8 Kasım 2019 Cuma

ANADOLULAR KİMDİR



ANADOLULAR KİMDİR

Antik çağlardaki her uygarlığı Hint-Avrupa uygarlığı addeden Eurocentristlerin de desteklediği, resmi Sovyet tarihçilerinin “Türklerin MS 5. ve 6. yüzyılda Altay dağları veya Orta Asya civarında ortaya çıktığı, I ve II Göktürk Kağanlığını kurduktan birkaç asır sonra kaybolmalarına rağmen, Türk adını ve dilini birçoğu Türk olmayan halklara miras bıraktıkları” [Gumilev L.N. 1967, 4] biçimindeki tarih dayatması, doğal olarak, MS 5.yy’da ortaya çıktığı ileri sürülen Türklerin, antik çağlarda Anadolu tarihinde yerinin olamayacağı ve günümüzde Anadolu’da yaşayan Türk adını taşıyan ve Türkçe konuşanların da Türk olmadığı iddialarını da beraberinde getirmiştir.
Ancak söz konusu iddiaların, sadece son 1.500 yıla varan Anadolu tarihine bakıldığında bile gerçeklerle bağdaşmadığı görülmektedir:
  • Her şeyden evvel, Hilafet Devletlerinin Anadolu’yu işgali ve yaklaşık 500 yıl süren Haçlı seferleri döneminde savaş alanına dönen Anadolu nüfus yoğunluğunun çok azaldığı tarihi kaynaklarda yer almaktadır.
  • Emeviler döneminden (MS 661-750) itibaren de, Hilafet Devletlerinin askeri gücünü oluşturan Memluk askeri içinde Türk kökenli askerler ve komutanlar ana kitleyi oluşturmuş, bölgeye bu kapsamdaki Türk yerleşimi, tarihi kayıtlarda da yer aldığı gibi bölge kadınlarıyla evlendirilmeyen Memluk askerlerinin evlenmeleri için Türk ülkelerinden getirilen kadınları da kapsamıştır.
  • Bizans ve Haçlılar ile başkenti Bağdat olan Hilafet Devleti arasında tampon bölge oluşturmak üzere, MS 750 yılında başlayan Abbasiler dönemi ile birlikte, İslamiyet’i kabul eden Türk boyları Fırat havzası ile Adana-Maraş-Malatya-Bitlis ve Erzurum hattına iskân edilmişlerdir.
  • MS 800’lü yıllarda Hazar Kağanlığı toprakları Doğu Anadolu bölgesinin bir kısmını da kapsar hale gelmiştir.
  • Oğuz, Peçenek, Kıpçak gibi Türk boylarına mensup olup Balkanlar’da Hristiyan dinine geçen Türkler, Bizans tarafından, Anadolu’ya gelen Selçuklu Türklerine karşı savunma tedbiri olarak Kayseri, Konya, Mersin, Antalya, Karaman, Nevşehir, Kırıkkale başta olmak üzere iç ve güney Anadolu’daki birçok bölgeye iskân edilmiştir. (Prof. Dr. Erhan Afyoncu)
  • 1071 yılı Malazgirt savaşında Bizans Ordusundaki Oğuz ve Peçenek boylarına mensup asker ve komutanların Selçuklu Ordusu safına geçmesi örneğinde görüldüğü gibi tarihi kayıtlara göre, her döneminde Bizans İmparatorluğu ordusunda Skythicon (İskit Savaşçısı) adı da verilen önemli sayıda Türk kökenli asker ve komutan yer almıştır.
  • Siyasal bir birlik (Devlet) olarak “Müslüman Türklerin Anadolu’ya giriş yılı” olarak kabul edilen 1071 yılından itibaren, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinin başından sonuna Selçuklu ve Osmanlı coğrafyasına Türk boylarının yerleşimleri kesintisiz ve yoğun olarak sürmüştür.
  • Son 200 yıl içinde de tüm Osmanlı ve Türk coğrafyasından başta Kafkaslar, Kırım ve Balkan göçleri olmak üzere yaşanan göçler ve I. Dünya Savaşı sonrasındaki nüfus mübadeleleri yapılması süreçleri sonunda, 1927 yılı nüfus sayımına göre ancak 13 milyona varan Anadolu nüfus yapısı oluşmuştur.
Özetle, sadece son 1.500 yıla varan Anadolu tarihi göz önüne alındığında bile, Anadolu’da yaşayan Türk adını taşıyan ve Türkçe konuşanların Türk olmadığı iddialarının gerçeklikle bağdaşmadığı açık olarak görülmektedir.
Buna rağmen, bazı grupların söz konusu iddialarını, Nazilerin anlayışını bile aşan bir ırkçılık anlayışıyla ele almaya başladıkları ve bu iddialarını gen bilimi araştırmalarına dayandırmaya çalıştıkları görülmektedir.
Bu tür iddialar, konunun gen bilimi açısından da incelenmesi zorunluluğunu doğurmuş, bu çalışmanın ilk üç bölümünde de, gen bilimi açısından Türklerin kim oldukları konusundaki çeşitli ülkelerin gen bilimcilerinin araştırmaları özetlenmiştir.   
Yine yukarıdaki bölümlerde, Türklerin, eski antik çağlardan beri Anadolu halkları ve medeniyetlerinin oluşumuna çok önemli katkılarda bulunan halklardan biri olduğu, Anadolu Türkleri gibi Orta Asya, Mezopotamya, Kafkas-Karadeniz stepleri ve Balkan Türklerinin de binlerce yıllık zorlu bir süreç sonunda oluştuklarını gösteren bilgilere yer verilmiştir.
Anadolu’nun antik çağlarında Türklerin yeri bulunmadığı iddiasında bulunanlara Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün cevabı olan “Anadolu 7.000 yıllık Türk beşiğidir” sözünün tarihi ve maddi temellerini gösteren verilere de “Anadolu’nun antik çağlarında Türklerin yeri nedir” ve “Anadolu’nun yerlisi olduğu iddia edilenler Kimdir” sorularına da cevap verecek bir biçimde aşağıda özetlenmektedir.

Anadolu’nun yerlileri: (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyıcısı halklar

Anadolu’nun yerli halkının kimler olduğu hakkındaki en temel görüş; Yeryüzünde tarımsal üretimi başlatan-dolayısıyla yeryüzündeki yerleşik medeniyetin başlatıcıları kabul edilen Kuzey Afrika orijinli (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyıcısı halkların bir kısmının Anadolu’ya da yerleşen ilk halk olduğu, bu nedenle de bunların nesillerinin Anadolu’nun yerli halkı olduğu görüşüdür. Bu görüş, Anadolu’dan günümüzdeki Yunanistan, Balkanlar ve İtalya bölgelerine yerleşenlerin, (E1b1) Y-Haplogrubunu önemli oranlarda taşımasına dayanmaktadır.
Kuzey Afrika’da ortaya çıkan (E1b1)  Y-Haplogrubu taşıyan erkek nüfus oranlarının günümüzde de en yüksek Berberilerde (%90), Somalilerde %80, Cezayirler de %50, Mısırlılarda %31-54 olup, bu bölgelerden önce Anadolu’ya, sonra Avrupa’ya yerleşen Yunanlılarda %20-47, Balkanlar’da %25, İtalyanlarda %11-29, Yahudilerde %20 gibi yüksek oranlarda varlığını sürdürdüğü görülmektedir.  Türkiye’de ise (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyan erkek nüfusun %9-10 civarında bulunduğu tespit edilmiştir.
Bu veriler, Anadolu’nun yerli halkı kabul edilen (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyıcılarının, tarihi kayıtlarda da yer aldığı gibi Anadolu’da yaşanan Depremler, 200 yıl süren Pers istilası, 500 yıl süren İslamiyet-Hristiyanlık arasındaki din savaşları dönemlerinin Anadolu’yu savaş alanına dönüştürmesi gibi sebepler yanında daha verimli topraklara sahip olması gibi nedenlerle süreç içinde Avrupa kıt’asına ilerlediklerini ve günümüzde Yunanistan başta olmak üzere Balkanlar, İtalya ve kısmen de Fransa ve İspanya’da yaşadıklarını göstermektedir.
Türkiye’de görülen %10 civarındaki (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyanların da büyük bir bölümünün; İslamiyet’le birlikte Türklerle karışan Ortadoğu ve Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya yerleşen Türkler ile yine tarihi verilerin eski antik çağdan bu yana gerek Balkanlarda gerek Mezopotamya’da Türklerle birbirlerine karıştıklarını gösterdiği (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyan Türkler oldukları görülmektedir.
Bunların yanında, aynı (E1b1) Y-Haplogrubunu %2-10 oranlarında taşıyan Azeriler, Uygurlar, Özbekler, Kırımlılar, Boşnaklar, Kumuklar, Balkarlar gibi çeşitli Türk boylarından hatta diğer Kafkas, Ortadoğu ve Kuzey Afrika halklarından Anadolu’ya göç edenlerin günümüz Türkiye’sinde görülen %9-10 civarındaki (E1b1) Y-Haplogrubunu taşıyan Türklerin önemli bir bölümünü de oluşturdukları anlaşılmaktadır.
Anadolu’nun yerli halkı sayılan halklardan Anadolu’da kalanların da, asimile olmaları sonucunda değil süreç içinde Türklerle akraba olmaları nedeniyle mübadele döneminde Türkiye’de kalmayı tercih ettikleri de bilinmektedir.
Ayrıca, bazı grupların Anadolu’nun yerli halkı olduklarını iddia ettiği Ermeni ve Kürtlerin (E1b1) Y-Haplogrubunu Kuzey Afrika veya Balkan Ülkeleri gibi yüksek oranda taşımaları gerekirken, (E1b1) Y-Haplogrubun Güneydoğu Anadolu bölgesinde (%4) ve Ermenistan’da ise ancak (%4-5) civarında olduğunun görülmesi, Ermenilerin ve Kürtlerin Anadolu’nun yerli halkı olduğu iddiasının yersiz olduğunu, bir miktar (E1b1) Y-Haplogrubu taşıyıcılarının süreç içinde Ermeni ve Kürtlerle de akraba olduklarını göstermektedir.
Daha önemlisi, gen araştırmaları; günümüzdeki Yunan, Balkan, İtalyan, Ermeni ve Kürt nüfus içinde en yüksek orana sahip olan gruplardan birisinin Altay-Sibirya kökenliler olduğunu göstermektedir. Bu veriler de, Türklerin söz konusu halkları asimile etmediğini, tersine, bu halkların oluşmasında Türklerin önemli bir katkısının bulunduğunu, bu halkların önemli bir bölümünün atalarının Altay-Sibirya-Türk kökenli olduğunun anlaşılmasını sağlamıştır.
Tüm bu tarihi veriler ve gen araştırmaları, “Anadolu’nun yerlisi olan Rumlar, Ermeniler, Kürtler asimilasyona uğratılmıştır” benzeri propagandaların gerçeklerle bağdaşmadığını göstermektedir.

Ermeniler

Adların kökeni bilimine göre, Ermeni ismi Türkçe bir sözcüktür. Ermeniler kendilerini “Hye” “Hay” veya “Hayk”, ülkelerinin ismini de “Hayastan” olarak adlandırmaktadır.
Ermenilerin aile bazında “oğlu” anlamında kullandıkları “ian-yan” ekinin de, ülke bazında Ar-men-ian, Arabian, Tunusian, İtalian, Indonesian, Indian, Brasilian örneklerinde olduğu gibi farklı dil ailelerine mensup birçok halk için “oralı-o bölgeden” anlamında kullanıldığı,  “ian-yan” ekinin herhangi bir ırk anlamı taşımadığı görülmektedir.
Konu bağlamında belirtilirse, “ian-yan” eki Türkler ve Kürtler için kullanılmamakta, Türkler ve Kürtler, Turkish ve Kurdish olarak tanımlanmaktadır. “ish” ekiyle tanımlanan diğer halklara örnek olarak ta; Spanish, English, Jewish, Swedish, Irish, Finnish gibi halklar gösterilmektedir.
Bizzat Ermeni bilim insanları tarafından yapılan gen araştırmaları da, “Ermeni Irkı” diye bir ırkın olmadığını, diğer tüm halklar gibi Ermenilerin de, günümüz Ermenistan Platolarına yerleşmiş (G2a3a) (G2a3) ata-geni taşıyıcısı bir halkın süreç içinde gelişen bir dil ve bir din etrafında çeşitli halkların karışması ile oluştuklarını göstermiştir. Başka ülkelerin vatandaşı olan Ermenilerin bazı gruplarının da, kültürlerini oluşturan çeşitli unsurları, özellikle Türkçe’yi ülkemizde bile ender bilinen atasözlerimizle birlikte korudukları da görülmektedir.
[www.khazaria.com/genetics/armenians.html] adresinde “Major studies of Armenians” başlığı altında yer alan, Ermenistan Platosu ve antik Gardman bölgesi ile Türkiye’de Van ve Sason bölgeleri olmak üzere dört bölge kökenli Ermenilerle ilgili olarak yürütülen gen araştırmaları sonuçlarının gösterildiği makalelerde de özetle;
  • Söz konusu dört bölge kökenli Ermenilerin (Altay-Sibirya) (R1b1b1) Haplogrubunu önemli oranlarda, J2a* ve G2a* Haplogruplarını da oldukça taşımalarına karşın; bu dört bölgeden (404) Ermeni’nin Y-Kromozomlarının (STR) bölümlerinin analizi sonucunda ise, birbirleriyle hiç benzeşmediklerinin, bu dört bölgedeki Ermenilerin birbirlerinden tamamen farklı topluluklar olduklarının görüldüğü;
  • Bu farklılığın diğer toplumlarla karışmalarından kaynaklanıp kaynaklanmadığı konusunun araştırılması için de, 27 bio-geographic topluluğun verileri referans alınarak yapılan Phylogenetic ve Admixture analizleri sonucunda da, söz konusu dört bölgeden sadece Ermenistan Platosu ile Gardman bölgeleri Ermenileri arasında genetik yakınlık bulunurken, Van ve Sason bölgeleri Ermenilerinin bu analizler açısından da çok farklı olduklarının görüldüğü;
  • Yine Ermenistan Platosu ve Gardman bölgelerinde rastlanan (J2a2a) Y-Haplogrubuna, Van bölgesi kökenli Ermenilerde sadece (1) kişide rastlandığı, Sason bölgesi kökenli Ermenilerde ise hiç rastlanmadığı;
  • Ayrıca Sason bölgesi kökenli (104) Ermeni’den (18) kişide (%17-18) rastlanan Orta-Asya orijinli (R2) Y-Haplogrubuna da, Van bölgesi kökenli Ermenilerden sadece (1) kişide rastlanırken, Ermenistan Platosu ve Gardman bölgelerinde hiç rastlanmadığı;
  • Analizlerin antropolojik özellikleri benzer Ermenilerin seçilerek yapılmasına rağmen, Y-Kromozom yapıları benzeşmediği görülen bu dört bölge Ermenileri arasındaki ilişkinin, Ermeni Devletinin Ermenistan platosundan başlayan genişlemesine dayanabileceği belirtilmektedir.
Söz konusu gen araştırmaları sonuçları, yukarıda açıklandığı gibi, başta (R1b) Y-Haplogrubu taşıyan Türk kökenliler olmak üzere çeşitli kökene ait insanların karışmaları sonucunda günümüz Ermeni veya Armenian halkının oluştuğunu göstermiştir.
Ermenilerde önemli oranda rastlanan Altay-Sibiryalı (R1b) Y-Haplogrubunun kökeninin anlaşılması, göç yolları ve Avrasya, Afrika ve Türk dünyasında dağılımı konusunda bir fikir edinilebilmesi açısından (Türkiye’de hangi gen araştırması esas alınarak çizildiği bilinmemekle birlikte) aşağıdaki haritada; Türkmenlerde daha yüksek oranlarda olmak üzere Sibirya’dan başlayarak tüm Türk boylarında önemli oranlarda bulunan, dünyada ise, en yüksek %86 oranıyla Başkurtlarda rastlanan (R1b) Y-Haplogrubunun Avrasya ve Afrika kıt’alarındaki dağılımı gösterilmektedir.
37
Altay-Sibirya orijinli (R1a) Y-Haplogrubunun (R1a-Z93) alt grubunun dağılımını gösteren yukarıdaki haritadan da görüldüğü üzere, Sibirya Türkleri, Bulgaristan’ın ilk kurucuları Bulgar Türkleri (Kazan Tatarları), Kırgızlar ve Uygurlarda yüksek oranlarda, Özbekler, Afganlılar, Pakistanlılarda önemli oranlarda bulunan, günümüzde Van gölü ve çevresindeki illerde Türkiye’nin diğer bölgelerine göre de daha yoğun bulunan R1a-Z93 Y-Haplogrubunun, Ermenistan’da yok denecek kadar bulunduğu görülmektedir.
35
[http://www.eupedia.com/genetics/famous_ydna_by_haplogroup.shtml#R1a] internet adresinden de görüleceği üzere, ülkemizde en çok Van ve çevresindeki illerde görülen R1a-Z93 ata-geninin bir diğer özelliğinin de, Osmanlı hanedan ailesinin de Y-Haplogrubu olmasıdır.
Eupedia.com internet sitesinden aşağıdaki alınan haritada ise, (R1a) ata-geninin diğer bir alt-grubu olan (R1a-M458) alt grubunun ülkemizdeki dağılımı gösterilmektedir.
36
Yukarıdaki haritalarda, tüm Türkiye boyunca Altay-Sibirya (R) ata-geni açısından bir homojenlik bulunduğu, aynı homojen dağılımın diğer Altay-Sibirya ata-genleri (P ve Q) ata-genleri ve Ural (N) ata-geni ile Kuzey Afrika’dan Orta Asya’ya, Arabistan’dan Kafkaslara geniş bir coğrafyaya yayılmış E ve F-M89 (GHIJK) ata-genleri açısından da söz konusu olduğu tespit edilmiştir.
Ermeniler, kökenlerini Ermenistan platolarında ortaya çıkan “Hye” “Hay” veya “Hayk” isminde ilk ataları olarak kabul ettikleri efsanevi bir kurucuya bağlamakta ve bu kurucunun Ermenistan platolarına geldiği yer konusunda ise çeşitli rivayetler anlatılmaktadır. Tarih ve dil bilimi verileri ve gen araştırmalarına göre ise;
  • Ermeni dilinin, MÖ 1.000 yılından sonraki bir süreçte, (R1a) Y-Haplogrubu taşıyıcısı olan ve Pro-Hint Avrupa dili konuşan “Aryan” denilen halkların İran coğrafyasına yerleşmeleri süreci içinde oluşan bir dil olduğu,
  • Er-men-i adının da, “Darius I” tarafından ilk defa MÖ 550 yıllarında Urartu Devletinin topraklarını kapsayan bir coğrafyanın Pers İmparatorluğunun bir vilayeti olarak Armina olarak adlandırılmasından sonra bu coğrafyada yaşayan halkların, süreç içinde Ermeni olarak adlandırılmaya başlanmasından sonra ortaya çıktığı,
  • Er-men-i ismi yanında, Arap alfabesinde ( ا ) harfinin “elif” olarak okunması gibi MS 405 yılında Mesrop Maştots tarafından icat edilen Ermeni alfabesinde (b) harfinin “ben”, (m) harfinin “men” olarak okunmasının Türklerle yakın ilişki ve etkileşim içinde bir bir halk olduklarını da gösterdiği,
  • Ermeni bilim insanları tarafından yapılan gen araştırmaları ve açıklamalarına göre ise; (G2a3a) (G2a3), (J2a) ve (R1b) Y-Haplogrupları taşıyan çeşitli kökenden olan insanlarla karışması sonucunda günümüz Ermenistan Platolarında Ermeni halkının oluştuğu anlaşılmaktadır.
Günümüzdeki geçerli tarih anlayışının da, dünyada kurulan tüm uygarlıkların çeşitli halkların çeşitli biçimlerdeki katkılarıyla oluşmuş “insanoğlunun ortak mirasları” olduklarını kabul eden bir tarih anlayışı olması nedeniyle, tarih çalışmalarında da, bu anlayışa uygun olan yaklaşımların doğru tutumu oluşturduğu görülmektedir.

Kürtler ve Zazalar

Konuştukları dili esas alarak halkları isimlendiren Türklerin ve Müslüman Arapların “Kürt” olarak adlandırdığı, gerek Türkistan coğrafyasında gerekse Mezopotamya ve Anadolu’da, hatta Orta Asya’da Türklerle iç içe yaşayan Kürtlerin, PKK ve bazıları tarafından “Kürt Irkı” olarak adlandırıldığı görülmektedir.
Ancak gen araştırmaları bizzat “Irk” kavramının yanlışlığı yanında Kürtler, Zazalar ve Türklerin aynı bileşenlerden oluştuğunu göstermiştir.
“The Origin of Kurds” isimli [Advances in Anthropology 2012. Vol.2, No.2] makalesinde, internette yer alan özgeçmiş bilgilerine göre, uzun yıllar Kürtlerle ilgili insani misyonlarda çalışan ve Kürtler hakkında birçok makalesi bulunan Avusturyalı araştırmacı diplomat, halen Süleymaniye Üniversitesi Kürdoloji Merkezinde Profesör olan Ferdinand Hennerbichler;
“İrani dil konuşmaları nedeniyle İrani kökene sahip olduğu ve Hint-Avrupalı sayılan Kürt topluluklarının, yeni gen araştırmaları sonucunda, İran’ın kuzeybatısından ve Avrasya’dan olmadıkları, Mezopotamya’nın yerli halkı olan ilk atalarının, Orta Asya’dan gelen (R1a1) Y-Haplogrubu taşıyan askeri elitler tarafından dil olarak İranileştirildiklerinin anlaşıldığını, ancak hem Asya’dan gelen antik (R1a1) Y-Haplogrubu taşıyıcıları hem de ilk Mezopotamya yerlilerinin, bugünkü çeşitli tarihi, genetik, kültürel ve etnik tabana dayalı Kürt topluluklarının ataları olmadığının anlaşıldığını” belirtmektedir.
Makalesinin sonuç bölümünde de, “Kürt gruplarının Avrasya ve Yakındoğu’daki çeşitli antik ataların nesli olduklarını, tarih içinde her birinin ayrı diller konuştuğunu” ifade etmekte ve “Güneydoğu Anadolu’dan Zagros dağlarına kadar olan Kürt gruplarının (J) klanından geldiği ifade edilse de, bunların da ortak ata veya ortak kabileye mensup olmadıklarının hatta aynı yer, alan veya bölgede oluşmadıklarının anlaşıldığı” açıklamasını yapmaktadır.
Gen araştırmalarına göre de, Kürtlerin ve Zazaların en büyük grubunu Altay-Sibirya kökenlilerin oluşturduğu; Kürt erkek nüfusunun %34’ünün, Zazalar’ın ise %41’inin Altay-Sibirya Y-Haplogrupları taşıdığı anlaşılmıştır. [Journal of Human Genetics 50 (2005): pages 435-441] ve [Advances in Anthropology 2012. Vol.2, No.2]
Yine yukarıda gösterilen araştırmalara göre, Türkiye Kürtlerinin %34 Altay-Sibirya Y-Haplogrubu yanında bazı araştırmalarda (J) Y-Haplogrubu oranları içinde gösterilen Orta Asya-Pamir kökenli F-M89 Mega-Haplogrubunu bir araştırmaya göre %11,5 diğer araştırmaya göre %14,3 oranında taşıdıkları, yine Pamir yaylalarından Avustralya kıt’asına kadar alana yayılan K-M9 Y-Haplogrubunu %12,7 ve (C) Y-Haplogrubunu da %1,1 oranında taşıdıkları; aynı durumun %41 oranında Altay-Sibirya Y-Haplogrubu yanında %3,7 oranında (C) Y-Haplogrubu ve %7,4 oranında F-M89 Mega-Haplogrubunu taşıyan Zazalar için de geçerli olduğu görülmektedir.
Günümüzde de, tümü İrani diller grubuna giren diller konuştuğu söylenen Kürtlerden, Türkiye ve Suriye Kürtlerinin Kurmanç, Irak ve İran Kürtlerinin Sorani dili konuştuğu belirtilmektedir.
Yine İrani dil ailesine giren bir dil konuştuğu ifade edien Zazaların dilinin ise, bu dillerden farklı bir dil olduğu, Harzemlerin bir kolu olan Zazaların (Horasanlıların) İrani diller kapsamında olduğu belirtilen dil konusunda da W.B. Henning, [Selected Citations, Society and History. Essays in Honour Karl August Wittfogel  / Ed. by G.L. Ulmen, Hague-Paris-New York, 1978];
“…Horesmian dilinin daha çok Peştun diline yakın olduğunu, Peştun dilinin de; Urdu dilinin Türk diyalekti olduğunu veya Türk dilinin Urdu diyalekti olduğunu…” açıklamaktadır.
Hem yaşadıkları alan (Orta Asya) hem de gen araştırmaları Zazaların (Horasanlıların), Harzemlerin bir kolu olduğunu, tarihlerinin Harzem-Türk tarihi içinde ele alınmasının doğru olacağını göstermektedir.
Yapılan gen araştırmalarında İran ve Irak Kürtlerinde (J) Haplogrubu taşıyanların oranının yüksek olmasına rağmen, Zazalarda (J) Haplogrubu taşıyanlara rastlanmaması, Türkiye Kurmançilerinde ise, İran ve Irak Kürtlerine göre düşük oranda (%13,8) rastlanmasının, [Advances in Anthropology 2012. Vol.2, No.2, Tablo;1] Kürt grupları arasındaki dil farklılığının nedenini de açıklayabilecek nitelikte görünmektedir.
Bu bağlamda, Türkiye Kürtlerinin çoğunluğunu oluşturan Kurman-ç isminin tarihi kökleri konusunda Ali Rıza Özdemir’in “Kurmançlar Kimlerdir” makalesinin de önemli bilgiler içerdiği belirtilmelidir.
Yine Kurmanç ve Zazaların (Horasanlıların) erkek nüfuslarının en büyük gruplarını Altay-Sibirya kökenlilerin oluşturması yanında “Gen bilimine göre Türk kadınları” bölümünde ayrıntılı olarak açıklandığı gibi, Türkiye Kürtleri ve Zaza (veya Horasanlı) kadınlarının da içinde bulunduğu, Türkiye’deki tüm kadınların %90 civarındaki bölümünün Sibirya kökenli oldukları, coğrafya ve iklim şartlarına adaptasyonlarının oluşturduğu ve babalarından aldıkları bazı özellikler yanında, gen araştırmaları Türkiye Kürtleri ve Zaza kadınlarının da %90 civarındaki bölümünün Sibirya MtDNA Haplogruplarını (anne/kadın genlerini) taşıdıkları anlaşılmıştır.

Frigler

Bazı Ermeni gruplarının geçmişte Trak, sonraları Hititlerin doğu kolu, bugünlerde de Mitanni olarak Frigya (Phrygia) Devletini kurdukları biçiminde iddialarına rastlanmaktadır.
Ermenilerin, Frigya Devletini kurdukları iddiaları konusunda, Prof. Anatole Klyosov; Friglerin dilinin, Trojanların (Truvalıların) dili ile Friglerin çevrelerindeki Anadolu halklarının dilinin hiçbirine benzemediğini, etnolojik olarak ta Friglerin başlıkları ile İskitlerin başlıkları ve Friglerin ok atış biçimleri ile İskitlerin ve Türk atlılarının efsanevi ok atış biçimlerinin aynı olduğunu, Gordion’daki Frig kralının mezarının da geleneksel antik Türk ve İskit mezarlarından olduğunu… Kurganlarda bulunan (R1b) ata-genlerinin Türklerle karışmış bir halk olan Ermenilerde de bulunmasının bu kültürün Ermenilere ait olduğunu göstermeyeceğini, birçok Türk boyunun zaten (R1b) Haplogrubunun bu dalını taşımakta olduğunu belirtmektedir. [A. Klyosov Advances in Anthropology 2012. Vol.2, No.2]
Yukarıdaki Kimmerler, İskitler ve Kangarlar bölümlerindeki açıklamalar dikkate alındığında da, Frigya ülkesinin antik çağlarda Altay-Sibirya/Türk kökenli halkların önemli yerleşim bölgelerinden biri olduğu da anlaşılmaktadır.
Prof. Anatole Klyosov’un açıklamaları yanında, Sibirya nehirlerinden Angara nehrinin ismi ile Çankırı’nın eski adı Kengir (Kangar) isimlerinin hatta Sibiryalı olan Ankara Kedisinin bile tek başlarına Altay-Sibirya-Frigya coğrafyası ilişkisini tüm açıklığıyla gözler önüne serdiği görülmektedir.

Urartular

Urartu Devleti M.Ö 900 yılında Doğu Anadolu’da kurulmuş olup, Başkenti Van şehridir. M.Ö 600 yılında Medler tarafından yıkılmıştır.
Son yıllardaki tarih, dil ve gen bilimi araştırmaları sonucunda, bazı gruplarının ileri sürdüğü, Ermenilerin Urartu Devletinin kurucusu oldukları iddiasının da geçerliliğinin bulunmadığı, “Ur-ar-tu” Devletinin, Altay-Sibirya kökenli (R1a) Y-Haplogrubu taşıyıcısı “Hurriler” “Ur’iler” (Hitit çivi yazısında “Hu-Ur”) olarak adlandırılan halk tarafından kurulduğu anlaşılmıştır. (Hu-Ur ismi için Bakınız: Prof. Dr. Adil Alpman “Hurriler” 1981, sayfa 285).
Bizzat Ermeni bilim insanları,  antik Ur-ar-tu Devletinin toprakları olan gerek Van gerekse Sason bölgeleri kökenli olan Ermeniler ile Ermenistan Ermenileri arasında hiçbir genetik yakınlık bulunmadığını, Ermenilerle bu bölgeler kökenli Ermenilerin ilişkisinin, Ermenilerin bir dönem Ermenistan platosundan başlayan genişlemesine dayanabileceğini belirtmektedir.
Yine, Büyük Ermeni Lûgati’ni neşreden Ermeni dili uzmanı Acaryan; Ermenilerin Doğu Anadolu’daki bazı şehir ve dağ adlarının Ermenice olduğu iddialarına karşı, ‘Ararat, Van, Daron (Muş), Garin (Erzurum), Masis (Ararat)…’ gibi kelimelerin Ermenice ile kat’iyen tefsir olunamayacağını ve Urartu dilinden kaldığını belirtmektedir.
Yine Acaryan; Horenli Movses’in anlattığı efsanevî krallardan “Aram, Mavanez gibi isimlerin Khald (Urartulu)’ların Arame, Menuas gibi kral isimlerinden” geldiğini, ‘ayk, Armenak, Amasya, Harma, Ara, Gartos’ adlarının ise menşei meçhul ve “hiç şüphesiz Ermenice de değillerdir. Ermenice olarak bir mânâ ifade etmezler” demektedir.
Son zamanlarda yapılan dil araştırmaları da, Urartu dili ile Ermeni dilinin hiçbir alâka ve münasebetinin bulunmadığı ortaya konulmuştur. [Erdal İlter, Ermeni Araştırmaları, Sayı 6, Yaz 2002]
Prof. Dr. Adil Alpman’da “Hurriler” isimli [A.Ü DTCF Tarih Bölümü Araştırma Dergisi Cilt: 14 Sayı: 25, 1981] makalesinde;
“MÖ 3 bin yıllarında Asya istikametinden gelen ve Zagros dağları üzerinden Mezopotamya ve Anadolu’ya geçen Mitanni ve Hurri’lerin, filolojik (dil) araştırmalarına göre Asya kökenli Ari (Aryan) kavimler olduğunu, Mitanni ve Hurri’lerin Mezopotamya‘da kurduğu devletlerin topraklarında yaşayan diğer halkın ise Sami halkları olduğunu, Hitit Boğazköy kazılarında da Hurri dilini kullanan bir kavmin olduğunun ortaya çıktığını, Hurri’lerin Çukurova’da da Devlet kurduklarını, Asurlarda da (Asuri=Assyrian=As+Syrian) birçok Hurri adına rastlandığını, Urartu Devletini kuranların da Hurriler olduğunu” açıklamaktadır.
(Not; Makalede, Hurrilere ait yazılı belgelerin tümünün Akad dilinde olduğu, tarihlerinin çözülemeyen dönemlerinin de olduğu belirtmekle birlikte, daha çok o günkü tarih anlayışıyla onomastik-şahıs ismi analizlerinde Hint isimlerine rastlanması nedeniyle Hurrilerin Aryan kavimlerden olduğunun varsayıldığı görülmektedir. Ancak, günümüzde yapılan İndus Vadisi Uygarlığı ile ilgili tarih ve gen araştırmaları, MÖ 1500 yıllarında Hindistan’a ulaştığı anlaşılan Aryan adı verilen kavimlerden önceki dönemlerde, Sümer, Subartu,  Hurri/Hu-Ur vb. Ural-Altay kabilelerinin, İndus Vadisi-Mezopotamya hattını birçok defa kullandıkları da anlaşılmıştır. Hurri/Hu-Ur kabilesinin İndus Vadisi hattından Mezopotamya’ya geçişlerinin hangi dönemde olduğunun belirlenmesinden sonra konuştukları dilin belirlenebileceği anlaşılmaktadır.)
Bu bağlamda, Süleymaniye Üniversitesinde Kürdoloji Profesörü Ferdinand Hennerbichler’e göre; Hurri ve Mitanni’ler yüksek oranda (R1a) Haplogrubu taşıyan (Ural Altay-Sibirya kökenli) halklardır.

Hititler

Hititlerin, Mezar Kültürüne (Kurgan Culture) sahip bir halk olmaları ve Mezar Kültürünün de Hazar-Aral steplerinde ortaya çıkmış olması nedeniyle, MÖ 2.000 yıllarında Kafkas-Karadeniz stepleri üzerinden Anadolu’ya geçtiklerine dair teoriler bulunmaktadır.
Her antik uygarlık için iddia edildiği gibi Hint-Avrupa dili veya bu dile kardeş bir dil konuştukları tahmin edildiği belirtilen ve en büyük tanrıları Fırtına Tanrısı olan “Hitit”lerin dilinde, Alman sözcüklerine benzer, ‘daos’ gibi Kurt Mitolojisi ile ilgili sözcükler bulunması üzerine, Almanlar bu sözcüklerden dolayı bir dönem Alman-Hitit bağını araştırmış, ‘Daos’ sözcüğünün, Dacian-Celt’lerle (Kelt’lerle) alakalı olduğu anlaşılmıştır.
Yukarıdaki bölümlerde açıklanan gen araştırmalarının Dacian ve Celt’lerin Altay-Sibirya kavimlerinden olduklarını göstermesi yanında; günümüzde de Dacia (Vardar Türkleri) ve Celtic (İskoç) halkları ile Karadeniz bölgemizde de halen yaşatılan “Gayda-Tulum” çalgısı ve Kurt mitolojisi ile Mezar Kültürü hatta Megaliths ve Dolmen Kültürlerinin, Dacian-Celt’ler ile Türkler arasındaki kültürel akrabalığı da gösterdiği belirtilmektedir.
Özetle, Mezopotamya’da Babil Devletine MÖ 1595 yılında son veren, MÖ 1295 yılında da antik Mısır ile günümüz Suriye topraklarının paylaşılması konusunda anlaşma yapan Hititlerin; Kafkas-Karadeniz stepleri, Anadolu ve Mezopotamya hatta Antik Mısır ve Yunan Uygarlıkları arasında bir köprü konumunda olduğu, tüm bu halklarla karşılıklı ilişki ve etkileşim içinde bulunduğu da anlaşılmaktadır.
Bu paragrafı da, bir masal gibi anlatırsak; Tarihsel veriler ve gen araştırmaları, aslında aynı halk olan ve Aslan veya Boğa gibi farklı semboller kullanan komşu Sümer şehir devletleri arasında su kaynakları nedeniyle yapılan bir dizi savaşın Mezopotamya’da Aslan yerine Boğa sembolünün daha yaygınlaşmasını sağlaması sonrasında bölgeden ayrılan bazı grupların, Kuzey Afrika üzerinden Al-geria ve Tu-nus gibi birçok bölgeye isimlerini ve genetik izlerini bırakarak İspanya’ya geçtiği, bunların bir kısmının İspanya’da kalarak Mezopotamya’dan ayrılmaları sebebi olarak gördükleri Boğalarla mücadelesini anma mahiyetinde ritüeller geliştirdikleri, bir kısmının da yoluna devam edip Avrupa’nın bir ucu İspanya’dan diğer ucu Anadolu’ya geldiklerinde (Celtiklerinde) yerli halklarla (Hattilerle) birlikte Hitit Devletini kurdukları, Anadolu’da hâkimiyet sağladıktan sonra, günümüzde Avrupa’nın temsil etmesi benzeri, o dönemde dünyanın merkezi olan Mezopotamya’ya yöneldikleri, sonrasında tarihte bilinen savaşların ve anlaşmaların gerçekleştiği masal gibi gelse de tarih ve gen araştırmaları bunu doğrulamaktadır.
Prof. Anatole A. Klyosov’da,  Antik Celt’lerin kökeni konusunda, bunların Hint-Avrupa dilini konuştuklarının ve Batıdan Doğuya göç ettiklerinin söylendiğini, ama gen biliminin bunu çabucak çözdüğünü ve antik Celtic halkının Haplogrubunun (R1b1b2) olduğunu, Avrupa’ya İspanya üzerinden girdiklerinden Batıdan Doğuya gitmiş gibi göründüklerini ve dillerinin de Hint-Avrupa olmayıp Türkçe olduğunu belirtmektedir.
Hititler ile ilgili dikkat çekici bir nokta da, yine günümüz Türklerinin “gel” olarak telaffuz ettikleri “cel” sözcüğüdür. Eski Türkçe “cel” hem “gel” hem de “yel” anlamındadır. Hititlerin en büyük tanrısı da kuvvetli, gök gürültülü “cel=yel” “Fırtına” tanrısıdır. Hititlerin Mezopotamya>Kuzey Afrika>İspanya>Kafkas Karadeniz Stepleri>Anadolu yolunda dilleri Avrupa dillerinden etkilenmiş olsa da, bunların isimlerinin “Celt” olduğu da kanıtlanmıştır.
Yine, “Celt” sözcüğünün “Kelt” veya “Selt” diye telaffuz edildiği bilinmektedir. Bazı Türkçe konuşan halkların dilinde, “çabuk” cel=yel gibi anlamına gelen “Şalt” sözcüğünün de kullanımına halen devam edilmekte, bunun dil bilimcilerin ilgisini çekebilecek bir konu olabileceği de düşünülmektedir.
Hititlerden sonra da, bu derlemenin Kuzey Türkleri ve Güney Türkleri bölümlerinde adları geçen boyların gerek Orta Asya ve Mezopotamya üzerinden gerekse Kafkaslar ve Balkanlar üzerinden Anadolu’nun tamamına yerleştiklerine ve bu toprakları kendilerine vatan yaptıklarına dair sayısız tarihi veri, Türk dili konuşan halkların tarihin başlangıcından beri “Anadolulu” olduklarını ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Anadolu 7.000 yıllık Türk beşiğidir” sözünün çok sağlam tarihi temelleri bulunduğunu göstermektedir.

Ortak Medeniyet

Tarihi veriler, insanoğlunun örgütlenme modelinin, dünyadaki bütün canlılar gibi bir yuva – bir vatan temelinde olduğunu, dünyadaki bütün halkların ve medeniyetlerin de, bir yuva – bir vatan temelinde, çeşitli halkların birbiriyle karışmaları, ilişkileri ve etkileşimleri sonucunda ortaya çıktıklarını, bundan sonra da böyle olacağını göstermektedir.
Dünyanın en eski yerleşim ve en eski medeniyetlerinin yaşandığı Anadolu’nun ise yeryüzündeki tüm ülkelerden çok ayrıcalıklı bir konumu bulunduğu, tüm Avrasya boyunca tüm halkların ve medeniyetlerin bileşenlerinden oluşmasının getirdiği sadece ilişki ağının bile tek başına Anadolu’yu Avrasya halkları için çok değerli bir kültürel merkez konumuna taşıdığı görülmektedir.
Yukarıda bölümlerde sistem teorisinin; dünyanın her şeyiyle sürekli değişen dinamik bir sistem olduğu ve sürekli değişen dinamik çevrelerine uyum yetenekleri olmayanların yok olduklarını temel veri olarak kabul ettiği açıklanmıştır.
Yine Sistem teorisi, bir sistem içinde yer alan unsurların güç birliği anlayışı içinde hareket ve değişme süreçleri içinde birbirini etkileyerek birbirine güç veren bir bütün yarattıklarını, bu bütünün gücünün sistemdeki tüm unsurların ayrı ayrı güçlerinin toplamından çok daha büyük olduğunu varsaymaktadır.
Bu bağlamda, günümüz Batı dünyası, 20.yy Avrupa’sında dünya savaşları, iç savaşlar ve insanlık felaketlerine yol açması nedeniyle 19 ve 20.yy Avrupa’sının çatışmacı ve ötekileştirici felsefi ve ideolojik akımlarını kendi bünyelerinden dışladıkları bir sürece ve içinde yaşadığımız “Bilgi Çağı Uygarlığı” döneminin temel anlayışı olan güç birliği ilkesine uyum sağlayabilmek için kendilerini yeniden tarif etme sürecine yönelmişlerdir.
Aynı şekilde çeşitli ülkelerin de özellikle günümüzde yeni bir türbülans dönemine girdiği görülen dünyaya uyum yeteneklerini artırmak için kendi içlerinde güç birliği anlayışını tercih etmeye başladıkları da görülmektedir.
Ülkemizde de bu anlayışa geçilmesinin önemli olduğu görülmekte, 80 milyonu aşan nüfusuna aş-iş ve çocuklarına bir gelecek yaratma mücadelesi içindeki ülkemizin tüm sorunlarından, AB’ye girerek kurtulacağı hülyasına kapılmanın da yanlış olduğu anlaşılmaktadır. AB’nin, çevre ülke olmaktan başka seçenekleri olmadığını ölçtükleri ülkeleri AB kriterlerini umursamadan üyeliğe kabul ettikleri, bu yeni üye ülkelerin de büyük köylere dönüşme sürecine girdikleri görülmektedir.
Türkiye’nin sadece ekonomik faaliyet alanlarıyla ilgili olarak yapılan ölçümlerde, çevresindeki istisnasız tüm ülkelerden farklı olarak hemen her ekonomik faaliyet alanında çok çeşitli mal ve hizmet üretebilmesinin Türkiye’nin çevre ülke konumunu kabul etmemesine yol açacağı, daha önemlisi, Balkanlar ve Doğu Avrupa’daki AB ülkeleri için bir çekim merkezi ve AB içinde yeni bir bölge merkezi haline gelebileceğini hesapladıkları Türkiye’yi AB’ye almak ve ‘AB evi üstünde Türkiye’ye ev kurdurmak’ istemedikleri anlaşılmaktadır.
Kuruluşunda kendisine “muasır medeniyetler seviyesinin üstüne çıkma” hedefini belirlemiş olan Türkiye’nin de rasyonel bir biçimde on yıllardır tartıştığı çevre ülke olma yerine “bölge merkezi” olma hedefine yöneldiği, gerek iş çevrelerinin gerekse siyasi kuruluşların bu hedefi desteklediklerine dair irade beyanlarını açıkladıkları, ülkemizin de, tüm alt-yapısını güçlendirmeye başladığı ve bu konuda proje destekleri yanında bilgi ve tecrübelerinden istifade etmek maksadıyla tüm AB uyum projelerini daha da güçlendirerek uyguladığı görülmektedir.
Bu derlemede özetlenen son araştırmaların, gerçek bilgiye ulaşamamaları nedeniyle ötekileştirme ve ortak kimliklerin yok edilmesi kampanyalarından etkilenenlerin bilgilerini güncellemelerine ve hem kendi içimizde hem diğer halklarla ilişkilerimizde ötekileştirme yerine eşitlik, adalet ve dayanışmaya önem verme yaklaşımı ve dinamik çevreye uyum yeteneğimizin binlerce yıl içinde oluşmuş ortak kültürel değerlerimizin gereği olduğunun hatırlanmasına katkı sağlayacağı düşünülmektedir.
 Saygılarımla.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder