22 Ağustos 2019 Perşembe

soğuk adaptasyonu Denisovalılardan geliyor


Arktik Bölgedeki İnsanların Soğuk Adaptasyonu 

Denisovalılardan Geliyor Olabilir

Yapılan yeni bir araştırmaya göre, Arktik bölgelerde yaşayan insanlardaki soğuk adaptasyonu, nesli tükenmiş insan türü olan Denisovalılardan geçmiş olabilir.
Grönland’da yaşayan İnuitler, yılın en az yarısı boyunca donma değerinin altındaki sıcaklıklarda yaşıyor. Buradaki insanlar için soğuk aylarda eksi -30, -40 dereceler oldukça normal.
Antropologlar, bu soğuk koşullar göz önüne alındığında, Grönland’daki ve diğer Arktik bölgelerdeki İnuitler’in, aşırı soğuğa dayanıklı olmalarını sağlayan benzersiz biyolojik uyarlamalara sahip olup olmadıklarını yıllarca merak etti.
Moleküler Biyoloji ve Evrim dergisinde yeni yayımlanan bir araştırma, Grönland’ta yaşayan İnuitler’in, ısı üreten vücut yağını teşvik ederek soğuğa dayanıklı olmalarını sağlıyor olabilecek gen varyasyonlarını tanımladı. Bu gen varyasyonların kökeni muhtemelen, Neandertallerle birlikte modern insandan yaklaşık yarım milyon yıl önce ayrılan Denisovalılara uzanmakta.
Kaliforniya Üniversitesi’nden araştırmanın baş yazarı Prof. Rasmus Nielsen, “Modern insanlar Afrika’dan dünyaya yayılınca, binlerce yıldır zaten o bölgelerde yaşayan Denisovalılarla ve Neandertallerle çiftleştiler. Bu gen alışverişi, modern insanların yeni çevresel koşulları fethetmesine ve uyum sağlamasını sağlamış olabilir.” diyor.
Yeni araştırma, daha önce Dr. Nielsen ve ekibi tarafından yapılmış bir başka araştırmanın devamı niteliğinde. Önceki araştırmada, İnuitlerin, diyetlerinde yer alan balina, fok ve balıklardaki doymamış yağ asitlerini metabolize etmesine yardımcı olabilecek genetik mutasyonlar bulunmuştu.
soğuk adaptasyonu Denisovalılardan geliyor

İnuitlerin gen varyasyonları Denisovalılarla eşleşiyor

Bu araştırmada Dr. Nielsen ve ekibi, İnuitlerin genlerinde, vücut yağı dağılımını ve diğer gelişme yönlerini etkileyen başka bir bölgeye odaklandı. Araştırmacılar, 200 İnuit genomunu, Neandertallerin, Denisovalıların ve dünyanın çeşitli yerlerindeki modern insan genomları ile karşılaştırdı.
Etkileyici bir şekilde, incelenen İnuitlerin tümü, bu genom bölgelerinde aynı genetik varyasyonları içeriyordu. Bu bölgede yaşamış Neandertallerle ve diğer modern popülasyonlar ile karşılaştırıldığında, İnuit bölgesi kısmi eşleşmenin en fazla olduğu yer çıktı. Fakat Denisovalı genomları ile karşılaştırıldığında neredeyse tamamen eşleşti.
Söz konusu bölge, yeni doğanlarda bol miktarda bulunan ve kalorileri yakarak ısı üreten kahverengi yağ düzeylerini belirlemede rol oynayabilen genler içeriyor. Araştırmacılar obezite tedavisinde olası bir hedef olarak yıllardır kahverengi yağ üzerinde çalışıyordu.
Dr. Nielsen, “İnuitlerde gen varyasyonları, soğuğa karşı özel adaptasyon için kahverengi yağ düzeyini artırıyor olabilir. Ancak bu sonuç için daha fazla araştırma gerekli.” diyor.
Söz konusu gen varyasyonlarının, Grönland’taki İnuitlerin yüzde yüzüne yakın bir oranda var olması, onların bir takım evrimsel avantajlara sahip olduklarını gösteriyor olabilir.
Nielsen, “Bu varyasyonları Güney Amerika ve Doğu Asya gibi bazı bölgelerin popülasyonlarında da görebiliyoruz. Ancak hiçbiri Grönland’taki kadar sık değil. Bu, doğal seleksiyonun burada gerçekleştiğini gösteriyor.” diyor.
soğuk adaptasyonu Denisovalılardan geliyor
Harvard Tıp Okulu’ndan post-doktora araştırmacısı Iain Mathieson, bu varyasyonların İnuitlerde yarattığı etki ile Denisovalılarda ortaya çıkardığı etkinin tamamen farklı olabileceğini belirtiyor.

Modern insan ile Denisovalılar 50.000 yıl önce çiftleşti

Modern insanları Denisovanlarla karşılaştıran çalışmalar oldukça zor çünkü bilim insanları şimdiye kadar yalnızca bir Denisovalı genomunu ayrıştırabildi. Araştırmacılar modern insanlar ile Denisovalıların yaklaşık olarak 50.000 ila 40.000 yıl önce çiftleştiğini tahmin ediyor. Fakat bu etkileşimin hangi bölgede gerçekleşmiş olabileceği henüz bilinmiyor.
Günümüzde en çok Denisovalı ataya sahip olan nüfuslar Avustralya ve Papua Yeni Gine’de yaşıyor. Fakat Dr. Nielsen ve ekibi, Grönland, Güney Amerika ve Doğu Asya’da çalışmalar yürüttü. İki yıl önce Dr. Nielsen ve diğer araştırmacılar, Tibetlerde, yüksek irtifalarda oksijeni verimli kullanmalarına yardımcı olan başka bir Denisovalı geni tespit etmişti.
Kaliforniya Üniversitesi’nden genetik profesörü Sriram Sankararaman; “Bu çalışmalar, arkaik insanlardan gelen DNA’nın günümüzde farklı popülasyonları nasıl etkilediğini inceleyen bir araştırma dizisinin parçası. Günümüzde farklı popülasyonlar, farklı oranlarda arkaik atalara sahip. Bazılarının daha fazla Denisovalı atası var, bazılarının ise daha fazla Neandertal atası var. Açıkça belli ki tüm bu oranların farklı çeşitlilikte etkileri var.”

New York Times. 23 Aralık 2016.
Makale: http://mbe.oxfordjournals.org/content/early/2016/12/20/molbev.msw283.full.pdf+html

10 Ağustos 2019 Cumartesi

Buzadam Ötzi’nin Yakınlarında 5800 Yıllık Kar Ayakkabısı Bulundu

Buzadam Ötzi'nin Yakınlarında 5800 Yıllık Kar Ayakkabısı Bulundu

İtalya’da Buzadam Ötzi‘nin bulunduğu yerin yakınlarında 5800 yıllık bilinen en eski kar ayakkabısı bulundu.


Dolomite Dağları’nda, İtalya – Avusturya sınırı yakınlarında Geç Neolitik çağa tarihlenen, huş ağacı ve sicimden yapılmış 5800 yıllık kar ayakkabısı bulundu. Buzadam Ötzi gibi buzların altında günümüze kadar korunarak gelmiş ayakkabıya yapılan karbon14 testleri, ayakkabının MÖ. 3800 ila MÖ. 3700 yılları arasında tarihlendiğini ortaya çıkardı.
Araştırmacılar, 3134 metrelik rakımda tesadüf eseri bulunan ayakkabının, buzların içinde uygun koşullarda günümüze kadar sağlam olarak ulaşabildiğini söylüyor. Ayakkabı, 25 yıl önce Alman tırmanışçılar tarafından bulunan 5300 yıllık Buzadam Ötzi‘nin çok yakınında bulundu.
Oval şeklinde bir çerçeveden ve karşılıklı bağlanmış ipliklerden oluşan ayakkabı, İtalya Askeri Coğrafi Enstitüsü’nde haritacı olarak çalışan ve İtalya-Avusturya sınırını haritalayan Simone Bartolini tarafından tesadüfen bulundu.
Buzadam Ötzi'nin Yakınlarında 5800 Yıllık Kar Ayakkabısı Bulundu
Dünyanın bilinen en eski kar ayakkabısını 2003 yılında bulan Bartolini, daha sonra 12 yıl boyunca bu ayakkabıyı ofisinde sakladı.
Bartolini: “İlk başta bunun belki 100 yıllık olduğunu ve sürü güden bir çiftçinin kar ayakkabısı olabileceğini düşündüm. Ofisimde bir hatıra olarak sakladım.”
Geçtiğimiz yıl ayakkabının daha eski ve daha önemli olabileceğini düşünen Bartolini, ayakkabıyı incelemesi için arkeologlara verdi.
Kültürel Miras Bölümü’nden Dr. Catrin Marzoli, “Ayakkabı, Neolitik dönem insanlarının Alp bölgelerinde yaşadığını ve buna göre giyindiklerini gösteriyor. İnsanların neden böylesine soğuk bir bölgede yaşadığı kesin değil fakat hayvan avlamak için ya da düşman kabileden kaçmak için olabilir.”
5800 yıllık ayakkabı Bolzano’daki Güney Tyrol Arkeoloji Müzesi’nde sergilenecek.

8 Ağustos 2019 Perşembe

Kül Tigin Yazıtı Günümüz Türkçesi


1.yüz. (Güney yüzü)
1- Teñri gibi Teñride olmuş Türk Bilge Kağan bu çağda oturdum. Sözümü bitene (kadar) işit. En çok kardeş yeğenim, oğlum bütün soyum, bodunum, Güney’deki şadpıt beğleri, Kuzey’deki tarkat buyruk beğleri, Otuz Tatar,
2- Dokuz Oğuz beğleri, bodunu bu sözümü iyice işit, katıca dinle. Doğu’da gün doğusuna, Güney’de gün ortasına, Batı’da gün batısına, Kuzey’de gece ortasına, onların içindeki bodun(lar) hep bana (iş) görür. Bunca bodunu
3- bütün ettim. Şimdi onun gibisi yok. Türk kağanı Ötüken ormanında oturursa ilde tasa yok (olmaz). Doğu’da Şantuñ ovasına kadar ordu saldım. Taluy’a geçip ulaşmadım. Güney’de Dokuz Ersin’e kadar ordu saldım. Tibet’e geçip ulaşmadım. Batı’da İnci ırmağı…(nı)
4- geçip Demirkapı’ya kadar ordu saldım. Kuzey’de Yir Bayırku yerine kadar ordu saldım. Bunca yer(ler)e kadar yürüttüm. Ötüken ormanından yeğ(i), iyi(si) yok imiş. İl tutulacak yer Ötüken ormanı imiş. Bu yerde oturup Çin kağanı ile
5- anlaştım. Altunu, gümüşü, işlenmiş ipeği tasasız (karşı koymadan) verir. Çin bodununun sözü tatlı, ipeği yumuşak imiş. Tatlı sözü, yumuşak ipeği ile aldatıp, uzak bodunu iyice yaklaştırır imiş. Yaklaştırıp kondurduktan sonra kötü bilgilerini (kötülüklerini) o çağda düşünür imiş.
6- İyi bilgili kişiyi, iyi alp kişiyi yürütmez imiş. Bir kişi yanılsa soyuna, bodununa, çocuklarına kadar barındırmaz imiş. Tatlı sözüne, yumuşak ipeğine aldanıp çok Türk bodunu, öldün. Türk bodunu öleceksin. Güney’de Çoğay ormanına, Tögültün
7- ovasına konayım dersen, Türk bodunu öleceksin. Orada kötü kişi şöyle öğretir imiş : “Uzak(ta) isen kötü ipek verir, yakın(da) isen iyi ipek verir.” deyip, öyle öğretir imiş. Bilgi bilmez kişi o sözü alıp (inanıp) yakın(ın)a gidip çok kişi öldün(üz).
8- O yerlere gidersen, Türk bodunu öleceksin. Ötüken yerinde oturup katar, gezgin gönderirsen, neyin, tasan yok (olmaz). Ötüken ormanını sonsuz il tutarak oturacaksın. Türk bodunu, toksan açlığı, tokluğu düşünmezsin. Bir doyarsan açlığı düşünmezsin. Öyle olduğun
9- için düzenlemiş kağanının sözünü almadan her yere gittin. Hep oralarda yittin, yok oldun. Orada kalanlar her yere hep incelerek, ölerek yürüyor idiler. Teñri buyurduğu için, kendimin kutu var olduğu için kağan oturdum. Kağan oturunca
10- yok yoksul bodunu hep toplattım. Yoksul bodunu varlıklı kıldım. Az bodunu çok kıldım. Yoksa bu sözümde yalan var mı? Türk beğleri, bodunu, bunu işitin : Türk bodununu toplayıp il tutacağını burada söyledim. Yanılıp öleceğini yine
11- burada yazdım. Nice nice sözüm varsa sonsuz taşa yazdım. Onu görüp bilin. Türk’ün şimdiki bodunu, beğleri, bu çağda buyruğumdaki beğler (olarak) mi yanılacaksınız? Ben sonsuz taş dokuttum. … Çin kağanından süsleyici getirdim. Süslettim. Benim sözümü kırmadı.
12- Çin kağanı, buyruğundaki süsçüyü gönderdi. Ona eşsiz (bir) bark yaptırdım. İçine dışına görülmemiş süs(ler) vurdurdum. Taş yazdırdım. Gönüldeki sözümü vurdurdum. Ol… On Oñ oğluna, yabancıya kadar bunu görüp bilin. Sonsuz taş
13- dokuttum. Bu… il ise şöyle …m. Daha erişilir yerde ise ona erişilir yerde sonsuz taş dokuttum, yazdırdım. Onu görüp öylece bilin. O taş …dım. Bu yazıyı yazan : Yeğeni Yoluğ Tigin.
2. yüz. (Doğu yüzü)
1- Üstte kök Teñri aşağıda yağız yer yaratıldığında ikisi arasında kişi oğlu kılınmış. Kişi oğlunun da üstüne atam, babam Bumın Kağan, İstemi Kağan oturmuş. Oturunca Türk bodununun ilini, töresini düzenleyi vermiş, edi vermiş.
2-Dört yan hep yağı imiş. Ordu salınca dört yandaki bodunu hep almış, hep buyruğunda kılmış. Başlıyı eğdirmiş, dizliyi çöktürmüş. Doğu’da Kadırkan ormanına kadar, Batı’da Demirkapı’ya kadar kondurmuş. İkisinin arasına…
3- iyice düzensiz kök Türk öylece oturur imiş. Bilge kağan imiş. Alp kağan imiş. Buyruğu bile bilge imiş beliğ, alp imiş beliğ. Beğleri bile, bodunu bile düz imiş. Onun için ili öyle tutmuş beliğ. İli tutup töre düzenlemiş. Kendisi öylece
4- ölümü bulmuş. Yasçı, ağlayıcı, Doğu’da, gün doğusunda Böklü Çül’lü İl, Çin, Tibet, Apar, Rum, Kırgız, Üç Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtayn, Tatabı, bunca bodun gelerek ağlamış, yaslanmış. Öyle ünlü kağan imiş. Ondan sonra kardeşi kağan
5- olmuş beliğ. Oğulları kağan olmuş beliğ. Ondan sonra kardeşi, ağabeyi gibi kılınmadığından, oğlu babası gibi kılınmadığından, bilgisiz kağan oturmuş beliğ. Kötü kağan oturmuş beliğ. Buyruğu yine bilgisiz(miş) beliğ, kötü imiş beliğ.
6- Beğleri, bodunu eğri (olduğu) için, Çin bodunu alcı, kandırıcı (olduğu) için, aldatıcı (olduğu) için, kardeşi ağabeye düşürdüğü için, beğle bodunu çekiştirdiği için, Türk bodunu, illediği ilini elden çıkarmış,
7- kağanladığı kağanını yitiri vermiş. Çin bodununa beğlik er oğlanı kul oldu, kadınlık kız oğlanı odalık oldu. Türk beğleri Türk adını attı. Çinli beğlercesine Çin adını tutarak, Çin kağanına
8- kapılmış. Elli yıl işini gücünü vermiş. Doğu’da, gün doğusunda Bökli kağana kadar ordulayı vermiş. Batı’da Demirkapı’ya kadar ordulayı vermiş. Çin kağanına ilini, töresini alı vermiş. Türk’ün bütün kara
9- bodunu şöyle demiş: “İlli bodun idim. İlim şimdi hani? Kime ili kazanırım” der imiş. “Kağanlı bodun idim. Kağanım hani? Ne kağana işi gücü veririm.” der imiş. Böyle deyip Çin kağanına yağı olmuş.
10- Yağı olup, kendini derleyip toparlamadığından yine tutsaklaşmış. Bunca işi gücü verdiğini düşünmeden Türk bodununu öldüreyim, kazıyayım der imiş. Yok olmaya varır imiş. Üstte Türk Teñrisi, Türk kutlu yerini,
11- suyunu öyle düzenlemiş. Türk bodunu yok olmasın diye, bodun olsun diye babam İlteriş Kağan’ı, anam İlbilge Kadın’ı göğün tepesinde tutup yukarı kaldırmış beliğ. Babam kağan onyedi erle dışarılamış. “Dışarı
12- yürüyor” diye söz işitip kentteki dışarılamış, dağdakı inmiş. Dirilip yetmiş er olmuş. Teñri güç verdiği için babam kağanın çerisi börü gibi imiş, yağısı koyun gibi imiş. Doğu’yu Batı’yı çerileyip derlemiş toparlamış. Hepsi
13- yediyüz er olmuş. Yediyüz er olunca ilsizleşmiş, kağansızlaşmış bodunu, odalıklaşmış, kullaşmış bodunu, Türk Töresi’ni bırakmış bodunu atam, babam töresince yaratmış, yerleştirmiş. Tölis Tarduş bodununu orada, düzeltmiş.
14- Yabguyu, şadı orada vermiş. Güney’de Çin bodunu yağı imiş. Kuzey’de Baz Kağan, Dokuz Oğuz bodunu yağı imiş. Kırgız, Kurıkan, Otuz Tatar, Kıtayn, Tatabı hep yağı imiş. Babam kağan bunca…
15- Kırkyedi yol ordu salmış, yirmi savaş savaşmış. Teñri istediği için illiyi ilsizleştirmiş, kağanlıyı kağansızlaştırmış, yağıyı buyruğunda kılmış. Dizliye diz çöktürmüş, başlıya baş eğdirmiş. Babam kağan onca ili
16- töreyi kazanıp ölü vermiş. Babam kağana ilkin Baz kağanı balbal dikmiş. Töreye göre üste amcam kağan oturdu. Amcam kağan oturunca Türk bodununu yine düzenledi, doyurdu. Yoksulu bay kıldı. Azı çok kıldı.
17- Amcam kağan oturduğunda Tarduş bodunu üzerine şad idim. Amcam kağan ile Doğu’da Yeşil Irmak, Şantuñ yazısına kadar ordu saldık. Batı’da Demirkapı’ya kadar ordu saldık. Kögmen’den aşıp Kırgız yerine kadar ordu saldık.
18- Topluca yirmibeş (yol) ordu saldık. Onüç (yol) savaştık. İlliyi ilsizleştirdik. Kağanlıyı kağansızlaştırdık. Dizliye diz çökerttik. Başlıya baş eğdirttik. Türgiş kağanı Türk’ümüz, bodunumuz idi. Bilemediği
19- için, bize karşı yanıldığı için kağanı öldü. Buyruğu, beğleri yine öldü. On Ok bodunu eziklik gördü. Atalarımızın tuttuğu yerler, sular ıssız olmasın diye Az bodununu eğitip, düzenleyip …..
20- Bars Beğ idi. Kağan adını burada biz verdik. Kız kardeşim eceyi verdik. Kendisi yanıldı. Kağanı öldü. Bodunu odalık, kul oldu. Kögmen yeri, suyu ıssız kalmasın diye Az, Kırgız budununu düzenleyip geldik. Savaştık. ….. ilini
21- yine verdik. Doğu’da Kadırkan ormanını aşıp bodunu öyle düzenledik, öyle eğittik. Batı’da Keñü Tarman’a kadar Türk bodununu öyle kondurduk, öyle düzenledik. O çağda kul kullu olmuş idi, odalık odalıklı olmuş idi. Kardeşi ağabeyini bilmez idi. Oğlu babasını bilmez idi.
22- Öyle kazanılmış, edilmiş ilimiz, töremiz vardı. Türk Oğuz beğleri, bodun, işitin: Üstte Teñri basmazsa, aşağıda yer delinmezse Türk bodunu, ilini, töreni kim bozabilir, yıkabilir? Türk bodunu, ürper,
23- uyan. Dik başlılığından, eğiten bilgili kağanına, bağımsız, bunsuz iyi iline kendin yanıldın. Kötülük ettin. Pusatlı nereden gelip (seni) dağıtıp gönderdi. Süngülü nereden gelerek sürüp gönderdi. Kutlu Ötüken ormanının bodunu gitti. Doğu’ya gidenin
24- gitti. Batı’ya gidenin gitti. Gittiğin yerde iyiliğin oydu beliğ. Kanın suca aktı. Kemiğin dağca yığıldı. Beğlik erkek oğlun kul oldu. Kadınlık kız oğlun odalık oldu. Bilmediğin için, kötülük (ettiğin) için amcam kağan ölüme vardı.
25- İlkin Kırgız kağanını balbal diktim. Türk bodununun adı sanı yok olmasın diye babam kağanı, anam katunu yücelten Teñri, il veren Teñri, Türk bodununun adı, sanı yok olmasın diye, beni o Teñri
26- kağan oturttu beliğ. Varlıklı, bay bodun üstüne oturmadım. İçi aşsız, dışı giyimsiz, düşkün, kötü bodunun üstüne oturdum. Kardeşim Köl Tigin ile konuştuk. Babamızın, amcamızın kazandığı bodunun adı sanı yok olmasın
27- diye Türk bodunu için gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kardeşim Köl Tigin ile, iki şad ile öle bite kazandım. Öyle kazanıp bütün bodunu od, su yapmadım. Ben kendim kağan oturduğumda her yere
28- gitmiş bodun öle bite, yayan çıplak dönüp geldi. Bodunu düzenliyeyim diye Kuzey’de Oğuz bodunu üstüne, Doğu’da Kıtayn, Tatabı bodunu üstüne, Güney’de Çin üstüne büyük orduyu oniki (kez) saldım. Savaştım. Ondan
29- sonra Teñri bağışladığı, kutum var (olduğu) için, gücüm var (olduğu) için ölecek bodunu diriltip besledim. Çıplak bodunu giydirdim. Yoksul bodunu varlıklı kıldım. Az bodunu çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan iyi kıldım. Dört yandaki
30- bodunu hep buyruğumda kıldım, yağısız kıldım. Hep bana sığındı(lar). İşi gücü verir oldu(lar). Bunca töreyi kazanıp kardeşim Köl Tigin’in kendisi öylece ölümü buldu. Babam kağan öldüğünde kardeşim Köl Tigin yedi yaşında kaldı. …..
31- Umay gibi anam kadın kutunda kardeşim Köl Tigin er adını aldı. Onaltı yaşında amcam kağanın ilini, töresini şöyle kazandı: Altı Çub Soğdak üstüne ordu saldık, bozduk. Çin Oñ paşası beş tümen orduyla geldi. Savaştık.
32- Köl Tigin yayan boğa gibi (yağıya) erişti. Oñ paşasının kayın-kardeşinin pusatlı elini tuttu. Pusatıyla kağana iletti. O orduyu orada yok kıldık. Yirmibir yaşında Çaça paşasıyla savaştık. İlk önce Tadık’ın, Çorun (adlı) boz atına binip (yağıya) erişti. O at orada
33- öldü. İkincisinde, Işbara Yamtar (adlı) boz ata binip (yağıya) erişti. O at orada öldü. Üçüncüsünde Yeğen Silig Beğ’in giyimli doru atına binip yağıya erişti. O at orada öldü. Kalkanına, giyimine yüzden artık ok vurdu. Yüzüne, başına biri (bile) deymedi.
34- Bu akınları Türk beğleri, hep bilirsiniz. O orduyu orada yok kıldık. Ondan sonra Yer Bayırku’lu Uluğ İrkin yağı oldu. Onu dağıtıp Türgi Yargun gölünde bozduk. Uluğ İrkin azıcık erle kaçıp gitti. Köl Tigin yirmialtı
35- yaşında (iken) Kırgız’a doğru ordu saldık. Mızrak batımı karı sökerek, Kögmen ormanını aşıp yürüyerek Kırgız budununu uykusunda bastık. Kağanı ile Suña ormanında savaştık. Köl Tigin, Bayırku’nun ak aygırına
36- binip (yağıya) boğa gibi erişti. Bir eri okuyla vurdu. İki eri kovalayıp sançtı. O erdiğinde Bayırku’nun ak aygırı uyluğunu kırı verdi. Kırgız kağanını öldürdük. İlini aldık. O yılda Türgiş’e doğru Altun ormanını
37- aşıp, İrtiş ırmağını geçip yürüdük. Türgiş bodununu uykusunda bastık. Türgiş kağanının ordusu Bolçu’da od gibi, bora gibi geldi. Savaştık. Köl Tigin başı boz ata binip (yağıya) erişti. Başı boz ke…..
38- ….. tutturttu. İkisini de kendisi yakalattı. Ondan (sonra) yine girip Türgiş kağanın buyruğundaki Az paşasını eliyle tuttu. Kağanını orada öldürdük. İlini aldık. Kara Türgiş bodunu hep baş eğdi. O bodunu Tabar’da kondurduk.
39- Soğdak bodununu düzenliyeyim diye İnci ırmağını geçip Demirkapı’ya kadar ordu saldık. Ondan sonra kara Türgiş bodunu yağı olmuş. Keñeris’e doğru gitti(ler). Bizim ordumuzun atı bakımsız, azığı yok idi. Kötü kimse er…..
40- alp er bize saldırmış idi. Öyle (bir) çağda uyanıp Köl Tigin’i az erle üzerine gönderdik. Büyük şavaş savaşmış. Alp Şalçı ak atına binip (yağıya) erişmiş. Kara Türgiş bodununu orada öldürmüş, almış. Yine yürüyüp …..
3. yüz. (Kuzey yüzü)
1- … ile Koşu Tutuk ile savaşmış. Erlerini hep öldürmüş. Evini, varlığını eksiksiz hep getirdi. Köl Tigin yirmiyedi yaşında iken, Karluk bodunu buyruksuz, bağımsız iken, güçlü yağı oldu. Tamağ Iduk Baş’ta savaştık.
2- Köl Tigin o savaşta otuz (yaşını) yaşıyor idi. Alp Şalçı’nın atına binip (yağıya) boğa gibi erişti. İki eri kovalayıp sançtı. Karluk’u öldürdük, aldık. Az bodunu yağı oldu. Kara Göl’de savaştık. Köl Tigin otuzbir (yaşını) yaşıyor idi. Alp Şalçı’nın Akın (ak atın)’a
3- binip (yağıya) boğa gibi erişti. Az başpaşasını tuttu. Az bodunu orada yok oldu. Amcam kağanın ili karıştığında, bodunun ili ikiye ayrıldığında İzgil bodunu ile savaştık. Köl Tigin Alp Şalçı’nın Ak (at)’a binip
4- (yağıya) boğa gibi erişti. O at orada düştü. İzgil bodunu öldü. Dokuz Oğuz bodunu ikinci bodunum idi. Teñri, yer bulandığı için yağı oldu. Bir yılda beş yol savaştık. En ilki Toğu Balık’da savaştık.
5- Köl Tigin Azman (adlı ata)’a binip (yağıya) boğa gibi erişti. Altı eri sançtı. Ordular (birbirlerine) değdiğinde yedinci eri kılıçladı. İkincisi Kuşalğuk’da Ediz ile savaştık. Köl Tigin Az Yağız’ına binip, yağıya erişip bir eri sançtı.
6- Dokuz eri çevirerek vurdu. Ediz bodunu orada öldü. Üçüncüsü Bolçu’da Oğuz ile savaştık. Köl Tigin Azman(adlı ata)’a binip (yağıya) erişti, sançtı. Ordusunu sançtık. İlini aldık. Dördüncüsü Çuş Başı’nda savaştık. Türk
7- bodunu ayak titretti. Kötü olacak idi. Üzerimize gelmiş ordusunu Köl Tigin püskürtüp Toñra’dan bir boyu, yiğit on eri, Toña Tigin’in yas töreninde çevirip öldürdük. Beşincisi Ezginti Kadız’da Oğuz ile savaştık. Köl Tigin
8- Az yağızına binip (yağıya) erişti. İki eri sançtı. Kente varmadı. O ordu orada öldü. Amga Kurgan’da kışlayıp yazında Oğuz’a doğru ordu yürüttük. Köl Tigin Beğ başta olarak (iken) Oğuz yağısı ordu(muzu) bastı. Köl Tigin
9- Ögsüz (adlı) Ak(at)’a binip (Oğuz’un) dokuz erini sançtı, orduyu vermedi. Anam kadın, öbür analarım, ablalarım, gelinlerim, kağan kızlarım bunca yine yaşayanlar odalık olacak idi. Ölenleriniz yurtta, yolda yatıp kalacak idiniz.
10- Köl Tigin olmasa idi hep ölecek idiniz. Kardeşim Köl Tigin ölüp gitti. Kendim düşündüm. Gören gözüm görmez gibi, bildiğim bilgim bilinmez gibi oldu. Kendim düşündüm. Sonsuzluğu Teñri yaşar. Kişi oğlu hep ölümlü türemiş.
11- Onca düşündüm. Gözden yaş gelse engelleyip, gönülden ağlamak gelse karşı durup düşündüm. Katıca düşündüm. İki şad ile kardeş yeğenimin, oğlumun, beğlerimin, bodunumun gözü kaşı kötü olacak deyip düşündüm. Yasçı, ağlayıcı (olarak) Kıtay, Tatabı bodunundan başta
12- Udar Paşa geldi. Çin kağanından İsiyi Likeñ geldi. Bir tümen (onbin)i aşan altun, gümüş, gereğinden artık getirdi. Tibet kağanından buyrukçu geldi. Batı’dan, gün batısındaki Soğd Berçik Er, Buhara ülkesi bodunundan Neñ Paşa (ile) Oğul Tarkan geldi.
13- On Ok oğlum Türgiş kağanından Makaraç Damgacı, Oğuz Bilge Damgacı geldi. Kırgız kağanından damgacı Inançu Çor geldi. Bark yapımcısı, süs yaratıcısı, yazılı taş yapımcısı, Çin kağanının yeğeni Çañ Paşa geldi.
4. yüz. (Kuzeydoğu yüzü)
Köl Tigin Koyun yılının (Birinci ayının) onyedisinde öldü. Dokuzuncu ayın yirmiyedisinde yoğ düzenledik. Anıtını, süslemesini, yazılı taşını o Biçin yılının Yedinci ayının yirmiyedisinde hep bitirdik. Köl Tigin’in kendisi kırktan artık yedi yaşında bulut oldu. Taş….. Bunca süslemeciyi Toygun paşası getirdi.
5. yüz. (Güneydoğu yüzü)
Bunca yazı yazmayı Köl Tigin’in yeğeni Yoluğ Tigin yazdım. Yirmi gün oturup bu taşa, bu anıta hep Yoluğ Tigin yazdım. Değerli oğullarınızdan, kızlarınızdan çok daha iyi bakarsınız. Uçu verdiniz. Tanrı (katın)’dakı yaşamanızda…..
6. yüz. (Güneybatı yüzü)
Köl Tigin’in altununu, gümüşünü, ağışını, varlığını, Türk açığyını, karınını, yağma diye tapu ….. beğim tigin, yukarıdaki Teñri …..taş yazdım. Yolluğ Tigin.
7. yüz. (Batı yüzü)
Koruduğundan… kardeşim Köl Tigin öldü. …..işimizi gücümüzü verdiğimiz için Türk Bilge Kağan’ın buyruğu geçer oldu. Kardeşim Köl Tigin’i gözeterek oturt…. (Ona) Inançu Apa Yargan Tarkan adını verdim. Onu öğdüttüm.

6 Ağustos 2019 Salı

Orta Asya’da Milattan Önce Yaşamış Türk Kültürleri

               Milattan Önce Yaşamış Türk Devlet ve Beylikleri

Türk Tarihine Genel Bakış

Türk milleti doğuda Japon denizinden, batıda Baltık denizine; Kazan-Güney Sibirya hattından güneyde Hindistan’a; Ortadoğu’ya ve Kuzey Afrika’nın Atlas Okyanusu kıyılarına kadar uzanan sahada, belirli zaman dilimleri içinde, çeşitli hanedan adları altında hükümran olmuş dünyanın en eski milletlerindendir. Kabaca Avrupa-Asya kıtalarının orta kesimini oluşturan Avrasya bozkırları çeşitli adlar altındaki Türk kavimlerinin vatan topraklarını oluşturmuştur. Bugünkü bilgiler ışığında M.Ö. 3000 yıllarına kadar indirilebilen Türk tarihi, 5000 yılı aşkın bir devamlılık arz etmesi yanında, dünya medeniyetine sağladığı katkılar bakımından da insanlık tarihi açısından büyük önem taşımaktadır. Çünkü hiçbir Avrupa ülkesi veya Avrupalı bir milletin, Türk tarihinden ayrı bir tarihi düşünülemez.
Milattan Önce Yaşamış Türk Devlet ve Beylikleri
                                                       Atlı Okçular

Bugünkü Batı medeniyetini meydana getiren toplulukların her biri tarih boyunca Türklerle ilişkiler kurmuşlar, siyasî, sosyal ve kültürel alanlarda karşılıklı etkileşim içinde bulunmuşlardır. Avrupalı milletlerin eski ataları olan Germenler, Franklar, Gotlar, Slavlar, Vandallar vb.nin tarihî başlangıçlarından günümüzdeki torunlarının, tarihî süreç içinde çeşitli Türk unsurları ve hanedanları ile ilişkileri dünya tarihinin belki de en önemli bir kesitini oluşturur. Hatta denilebilir ki, Türk tarihi değerlendirilmeden bir dünya tarihi yazılamaz.

Türk Tarihinin Arkeolojik Dönemi

Birçok yerde arkeolojik kazıya dahi ihtiyaç göstermeden Sibirya’da Kem (Yenisey) Irmağının yukarı ve orta kesiminden Tuna Irmağına kadar uzanan geniş bozkırlarda çok sayıda kurgan ve konaklama yerleri bulunmuştur. Bilhassa Kem, Ob, Ertiş ırmakları boyu ile Altaylar (Altın Yış)’da açılan kurganların sayısı diğer bölgelerden daha fazladır. Bu kurganlar, hâlâ bu bölgelerde yaşayan Türkler tarafından ata mirası olarak mukaddes addedilmeleri sebebiyle herhangi bir tahribata uğramadan günümüze kadar bozulmadan gelebilmişlerdir. Avrasya bozkırlarında eski Türkler’e ait kurgan ve konaklama yerlerini kronolojik olarak aşağıdaki şekilde bir tasnife tâbi tutacağız.
Milattan Önce Yaşamış Türk Devlet ve Beylikleri
Ural Bozkırlarında bulunmuş olan bir İskit Kurgan mezarı.             

Taş Çağı (M.Ö. 10. binden M.Ö. 1700 yıllarına kadar)

Bu çağ da kendi içinde bir tasnife tâbi tutulabilir:
a. Geç Kaba-Taş Çağı: Bu dönemden Afont Dağı kalıntıları bulunmuş olup, M.Ö. 10.000 yıllarından kaldığı tahmin edilmektedir.
b. Yontma-Taş Çağı: M.Ö. 8000-3000 yıllarına ait bu çağdan çeşitli eserler günümüze kalmıştır.
c. Taş-Bakır Çağı: Bu çağdan kalan Afanasyevo Kültürü oldukça önemlidir. Afanasyevo kültürü Altay-Sayan dağlarının kuzeybatısındaki bozkırlarda bugünkü Minusinsk denilen bölgede ortaya çıkarılmıştır. M.Ö. 2500-1700 yıllarına ait bu kültürde ilk defa olarak koyun kemikleri at kalıntıları ile bir arada çıkmış olup, koyunun Türkler tarafından M.Ö. 2500 yıllarından itibaren bilindiğini göstermektedir.

Otağ
Otağ

Maden Çağı

a. Tunç Çağı

Andronova Kültürü: M.Ö. 1700-1200/1000 yıllarına ait olduğu öne sürülen bu kültür, Afanesyevo kültür bölgesinde yani Minusinsk’te ortaya çıkarılmıştır.
Tuva (Tuba) Tuncu Kalıntıları: Günümüzde Tuva/Tuba adı verilen Uluğ Kem bölgesinde bulunan bu kalıntılar M.Ö. 2000-700 yıllarına aittir. Bu kültür kalıntıları Orta Asya’nın çok yerinde Türkler’in ataları olarak kabul edilen Ting-Lingler’e aittir.
Kazak Tuncu Kalıntıları: Bu kalıntılar M.Ö. 2000-700 yıllarına aittir.
Karasug Kültürü:
M.Ö. 1300-700 yıllarına ait olup, Köğmen dağları, Kem/Yenisey, Kemçik, Uluğ-Kem, Abakan Irmağı çevresinde yani AfanAsyevo ve Andronova kültürleri gibi aynı bölgede yani Minusinsk’te ortaya çıkmıştır. M.Ö. 1400-1300 yıllarına doğru doğudan bölgeye göç eden Ting-Lingler, tarihî devirde Asya’da Türkçe konuşan bütün boyların ataları olarak kabul edilmektedirler. Ting-Ling adı bu boyların sahip oldukları dört tekerlekli, üzerlerine çadır (yurt) kurulabilen yüksek arabalarından dolayı verilmiş olup, daha sonraları Çin kaynakları bu Proto Türkler’den kağnılı manasına gelen Kao-ch’e adıyla bahsedeceklerdir.
       Tekerlekli Otağ
                                                       tekerlekli otağ




Karasug kültürü, M.Ö. 700 yıllarından itibaren Sibirya bölgesine, Baykallar’a, Moğolistan ve Yedi-su havzalarına yayılmış ve buradaki kültürlere tesir etmiştir.
Yassı Mezarlar Kültürü:
Baykal Gölü’nün güneydoğusunda Ötüken Dağları (Hangay), Selenge, Orkun, Temir ırmakları ve Baykal Gölü çevresinde M.Ö. 1000 yıllarına doğru ortaya çıkan yassı taşlı mezarlar kültürü Geç Tunç Çağı devrinden kalmadır. Bu kültür Uygur Türkleri’nin ataları kabul edilen kuzeyli Ting-Lingler’in eseridir. Köğmen Dağları’nın güneydoğuya devamı olan Ötüken (Hangay) Dağları, Köğmen Dağları bölgesiyle beraber Türk dünyasının en eski merkezlerinden biridir. Burada ortaya çıkan bu kültür, Minusinsk bölgesinde ortaya çıkan Tagar Kültürü ile büyük benzerlik göstermektedir.

b. Demir Çağı

Uyuk (Tuva) Kültürü:
M.Ö. 700-200 yılları arasında ortaya çıkmış olup, M.Ö. 200 yıllarından itibaren Şurmak Kültürü’ne dönüşecek ve bu kültür M.S. 300 yıllarına kadar devam edecektir. Uyuk/Şurmak kültürlerinin de merkezi gene Uluğ Kem bölgesidir.
Tagar Kültürü:
M.Ö. 700 – M.S. 100 yılları arasında Köğmen Dağları, Kem, Kemçik, Uluğ-Kem ve Abakan Irmağı çevresinde ortaya çıkmıştır. Minusinsk adını da verdiğimiz bu bölgeye M.Ö. 700-600 yıllarında Kağnılı Türkler’den Ting-Ling boylarının yeni bir göçü vuku bulmuş ve bölgede hâkim Karasug Kültürü, Tagar Kültürü’ne inkılâp etmiştir.
Esik/Eşik Kalıntıları:
1969 Martı’nda Kazakistan’ın merkezi Alma-Ata’ya 50 km uzaklıktaki Esik Avdanı (Kapı Kazası)’nda yapılan hafriyat 1970 Martı’nda sonuçlanmıştır. Kazakistan İlimler Akademisi üyesi Kemal Akışev’in başkanlığında Kazak bilim adamları tarafından yapılan hafriyatta üzerinde tamamen altınla işlenmiş bir zırh bulunan bir erkek cesedi ile 4000 parça altın eşya çıkarılmıştır. Esik kalıntılarının bulunduğu coğrafî saha Isık-göl çevresi, Alatağ, İli Vadisi, Çu-Talas ırmakları arası Kuz-orda ve Taraz çevresinden ibarettir. Esik mezarlarında çıkarılan kültür ve İli Vadisindeki Sakai devri mezarları ve Altay/Altun-yış dağlarındaki Pazırık devri mezarları arasında ırk ve kültür bakımından birçok ortak nokta bulunmaktadır.
                 Milattan Önce Yaşamış Türk Devlet ve Beylikleri
Kazak Atlıları 
Köğmen Dağları’ndan güneybatıya doğru Batı Altay, Tarbagatay, Tanrı Dağları/Tien-schan ve Alatağ silsileleri birbirlerine paralel olarak Isık-göl’e kadar uzanmaktadır. Bu dağları kuzey etekleri boyunca bozkırlar ve yaylalar uzanmakta ve çok eski zamanlardan beri Türkler’in yurdu olarak bilinmektedir. M.Ö. 176 ve 43 yıllarında Uygurlar Isık-göl’ün kuzeyinde, Kırgızlar, Isık-göl’ün 200 km kadar kuzeybatısında yaşamaktaydılar. Talas Irmağı vadisi Kırgızlar’ın merkeziydi. Milattan önceki yüzyıllarda Kağnılı boyların, Uygur ve Kırgız gibi çeşitli Türk topluluklarının buluştuğu yer olarak bilinen bölge, M.Ö. VI. – III. yüzyıllarda Sakai adı verilen Orta Asyalı konar-göçerlerin yurduydu. M.Ö. III. yüzyıllara doğru aynı bölgede Çin kaynaklarında K’ang-kü ve Wu-sun olarak geçen boylar görülmeye başlar.
Esik mezarlarında (M.Ö. V.-IV. yüzyıl) gümüş bir kap üzerinde Kök-Türk harflerinin arkaik şekli olan harflerle yazılmış kalıntılar bulunmuştur. Esik mezarlarının çoğu yağmalanmış olmakla beraber, bölgenin güneyinde hiç bozulmamış bir şekilde 16 yaşındaki bir delikanlıya ait bir mezar ortaya çıkarılmıştır. Gencin üzerindeki eşyalar konumuz açısından oldukça önemlidir. Börkün üstünde dağ keçisi motifi derhal göze çarpmaktadır. Ayrıca mezarda bulunan dört bin kadar altın levhalar üzerinde genellikle, at, dağ keçisi, geyik, kaplan, pars, kurt ve yırtıcı kuşlara ait resimler görülmektedir. Esik buluntuları ile Tagar Kültürü ve Altaylar’daki Çulışman Irmağı kıyısındaki Kumurtuk kalıntıları arasında benzerlikler oldukça fazladır.
Taştık Kültürü:
M.Ö. 300 – M.Ö. 400 yıllarına ait olup, Köğmen Dağları, Kem, Kemçik, Uluğ-Kem, Abakan Irmağı çevresinde ortaya çıkmıştır. Taştık Kültürü kalıntıları arasında çeşitli küçük hayvan heykelleri ve tasvirleri arasında dağ keçisi motifi oldukça çok sayıda görülür. Bu heykel ve tasvirler arasında Kök-Türk Kağan tamgasına benzer şekilde yanında bayrak direklerine dikilen dağ keçisi heykelleri de dikkati çeker. Bu kültürün yaratıcıları M.Ö. 300 yıllarına doğru doğudan gelen Kağnılı Türk boylarıdır. Tagar Kültürü’nü Taştık Kültürü hâline inkılâp ettiren bu boylar kısa bir zaman içinde bu kültürü bölgede Türkçe konuşan bütün topluluklara yaymıştır. Kiselev, Taştık Kültürü’nü doğrudan doğruya Kırgız ve Kök-Türk kültürlerinin öncüsü olarak kabul eder.
Mayemir ve Pazırık Kültürü:
Herodotos’ta Argyppoi olarak zikredilen ve Türk olarak tahmin edilen boylarla Kağnılı Türk boylarına atfedilen Pazırık, Şibe ve Mayemir kültürleri Altun-yış (Altay) Dağları, Yarış (Çungarya) Yaylası, Tarbagatay Dağları, Kara İrtiş ve Yumar (Ob) Vadileri çevresinde ortaya çıkmıştır. Köğmen bölgesinde ortaya çıkan Taştık Kültürü, Altay bölgelerinde Mayemir Kültürü’ne inkılâp etmiştir. Taştık Kültürü’nü, Altay bölgesine taşıyan boylar Köğmen Dağları bölgesinden gelmiş olup, Pazırık mezarları M.Ö. IV. – M.S. II. yüzyıllardan kalmadır.
Milattan Önce Yaşamış Türk Devlet ve Beylikleri
Pazırık Halısı 
Pazırık mezarları ilk defa olarak 1929 yılında S. I. Rudenko ve M. P. Greyaznov adlı iki Leningradlı bilim adamı tarafından ortaya çıkarılmıştır. İlk mezar, Sibirya’da 1600 m yükseklikteki Ulagan Vadisi’nde bulunmuştur. Pazırık denilen bu yerde yapılan kazılar sonunda tamamen donmuş şekilde, bozulmamış Pazırık mezarı içindekilerle birlikte ortaya çıkarılmıştır. Rudenko daha sonra 1947-1949 yıllarında bir heyetle bölgeye tekrar gelerek dört mezar daha ortaya çıkardı. Pazırık mezarlarından M.Ö. IV. -II. yüzyıllardan kalma halılar, giyim eşyaları, ayakkabılar, bir tören arabası, mumyalanmış kadın ve erkek cesetleri, süslü ve zengin koşum takımları ile donanmış atlar, çeşitli aletler, müzik aletleri ortaya çıkarıldı. Diğer yandan Potapov, M.Ö. 176 ve 43 tarihlerindeki Çin kaynaklarında bu bölgede Uygurlar’ın bulunduğuna dair kaydı dikkate alarak bu mezarların Uygur Türkleri’ne ait olabileceklerini ileri sürmektedir.

Kaynakça:

  • Baykara, Tuncer; Türk Kültür Tarihine Bakışlar, Ankara 2001, s. 234.
  • Durmuş, İlhami; İskitler, İstanbul 2007, s. 205.
  • Memiş, Ekrem; Eskiçağda Türkler, Konya 2002, s. X + 240.
  • Memiş, Ekrem; Türk Kültür Tarihi, Konya 1998, s. VI + 294.
  • Togan, A. Zeki Velidî; Umumî Türk Tarihine Giriş, C.1, En Eski Devirlerden 16. Asra Kadar, İstanbul 1970, s. 540.
  • Vásary, István; Eski İç Asya Tarihi, Çev. İsmail Doğan, İstanbul 2007, s. 270.

5 Ağustos 2019 Pazartesi





                         TÜRK MİTOLOJİSİNDE ŞAMANİZMLE İLGİLİ SEMBOLLER

4. 1. Hayvanlar

Şamanizmde şamanın gök ve yer tanrıları, iyi ve kötü ruhlarla temaslarında
aracı olarak bazı hayvanlara yer verilmiştir. Bugünkü Yakut şamanizminde "ije kıl"
denen hayvan eş ruhlar vardır ki bunlar şamanın yardımcıları olan ana hayvanlardır151.
Şamanizmde şamanın iletişim sistemini oluşturan hayvanlar sırasıyla şöyledir:
4. 1. 1. Kartal
Türklerin milli simgelerinden olan kartal şamanist uygulamalarda çok yaygın
olarak kullanılmıştır. Yakutların en yüksek ruhları taşıdığına inanılan bu hayvan gök
tanrının timsali olarak ya da şaman ruhunu ifade etmek amacıyla dünya ağacının
tepesinde tasavvur ediliyordu152. Bir Yakut efsanesinde şamanın kartaldan türediği
anlatılmıştır: "Yakut Türklerinin inanışlarına göre şamanlar yeryüzüne bir kartal
tarafından getirilirlerdi. Onlara göre şaman olacak bir çocuğun ruhu çocuk daha
doğmadan bir kartal tarafından yenirdi. Bu ruhu yiyen kartal bundan sonra güneşli bir
bölgeye göç ederdi. Ortası büyük bir çayırlıkla kaplı olan bu bölgede güneşin ışıkları
solmaz ve her zaman pırıl pırıl parlarmış…"153. Yine Buryat Moğollarına ait bir
150 a. g. e, s. 56.
151 Abdülkadir İnan, “Yakut Şamaniziminde İja Kııl”, Türkiyat Mecmuası, C.10, İstanbul,1953,s.213–214.
152 Yaşar Çoruhlu, a. g. e, s. 133.
153 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, s. 595.
4 3
efsanede: "Çok önceleri, ne hastalık ne de ölüm varmış. Fakat zamanla kötü ruhlar
yeryüzüne çıkıp, insanlara kötülük getirmeğe başlamışlar. Bunun üzerine de tanrı
insanlara yardım etsin diye gökten bir kartal göndermiş. Kartal yeryüzüne inmiş ve
insanların arasına gelmiş. Onlarla anlaşıp, birleşmek istemiş. Fakat ne o insanların ve ne
de insanlar onun dilini ve düşüncesini anlayabilmişler. Kartal bakmış ki olmayacak
çaresiz yine göğe dönmüş ve tanrıya olduğu gibi her şeyi anlatmış. Tanrı başka bir yol
düşünmüş ve kartala şöyle bir tavsiyede bulunmuş. Demiş ki in yeryüzüne ve karşına
çıkacak ilk insanı, senin dilini anlayabilecek bir şaman yap. Bunun üzerine kartal yine
kanatlarını açmış ve inmiş yeryüzüne. Bakmış ki bir ağacın altında bir kadın uyuyor. Bu
kadını kocasından ayırmış ve onunla yaşamağa başlamış. Kadın böylece kadından gebe
kalmış ve sonrada kocasına dönmüş. Ayı ve günü dolduktan sonra kadın bir erkek
çocuk doğurmuş. Çocuk zamanla büyüyerek büyük bir şaman olmuş. Yeryüzünün en
büyük şamanı ve bütün şamanların atası da bu olmuş. (Bazılarına göre ise yeryüzünün
ilk şamanı, kartalla münasebette bulunan bu kadın idi.)"154.
Kartal önemli bir türeme simgesiydi. Özellikle Göktürk ve Uygur devirlerinde
kartal ve diğer yırtıcı kuşlar hükümdar ya da beylerin timsali, koruyucu ruhun ve
adaletin simgesiydi. Güneşi ve aynı zamanda güç ve kudreti ifade ediyordu.
Gök tanrının simgesi olarak ona ve bazı yırtıcı kuşlara kurban sunuluyordu.
Özellikle sanat tarihinde mücadele sahnelerinde zafer kazanan hayvan olarak yer alan
kartal, gök unsuruna dâhil olup, olumsuz kavramlara karşı iyi olan unsurları temsilleri
etmektedir. Kartalın hükümdarlık, güç, kuvvetle ilgili simgesel anlamları İslamiyetten
sonrada devam etmiş, hatta zaman zaman arma olarak da kullanılmıştır155.
Kartal ile ilgili olarak Kuzey Amerika Kızılderili şamanlarında da inanmalar
vardır. Kızılderili şamanlarda, hastanın tedavisiyle uğraşan şamanın hastanın başına 1,5
metre uzunluğundaki asasını koyar. Şaman, asanın başını değerli kartal telekleri ile
donatır. Kartal tüylü asa ilk gece hasta ile aynı yerde kalır. Şamanın hasta tedavisi
sırasında ilahiler söyleyerek merasimi sürdürmesi sırasında kartal tüylü asanın, ilahileri
hastaya ulaştırması düşünülmüştür. Kartal tüylü asa hasta ile şaman arasında iletişimi
sağlayan simgedir156.
154 a. g. e, s. 596–597.
155 Yaşar Çoruhlu, a. g. e, s. 134.
156 Ahmet Ali Arslan, “Kızılderili ve Asya Türk Şamanizmi”, s. 38.
4 4

4.1.2. Kurt

Kurt Türk mitolojisinin en önemli sembolüdür. Kurt belki eski çağlarda
Türklerin bir totemi idi. Fakat Göktürk çağında kurt, bir totemden ziyade kutsal bir
sembol haline girmişti157. Kurt Türklerde rehber olarak da görülüp, kurtarıcı misyonuna
da bürünmüştür. Ergenekon’dan çıkışta Türklere yol gösteren kurt onların batıya,
Anadolu’ya gelişlerinde en önde giderek yine rehberlik etmiştir158. Türklerde kurtla
ilgili efsanelerde kurttan türeme motifi de yaygındır. Hiyung-nu hükümdarlarından
birinin, çok güzel bir kızı varmış. Bunların tanrı ile evlenmesi için yalvarmış. Bir kule
yaptırmış. Kızlarını oraya koymuş. Kulenin önünde bir kurt gece gündüz ulumağa
başlamış. Nihayet kızlardan birisi kurtla evlenmiş. Çocukları olmuş159 denilmektedir.
Kurtla ilgili olarak zamanla gelişen hayvan ata kavramı devlet, hükümdarlık
vb. unsurların simgesi olmuş; gök ve yer unsuruyla alakalı çeşitli anlamlar kazanmıştır.
Çin kaynakları kurdun egemenlik ve yiğitlikle ilişkisi hakkında bilgiler sunmaktadır. Bir
Çin yıllığında "sancaklarının başına altından kurt başı takarlar. Muhafızlarına
savaşçılarına fu-li (börü) derler. Çin dilinde anlamı kurt demektir: yani kurttan
doğmuşlardır…" denilmektedir. Hsiung- nulara ait Noinh- lak urganından çıkarılan ve
bayrak haline gelmiş keçeden torba şeklindeki bu tözün bağlı bulunduğu yerde, yani
gönderin tepesinde bir kurt başının bulunması yukarıdaki anlayışın Hunlardan beri
geliştiğini gösteriyor. 6.-13. yüzyıllara ait doğu Türkistan’daki Türk freskolarında kurt
başlı gönder tasvirlerine rastlanmaktadır. Bu tarz tasvirlere İslam sonrası minyatürlerde
de rastlanmıştır160.
Orta Asya Türklerinin yıldızlarla ilgili inançlarında, göklerde kurtların atları
nasıl kovaladıkları malumdur. Yakut Türklerinin efsanelerinde bunun birçok örnekleri
vardır. Kurt, Yakut şamanlarının en önemli afsun hayvanlarından biridir. Daha sonraki
zamanlarda ise en kötü hayvan köpek ile beraber kurt olmuştur. En yüksek ruhları
taşıyan hayvan ise kartaldı. Görülüyor ki Yakutlarda zamanla kurt önemini kaybetmiş
ve yerini kuşlara bırakmıştı. Öyle anlaşılıyor ki yüksek seviyedeki Türk toplumları
157 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, s. 40.
158 Hatice Gürgen, “Türk Kültüründe Kurt”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 138, İstanbul, 1998, s. 25
159 Cahit Öztelli, “Eski İnançların Bugünkü İzleri”, I.Uluslar Arası Türk Folklor Kongresi, C. 4,
Ankara,1976, s. 241.
160 Yaşar Çoruhlu, a. g. e, 134–135.
4 5
sembol olarak daha ziyade avcı kuşlara doğru meyletmişlerdir. İçtimai seviyeye
yükseldikçe kurt v.s. gibi hayvanlar unutuluyor ve onların yerlerini av avlayan yırtıcı
kuşlar alıyordu. Altay ve Yakut kabileleri ile Oğuz boylarının sembollerinin kuş olması,
bunu bize açıklayan bir delil olarak görülebilir161.
Baykal gölünün batısındaki Buryat Moğollarında üç önemli hayvan atadan biri
kurttur. Buryat şamanları şöyle derlerdi:
" tavşan, bizim " koşucumuz " ;
" kurt bizim " haber getiricimiz " ;
" kuğu " şekline girdiğimiz " ;
" kartal elçimiz olan hayvanlardır "162.

4. 1. 3. At

Türk folklorunda mukaddes bir varlık derecesine vardırılan at, göçebe Türk
medeniyetinin vazgeçilmez sembolüydü. Daha milattan önceki Hun Türklerinde bu kült,
devlet savaş ve savunmasında, bütün değeri ile mevcut olmuştur163.
Esas itibariyle at figürlerinin sembolizmini şamanist veya eski Türk dini ile
ilgili çeşitli tasavvurlar, destanlar, efsaneler, masallar, kozmolojik, astrolojik ve
mitolojik düşünceler meydana getirmektedir. Şamanist törenlerde atın yeri tamamen
semboliktir. Bu dini törenlerde at, şamanın gökyüzüne çıkacağı binek hayvanlarından
biri olarak ve kurban hayvanı olarak sembolik manasını kazanmaktadır. Bu
seremonilerde at bazen şamanın kendisinin, çoğu kez de gök tanrının timsali olarak
kabul edilmektedir. Zira Orta Asya ve İç Asya’da şamanizm ve çeşitli dini tasavvurlar
ile ilgili yapılan araştırmalarda, Altay kamlarının davulunun at olarak adlandırıldığı
tespit edilmiştir. Buryatlar arasında şaman, dini tören esnasında bir davula veya bir tahta
ata binerek gerçek bir ata biniyormuş gibi davranır ve vecd haline geçer, bu onun
gökyüzü seyahati için başlangıçtır. At şamana cennete erişmek için havada uçma imkânı
sağlar. Bu nedenle o, zaman zaman kanatlı at olarak düşünülmüştür. Öte yandan Türk
161 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, s. 41.
162 a. g. e, s. 47.
163 Ahmet Caferoğlu, “Türk Onomastiğinde At Kültü”, Türkiyat Mecmuası, C. 10, İstanbul, 1953, s. 202.
4 6
mitolojisinde at ölümün mistik bir sembolüdür. Çünkü mistik yolculuk sırasında ölünün
cesedini taşıyarak bu dünyadan ötekine geçirir164.
Yapılan araştırmalarda şamanın gökyüzü seyahatini çeşitli şekillerde
gerçekleştirdiği anlaşılmaktadır. Bu vecdi seyahatlerde çoğu kez at da yerini alır. Ancak
bu değişik şekillerde olabilir. Tertibine göre bu iş için bir sıra çam ağacı seçilir. Beyaz
at yelesinden yapılan çelenkler bu ağaçlara asılır. Üzerlerine kuş tasvirleri yerleştirilir.
Bu tasvirlerin üzerine göğe giden yolu temsil eden bir ip sarılır. Ve neticede şaman bu
yolu kullanarak gökyüzüne çıkar165.
İslamiyetten önce Türkler arasında atın kurban hayvanı olarak kullanılması da
onun sembolik yanını açıklamada katkı sağlar. Atın Türk boyları tarafından kurban
olarak kullanılışı Çin kaynaklarında da zikredilmektedir. Bir Çin yıllığında Hun shan–
yusunun ve maiyetinin No-shui nehrinin doğu tarafındaki bir dağa çıkarak bir beyaz at
kurban ettikleri belirtilmektedir. At kurbanı töreninde özellikle beyaz atın seçilmesi
renk sembolizmine girmeyi gerektirmektedir. Beyaz renk temizlik, arılık ve ululuk
sembolü olmuştur. B. Ögel’e göre Türklerin hayatı her çağda avcılığa dayandığı için,
hayvanları her türlü sakıncalara karşı uğurlu, kutlu ve arı olmalıdır. Bundan dolayı
konuşma esnasında sürüler de bu aklık sıfatıyla tanıtılırdı. Dolayısıyla anlaşılacağı üzere
kurban edilen beyaz at "ululuk, temizlik, arılık" sembolü olarak kabul edilebilir. Ve bu
haliyle at kurbanı ancak Gök tanrıya sunulabilir166.
Orta ve İç Asya’da yapılan prehistorik ve arkeolojik kazılar, mezarlarda yüksek
miktarda at kalıntılarının bulunduğunu göstermiştir. Özellikle bozkır kültürünün ortaya
çıktığı çağlardan itibaren kurganlarda atlarında kurban edilerek ölüyle birlikte
gömüldükleri anlaşılmaktadır. Ölüm sembolizmi ile ilgili bu durumda atların ölen kişiye
öteki dünya da hizmet edeceklerine veya yukarıda belirtildiği gibi ölüm sembolü olarak
cesedi öteki dünyaya taşıyacaklarına inanılmış olmalıdır. Altaylardaki Arzhan kurganı
at gömme olayına tipik bir misal teşkil eder. Araştırmacılar buradaki 7 mezara 138 at
gömüldüğünü ve her mezar odasındaki atların belirli bir kabileye ait olduklarını
söylemektedir. Yine ifadeye göre, cenaze törenine katılanların yedikleri atlarda sayılırsa
cenaze töreninde mevcut atların sayılarının on binden fazla olması gerekecektir. Aynı
164 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında At Figürlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 98,
İstanbul, 1995, s. 171.
165 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC’ si, İstanbul, 1998, s. 118.
166 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında At Figürlerinin Sembolizmi”, s. 172.
4 7
şekilde atın kurban edilmesi ve mezara gömülmesine ilişkin tipik örnekler arasında
Pazırık kurganları da zikredilebilir. Altay Türklerinde at kurbanı iyilik ve yaratılışın
sembolü olan ve göğün en büyük ruhu olan Ülgen’e sunmak içinde yapılır. Akşam
yapılan hazırlıklardan sonra tören başlar. Tören yeri, tenha bir ormandaki çadır olup
kamın seçtiği kurbanlık at ile ilgili olarak göğün 9. katına çıkar ve Ülgen’in tasvibini
alır. Bu işlemden sonra kurban kesilir. At kurbanı Proto- Türk ve Hun devrinde olduğu
gibi aynı veya benzeri sembolik manaları ihtiva edecek şekilde Göktürk devrinde de söz
konusuydu. Bu devirde özellikle av sırasında ok ile vurularak "ak at" kurban edilirdi167.
At figürlerinin sembolizminde bir diğer husus da yas, alamet, savaş ve yiğitlik
sembolü olarak atların kuyruğunun kesilmesi, bağlanması veya örülmesi olayıdır.
Arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkan kurganlarda, atların kuyrukları mezarda
yatan kahramanların hatırasını yâd edecek şekilde kesilmiş ve düğümlenmiştir.
Rudenko’nun yaptığı kazılarda Pazırık kurganlarında bu şekilde kesilmiş ve bukleler
halinde örülmüş atkuyrukları ele geçirilmiştir. Bazen örülmüş kuyruklar düğümlenmiş
bazen de ortadan altınlı bir bant ile bağlanmıştır. İslamiyetten önce ve sonra önemli
birisi öldüğü vakit dul kalmış sayılan atının kuyruğu kesiliyor ve ya örülüp
bağlanıyordu168. B. Ögel’e göre çadırda evlerde, mezarların üzerinde dağ başlarında
asılan atkuyrukları devlet sembolü olan yak öküzü kuyruğundan tuğları hatırlattığı gibi
at ruhlarını da akla getirir. Yine ona göre atkuyruklarını sembolleştirme günlük hayat
geleneklerinin doğurduğu bir davranıştır. Örneğin ölen bir kahraman atının kuyruğunun
mezarına asılması bir yiğitlik ve savaş sembolüdür169.

4. 1. 4. Geyik

İnsanlığın, sembolik yaratım gücünü kazandığı süreçlerden itibaren yaşamın
önemli bir parçası olan geyiğin, eldeki arkeolojik verilerin ışığında, özellikle üst
Paleotik süreçlerden itibaren önemli bir nitelik kazandığı gözlenmektedir. Avcı bir
yaşam tarzını benimseyen bu süreç insanlarının avlayıp tükettiği besin kaynaklarının
başında gelen geyik, aynı zamanda düşünsel oluşumunda en önemli işlevsel
olgularından biri olmuştur. Eldeki veriler ışığında en erken mağara resimlerinden
167 a. g. m, s. 173.
168 a. g. m, s. 174.
169 Bahaeddin Ögel, Türk Kültür Tarihine Giriş, C. 6, Ankara, 1991, s. 146–147.
4 8
başlayarak, daha sonraki süreçlerin kaya sanatı örnekleri ve diğer sanatsal objeleri
devamlı olarak bizonlar, atlar ile birlikte geyiğe öncelikli yer vermiştir170 .
Orta Asya ve Sibirya’da kaya kazılarında, bazı gravürlerde ve bazı
buluntularda geyik tasvirlerine rastlanmıştır. Geyik sembolizminin önemli bir öğesi olan
ve Orta Asya ile Sibirya’da yaygın örnekleri gözlenen metal şaman taçları üzerinde yer
alan ve Lapon şamanını betimleyen bir sahne ile tam bir uyuşum göstermektedir. Bu tip
gravür üzerinde elinde davulu ve özel tören giysisi içindeki şamanın geyik boynuzları
taşıyan tacı bir örnektir. Orta Asya ve Avrasya buluntuları arasında yer alan altın geyik
tasvirleri ihtiva eden plakalar çok sayıda örnekle temsil edilirken, en güzel örneğini
Kazakistan’da Almatı yakınlarında Issık gölü çevresinde bulunan ve M.Ö.5.4.
yüzyıllara tarihlenen altın elbiseli adam mezarında bulunmaktadır. Genel ikonografinin
bütün öğelerini ihtiva eden başlığı ve özel tören elbisesiyle gömülmüş olan genç
savaşçının özellikle kılıcı, kılıç kanı, kemeri ve elbise parçaları üzerinde yer alan geyik
tasvirli altın plakalar bu tip objelerin genel durumu içinde önemli bir delil teşkil
etmektedir. Yine Umay kavramını akla getiren Pazırık kurganı 5’te keçe üzerinde
Alplik olarak yapılmış betimlemede, geyik ve kadın ilişkisinin açılımını göstermektedir.
Bu sahnede solda oturur vaziyette görülen tanrıçanın yanında bir hayat ağacı
bulunmakta olup, sağ taraftaki bir atlı ona doğru ilerlemektedir. Benzer bir temada
Göktürk devrinden kalma Kudriga gömüsünde karşımıza çıkan, bir maske altındaki taçlı
bir kadın ve yanındaki iki kadınla birlikte atlar ve atından inmiş bir atlıyı
göstermektedir. Bu sahneler ışığında ağaç, geyik, tanrıça yardımcıları ve atlı bir bütün
içinde yer almaktadır171.
Türklerde kutsal olan geyik Türk efsanelerinde daha çok kutsiyetini dişi geyik
olarak gösterir. Bunlarda tanrı ile ilgisi olan birer ilahe, dişi tanrı ve daha doğrusu bir
dişi ruh durumunda idiler. Bu efsanelerin en güzel örneği, Göktürk çağında, Çin
kaynakları tarafından anlatılan bir rivayettir. Efsane şöyledir: "Göktürklerin atalarından
biri, sık sık bir mağaraya giderek orda dişi bir deniz tanrısı ile sevişirmiş, ikisi
arasındaki bu aşk ilgileri devam ederken, günün birinde bu Göktürk reisi, bir sürek avı
düzenleyerek ordusu ile ava çıkmış. Askerler geniş bölgelerdeki vahşi hayvanları
sürerek, nihayet küçük bir yere sıkıştırmışlar. Bundan sonra da avlarının etrafını çevirip,
170 Engin Beksaç, “Türk Dünyasında Geyik Sembolizmi”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 129, İstanbul,
2000, s. 191.
171 a. g. m, s. 192–194.
4 9
birer birer avlamağa başlamışlar. Tam bu sırada askerlerden biri, karşısına çıkan bir ak
geyiği okuyla vurarak öldürmüş. Bundan sonra sevgilisini yerinde bulamayan Göktürk
reisi, meseleyi anlamış ve ak geyiği vuran askerle onun kabilesini cezalandırmış. Bu
cezaya göre Göktürklerde insan kurbanları, hep bu askerin kabilesinden verilirmiş"172.
Yine gök unsuruna bağlı olarak Orta ve İç Asya’da özellikle beyaz geyiğin
önemli olduğu görülmektedir. Al ya da kahverengi geyikler ise daha çok yer ya da
yeraltı unsurlarıyla ilgilidir. Türk mitolojisinde peşinden koşan avcıyı yeraltına (ölüme)
geyikleri anlatan efsaneler vardır173.
Altay inanışlarında önemli yer tutan geyik, bu çevrelerde kamların dualarında
"bindiğim hayvan geyik- sığın" şeklinde betimlenmekte olup, gök ve yer arasındaki
işlevini geyik için aşikâr yapmaktadır. Bu tür geyiğe binme motifi daha sonra İslamiyet
süreci içinde de sürmüş olup, Anadolu erenleri arasında, özellikle Bektaşi çevrelerinde
önemini sürdürmüş olup, Anadolu erenleri arasında, özellikle Bektaşi çevrelerinde
önemini sürdürmüş Orta Asya kökenli bir motiftir174.
Şamanizm inanışlarında ve pratiklerde koruyucu niteliği ön plana çıkan geyik
sembolizminin Yakut Momsk bölgesinde bir ayin esnasında şaman tarafından
gerçekleştirilen ayin esnasındaki yansıması, geyiğin törenlerindeki durumu kadar
şamanlık işlevi için de ilginç bir çağrışım yapmaktadır. Hastalık iyileştirmek için
yapılan ayin esnasında, şaman önce geyik taklidi ile ayine başlar ve göğe çıktığını ifade
eder. Eliyle güneşten korunuyor gibi davranması geyiğin göğe çıkışındaki ilk aşamadaki
rolüne olduğu kadar şamanın binek hayvanı olmasına da açıklık getirmektedir. Göğe
ulaştığını ifade eden şaman daha sonra gökte bağlar ve sonra atmaca olur175.
4. 1. 5. Horoz Ve Tavuk
Proto Türk ya da Hun devrine ait Pazırık kurganlarından çıkarılan eserler
arasında deriden kesilmiş ya da lahitler üzerine oyulmuş ya da elbiselerde yer almış bir
şekilde karşımıza çıkan horoz- tavuk figürleri büyük olasılıkla kötü ruhları kovan,
172 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, s. 569.
173 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 143.
174 Engin Beksaç, a. g. m, s. 197.
175 a. g. m, s. 201–202.
5 0
koruyucu simgelerdi. Özellikle şaman günün ağarışını haber vermesiyle bu anlamı ifade
ediyordu176.
Türklerde ve Çinlilerde horoz ve tavukla ilgili inanışlar ve sembolizm ortaktır.
Çinliler tavuğu pek makbul saymazken horoz figürlerine kutsallık atfediyorlardı.
Horozun güneşin doğuşu esnasında ötüşü veya tabut üzerinde yer alışı kötü cinlerden ve
hayaletlerden kurtulmayı sağlıyordu. Çinliler bazen horozun, horoz biçiminde bir ruh
olduğuna inanmışlardı. Özellikle kutsal sayılan beyaz horoz bazen bir ilah olarak
görülmüş, bazen de beyaz rengin sembolik manasından dolayı kalbin temizliğinin
amblemi olmuştur. Bunun için evlilik törenlerinde gelin ve damadın elbisesinin
üzerinde horoz tasviri yer alır. Horoz göğe ait etkilere karşı bir korunma sağlardı. O,
tavuklara karşı nazik, yardımsever, düşmanına karşı ise korkusuz bir savaşçıydı. Buna
rağmen tavuğun belirli yerlerde kötülüğe ve şansızlığa delalet ettiğine inanılmaktaydı.
Ancak sadece bir yerde tavuğun anlamı iyidir. Onun yumurtasının sarısı ve akının
evrenin ruhu ve gök ile alakalı olduğu düşünülmüştür177.
Tavuk, oniki hayvanlı Türk takviminin yıl sembollerinden biriydi. Horozun ise
cesaret, savaşçılık, dürüstlük, nezaket, şeytanı kovma gibi özellikleri, onun bu
kavramların sembolü gibi algılanmasına yol açmıştır. Rivayet edilen ve sahih olmadığı
anlaşılan bir hadiste, Allahın göğün altına kanatları zümrüt ve inciyle donatılmış horoz
biçiminde bir melek koyduğu ve bu horozun gece biterken, diğer horozların ötmesi için
kanatlarını açtığı anlatılmaktadır.
Öte yandan gerçekle pek ilgisinin olmadığı anlaşılan rivayetlerde horozun
yaşadığı eve şeytanın giremeyeceği, Hz. Muhammed’in bir beyaz horozu dost edindiği,
camide ve evinde bir beyaz horoz bulunduğu, namaz vakitlerini bildirdiği için, bir
yerden giderken bir beyaz horozu yanında götürdüğü anlatılmaktadır178.

4. 1. 6. Koyun, Koç, Keçi

Koyun ve özellikle beyaz koç, eski Türklerde gök tanrıya sunulan kurbanlar
arsındaydı. Çin kaynaklarının aktardığına göre Tabgaçlar, gök tanrısı ayini olarak anılan
176 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Horoz ve Tavuk Figürlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası
Tarih Dergisi, S. 91, İstanbul, 1994, s. 26.
177 a. g. m, s. 27–28.
178 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin ABC’ si, s. 169.
5 1
törenlerde ak buzağı, koç ve at kurban ediyordu. Yine, günümüz şamanist topluklarında
Beltirler göğe kurban törenlerinde beyaz koyun veya oğlak kurban ediyorlardı. Bu
nedenle gök unsuruna atfedilen bütün özellikler koyun, koç ve keçiler için de söz
konusuydu. Ancak (beyaz dışında bir renkten) koyun ve keçi zaman zaman yer
tanrısının hayvanı da sayıldığından özellikle matem törenlerinde yere kurban ediliyordu.
Bu hayvanlar ataların ruhları için veya kötü ruhlardan korunmak için de kurban
ediliyordu. Ayrıca koyun on iki hayvanlı takvimin yıl sembollerinden biridir.
Zıt kavramların mücadelesini gösteren hayvan mücadele sahnelerinde koyun ve
dağ keçileri yenilen, yani olumsuz bir unsur olarak yer almıştır. Koç ise daha çok gökle
ilgili sayıldığından ongun olarak kullanılmış, güç ve kuvvet ya da Alplik sembolü
olmuştur. Öte yandan koç ve ya dağ keçisi şekli, bazen hanedan arması olarak da
kullanılmıştır. Bunu en güzel, Kültigin yazıtının doğu yüzündeki dağ keçisi şeklindeki
sembol ifade etmektedir179.
Koçun Ti’e-le boyları ordugâhlarını ve savaştıkları yerleri kötü ruhlardan
temizlemek için güz mevsiminde törenler yaparlar ve yere bir koç gömerlerdi. Koç
kemikleri bir deri üzerinde toplanır ve bir kadın şaman bunları başı üzerinde taşırdı180.
Beyaz ve kara koçun farklı manaları sembolize ettiğine dair inanışları Narh
destanlarında tespit etmek mümkündür. Narh destanlarında, kahraman Sosuruk
düşmanları tarafından dipsiz bir kuyuya atılır. Burada kavga eden biri kara diğeri beyaz
iki koç görür. Beyaz koçun boynuzlarına tutunabilirse yeryüzüne çıkabilecektir. Kara
koçun boynuzlarına tutunursa yerin yedi kat altına götürülecektir181. Burada koç
sembolizminde beyaz koçu Ülgen ile kara koçu ise Erlik ile nitelendirmek mümkündür.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Türkler gök tanrının yanı sıra yere de koç ve
koyun cinsinden kurbanlar sunuyorlardı. Türkler özellikle matem merasimlerinde öküz
ve koç cinsi hayvanları canlı olarak ve gömerek kurban ederlerdi. Chou devri
(M.Ö.1050-M.S.249) ve sonraki Çin devirlerinde göğe adanan hayvanlar yakılır,
toprağa adananlar gömülürdü. Ancak nadir hallerde yer tanrısına verilen kurbanın kanı
179 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 150.
180 Abdulhaluk M. Çay, Türk Milli Kültüründe Hayvan Motifleri, Ankara, 1990, s. 51.
181 Tatyana Hapçayeva, a. g. m, s. 127.
5 2
toprağa akıtılırdı. Yer tanrıya kurban verilmesinin sebeplerinden birisi de toprağın
verimliliğini artırmak olmalıdır182.
Koyun şamanizm ile ilgili çeşitli koruyucu veya kötü vasıflı ruhlara (şerrinden
emin olmak için) da kurban ediliyordu. Koyunun yer unsuru ile alakalı veçhesi onun
aynı zamanda hayvan mücadele sahnelerinde yenilen hayvan (kötülüğün, karanlığın,
ayın, düşmanın v.s sembolü) olarak yer almasını gerektirmiştir. Aslında bu konu yerin
yeraltı veçhesiyle ilişkilidir. Hayvan mücadele sahnelerinde dağ koyunu veya dağ
keçisine en erken devirlerden itibaren rastlanır. Bunların en erken ve en güzel örnekleri
arasında Pazırık kurganından çıkarılan sanat eserleri üzerindeki tasvirler
zikredilebilir183.
Kam/şamanların giyim ve kuşamlarında, dualarında koç/ koyun motifi oldukça
önemli yer tutmaktadır. Şaman külahlarının tepe kısmı beyaz koyun, yününden örülmüş
kalın kaytanlarla doldurularak zikzak şeklinde dikilirdi. Altay Türklerinin orbu,
Yakutların bulaayah dedikleri şaman davul tokmakları ya kayın ağacından ya da sıgun
veya dağ tekesi boynuzundan yapılırlardı. Kırgız- Kazak bakşılarının dualarında koçkar/
koç, veli veya evliyalar arasında zikredilirdi. Bu bakşılardan birinin adının Baykuzu
bakşı olması da ilginçtir184.
Balballara benzer şekilde, eski Türklerde görülen koç/ koyun, at v.b gibi resim,
heykel ve şekiller kurban merasimlerinin hatıralarıdır. Chou ve Göktürklerde kurban
olarak sunulan at ve koçların başları sırıklara çakılır ve mezar etrafına dikilirdi. Daha
sonraki dönemlerde ortaya çıkarılan at ve koyun heykeli mezar taşları bu törenin
gelenek halini almış bir şeklidir185. Balballar şeklinde oluşturulan koçboynuzlarının
Türkmenler arasında güç ve kuvveti ifade ettikleri ve bu tarz şekillerin Türkmen
keçeleri, dokumaları ve tahta sütun başlıklarında kullanılan bir motif olduğu görülür.
Hazar- ötesi Türkmenlerinde bu tarz oluşumlara rastlanmıştır186.
182 Yaşar Çoruhlu, “Koyun, Koç, Keçi Figürlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi, S. 100,
İstanbul, 1995, s. 52.
183 a. g. m, s. 53.
184 Abdulhaluk M. Çay, a. g. e, s. 52.
185 a. g. e, s. 54.
186 İsmail Aka, “Hazar-Ötesi Türkmenlerinde Din ve İnanışlar”, Türk Kültürü, S. 215–216, Ankara,
1980,s. 310.
5 3

4. 1. 7. Boğa (Öküz, İnek)

Boğa genellikle yer unsuru içinde değerlendirilmekle beraber, bazı anlamları
açısından gökle de ilişkilendirilmiştir. Daha önce bazı kavimlerin türediği bir hayvan
olduğundan söz edilmiştir. Eski Türklerde, özellikle boğa veya öküz Alplik ongunu
veya simgesiydi. Erken devir Türklerinde savaş tanrısı sayılmış Ch’ih-yo’nun başı
kaplan, ejder ve yabani boğayı andıran ve koruyucu ruh sayılan bir maske olarak da
kullanılıyordu. Nitekim Kültigin mezar külliyesinin batı kısmının duvarlarında bulunan
maskelerin bu maskeye benzediği de gözden kaçmamaktadır.
Boğa ve onun yüksek bölgelerde yaşayan tüylü cinsi olan kotuz, kuvvet ve
kudret simgesi olduğundan, hükümdar veya hükümdarlık simgesi ya da ongunu da
sayılmıştır. Tonyukuk yazıtında hükümdarın yağlı, semiz bir boğa ile kıyaslanması bu
konuyu desteklemektedir. Öte yandan yak öküzü veya kotuz kuyruğu egemenlik
simgesi olarak tuğlarda da kullanılıyordu. Özellikle bu tip durumlarda boğa göğe bağlı
(gök boğa) olarak düşünülüyordu. Ancak çoğu kere o yer unsuruna girer. Nitekim
olarak öküz ve koç cinsi hayvanlar gömülerek yere kurban sunuluyordu. Bazen yeraltı
tanrısı Erlik bir boğanın sırtında gösterilmiştir. Kara boğa aynı zamanda Erlik’e kurban
olarak sunulur187.

4. 1. 8. Yırtıcı Olmayan Kuşlar

İslam öncesi Türklerde kuş tasvirleri ruh sembolü olarak ele alınmıştır. Kuşun
ruh sembolü olduğu Orhun abidelerinden de anlaşılmaktadır. O, aynı zamanda ölümün
ve cennetin sembolü de olmuştur188. Orhun kitabelerinde bu açıklamayı destekleyen
metin şöyledir: "Babam kağan böylece ili, töreyi kazanıp uçup gitmiş", "babam kağan
uçtuğumda küçük kardeşim Kültigin yedi yaşında kaldı…", "değerli oğlunuzdan,
evladınızdan çok daha iyi beslerdiniz. Uçup gittiniz…", "o bilmenden dolayı, kötülüğün
yüzünden amcam kağan uçup gitti", "bu kadar kazanıp babam kağan köpek yılı, onuncu
ay, yirmi altıda uçup gitti", "Bilge Kağan uçtu"189.
187 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 144–145.
188 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Yırtıcı Olmayan Kuşların Sembolizmi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
S. 102, İstanbul, 1995, s. 53.
189 Muharrem Ergin, Orhun Abideleri, İstanbul, 1976, s. 25–45–46.
5 4
Kuş sembolleri şaman ayinlerinde, şamanın biçimine girdiği hayvanlar arasında
yer almaktadır. Kaz, karga, kartal, baykuş, kuğu şeklinde tasarlanan bu yardımcı kuşlar,
gökyüzü seyahati sırasında şamana yardımcı olurlar. Adeta bu ruhlar şamana gökyüzü
seyahati sırasında yol gösterirler. Şaman bazen onların biçimini alır; bazen onları bineği
olarak kullanır. Şamanlar bu hayvanlar vasıtasıyla yeraltına da inebilir. Söz gelimi
Kuzey Sibirya’da martı ve kuğu gibi su kuşlarının şamanın yeraltı dünyasında denize
dalışını sembolize etmek amacıyla kullanıldığını görüyoruz190.
Kaz motifi Radloff’un derlediği Altay yaratılış destanında da yer alır. Burada
yaratılış esnasında, kara kaz insan ve yaratıcı tanrıyı simgelemektedir: "Evvelce ancak
su vardı; yer, gök, ay ve güneş yoktu. Tanrı (Kuday) ile bir kişi vardı. Bunlar kaz
şekline girip su üzerinde uçuyorlardı"191.
Benzer şekilde Altay yaratılış destanında tanrı Ülgen kuş biçimindedir192. Öte
yandan bir Yakut yaratılış efsanesinde, suyun altından toprağı çıkarmak üzere kırmızı
boyunlu balıkçıl ile bir yaban ördeği görevlendirilir193.
Bilindiği gibi kuğu ve kaz gibi bazı kuşlar Orta Asya’da ve Çin’de çok eski
çağlardan beri kutsal sayılıyordu; örneğin bıldırcın yiğitliğin, sülün güzellik ve iyi
şansın, saksağan iyi haberin, turna ölümsüzlüğün ve uzun hayatın, altın ya da kırmızı
karga güneşin, karakarga şeytanın ve kötülüğün, ördek (Budist devirde) mutluluk ve
refahın, tavus güzellik, itibar ve şerefin, güvercin uzun hayatın, kaz erkekliğin, evliliğin
ve başarının simgesi olmuştur. Kaz ve kuğu gibi kuşlar Türklerde ayrıca kut ve beylik
timsali olmuştur. Ağaçkakan da yardımcı bir ilah olan Suyla’nın ruhunun simgesi ve
tanrının elçisi sayılıyordu. 568 yılında istemi kağana elçi olarak giden Bizanslı
Zemarkhos, hükümdarın tahtını tavus figürlerinin taşıdığından bahsettiğine göre, tavus
kuşu taht simgeciliğiyle ilgili olmalıdır.
Sözü edilen ve yahut edilmeyen birçok kuşla ilgili çeşitli hususlar kahramanlar
içinde geçerlidir. Manas destanında düşmanın saldırısını gören Semetey’in nişanlısı Ay
Çörek, kahraman Semetey’e haber verebilmek için, kuğu kuşu suretine girip havalanır
ve Talas’a doğru uçar. Öte yandan Altay masallarından altın Kuspınan masalında, altın
190 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Yırtıcı Olmayan Kuşların Sembolizmi, s. 53.
191 W. Radlof, a. g. e, s. 3–4.
192 Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi, C. I, s. 432–433.
193 a. g. e, s. 449.
5 5
kuğu şeklindeki ilahlar, koruyucu unsur olarak, masaldaki çocuğu Solbon Mergenden
kurtarmaya çalışır. Masalın devamında da bu çocuk Ay Merger olur.
Öte yandan Altın Köl yazıtından turnanın zenginlik, servet, refah simgesi
olduğu, Irk Bitig’de süksük kuşu ve kuğunun olumlu simgeler olarak düşünüldüğü
görülmektedir. Kaşgarlı Mahmut’un ünlü eseri Divan-ı Lûgat-it Türk’te kuşlar genel
olarak beylik, kut ve talih simgesi olarak anılır. Ona göre kerkes kuşu gibi bazı kuşlar
da uğursu olup ölüme işaret ederler194.
Şaman giysilerinde kuş tüylerinin önemli olduğu vurgulanmıştır. Dahası bu
giysilerin tasarımı ve yapısı da bir kuşun biçimini elden geldiğince taklit etmeye çalışır.
Örneğin, Altay Şamanları, Minusinsk Tatarlarının, Teleütlerin, Soyotların ve
Karagasların şamanları giysilerini baykuşa benzetmeye çalışırlar. Soyot giysisinin tam
bir kuş görünümü olduğu bile söylenebilir. Özellikle kartala benzemeye çalışılır.
Goldalarda da kuş biçimli giysi yaygındır. Daha kuzeyde yaşayan Dolgan, Yakut ve
Tunguzlar gibi Sibirya halkları hakkında da aynı şey söylenebilir. Yukagirlerde de
şaman giysisinde kuş tüyleri vardır. Çizmesi kuş ayağına benzetilmiş bir Tunguz şamanı
görülmüştür. Kuş biçimli giysinin en karmaşık türüne Yakut şamanlarında rastlanır.
Bunların giysisi demirden tam bir kuş iskeletini temsil eder. Zaten kuş biçimli giysinin
çıkıp yayıldığı merkez de hâlâ Yakutların yaşadığı bölgedir. Tunguzlarda da kuş
giysisinin öbür dünya ya yolculuk için mutlaka gerekli olduğunu belirtir: "Giysi hafif
olduğu zaman oraya da daha kolay gidildiğini söylüyorlar".
Kuş motifi araştırmacılarca şamana gökyolculuğunda yardım eden "yardımcı
ruhlar" inancıyla ilişki içinde ele alınır195.

4. 1. 9. Köpek

Türk kültürünün bütünü göze alındığında köpeğin daha ziyade yer/yeraltı
unsurunun temsil ettiği niteliklere sahip olduğu görülüyor. Kudretli şamanlar köpeği
sadece yeraltı dünyasına inmek için kullanırlardı. Türk kozmolojisinde ölüme işaret
eden unsurun zoomorfik timsallerinden birisi köpek idi. Bazı Türk topluluklarında ölüye
köpek ve at kurban edilmesi gibi hususlar bu düşünceyi kuvvetlendirmektedir. Ayrıca
Göktürk hükümdarı Bilge Kağan’ın Çin elçisi ile görüşürken Tibetlileri "köpek
194 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 152–153.
195 Mircea Eliade, a. g. e, s. 186–188.
5 6
soyundan geldikleri" şeklinde aşağılaması, kurdu göğe ait bir sembol sayan Göktürk
hükümdarının köpeği zıt anlam ifade eden yer/su ilkesi için değerlendiğine işaret
ediyor. Bununla beraber köpek bazı gelişmemiş Türk topluluklarında diğer kültürlerden
gelen etkiler neticesinde bazı durumlarda ve özellikle av ile ilgili olarak önemli
sayılmıştı. Ancak bu hususu onun gök unsuruna dâhil olan niteliklere sahip olduğunu
göstermektedir196.

4. 1. 10. Tavşan

Tavşan özellikle İslamiyetten evvelki Türk kültür ve sanatında kartal, kurt, koç
v.s gibi hayvan sembollerini yanında fazla önemli yer tutmaz. Ancak diğer hayvan
sembolleri için geçerli olan sistem büyük oranda tavşan için de geçerlidir. Nitekim
bilhassa erken devirlerde tavşan da gök ve yer-su-atalar dini unsurlarına göre sembolik
anlamını kazanmaktadır. Göğe ait bir unsur olarak beyaz tavşanın, yere ve (yeraltı)
unsuruna bağlı olarak siyah tavşan ön plana çıkmıştır197. Ata sembolü olan tavşan
Altaylılar ve Yakutlar arasında duvarlara ve sırıklara asılan tavşan derisi şeklindeki
tözlerin varlığı buna delildir. Yine şaman davulunun tavşan derisiyle kaplanması,
şamanist törenlerde tavşanın önemini göstermektedir198 .

4. 1. 11. Tilki

İslamiyetten önceki devrede tilki figürünün sembolizmi ile alakalı bazı
hususların Türkler ve Çinlilerde benzeri şekilde yer aldığı anlaşılmaktadır. İslamiyet’ten
önce Türklerde tilki sembolü de gök-yer-su atalar dini inançlarına dayanmaktadır. Altay
ve Yakutların tözlerinin içinde tilkinin de yer alması onun eski zamanlardan itibaren ata
simgesi olduğuna kanaat getirtmiştir. Bu husus tilkinin Çin’de bazen göğe ait bir tanrı
olarak nitelenen sembol olmasıyla ilişkilidir. Tilki Çin’de iyi şans, uzun ömrü ve
kurnazlığı simgeliyordu. Türklerde de hilekâr ve kurnaz bir hayvan olarak tanınıyordu.
196 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Hayvan Figürlerine "Gök ve Yer" Sembolizmi Açısından Bir
Bakış”, s. 243.
197 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Tavşan Figürlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi, S. 92, İstanbul, 1994, s. 26.
198 a. g. m, s. 26.
5 7
Tilkinin bazen kahramanların koruyucu ruhlarından sayıldığı da anlaşılmaktadır, bu
koruyucu ruh öldüğünde kahramanın da öldüğüne inanılmıştır199.
Şaman başlığında boncuklar, ipler ya da kuş tüylerinin yanı sıra tilki postunun
da yer alması, onun şamanist törenlerde yer alan hayvanlardan biri olduğunu
göstermektedir200.
Tilkinin şaman törenlerinde iyi anılmasının yanında kötü anlamıyla da ele
alındığı görülmüştür. Birçok hikâye ve efsanede avcıları yeraltına çekmek isteyen kötü
ruhlardan söz edilir. Bu kötü ruhlardan birisi de kara tilki olarak tasavvur edilmiştir ve
bu tilki motifi kötülüğü, yeraltının karanlık güçlerini ve ölümü temsil etmektedir. Zira
onu kovalayan avcıyı bir kaya da yer alan kapıdan içeriye sokabilirse avcı ölecektir.
Ancak genellikle bu kovalama sırasında tecrübeli bir ihtiyar ortaya çıkarak avcıya öğüt
verir ve avcı bahsedilen kapıdan içeri girmez201.

4. 1. 12. Yılan

Yılan Türk şamanizminde yeraltı ilahı Erlik ile alakalı bir semboldür. Yılanın
genellikle karayılan olarak anılmasının sebeplerinden birisi yine Erlikle ilgiliydi. Çünkü
Türk mitolojisinde ak veya gök renk gök tanrıyı kara renk ise yeri ve yeraltı tanrısı
Erlik’i simgelemekteydi. Erlik bazı şaman dualarında karayılandan bir kamçıya sahip
olarak tanıtılmaktadır: "…Bindiği (at) kara küheylan/dizgini kara ipekten/kamçısı
karayılan…". Böylece Erlik’in sembollerinden biri olan karayılan, aynı zamanda onun
temsil ettiği karanlık dünyanın, ölümün ve kötülüğün sembolü olarak da kabul
edilebilir. İnsanlar Erlik’ten sakınıp ona kurban sunar ve ondan yardım dilerlerdi. Bu
nedenle Sibirya’daki topluluklarda buna benzer şekilde, yılan gibi tehlikeli ve korkutucu
hayvanların figürlerini yapar, kendilerine yardım edeceğine inandıkları için
saklarlardı202. Öte yandan bazı şamanlar yılan biçimine girerler. Tören esnasında onun
hareketlerini taklit ederler. Bu nedenle şaman elbiselerinde yılana işaret eden nesneler
199 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Tilki Figürlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası Tarih Dergisi,
S. 96, İstanbul, 1994, s. 52.
200 Yaşar Çoruhlu, Türk Mitolojisinin Ana Hatları, s. 157.
201 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Tilki Figürlerinin Sembolizmi”, s. 53.
202 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Yılan Tasvirlerinin Sembolizmi”, Türk Dünyası Tarih
Dergisi, S. 96, İstanbul, 1995, s. 38.
5 8
de yer alır. Altay şaman elbiselerinde bazen yılanın başı ve çatallı kuyruğu belirgin bir
şekilde gösterilmiştir. Yutpa adı verilen bu çatalkuyruklu, dört ayaklı yılan yeraltı
canavarını temsil eder. Şamanın külahının ön kısmında da birkaç sıra yılanbaşı yer alır.
Ayrıca şaman davulunun derisi içinde diğer tasvirlerle birlikte yeraltı denizinde yaşadığı
varsayılan bir yılan resmi bulunmaktadır203.
Oniki hayvanlı Türk takviminin yıl simgelerinden biri olan yılan Radloff’un
tespit ettiği Altay yaratılış efsanesinde yer alır. Burada yılan Erlik’in sözüne aldanan bir
hayvandır; çünkü yılan ve köpek yenilmesi yasak olan dört daldaki meyveleri
korumakla görevliydi. Erlik ilk insanlar olan Törüngey ve Ejeyi yasak meyveyi yemek
için kandırmaya çalışırken, yılan ağaca çıkarak elmayı ısırır. Bu arada Erlik’in sözlerine
kanan ve yılanın yaptığını gören Eje de elmayı ısırır ve ısırmak istemediği halde
Törüngeyin ağzına sürer. O anda her ikisinin tüyleri de dökülür. Yaratıcı Ülgen bu işin
sorumlusunun kim olduğunu sorduğu zaman yılan, köpek, Törüngey ve Eje suçu birine
atarlar. Bu nedenle hepsini cezalandıran Ülgen yılana: "Şimdi sen körmös (şeytan)
oldun. Kişiler sana düşman olsun, vursun, öldürsün" der. Sonunda Törüngey ve Eje
dünyada, şeytanda yeraltında yaşamaya mahkûm edilir204.
İslamiyetten sonra hayvanların çeşitli tarikatın başlarındakilerinin gücünü
sembolize etmek üzere kullanıldığı anlaşılmaktadır. Erlik ile ilgili olarak söylenen bazı
hususların benzeri bu devirde de sürmekteydi. Özellikle arslana binip yılanı kamçı
olarak kullanma tarikatlarda çok yaygındı205.
Anadolu’da bugün yaşayan ve kökü eski tasavvurlara dayanan halk
inançlarında yılan bazen kötü, bazen iyi bir yaratık olarak kabul edilir. Yılan evin
sahibi, koruyucusu, definelerin bekçisidir. Anadolu’da Orta Asya’daki Türk ve Çin
inançlarına benzer şekilde yılan bir koruyucu ruhtur. Rize çevresinde evin temelinde
yaşayan bir karayılan ev iyesi idi. Bunun gibi Diyarbakır’da bağ ve bahçeleri
koruduğuna inanılan kimseye dokunmayan bir yılanın bulunduğuna inanılmaktaydı206.
203 Sadettin Buluç, a. g. m, s. 317.
204 Abdülkadir İnan, a. g. e, s. 15–12
205 Yaşar Çoruhlu, “Türk Sanatında Görülen Yılan Tasvirlerinin Sembolizmi”, s. 42.
206 a. g. m, s. 43; Cahit Öztelli, a. g. m, s. 246.
5 9

4. 1. 13. Ayı

Türklerde önemli ongon (töz) olan hayvanlardan biri de ayıdır. Şamanistler için
önemli olan ayıyı temsilen aba tös putları yapılmıştır. Burada geçen aba (apa) kelimesi
eski Türkçe’de baba, ata anlamlarını ifade etmektedir. Eski devirlerden beri adı tabu
sayılan bir hayvandır207. Bazı araştırmacılarca Tahtacılar arasında ayının adının tabu
sayılması Orta Asya menşelidir208.
Amur, Ussuri, Sufyun nehirlerinin aşağı kısmında, Amur nehrinin Sakaçi-
Aylan bölgesinde 19 kaya resminin yer aldığı büyük bir resim grubu bulunmuştur. Bu
resimlerde şamanın yardımcı ruhu olarak yararlandıkları hayvanlar ayı ve mus
geyikleridir209.