dönemi Türkler arasında da yaygındır. Örneğin Bursa’nın alınmasında rol oynayan Geyikli Baba ya da Elbeyli Türkmenlerinin piri Boz Geyikli Dede bunlardan bazılarıdır.


Resim 13. Geyikli Baba ve Geyikli Baba Türbesi
Yeniden tarihe dönecek olursak, Roux’a göre, Kazakistan’da bulunan Balkaş gölünün batısından Moğolistan’a kadar uzanan sınırın kuzeyinde yer alan Ön Türkler M.Ö 6. yy civarında Altay Dağları’nda karşımıza çıkmaktadır. M.Ö. 2. yy itibariyle ise Ön Türkler büyük ölçüde taygadan bozkıra inmiştir artık. Ren geyiğinin yerini ise at almıştır.
Bugün Rusya Federasyonu’nun Altay Cumhuriyeti sınırlarında bulunan Pazırık gömü alanında, belki de Tayga yaşamına özlemin bir sonucu olarak, geyik boynuzu takılarak gömülmüş at kalıntıları bulunmuştur.



Resim 14. a), b) Geyik boynuzlu At. c) Geyik boynuzlu ata binen Macar Kralı Arpad
Bozkıra uyum sağlayan Türkler, gerek hayvan varlığındaki artış nedeniyle otlak arayışı, gerekse topluluk nüfusundaki artışlar nedeniyle doğuda Çin’e Batı’da ise adını onlardan alacak olan Deşt-i Kıpçak’a doğru bozkıra yayıldılar. Türklerin varlığına ilk kez bu karşılaşma sonucunda Çin kroniklerinde rastlamaktayız. Çinliler bu halka Hiong-nu dediler.
Bu kadar tarihin ardından konumuza dönecek olursak; baştaki tanım ile doğanın şekillendirdiği Türk, toplumsal bilinç edindikçe, diğer tüm topluluklar gibi doğayı tanımlaya ve simgeselleştirmeye başladı.
Burada karşımıza Yaratılış Söylencesi çıkmaktadır. Türklerdeki yaradılış söylencesini derleyen ilk Batılı Friedrich Wilhelm Radloff’dur. Onun Saha Türkleri’nden derlediği yaradılış söylencesi Türkler başka topluluklarla karşılaştıkça ve başka coğrafyalara savruldukça biraz değişse de temel öykü olarak aynı kaldı.
Kayra Han
Gök Tengri'den sonra Tanrıların en büyüğü ve en önde gelenidir. Gök Tengri hariç bütün Her şeyin yaratıcısıdır. Mutlak üstünlüğü vardır. Göğün 17. katında oturur. Tengri hariç Diğer bütün Tanrıları da o yaratmıştır. Bu anlamda diğer Tanrıların kendisiyle kıyaslandığında, emirlerini yerine getiren ya da verdiği görevleri yineleyen birer melek konumunda olduğu yaklaşımı yanlış olmayacaktır. Ancak İslam öncesi Türk kültüründe melek ya da benzeri bir kavram yer almaz. Bu sonuca yalnızca kıyaslama yapılarak ulaşılabilir. Evrenin yazgısını belirler. İyilik yönü ağır basar. Yeryüzünü yarattıktan sonra dokuz dallı bir ağaç (çam ya da kayın) dikmiştir. Bu ağaç yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı “Uluğ Kayın”dır. İnsanların atası olan dokuz kişi bu ağacın dallarından türemiş ve dokuz boy (dokuz ırk) bu kişilerin soyundan ortaya çıkmıştır.
Tengere Kayra Han, Altaylılar'ın yanı sıra Ostyaklar ve Yakutlar gibi bazı Sibiryalı toplumların mitolojilerinde yüksek derecede bir tanrı olarak saygı duyulur. Altayların yaratılış efsanesinde dünyanın yaratıcısı olarak gösterilir. Kayra Han bu efsanede ayrıca tüm Gök Tengricilikte yeraltı âleminin tanrısı olarak tanılan Erlik Han'a ceza olarak yeraltı âleminin tanrısı olma görevini verir. Bazen babası Gök Tengri ile eşdeğer tutulur.
Ülgen, Yer Tengri, Mergen ve Kızagan adlı dört oğlu vardır. Eski kaynaklarda verilen bilgilere göre Ülgen, iyilik ve bağışlayıcılığını yani merhametini; Kızagan, intikamını ve cezasını yani öfkesini; Mergen ise bilgelik ve hikmetini yani aklını temsil ederler. Görkemli bir varlığa sahiptir. Somut nitelemeler pek fazla yapılmamış ancak soyut yönü üzerinde daha çok durulmuştur. Ana ve Ata olarak (hem eril hem dişil, yani nötr olarak) tanımlandığı kaynaklar mevcuttur. İnsan biçimli olarak pek fazla tasvir edilmez. Kışı yeryüzünde yazı gökyüzünde geçirir. Değişik renklerde yıldırım çaktırır. Onun yıldırımına çarpılan kişi şaman olur. Bazı batılı kaynaklarda Kuara (Kuğara) olarak geçer. Bu takdirde Urartulardaki Kuera ile bağlantılı görünmektedir. Bulgarlarda da bu isimle rastlanır. Kuğara (Koğara)’nın Kayra Han ile farklı Tanrılar olduğunu öne süren görüşlerde vardır.
(Kay) kökünden türemiştir. Kayra sözcüğü lütuf, İhsan demektir. Kayırmak fiili ile aynı kökten gelir. Kayramak ise korumak himaye etmek, lütfetmek demektir. Moğolca Hayra sözcüğü aşk anlamına gelir.
Ülgen
Göğün 17. katında oturan Kayra Han'dan 'dönüşüm' yoluyla yaratılan göksel üç tanrı sıralamasında ilk sırada yer alan ve göğün on yedinci (ya da onaltıncı) katında oturduğuna inanılan, hava durumunu, verimliliği ve doğurganlığı yönettiği kabul edilen, sonraları işlevlenerek Göktanrı'nın yerini alan tanrıdır.
Kayra Han’ın oğludur. Altın Dağ’da, altın kapısı olan altın bir sarayda yaşar. Altın bir taht üzerinde oturur. Kayra Han’dan sonra ikinci derecede öneme sahiptir. Gök cisimlerini yönetir. Göksel ve meteorolojik olayların ilk kaynağıdır. Biri ak, diğeri kara iki taşla gelerek (ya da Korbolko Kuşu ile bu taşları göndererek) insanlara ateş yakmayı öğretmiştir. İyilik yapmayı sever. Uzun saçları vardır. Yanında büyük bir kalkanı bulunur. Elinde yıldırımlar gönderen bir yayı vardır. Yıldırımlar ve şimşekler onun silahıdır. Yıldırımla vurduğu yer kutsallık kazanır. Yedi oğlu ve yedi kızı vardır. Gökçe (mavi) renk ile simgelenir. Göğün hâkimidir. Dünyayı taşımaları ya da destek olmaları için üç tane balık yaratmıştır. Elindeki topuzu, yaşam ağacının köklerine benzer ve öylesine dallı budaklıdır. Bildiğimiz Güneş, Ay ve yıldızlardan (tüm gök nesnelerinden) çok uzakta yaşar. Biri sağında ve diğeri solunda iki ak Güneş bulunur. Bu gök nesnelerinin her biri kendisine ulaşmak isteyen şaman için bir engeldir. En güçlü şaman bile en fazla Altınkazık (Kutup) Yıldızına kadar ulaşabilir. Daha öteye gidemez. Betimlenirken ak, parlak, gürültücü (künürtçi), yakıcı (küygekçi), şimşekçi (yalgınçı) gibi sıfatlar kullanılır. Ezeli ve ebedi kabul edilir. Evrenin başlangıcında yalnızca Ülgen ve Erlik vardır. Kaz ve kuğu kılığına girerek sonsuz suyun üzerinde uçarlar. Tanrı Ülgen Erlik’den daha güçlüdür. Erlik’in yaptığı hileleri anlamakta ve onu cezalandırmaktadır. Kayra Han ise evrenden önce de mevcuttur. Yaşlı ve bilge bir görünüm ile tasvir edilir. Üç, altı, dokuz ya da 12 yılda bir görkemli törenler yapılarak kendisine beyaz kısrak kurban edilir. Üç börkü (başlığı) vardır, uzun sakallıdır. Aslında çoğu zaman bir karısından bahsedilmediği halde birkaç yerde eşinin adı “Taz Hanım” (Kel Hanım)’dır. Bindiği hayvan da Kelke adlı kel bir öküzdür. Moğolcada pek çok Tanrının adının sonunda yer alan Ulağan (Ulagan) sözüyle de bağlantılı görünmektedir. Vogullarda Ulgon olarak yer alır ve ateşin kaynağı olarak görülür. Mani Dini ile birlikte Ahura Mazda (Hürmüz) ile özdeşleşmiştir. Bu nedenle bir unvan olarak Moğol mitolojisinde "Hormosta", Türk mitolojisinde "Kurbustan" adıyla da yer alır. Moğollara göre 55 Batı Tanrısının başında bulunur. Türk Mitolojisi'ndeki karşı imgesi Yeraltı dünyasının hükümdarı ve kötülük Tanrısı ErlikHan'dır.
Ülgen'in "Karakuş Han, Karşıt Han, Pura Han, Burça Han, Yaşıl Kan, Kanım Han, Baktı Han" adında yedi oğlu ile Ak Kızlar ya da Kıyanlar diye adlandırılan dokuz kızı vardır.
Erlik
Kötülüklerin kaynağıdır. Yeraltında yaşar. Saçları, gözleri ve kaşları ile atı karadır. Çatal (çiftli) sakalı dizlerine kadar uzamıştır. Boynuzları ağaç köklerine, bıyıkları yaban domuzunun dişlerine benzer. Yatağı kunduz derisindendir. Kadehi insan kafatasındandır. Kamçısı karayılandandır. Körüğü, çekici ve örsü vardır. Dokuz oğlu ile dokuz kızı vardır. Çenesi tokmak gibidir. Eyerlenmiş dokuz boğası vardır. Gümüş bir tahtı vardır. Yeraltında demir sarayında yaşar. Yassı demirden bir kalkanı bulunur. Kılıcı geniş ağızlı bir paladır. İhtiyar ve çirkin bir görüntüye sahiptir. Kara renkle simgelenir. Kendisine kara at kurban edilir. Kayra Han ilk önce bir varlık yaratmış onun aracılığı ile de yeryüzünü, dağları, vadileri meydana getirmiştir. Bu varlığın kendisine başkaldırması üzerine, ona “Erlik” adını vererek ışık evreninden yeraltına atmış, ayrıca yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek her dalında değişik bir cins insan yaratmıştır. Sonsuz suların içinden toprak (balçık) çıkarma görevi ona verilmiş fakat Erlik yeryüzü yaratılırken ağzında kendisi için bir parça toprak saklamış fakat bu yaptığı anlaşılınca cezalandırılmıştır. Bazı yaratılış efsanelerinde cezalandırılan canlı ördektir. Suyun altından çıkardığı toprağı ağzında saklamıştır. Macar efsanelerinde Aran Ata ördeğin bacaklarını kırdığı için paytak kalmıştır. Macar mitolojisinde Erlik’e eşdeğer olan Ördög’ün adının Ördek sözcüğüne benzemesi de bu bakımdan ilgi çekicidir. Evenk mitolojisinde ise cezalandırılan canlı köpektir. Bu ceza nedeniyle kıllı ve kirlidir. Erlik bilgisiz, yıkıcıdır. Düzen ve barış istemez. Huzura karşıdır, yeryüzünü karıştırmak ister. Sonsuz karanlıkların içinde yaşar. İradesi yoktur. İradesizliği simgeler. Affedilir fakat hemen ardından kötülüğe dalar. Evrenin başlangıcında yalnızca Ülgen ve Erlik vardır. Kaz ve kuğu kılığına girerek sonsuz suyun üzerinde uçarlar. Kayra Han ise evrenden önce de mevcuttur. İki köpeğinin adı Kazar ve Pazar’dır. Yeraltındaki ırmağın kenarında, yüksek bir dağın eteğinde kırk köşeli taş evinde yaşar. Çelik mızrak şeklinde bir tılsımı vardır. Bir insanın eline geçtiğinde ölümcül bir silah olur. Tüm düşmanları yok eder. Gözkapakları bir karış, saçları dimdik, yüzü kan gibi kırmızıdır. Bıyığı kıvrılarak kulağına asılmıştır. Vücudu yılanlarla kaplıdır. Domuz boynuzlu öküzünün sırtında yolculuk yapar. Kızlarının hiçbirinin adı yoktur. Kötü ruhların tamamı onun egemenliği altındadır. Pora Ninci ve Kara Ninci adlı iki yardımcısı vardır. Gökten kovulduğunda yardımcı ve hizmetkârları da onunla birlikte yere dökülmüştür. O hızla toprağın altına saplanmışlardır. Erliğin gelişiyle âleme aniden karanlık çöker, rüzgâr eser, fırtına kopar, yer sarsılır. Yeraltını kara bir güneşle aydınlatır. Erlik'in dokuz oğlu ve dokuz kızı vardır. Kara Oğlanlar olarak anılan Dokuz oğlu, adlarıyla birlikte şunlardır: Karaş Han, Matır Han, Şıngay Han, Kömür Han, Badış Han, Yabaş Han, Temir Han, Uçar Han, Kerey Han.
Altay şamanizmine göre Erlik'in oğulları yer altına inen şamana yol gösterirler. Erlik ve oğulları için zayıf ve hasta hayvanlar kurban edilir. Çünkü Altaylılar'ın inançlarına göre Erlik, kötü (zayıf ve sakat) kurbanlardan hoşlanır. Erlik'e asla at kurban edilmez. Ayrıca, Erlik'i simgeleyen şeyler ve tasvirler yapmak yasaktır. Erlik Han'ın oğulları her zaman babaları gibi kötü değildir. Bunlar, kötü ruhlardan insanları korurlar. Babaları için yapılan kurban törenlerinde hazır bulunurlar ve töreni yöneten kamın Erlik Han'ın yanına gitmesine öncülük ederler. Yeryüzündeki görevlerinden ayrı olarak Erlik'in oğulları yer altındaki gölleri, ırmakları, denizleri yönetirler...
Kızları olan Kara Kızlar kuttörenleri sırasında kamları baştan çıkarıp, onların başarısız olmalarına neden olurlar. Erlik ile iletişime geçen şamanlara Kara Kam denir.
Erlik'in kızları, kam Gök Tanrı'ya (Ülgen'e) kurban vermek için göğe çıkarken, kamı yataklarına çağırıp yolundan alıkoymağa çalışırlar. Kam, işini unutup Erlik'in kızlarının cilvelerine kanarsa başka ruhlarca cezalandırılır ve Tanrı'nın kurbanı kabul etmesi işi de tehlikeye düşer. Erlik'in kızlarından ikisi Kiştey Ana ile Erke Solton'dur.
Umay
(Um/Om) kökünden türemiştir. Ummak, Dilemek, Korkutmak kökünden gelir. Etene(plasenta) anlamını da barındırır. Koruyucu, şefkatli demektir. Umaç, hedef demektir. Omay sözcüğü seçkin, güzide anlamına da gelir. Umay Moğolcada rahim anlamı da taşır. Tunguzcada Omo/Umu kökü yumurta bırakma manası taşır. Eski Türkçede Uma/Umat/Ubat yakmak, Tunguzca’da Omah/Umah ve Yakutça Umay ocak anlamı taşır ve ateşle olan bağlantısını da ortaya koyar. En eski Türkçe kelimelerden birisi olan Umay kelimesi Divân-ı Lugati't-Türk'te, günümüzde ana rahmindeki plasenta kelimesini karşılayacak şekilde, "son, kadın doğurduktan sonra karnından çıkan sonu" olarak geçmektedir. Orhun Yazıtları´nda da geçen Umay, Türk ve Moğol mitolojisinde bir bereket tini olup hamilelerin, doğmuş ve henüz doğmamış çocuklar ile hayvan yavrularının koruyucusudur.

Resim 15. Umay
Umay ana dişi olarak betimlenmiştir. İyilikler yapar. Doğacak çocukları belirler. Üç boynuzu vardır. Beyaz elbiselidir. Yere kadar uzanan beyaz, gümüşten saçları vardır. Görünümü yaşlı değildir, orta yaşlıdır. Kuş kılığına bürünebilir ve kanatlıdır. Yaşam ağacının sahibidir. Çocukları korur. Yeryüzüne bereket dağıtır. Etrafına ışık saçar. Kimi zaman kızarak insanları korkutabilir. Çocuğu olmayanlar kendisine kurban adarlar. Gökyüzünde yaşar. Bazen yeryüzüne iner.[1] Yanında bir kuğu ya da zarif bir at ile betimlenir. Hamile kadınları ve yavru hayvanları korur. Umacı (Omacı, Hommu, Humu, Umu, Imı ya da Moğollarda Omısı) gibi düşsel varlıklar kendisi tarafından gönderilir. Fakat bunlara korkutucu anlamlar yüklenir. Çocukları korumadığı evlerde sıklıkla çocuk ölümleri yaşanır ve bu takdirde kendisine Kara Umay diye hitap edilir. Bazen Humay olarak da adlandırılır ve Hüma kuşu ile bütünleşik anlamlar içerir. Taskıl Umay (Kel Umay) olarak adlandırıldığı da olur. Ancak uzun saçları olduğu dikkate alındığında bu durumun zaman zaman büründüğü bir görüntü olduğu söylenebilir. Ayrıca kendisine ithafen verilen Taskıl Umay şeklindeki bir dağın varlığı da bilinmektedir. Mavi ve beyaz kuş kılığına girebilir. Ama Hanım adlı yaratıcı ruh ile ve May Ana ile de bağlantılıdır.
Yayık
(Yay/Yaz) kökünden türemiştir. Engin, yaygın ya da kurban etmek manalarını taşır. Ayrıca bu kökün yaratmak anlamı da bulunur. Engin, her tarafı kaplayan demektir. Bazı ırmaklara genişliği ve sularının bolluğu nedeniyle bu ad verildiği bilinmektedir. Taşmak anlamını da içerir. Yayılmak fiili ve Yaygın sözcüğü ile aynı kökten türemiştir. Yaratmak ve kurban etmek mânâsı da kökte mevcuttur. Savaş silahı olan Yay kelimesi ile doğrudan bağlantılıdır. Anadolu’da “Yayık” adı verilen ahşap araç sütün yağını çıkarmak ya da ayran çalkalamak için kullanılır. Dolayısıyla çalkalama, sallama gibi manaları da ihtiva eder.
Asya Türk lehçelerinde Cayık/Jayık sözcüğü tufan, taşkın anlamlarında kullanılır. Genel olarak sel gelmesi, suların yükselmesi, ırmakların ve göllerin taşması demektir. Türk halk kültüründe ve anlatılarda yeryüzünü suların kapladığı “Büyük Tûfan” için kullanılan bir tabirdir. Bu ya da benzeri söylenceler yeryüzündeki pek çok kültürde yer alır fakat ilk kez Sümerlerde bahsi geçer. Altayların kökleri çok eski çağlara kadar uzandığı anlaşılan bir söylencesinde sulara hükmeden “Cayık” (Yayık/Jayık) adlı tanrının Tûfan’dan sonra gökyüzüne çıktığı söylenir.
Irmaklardan ve göllerden sorumludur. 17 ırmağın kavuştuğu yerde yaşar. Irmaklara, rüzgârlara ve sulara hükmeder. Kamçısı şimşektir. Büyük Tufandan sonra gökyüzüne çıkmıştır. Su Yılanı veya Su Ejderi kılığına bürünebilir. Yerlerden sular fışkırtır. İnsanları kötülüklerden korur. Dizgini gökkuşağı, kamçısı boz alevdir. Kendisine Yayık Kaldırma adı verilen saçı (cansız nesne kurban etme) törenleri yapılır. İlkbaharda davarların ve atların avuzları (ilk sütleri) ile bulgur karıştırılarak yapılan lapalar ırmaklara saçılır. Göğün üçüncü katında oturur. Şamanlara düşünsel yolculuklarında yardım eder. Koruçı (Korucu / Koruyucu) olarak nitelenir.
Kazak ve Kırgız hikâye ve söylentilerinde Tepegözü kör eden kahramanın adı da "Yayık" (Jayık) olarak geçer. Şaman âyin ve törenlerinde "Yayık Han"ın oldukça önemli bir yeri vardır. Onun görüntüsünü beyaz kumaştan yaparlar. Tölöslerin "Tayık" dedikleri ve yalnız ağır belâlar geldiğinde yakardıkları bu ruhu "Koruçı" olarak tanımladıkları da kaydedilmiştir. Altaylar, ırmaklar taştığı zaman, "Yayık sudan çıktı" derler, çünkü mekânı 17 deniz veya ırmağın kavşağında olan Yayık Han coşup, taşan suların ruhudur ve yeryüzündeki tüm sular ona aittir.
Suyla
(Su/Suv/Suy) kökünden türemiştir. Soy, soyluluk, soyutluk anlamlarını taşır. Yazgı Tanrısı. Su ile Güneş ve Ay’ın ışığından yaratılmıştır. At gözlü, kartal gagalı, eşekkulaklı ve yılan saçlıdır. Toğurtka (ağaçkakan) kuşu ongunudur. Tomurta (toğurtka) kuşu Tanrı’nın elçisi olarak kabul edilir. İnsanları korumakla görevlidir. İnsanların yaşamlarını denetler, bir değişiklik olduğunda Ülgen’e bildirir. Ülgen'in en önemli yardımcı ruhlarından biridir. Ülgen’e kurbanların ruhunu ulaştırır. İki dili vardır. Genelde Karlık Han ile birlikte görülür. Şamanın Ülgen’e kurban götürme yolculuğunda yardımcı olur ve onu kötü ruhların saldırısından korur. Atınkine benzer gözleriyle otuz günlük uzaklığı görebilir. Kam, göklere veya yeraltına yolculuk yaparken onu kötü ruhların saldırısından korur. Kam, ayin sırasında Suyla için arak (rakı) saçar. At Gözlü Kartal ya da İki Dilli Kekeme Han adlarıyla da bilinir.
Karlık
(Kar) kökünden türemiştir. Karamak (görmek) ve kara (is) kökünden gelir. Duman Tanrısı. Karlık olarak da bilinir. Ülgen’e kurbanların ruhlarını iletir. İnsanların yaşamlarını denetler, bir değişiklik olduğunda Ülgen’e bildirir. İşareti dumandır. Yakılan kurbanlardan çıkan duman onun geldiğini gösterir. Ocağa su serpilerek duman çıkması sağlanır ki, Karluk’un hoşuna gitsin diye. Genelde Suyla Han ile birlikte görülür.
Utkaçı
(Ut) kökünden türemiştir. Güleryüzlü, kazanan demektir. Utmak, utku sözcükleriyle aynı kökten gelir. Moğolcada "Uta/Utaga" dumanın tütmesi demektir ki, kurbanı yakan ateşin sonucunda çıkan dumanla alakalıdır. Yine bu dilde Utga/Utka sözcüğü duygu, duyumsama gibi anlamlar ifade eder. Kurban Tanrısı. Utkuçı da denir. Kurbanları Ülgen’e iletir. Gökyüzünde yaşar. Ülgen’e en yakın tanrıdır. Şamanlar trans halindeyken getirdiği kurbanı alarak Ülgen’e götürür. Çünkü şaman en fazla Altınkazık (Kutup) Yıldızına kadar ulaşabilir. Geri dönen Şaman’a ise kaz (olasılıkla düşünsel ilham) hediye eder. Şaman bu kaza binerek geri döner. Buryat inancına göre hayvan veya kuş kılığındaki ruhtur. Bu varlık bir kadını hamile bırakırsa, doğan çocuk bir şaman veya bir kabilenin kurucusu olacaktır. Utkaçı bu kuşa (ruha) yol gösteren tanrıdır.
Yo Kan
Yer ilahlarının en güçlüsüdür.. Dünyanın merkezinde olduğu varsayılan ve ucu Ülgen'in evine kadar ulaşan bir çamın (dünya ağacı) bulunduğu yerde oturur. Onun So Kan ve Temir Kan adlı iki oğlu vardır. Bunlar, insanlar tarafından sunulan şeyleri memnuniyetle kabul ederler.
Yakutlarda bu Altaylı ilahın yerine Aan Alahçm Hatun denilen bir ruh Orta Dünyanın en büyük ruhu olarak anılır. İnsanlar, hayvanlar ve doğanın koruyucusudur. Büyük kayın ağaçlarında oturan ve otluk-yeşil alanlarda kasırga şeklinde gezen bu tanrı, insanların ekolojik çevreyi tahrip etmesine çok üzülür ve ağlarmış. Yine bu tanrının otlar, ağaçlar ve diğer bitkilerin ruhları olan oğulları ve kızları vardır. Bunun dışında, zaman zaman yere inen, sonsuzluğun güçlü beyi olarak nitelenen ve dünyadaki varoluşu temsil eden bir tanrı olan Ulu Toyon vardır.
Talay Kan
Denizlerin hâkimi, ölülerin koruyucusu ve yeryüzündeki bütün suların hükümdarıdır; Altaylarda bazen Yayık Han olarak da anılır. Evi on yedi denizin birleştiği yerdedir. Yunan mitolojisindeki, deniz tanrısı Poseidon (Neprunus) ve Mezopotamya tanrılarından Ea'ya karşılık gelir. (Tal/Dal) kökünden türemiştir. Talmak, Dalmak fiilinden gelir. Enginlik, derinlik, sonsuzluk anlamları vardır. Talaz kelimesi dalga demektir. Taluy veya Daluy ise okyanus anlamına gelir. Dalay Han olarak da anılır. Okyanuslar ve denizler onun sorumluluğundadır. 19 denizin birleştiği yerde yaşar. Denizleri ve okyanusları yönetir. İçindeki canlıları korur. Yaşlı ve uzun beyaz bıyıkları olan bir adam görünümündedir. İstediği zaman devasa bir balık (balina) biçimine girebilir. Denizlerin yükselip alçalmasına (gel-git) karar verir. Moğol Budizm’i ile yakın ilişki içinde bulunan Tibet Budizm’inin (Lamaizm) manevi önderi olan kişilere verilen Dalai Lama unvanının ilk sözcüğü Moğolcadan Tibetçeye geçmiştir ve Okyanus anlamı taşır. Okyanus kadar engin bir bilgeliği ve şefkati anlatmak için kullanılır.
Yaradılış Söylencesi[5]
Her şeyden önce su vardı. Yer, ay, gök, güneş yoktu. Sadece Kayra Han (Kuday, Hüda) vardı. Ancak yalnızdı ve canı sıkılıyordu, sudan gelen bir ses (Ak Ana) ona "yarat" dedi. O da kendi gibi birini yarattı ve ona Kişi dedi. İkisi de birer kara kaz gibi su üzerinde uçuyorlardı. Tanrı Kayra Han bir şey düşünmüyordu. O sırada Kişi, yeli bulup suyu dalgalandırdı. Kayra Han'ın yüzüne su sıçrattı. Bunu yapınca da kendisinin Kayra Han'dan güçlü olduğunu sandı; daha yüksekte uçmak istedi. Ama uçamadı; suya düşüp dibe battı. Boğulmak üzereydi. Bana yardım et!  diye bağırıp Kayra Han'dan yardım istedi.
Kayra Han izin verdi, Kişi su yüzüne boğulmadan çıktı. Ardından Kayra Han, 'Sağlam bir taş olsun! dedi. Suyun dibinden bir taş yükseldi. Kayra Han ile Kişi, bu taşın üzerine oturdular. Kayra Han, Kişi'ye Suya dal, suyun dibinden toprak çıkar! diye buyruk verdi. Kişi, Kayra Han'ın buyruğunu yerine getirdi. Suyun dibinden çıkardığı toprağı Kayra Han'a götürdü. Kayra Han, Kişi'nin getirdiği toprağı suyun üzerine serperken Yer olsun! diye buyurdu.
Buyruk yerine geldi, yeryüzü yaratıldı. Kayra Han, yine Kişi'ye Suya dal, suyun dibindeki topraktan çıkar! diye buyruk verdi. Kişi, suya daldığında, bu kez kendim için de toprak alayım diye düşündü. İki avucuna da toprak doldurdu; bir avucundakini Kayra Han'dan gizlemek için ağzına attı. Dileği, Kayra Han'dan gizli kendine göre bir yer yaratmaktı. Avucundaki toprağı getirip Kayra Han'a uzattı. Kayra Han, toprağı suyun üzerine serpip genişlemesini buyurdu. Kayra Han'ın suya serptiği toprak gibi, Kişi'nin ağzındaki toprak da büyüyüp genişlemeye başladı. Kişi korktu; soluğu kesildi, öleyazdı. Kaçmağa başladı. Ancak, nereye kaçsa yanı başında Kayra Han'ın varlığını hissediyordu. O'ndan kaçamıyordu. Çaresiz kaldı, ona yalvarmaya başladı: Tanrı ! Gerçek Tanrı ! Bana yardım et. Kayra Han, Kişi'ye Ağzındaki toprağı ne için sakladın dedi. Kişi, Kendime yer yaratmak için saklamıştım diye yanıt verdi. Kayra Han da, Öyleyse at ağzından ve kurtul dedi. Kişi'nin ağzındaki toprak yere dökülürken küçük tepeler oluştu. Kayra Han, Artık sen günahlı oldun dedi, Bana karşı geldin. Kötülük düşündün. Bundan sonra sana uyanlar, senin gibi kötülük düşünenler senin gibi kötü kişi olacak; bana uyanlar ise iyi ve pak kişiler olacak, güneş ve aydınlık yüzü görecek. Ben, gerçek Kurbustan[6] adını almışımdır; bundan sonra senin adın da Erlik olsun. Günahlarını benden saklayanlar senin adamın olsun, günahlarını senden saklayanlar benim adamım olsun.
Yeryüzünde, dalsız budaksız bir ağaç yeşerdi. Kayra Han, bu dalsız budaksız ağaçtan hoşlanmadı. Dalları, yaprakları olmayan ağaca bakmak güzel değil. Bu ağacın dokuz dalı olsun! dedi. Dalsız budaksız ağaç birden dokuz dallı oldu. Kayra Han, Dokuz dalın her birinin kökünden, birerden dokuz kişi türesin; bunlar dokuz millet olsun! dedi. Erlik, bunlar olurken büyük bir gürültü duydu. Nedir acaba diye düşündü. Kayra Han'a gürültünün nedenini sordu. Kayra Han, Ben bir hakanım, sen de kendince bir hakansın. İşittiğin gürültüyü yapanlar benim insanlarımdır! dedi. Erlik, Kayra Han'dan bu insanları kendisine vermesini istedi. Kayra Han, Olmaz ! diye karşıladı; Sen git kendi işine bak !
Erlik'in canı sıkıldı. Hele bir gidip şu insanları göreyim diyerek kalabalığın yanına vardı. Orada insanlardan başka yaban hayvanları, kuşlar ve daha nice yaratıklar vardı. Erlik, Kayra Han bunları nasıl yarattı acaba, bunlar ne yer, ne içerler diye düşündü. O düşüne dursun, insanlar ağacın yemişlerinden yemeğe başlamışlardı. Erlik baktı ki, insanlar ağacın yalnızca bir yanındaki yemişleri yiyorlar, öte yandakilere ellerini sürmüyorlar. İnsanlara bunun nedenini sordu. İnsanlar, şu yanıtı verdiler: Tanrı bize o yandaki yemişlerden yemeği yasakladı. Biz yalnızca Tanrı'nın izin verdiği, ağacın gündoğusundaki yemişlerden yiyoruz. Şu gördüğün yılan ile köpek, yasak yandaki yemişleri yemememiz için bekçilik ediyor. Bu yanıt, Erlik'i sevindirdi. Erlik Körmös[7], insanlardan Doğanay (Törüngey) denilen erkeğe yaklaştı. Ona Kayra Han size yalan söylemiş. Asıl, yasakladığı yemişlerden yemeniz gerekir. Onlar daha tatlıdır. Bir deneyin; göreceksiniz dedi. Erlik, uyumakta olan yılanın ağzına girdi; ağaca çıkmasını söyledi. Yılan, ağaca çıkıp yasak yemişlerden yedi. Doğanay'ın karısı Ece (Eje), yanlarına geldi. Erlik, Doğanay ile Ece'ye de yasak yemişlerden yemelerini söyledi. Doğanay, Kayra Han'ın sözünü tutarak yasak yemişlerden yemedi. Karısı Ece dayanamadı, yedi. Yemiş çok tatlı idi. Alıp kocasının ağzına sürdü. Doğanay ile Ece'nin tüyleri birden döküldü. Utandılar. Kaçıp, her biri bir ağacın ardına saklandılar.
Kayra Han oraya geldi. İnsanlar, kaçışıp bir köşeye gizlenmişlerdi. Kayra Han, Doğanay ! Ece ! Doğanay ! Ece ! diye haykırdı, Neredesiniz?. Doğanay ile Ece Ağaçların arkasındayız dediler, Karşına çıkamıyoruz, utanıyoruz. Sonra, olanları bir bir anlattılar. Kayra Han, bildiği şeyleri duymanın öfkesi içinde her birine ayrı cezalar verdi. Şimdi sen de Erlik'ten bir parça oldun diyerek yılana verdi ilk cezayı. İnsanlar sana düşman olsun; seni görünce vurup, ezip öldürsünler! dedi. Ece'ye döndü, Sen, Erlik'in sözüne uydun. Yasak yemişi yedin. Cezanı çekeceksin. Çocuk doğuracaksın. Doğururken de acı çekeceksin. Sonunda öleceksin, ölümü tadacaksın. Doğanay'a da şöyle diyerek cezasını verdi: Erlik'in gösterdiğini yedin. Benim sözümü dinlemedin, Körmös Erlik'in sözüne uydun. Onun adamları onun dünyasında yaşar, Karanlıklar dünyasında bulunur. Benim ışığımdan yoksun kalır. Körmös (Şeytan, Erlik) bana düşman oldu; sen de ona düşman olacaksın. Benim sözümü dinleseydin, benim gibi olacaktın. Dinlemediğin için dokuz oğlun, dokuz da kızın olacak. Bundan sonra ben, insan yaratmayacağım. Artık, insanlar senden türeyecek. Kayra Han, Erlik'e de kızdı. Benim adamlarımı niçin aldattın? diye sordu öfkeyle. Erlik Ben istedim, sen vermedin dedi, Ben de senden çaldım. Artık, hep çalacağım. Atla kaçarlar ise düşürüp çalacağım. İçip içip esrirler (sarhoş olurlar) ise birbirlerine düşürüp dövüştüreceğim. Suya girseler, ağaçlara çıksalar bile yine çalacağım. Kayra Han da, Öyleyse; dokuz kat yerin altında ayı, güneşi olmayan Karanlık bir dünya vardır. Seni oraya atıyorum diyerek Erlik'i cezalandırdı. Her şey bitince, bütün insanlara birden ceza verdi. Bundan sonra kendi yemeğinizi kendiniz kazanacak, gücünüzle elde edeceksiniz; benim yemeğimden yemek yok dedi, Artık, yüz yüze gelip sizinle konuşmayacağım. Bundan sonra size Gök Oğul'u (May-Tere) göndereceğim.
Gök Oğul, insanlara birçok şey öğretti. Arabayı da Gök Oğul yaptı. Ot köklerini, yenilebilecek otları insanlara öğretti. Erlik, Gök Oğul'a yalvardı: Ey Gök Oğul, bana yardım et. Kayra Han'dan izin dile. Yanına çıkmak istediğimi söyle. Yardım et bana. Gök Oğul, Erlik'in dileğini Kayra Han'a iletti. Kayra Han aldırış etmedi. Gök Oğul, altmış yıl yalvardı.
Sonunda Kayra Han, Erlik'e haber gönderdi: Düşmanlıktan vazgeçersen, insanlara kötülük etmezsen sana izin veririm, yanıma gelirsin ! Erlik, söz verdi. Kayra Han'ın katına çıktı. Baş eğdi. Beni kutsa. Bana izin ver, ben de kendime gökler yapayım diye yalvardı. Kayra Han, izin verdi. Erlik, kendisi için gökler yaptı. Adamlarını topladı, yaptığı göklere yerleştirdi; kendisi de başlarına geçti. Çok kalabalık oldular. Kayra Han'ın en sevgili kullarından olan Ulu Kişi (Mandı-Şire), bu duruma çok üzüldü. Üzüntü içinde düşündü: Bizim öz kişilerimiz yeryüzünde sıkıntı çekip yoruluyor. Erlik'in adamları ise, göklerde keyfedip duruyor. Ulu Kişi, bu üzüntü içinde Erlik'e savaş açtı. Erlik, daha güçlü çıktı. Ateş ile vurup Ulu Kişi'yi kaçırdı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın katına çıktı. Kayra Han, Nereden geliyorsun? dedi. Ulu Kişi, Erlik'in adamlarının gökte oturması, bizim adamlarımızın ise yeryüzünde binbir güçlük içinde yaşamaları ağırıma gitti. Erlik'in yandaşlarını yere indirmek, göklerini başına yıkmak için Erlik'le savaştım. Gücüm yetmedi, o beni kaçırdı diye üzgün ve ağlamaklı yanıt verdi. Kayra Han, üzülmemesini söyledi. Erlik'e benden başka kimsenin gücü yetmez dedi, Erlik'in gücü senden çoktur. Ama gün gelecek, senin gücün Erlik'in gücünden üstün olacak. Ulu Kişi'nin yüreği serinledi, rahat rahat uyudu.
Gün geldi, Ulu Kişi güçleneceğini anladı. O gün Kayra Han, Ulu Kişi'yi yanına çağırdı. Var git. Güçlendin artık. Erlik'in göklerini başına yıkacak güce kavuşturdum seni. Dileğine ereceksin dedi, Sana, kendi gücümden güç verdim. Ulu Kişi şaşırdı: Yayım yok, okum yok. Kargım yok, kılıcım yok. Kupkuru bir bileğim var. Yalnız bilek gücüyle Erlik'i nasıl yok edebilirim?. Kayra Han, Ulu Kişi'ye bir kargı verdi. Ulu Kişi, kargıyı alıp Erlik'in göklerine gitti. Erlik'i yendi, kaçırdı; göklerini kırdı geçirdi. Erlik'in gökleri parça parça oldu, yeryüzüne döküldü. O güne değin dümdüz olan yeryüzü, o günden sonra kayalıklarla, sivri dağlarla doldu. Görklü Tanrı'nın özene bezene yarattığı güzelim yeryüzü eğri büğrü oldu. Erlik'in bütün yandaşları yere döküldü; suya düşenler boğuldu, ağaca çarpanlar sakatlanıp can verdi, sivri kayaların üstüne düşenler öldü, hayvanlara çarpanlar hayvanların ayakları altında kaldılar.
Erlik, varıp Kayra Han'dan kendine yeni bir yer istedi. Benim göklerimin yıkılmasına sen izin verdin; barınacak yerim kalmadı dedi. Kayra Han, Erlik'i yerin altındaki Karanlıklar ülkesine sürdü. Üzerine yedi kat kilit vurdu. Burada gün ışığı, ay ışığı görmeyesin. Üzerinde sönmez ateşler olsun. İyi olursan yanıma alır, kötü olursan daha derinlere sürerim dedi.
Bunun üzerine Erlik, Öyleyse ölmüş kişilerin canlarını bana ver; gövdeleri senin olsun, canları benim dedi. Kayra Han, Hayır, onları da sana vermeyeceğim dedi, İstiyorsan kendin yarat. Erlik eline çekiç, körük ve örs aldı. Vurmağa başladı. Her vuruşta bir hayvan ortaya çıktı. Kurbağa, yılan, ayı, domuz, deve ve kötü ruhlar yeryüzünü doldurdu. Sonunda Kayra Han, Erlik'in elinden çekici, örsü, körüğü aldı; ateşe attı. Körük bir kadın, çekiç bir erkek oldu. Kayra Han, kadını tutup yüzüne tükürdü. Kadın bir kuş olup uçtu. Bu kuş, eti yenmeyen, tüyü işe yaramayan Kurday denilen kuştur. Kayra Han, erkeği de tutup yüzüne tükürdü. O da bir kuş olup uçtu; adına Yalban kuşu dediler.
Bu olanlardan sonra Kayra Han, insanlara Ben size mal verdim, aş verdim. Yeryüzünde iyi, güzel, pak olan ne varsa verdim. Yardımcınız oldum. Siz de iyilik yapın. Ben, göklerime çekileceğim, tez dönmeyeceğim dedi. Yardımcı ruhlarına döndü: Gün Aşan (Şal-Yime); sen, içki içip aklını yitirenleri, körpe çocukları, tayları, buzağıları koru. Onlara kötülük gelmesin. Sağlığında iyilik yapmış olanların ruhlarını yanına al; kendini öldürenlerinkini alma. Zenginlerin malına göz dikenleri, hırsızları, başkalarına kötülük edenleri koruma. Benim için, bir de hakanları için savaşıp ölenlerin ruhlarını da yanına al, benim yanıma getir. İnsanlar ! Size yardım ettim. Kötü ruhları (körmösler) sizden uzaklaştırdım. Kötü ruhlar size yaklaşırsa, onlara yiyecek verin, ama onların yiyeceklerinden yemeyin; yerseniz, onlardan olursunuz. Şimdi ben aranızdan ayrılıyorum, ama yine geleceğim. Beni unutmayın, geri gelmez sanmayın. Geri döndüğümde iyiliklerinizin, kötülüklerinizin hesabını göreceğim. Şimdilik benim yerimde Ağca Dağ (Yap Kara), Ulu Kişi ve Gün Aşan kalacaklar; size yardımcı olacaklar. Ağca Dağ ! Gözlerini dört aç. Erlik senin elinden ölenlerin ruhlarını çalmak isterse, Ulu Kişi'ye söyle; o güçlüdür. Gün Aşan ! Sen de iyi dinle. Kötü ruhlar (Albıs, Şulbus), yeraltındaki Karanlıklar ülkesinden yukarı çıkmasınlar. Çıkarlarsa, hemen Gök Oğul'a bildir. Ona güç verdim. O, kötü ruhları kovar. Alma Ata (Bodo-Sungkü), Ay'ı ve Güneş'i bekleyecek. Ulu Kişi, yeryüzünü ve gökyüzünü koruyacak. Gök Oğul, kötüleri iyilerden uzaklaştıracak. Ulu Kişi, sen de kötü ruhlarla savaş. Güç gelirse benim adımı çağır. İnsanlara iyi şeyleri, iyi işleri öğret. Oltayla balık avlamayı, tiyin (sincap) vurmayı, hayvan beslemeyi öğret.
Sonra, Kayra Han uzaklaştı. Ulu Kişi, Kayra Han'ın sözlerini yerine getirdi. Olta yaptı, balık avladı. Barutu buldu, sincap vurdu. Gün geldi, Ulu Kişi kendi kendine mırıldandı: Bugün beni yel uçuracak, alıp götürecek. Bir yel geldi, Ulu Kişi'yi uçurup götürdü. Bunun üzerine Ağca Dağ insanlara Ulu Kişi'yi Tanrı Kayra Han, yanına aldı. Artık, onu bulamazsınız. Gün gelecek, beni de yanına çağıracak. Nereye isterse oraya gideceğim. Öğrendiklerinizi unutmayın. Kayra Han böyle istedi dedi. İnsanları kendi haline bırakıp o da gitti.
Bu söylencenin türlü sürümleri de vardır. Karakterlerin adları değişir, Kayra Kagan Bay Ülgen olur. Ancak öykü Ortadoğu Sami halklarının yaratılış söylenceleri ve bu söylencelerin yer aldığı Tevrat, İncil ve Kur’an’daki yaratılış öyküleri ile de büyük benzerlik taşır. Radloff bu söylenceyi 19. yy sonunda derlemiştir. O zamana dek sözlü geleneğin bir parçası olan bu söylence yazıya geçmiştir. Bu nedenle Hıristiyanlık ya da İslam etkisiyle mi bu söylence Türk folkloruna girdi, yoksa bugün Türkçe ile dil yakınlığı da aşikâr olan Sümerler eliyle mi Ortadoğu’ya getirildi bunu bilmek güçtür.
Bu benzerlik Ergenekon Söylencesi ve İran Halklarının Demirci Kava Söylencesi arasında da görülmektedir. Dağı eritip Ergenekon’dan çıkışı sağlayan demirci İran söylencesinde zalim Dekha’yı öldüren demirci olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu benzerlikler kültürel tanışıklık arttıkça çoğalmaktadır.
Kurttan Türeyiş
Birkaç farklı sürümü olsa da bu öykü savaşta yenilen bir boydan geriye kalan küçük bir çocuğun dişi bir kurt tarafından bulunarak arkasında geniş ve verimli bir ova bulunan bir mağaraya götürülerek emzirilmesi, ardından çocuğun bu dişi kurdu gebe bırakması ile başlar. Dişi kurt bu ovada on çocuk doğurur ve bu on çocuk dışarıdan gelen kızlar ile evlenerek A-Şi-Na (Asena) soyunu oluşturur.
Bu söylence de tıpkı Ak Geyik Söylencesi’nde olduğu gibi bir insanın geyik ya da kurt dişi bir hayvanı takip ederek bir mağaraya girmesi üzerine kuruludur.
Hunlarda kutsal bir ata mağarası bulunurdu. Kutsallık atfedilen bu mağaraya yılın belirli dönemlerinde han ve diğer ileri gelenler giderek dini törenler yapıldığı Çin kaynaklarında yer almaktadır.[8]
Göktürklerde de benzer biçimde atalar mağarası bulunmaktadır. Kırgız söylencelerinde de mağara simgesi yer almakta, kurt ya da geyik yerine inekten türeyiş anlatılmaktadır. Bu mağaralar geyik olsun, kurt olsun ya da inek olsun bu dişi hayvanların rahmini simgeliyor olmalıdır.
Hayvanların simgesel olarak mitolojide yer alması dünyanın her yerinde karşılaşılan bir durumdur. Eski Türk geleneğindeki kam giysileri hayvanları temsil eden libaslardı. Özgün ve kadim Kam elbiseleri, kuş ya da diğer hayvan biçimlerini taklit etmek suretiyle yapılan giysilerdi. Bunu giyen Kam, hem atalarının hem de o hayvanın biçimini alabileceğini göstermek istiyordu. Bu biçim değiştirme batı dillerinde metamorfoz olarak adlandırılırken Türk kültüründe “Donuna girmek” ya da “kabulgan” olarak adlandırılmaktadır. Bahaeddin Ögel’e Bektaşiler bu kadim Kam inanışını tasavvufa uydurup, “Mana âleminden velayetle” diye bir neden uydurmuşlardır. İlk Müslüman Türk dervişleri de zaman zaman bir kuş donuna girerdi. Ahmed Yesevi turna, Hacı Bektaş’ı Veli güvercin, Abdal Musa ise geyik donuna bürünürdü.[9] Abdal Musa Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişini:
Güvercin donuyla Urum’a uçan
İmamlar evinin kapısın açan
biçiminde anlatmaktadır.
Oğuz Destanı’nda da her bir boyun bir yırtıcı kuş simgesi bulunmaktadır. Moğol tarihçi Reşideddin bu kuşlara Ongon adını vermektedir. Ongon aslında Moğolca olup, Türkçesi köken anlamındaki Töz’dür. Her boy türediği bu hayvanı temsilen ağaç, taş ya da kilden totem yaparlardı. Moğol ongonları zamanla insan biçimini almaya başlasa da İslam ile birlikte Oğuzlarda bu totemlerin insan görünümüne dönüşmesi kırılmaya uğramış ve Türklerin ataları söylencelerde zoomorf kalmıştır.


Resim 15. a) Moğol Ongunu, b) Türk Ongunu.
Artık simgesel olan bu figürler bayraklarda ve tuğlarda kendine yer bulabilmiştir. Ongunlar yalnızca kuş değildir. Kimi zaman Kurt, kimi zaman ayı kimi zaman da koç olarak karşımıza çıkar. İslam içerisinde ise koç biçimli Akkoyunlu mezar taşlarını buna örnek gösterebiliriz.




Resim 16. a)Tagar kültürüne ait bayrak direği âlemleri[10] b) Göktürk Bayrağı, c) Akkoyunlu mezar taşları.
Oksoko (Öksökö)
Öksökö ya da Zülzülö denen çift başlı kuş (kartal), Hayat Ağacı’nın üzerine tünemiştir ve gökten (cennetten) yeryüzüne yağmur ve ışık (yıldırım) indirir. Bu ışıklar içerisinde “Öz” yani insan ruhu bulunur. Aslında Öksökö Togrul ve Kongrul denen iki kuştan oluşmaktadır. Buğdayık ve Sumayık ya da Semrük ve Kerkes denen bu kuşlar Kuyaş (güneş) ve Yalçuk’u (ay) da simgelemektedir. Bu ikilik iyi ve kötü, dişil veril, doğum ve ölüm gibi düalist kavramları açıklamada kullanılmaktadır. Sümer’den Hititlere, Selçuklulara, oradan Doğu Roma’ya, Doğu Roma’dan Habsburg ya da Romanovlarai Arnavutluk Bayrağı’na kadar pek çok kültür ve dönemde de görülen bir simgedir. Togrul, Turul adıyla Macar kültüründe önemli bir yer tutmaktadır. Kongrul ise İran kültür dairesinde Simurg (semrük) ya da Zümrüdü Anka olarak bilinir.




Resim 17. a) Öksökö b) Togrul c) Kongrul
Ejderha
Türk ve Altay mitolojisinde Ebren ya da “Evren” olarak da ifade edilir. Dünyayı döndürdüğü için eviren anlamında Evren denmiştir. Korkunç bir görünümü vardır. Bazen devasa bir yılandır. Yeraltındaki mağarada yaşar ve orada bulunan hazineyi korur. Sularda ya da ormanda yaşadığı da anlatılır. Bazen ateşin içinde barınır. Ağzından ateş saçar. Kuraklığın ve ölümün simgesidir. Masallarda suyun önünü keser ve bırakmak için karşılığında kurban ister. Su yaşam demektir, dolayısıyla onu kendi denetimine alarak yaşama sahip olacaktır. Bir başka açıdan bakıldığında susuz bıraktığı yeryüzüne ölüm ve kaos getirir. Öteki taraftan bunları elinde bulundurduğu için aynı zamanda bereketi refah ve güç simgesidir. Altay inanışlarında Bükrek (Bukra) adlı iyicil bir ejderha ile Sangal adlı kötücül bir ejderin birbirleriyle yaptıkları savaşlar anlatılır. Bu Çin mitolojisindeki Fu Şi ve Eşi Nu Gua ile ilşkili olabilir.

Resim 18. Dual Ejderha
Ejderhaların başı Yelpegen Han’dır. Altay mitolojisinde Ay'ı yiyerek onun küçülmesine (Ay tutulması) yol açan göksel canavar; Yilbüke, olarak da tanımlayabileceğimiz Yelbegen'in neden olduğu ay tutulmasından sonra Altaylar "Yine Yelbegen ayı yedi" derler. "Yilbegen"in şamanlık yaptığına bile inanılmıştır. Altay efsanelerine göre ormanda ya da doksandokuz köşeli yurdunda yaşar, yılanla kurbağayla beslenir. Bu varlığın gücü körlerin gözünü açabilir, eli, ayağı olmayanları sağlam insanlara çevirebilir.

Resim 19. Yelpegen
Ayı
Ayı Ata - Türk mitolojisinde Ayı Tanrı. Farklı Türk dillerinde Azı (Adı, Azığ, Adığ) Ata olarak da söylenir. Moğollar Bavgay Ecege derler. Bazı Türk boyları ayıdan türediklerine inanırlar. “Aba Tös” adlı ongun da ayıyı betimler. Aba (Ebe, Ebüge) bazı boylarda ayı anlamına gelmektedir. Ayının isminin açıkça söylenmemesi gerektiği inancı özellikle Altaylarda, Yakutlarda ve Dolganlarda da vardır. Onun için Abay ya da Dayı denir. İnanca göre ayı isminin söylendiğini topraktan işitir. Çünkü “Er Kulaktu” / “Çir Kulaktı” (Yer Kulağı) onu duyar. Anadolu’da yerin kulağı vardır deyimi de bunu ifade eder. Ayının yaşadığı yer de toprak ve yeraltıdır. Yer sadece ayı ile değil, kurt, yılan ve benzeri tabu oluşturmuş canlılar hatta insan ile de iletişim kurabilir. Bu inanç yılan, kurt ve benzerleri için de geçerlidir. Ayı isminin “dayı” ile eşdeğer tutulması “Köprüyü geçene kadar ayıya dayı demek” atasözü ile de bağlantılıdır. Moğollardaki Abgalday (Avgalday) ise Ayı Ata anlamına gelir ve şamanın giydiği ayı biçimli bakır bir maskedir.

At
Şamanist törenlerde at şamanın gökyüzüne çıkacağı bineği ve kurbanlık hayvan olarak önem kazanmıştır. Şamanın davulu da hemen hemen her zaman at olarak nitelendirilmiştir. Çoğu kez Gök Tanrı'nın (Ülgen'in) simgelerinden biri olarak önem kazanmakla ve kurban olarak da ona sunulmaktadır. Şaman at yardımıyla yeraltına ya da öteki dünyaya geçebildiği için ölümün de simgesi olmuştur. Göğe ak yeraltına kara atlar kurban edilirdi.
At şamana göğe çıkma olanağı sağladığı için çoğu kere Tulpar adlı kanatlı olarak düşünülmüştür. T. Sieroszewskf’a göre şamanın göğe çıkması için hazırladığı düzenekte beyaz at yelesinden yapılmış çelenklerin ağaçlara asıldığı anlaşılmaktadır. Yine bu düzenekle ilgili olarak bazı Türk toplulukları tanrıların atlarını dünyanın eksenini teşkil eden ve Demirkazık denen Kutup Yıldızı'na ulaşan kazığa bağladıklarını anlatırlar.

Resim 20. a) Kazakistan devlet armasında b) Moğolistan devlet armasında Tulpar.
Buryatlar Solbon (Çolpan=Çobanyıldızı, Zühre) yıldızını eril sayıp at sürüsüne sahip olduğuna ve bu yıldızın atların koruyucusu olduğuna inanıyorlardı.
Kurgan den ilen eski Türk mezarlam1da da öteki dünyada ölüye hizmet etmek üzere gömülmüş at kadavralarına rastlanmıştır. Çoğu kere yas işareti olmak üzere bunların kuyruklarının kesilmiş ya da düğümlenmiş olması da dikkati çekmiştir.
Atın kurban edilmesi gibi hususlar 1slarniyetin geldiği devirlerde İbn Fadlan'ın seyahatnamesinde de anlatılır. Kesilmiş ağaçlar üzerinde kabrin başına asılan at, cennete giderken binilecek hayvan olarak tasavvur edilir. İslamiyet döneminde de bazı Türk hükümdarların atıyla beraber gömüldüğü ya da atın tek başına gömülmesi için mezar yapıldığına dair bilgiler bulunmaktadır.
Atların kavimlerin türeyiş efsanelerinde yer aldığını ve renk simgeciliğine göre anlamlandırıldığını da görüyoruz. Hatta bazı devrelerde savaş esnasında atlıların dört anayönün renk simgelerine göre konumlandırıldığı anlatılmaktadır.
At Türk kozmolojisinin çeşitli unsurlarına göre de anlam kazanmaktadır; örneğin su unsurunun hayvan biçimli timsali attır. Öte yandan su kökenli atlar denilen ve sudan çıkan kanat1ı atlan anlatan efsaneler de bu unsurlarla ilgilidir. Ayrıca özellikle beyaz atların üzerinde beneklerin bulunması da uğurlu sayılmakta olup yine bu unsurlarla ilişkilidir.
Bazı Mitolojik Varlıklar
Türk ve Altay halk inancında ve mitolojisinde melek ve hayalet anlamına gelen sözcük. Körmös, Kürmös ya da Körümes de denir.
İyilik ve kötülük yapan ruhların tamamıdır. Bunların başında Kürmez Han bulunur. Genelde üçlü bir sınıflandırmayla ele alınırlar.
  • Yer üstünde yaşayan ruhlar,
  • Su ve toprak altında yaşayan ruhlar.
  • Gökyüzünde yaşayan ruhlar.
Kimi zaman Tanrının görevlendirdiği varlıklardır. Şeytani varlıklara ise Sokor Körmös (Kör Melek) adı verilirdi. İslam inancına göre de şeytan da aslında meleklerin içerisindedir fakat sonradan isyan etmiştir. Körmösler en çok günbatımında ve gündoğumunda ortaya çıkar ve etkin olurlar. Bu yüzden bu vakitler tehlikeli sayılır. Bu vakitlerde uyunulması uygun görülmezdi. İnsanların ruhlarını ele geçirebilirler. Körmöslü kavramı deli ya da ruhsal hastalıklı anlamında kullanılır.[1] Yakutlarda ölülerin başıboş dolaşan ruhlarına Üğör (Yör) adı verilir. Ölen insanların ruhlarının Körmös’e dönüştüğü inancı yaygındır. Kaza sonucu ölmüş olan insanların ruhlarına Obun, intihar edenlerinkine Alban denilir. Ataların ruhları ise Ozor olarak anılır.
1.    Aruğ (Arı) Körmös: İyicil ruhlardır. İnsanları ve ailelerini korurlar. Ülgen’in emrindedirler. Yeryüzünde iyilik yaparlar.
2.    Caman (Yaman) Körmös: Kötücül ruhlardır. Yer altı dünyasında Erlik’in hizmetkarıdırlar. İnsanların canını alıp götürebilirler.
3.    Kal (Gal) Körmös: Acıklı ruhlardır. Eziyet çekerler. Kötülük ya da iyilik yapamazlar.
Körtiges
Hastalık Cinidir. İnsanlara hastalık verirler. Türlü çeşitli hastalıklara neden olabilirler. Yaygın olarak insanların el ve ayaklarını tutmaz hale getirirler.
Tünkür, 
Türk ve Altay halk inancında Melek anlamına gelir. Tanrının elçiliğini yapan kutsal varlık demektir. Işıktan yaratılmıştır. Her birinin ayrı bir görevi vardır, örneğin İslam inancında Münkir ve Nekir adlı iki melek ölümden sonra kabirde insanın ilk sorgusunu yaparlar. Sözcük, hız ve kaybolmak anlamları içerir. Tüngümek, sıçramak, yukarı gitmek demektir. Eski Moğolcada ve Eski Altay dilinde bu kök haber vermek, bilgilendirmek, çağırmak anlamı da taşır.
Yumçu (Yumçı)
Tanrının hizmetinde bulunan, nurdan yaratılmış, kutsal varlıklardır. Kendilerine verilen emirleri yerine getirirler. Anadoluda Yumuş Buyurmak, iş yapmasını için görev ya da emir vermek demektir. Yumuş kelimesi hizmet anlamına gelir. Yum/Yom (kutsallık) kavramıyla da bağlantılıdır.
Kepe
Çuvaşlarda Tanrı’nın en önemli yardımcısı olan melektir. Yerin içinde ve yer altında olanları yönetmekle görevlendirilmiştir. Onun da Pülehse ve Pıhampar adlı iki yardımcısı vardır. Her dua önce Kepeye sonra Tanrıya ulaşır. (Pülehse habercidir ve dünyaya müjde getirir. Duaları Tanrıya götürür. Pıhampar ise insanları, hayvanları, kurtları, doğan çoçukları gözetir. Yani tüm canlılardan sorumludur.)
Perişte
Peri, iyi ruh gibi anlamlara sâhiptir. Çuvaşlara göre Tanrı’nın hizmetçisidir. Beyaz elbiseli genç bir kız ya da ak saçlı bir kadındır. Bâzen kanatlıdır. Evde ocağın etrâfında ortaya çıkar. Örgü ördüğüne inanılır. Onun için özel bir havlu asılır ve kimse kullanmaz ancak bu havlu ara sıra yıkanır. Pireştilerin başı Kepe adlı melektir.
Yör
Yeraltında yaşadıklarına inanılır. Kötü ruhlardır. Üğör (Yüğör) olarak da söylenir. Zaman zaman yeryüzüne çıkarak insanlara çeşitli zararlar verirler. Yakutların inançlarında sık sık bahsedilen varlıklardır.
Alban
İntihar etmiş insanların ruhlarından meydana gelirler. Çok kötü isimleri ve çok kötü yüzleri vardır. Türk kültüründe intiharın hoş görülmediğinin en açık örneğidirler. Ters dönmüş gözleri, yukarıya kalkık olarak uzayan saçları vardır.
Çahık
Lanetlenmiş insanların ruhlarıdır. Şekil değiştirebilirler. Kanlı elleri, kupkuru gözleri, ölümcül sözleri vardır. Çok tehlikelidirler.
Ozor
Ataların ruhlarını ifade eder. Bunlar gelip insanlara yardım edebilirler. Moğollardaki ced tanrısı Oyor Han ile bağlantılıdır. Ata ruhları Türk ve Moğol kültüründe çok önemli bir yere sahiptir.
Ateş’in bulunması
Yakut efsanesine göre Bay Ülgen kişioğlunu yarattıktan sonra hayıflanır. Hem kişioğlunu çıplak yarattım, hem de hava çok soğuk diye düşünür. Onlara ateşi vermesi için üç kızını görevlendirir. Ama kızlar eğlenirler, babaları de bu duruma sinirlenir. Odasına çekildiğinde kendi kendine demiri taşa vurunca ateşin çıktığını, bu bilgiyi kızlarına vermeyeceğini söyler. Ancak kızlar kapı aralığından onu dinlemiş ve buldukları bir demir parçasını hızla taşa vurarak kıvılcım çıkarmayı başarmışlardır. Yakutlar bu şekilde ateşi insanın bulmadığına gökten geldiğine inanırlar. Bu durum muhtemelen ilk insanların yıldırım düşen ağaçlardan ateş almaları ile ilgilidir.
Alp Er Tunga Söylencesi
İran halklarıyla ortak bir diğer kişilik de Alp Er Tunga’dır. Alp Er Tunga Eski Farsça (Avesta Dili) metinlerde Frangrasyan, Orta Farsçada (Pehlevi Dili) Frasyav, Frasiyâk, Frangrasyâk; Arapça kaynaklardan Taberî’de Frâsiyâb ve Frâsyât, Mes’ûdi ve Birûnî’de Ferâsiyâb; Đran milli destanı Firdevsî’nin Şehname’sinde Efrâsiyâb olarak geçmektedir. Dîvânü Lügâti’t-Türk’te Afrasyab ve Tonga Alp Er, Kutadgu Bilig’de ise yine Efrasiyab adıyla anılmaktadır. Alp Er Tonga ile ilgili ilk yazılı bilgilere “Avesta”da rastlamaktayız. Söz konusu eserde, Alp Er Tonga, hilekâr ve kötü insan tipini temsil ettiği gibi Đranlıların da baş düşmanı olarak gösterilmektedir. Alp Er Tonga hakkında en geniş bilgiye yer veren Đran kaynaklarından ikincisi ise Firdevsî’nin “Şehnâme” isimli eseridir. Bu eserde Alp Er Tonga ile ilgili bilgiler özetle şöyledir: Efrâsiyâb’ın atası kabul edilen Tur, ünlü Đran hükümdarı Feridun’un ortanca oğludur. Tur’un soyundan gelen Peşeng’in oğlu Efrâsiyâb ise Đran hanedanı için en büyük tehlikedir. Efrâsiyâb’ın Đran’a ilk saldırısı ise Minuçihr’in oğlu Nevzer dönemine rastlar. Minuçihr’in ölümü üzerine Efrâsiyâb’ın babası Peşeng, Đran’ın zayıfladığını düşünerek oğlunu Đran’a saldırtır. Efrâsiyâb Đran hükümdarı Nevzer’i tutsak eder ve öldürür. Daha sonra Efrâsiyâb Dehistan’dan Rey’e gelir ve burada padişahlık tahtına oturur. Sonraki dönemde Efrâsiyâb ile Đran tahtına geçen Zev barış yapar. Zev’in ölümünden sonra Gürşasb’ın tahta geçmesi ve onun da ölmesiyle Efrâsiyâb Đran’a saldırı hazırlığına başlar. Bunun üzerine Đran kahramanları Zal’dan yardım isterler. Sonuçta Keykubad, Zal ve Rüstem gibi kahramanların komuta ettiği orduyla Efrâsiyâb karşı karşıya gelir ve onlara yenilir. Sonraki dönemlerde de Efrâsiyâb, Đran topraklarına sık sık akınlar düzenler ve sonunda öldürülür. Şehnâme’de Rüstem, Zal, Keykavus ve Siyavuş gibi Đran kahramanlarından övgüyle söz edilmiş ve Turan hükümdarı Alp Er Tonga’nın her seferde onlar tarafından yenilgiye uğratıldığı anlatılmıştır. Ancak eserde Alp Er Tonga’nın da Türklerin (Turan Halkının) büyük bir kahramanı olduğu yer yer belirtilmiş ve onun için “Efrasiyab cesur bir timsah, av gününde erkek bir aslan, savaş zamanında da bir savaş fili gibidir.” denilerek onun ne kadar büyük bir kahraman olduğu anlatılmaya çalışılmıştır.
Alp Er Tonga hakkında bilgi veren bir başka eser ise Yusuf Has Hacib’in 1069 yılında yazarak Tabgaç Buğra Han’a sunduğu siyasetname türündeki “Kutadgu Bilig” isimli eseridir. Bu eserde, dünyadaki hükümdarlar arasında en adaletli olanların Türk hükümdarları olduğu ve onların içinde de en meşhur olanın Taciklerin “Efrasyab” dedikleri hükümdar olduğu belirtilir.[11]
Türk kaynakları arasında Alp Er Tonga hakkında en kapsamlı bilgiyi 11. yüzyılın ikinci yarısında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan “Dîvânü Lügâti’t-Türk”te bulmaktayız.
Uygur kaynakları bize bugün yaşayan pek çok geleneğin Alp Er Tunga tarafından ortaya konduğunu söylemektedir. Bunlara örnek olarak, ölü gömme törenleri, cenaze evinde belirli bir süre yemek pişirilmemesi, öülümün ve doğumun 7’si ve 40’ı gibi uygulamaları gösterebiliriz. Tarım ve Beşik gibi sözcükler de ilk kez Alp Er Tunga zamanında kullanılmaya başlanmış.
“Eskiden beşik yokmuş. Efrasiyap dönemine gelindiğinde çocuklar çoğalmaya başlamış. Anneler çocuklara bakmak için çok cefa çekmişler. Bu günlerden birinde Efrasiyap’ın eşi “Böşük Anne” bir seferde üç çocuk doğurmuş. Padişahın sarayı büyük sevince boğulmuş ve üç çocuğa nasıl bakacakları konusunda çeşitli yollar göstermişler. Çünkü o dönemde padişahın çocuklarına öz annelerinin bakması ve büyütmesi âdeti varmış. Ancak Efrasiyap’ın devletinde o döneme kadar hiçbir kadın birden fazla çocuk doğurup büyütmemiş. Efrasiyap, çocuklara bakma konusunda çok düşünmüş. Sonunda en büyük çocuğuna öz annesi bakmış. Đkinci çocuğuna ahlaklı, faziletli ve temiz kalpli bir kadın bulmuşlar ve çocuğa sütanne olmuş. Üçüncü çocuğuna bir ağaç karyola yaparak onun üzerinde belemiş ve bu küçük ağaç karyolaya (çocuğun) annesinin adını (Böşük) vermiş. Böylece beşik dünyada var olmaya başlamış.”[12]
Alp Er Tunga’nın gerçekten yaşamış bir kişi olduğuna ilişkin delillere Orhun Yazıtları’nda rastlamaktayız.  Kül Tigin 714 yılında Oğuzlara karşı beşinci defa yaptığı seferi başarı ile kazanınca, hitabeye şöyle yazdırmıştır: “tunga tigin yoghinda kiri ölürtimiz.
Yukarıdaki bilgilere bir de çeşitli metinlerde Merv ve Kaşgar kentlerinin kurucusu olarak Alp Er Tunga’nın gösterildiğini de ekleyecek olursak, göçebe bir yaşam biçiminden yerleşik bir yaşam biçimine geçişin izlerini görebiliriz. Artık ölüler yakılmayıp gömülüyor, evlilikler başkalarının tanıklığında bir akide halini alıyor.
Sonuç
Türk mitolojisini İskandinav, Yunan, Mısır, İskoç, Alman ya da Çin mitolojileri ile karşılaştırdığımızda bu kadar çeşitli öykü ve kişilik olmasını Türkler’in Asya’nın ortasından Çin’e, Ortadoğu’ya, Hind alt kıtasına, Avrupa’ya, hatta Afrika’ya yayılmaları ve bu coğrafyada ilerlerken kendi deneyimledikleri ile karşılaştıkları toplulukların yaşanmışlıklarını kendi toplumsal belleklerinde harmanlamaları ile açıklayabiliriz. Tüm bunlar bizlere masal gibi görünse de binlerce yıllık kültür birikimini ve belirli ölçüde de tarihsel gerçekleri yansıtmaktadır. Bu nedenle bu söylencelerin bilinip gelecek kuşaklara aktarılmasının önemine dikkat çekmek isterim.




[1] Ana Britannica Genel Kültür Ansiklopedisi Mitoloji Maddesi, 16. Cilt, s. 148.
[2] Encyclopedia of Religion & Ethics, IX, s. 117
[3] "taiga." Dictionary.com Unabridged (v 1.1). Random House, Inc. 12 Mar. 2008.
[4] Bahaettin Ögel, Türk Mitolojisi, II. Cilt s.135-136.
[5] https://tr.wikisource.org/wiki/Yarat%C4%B1l%C4%B1%C5%9F_destan%C4%B1
[6] Hürmüz, İranlıların iyilik, güzellik ilahı
[7] Melek ya da Şeytan
[8] Türk Mitolojisi, B. Ögel Cilt II s 25
[9][9] Vilayetname, s. 106. Abdulbaki Gölpınarlı
[10] http://www.ahmetakyol.net/bayrak-ve-turklerde-bayrak/
[11] Kutadgu Bilig I Metin, Hzl. Reşit Rahmeti Arat, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara 1991. s. 43.
[12] Ğeyretcan Osman, “Böşük Hekkide Rivayet” Miras, S. 1, Ürümçi 1992, s. 13–14.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder