28 Eylül 2019 Cumartesi
İnuitler-Eskimolar: Geçmişleri, Gelenekleri, Bugünü
İnuit – İnuktitut denilen isim, çoğunluğu Kanada’nın kuzey bölgesinde yaşayan aborjin toplulukları tanımlamak için kullanılıyor. Biz ise onları buzdan evler yapan, çekik gözlü, kalın kürklü olarak biliyor ve Eskimo olarak tanıyoruz.
İnuit denilen toplulukların her bir bireyi, “inuk” olarak isimlendiriliyor. Bu inuk denilen insanların yaşadığı bölgeler ise onlar tarafından toprak, su ve buz anlamına gelen İnuit Nunangat olarak isimlendiriliyor. Bu tabir, Kanada’nın kuzeyi ile birlikte Alaska ve Grönland’taki İnuit bölgeleri için de kullanılıyor.
Geçmiş
Tarih
Eskimolar Kuzey Kutup Bölgesi’nde, yılın büyük bir kısmını karla kaplı, buzla örtülü, verimsiz bir arazide yaşayan ve çevresindeki verimli topraklarda yerleşik hayata geçmiş olan topluluklardan habersiz olarak avcı toplayıcı benliklerini bozmadan yaşamışlardır.
Günümüzde yerleşik hayata adapte olsalar bile hala avcı toplayıcı bir toplum olarak hayatlarına devam ediyorlar.
İnuitler, yaklaşık olarak 5.000 yıl önce Bering Boğazı’nı deniz araçlarıyla geçerek Sibirya’dan gelen, ilk olarak Grönland’ın Arktik Okyanusu kıyıları, daha sonra Alaska ve Kanada’nın kuzeyindeki takım adalara yerleşti (Weiner 1972). Farklı araştırmacılara göre İnuitler, Bering Boğazı’nın olduğu yerde var olan kara parçasında yaşamaktaydı. Yaklaşık olarak 1000 yıl önce ise deniz seviyesinin yükselmesi sonucunda kara parçası sular altında kaldığı için İnuitler, Alaska ve Asya’nın doğu ucuna göç hareketine başladı. Zamanımızdan 2.000 yıl önce de Grönland’a yerleştiler. İniutlerin yaklaşık olarak 9000 km’lik kıyı şeridi üzerinde avcı toplayıcı topluluklar halinde yayılarak yaşadıklarını biliyoruz.
Çekirdek Bölge ve Besin Ekonomisi
İnuit halkları Arktik bölge olarak bildiğimiz Kuzey Kanada, Alaska, Grönland ve Sibirya’yı içeren geniş bir coğrafyada hayatlarını sürdürdü. Bu geniş ve zorlu coğrafyada bütün hayatlarını ince dengeler ve gelenekler üzerine kurdular ve iklimin yarattığı ekstrem koşullara tam bir adaptasyon sağladılar.
Eskimoların yaşam bölgeleri olan Kuzey Kutup Bölgesi, yılın yarısını soğuk, buzla kaplı verimsiz bir arazi. Kuzey kutbu çevresinde hiçbir sebze, yenilebilir kök ya da meyve bulunmuyor. Uzun soğuklar ve verimsiz araziler, bitki yetiştiriciliğine olanak sağlamadığından dolayı İnuitler yaşamlarını sürdürebilmek adına avlanma konusunda uzmanlaştı.
Geçim ekonomilerini böylece üstün avcılıkla sürdürdüler. Soğuk hava şartlarında hayatta kalabilmeleri için yüksek oranda kalori almaları gerekmekteydi. Bu yüzden hayvan yağı ve eti, İnuit topluluğun vazgeçemediği temel besin kaynakları oldu. Balina, ren geyiği, fok, tilki, misk öküzü, alabalık sürüleri diyetleri arasında yer aldı. Ayrıca seyrek olsa da ördek yumurtası, midye ve benzer kabukluları kapanla yakalayarak beslendiler. Avladıkları hayvanları çiğ olarak da tükettikleri biliniyor.
Soğuk hava şartlarında hayatta kalmalarını sağlayan yöntemler arasında avladıkları hayvanların sağladığı kalori ve postları İnuit topluluğunu korudu.
Araştırmalar sonucunda 4 kişilik bir ailenin kış soğuğuna dayanabilmesi için 30 deriye ihtiyaçları olduğu biliniyor.
Avcılık yetenekleri oldukça gelişmişti. Göç yolundaki ren geyiklerini birçok farklı yöntemle avladıkları biliniyor. İçerisine bıçaklar yerleştirmiş olan önceden kazılıp hazırlanan çukurlara sürü halindeki ren geyiklerini kurt gibi uluyarak korkutmaları sonucunda organize halde avlandıkları biliniyor.
Avlarını zıpkın,mızrak ve ok yardımıyla avlıyorlardı. Eskimo avcıları çocukluktan itibaren iri balıkları zıpkın yardımıyla ustalıkla avlayabilecek şekilde eğitiliyordu. İnuit kadını ve erkeği tam olarak eşit olmasa bile geçim ekonomisi bakımından erkek ve kadın arasında işbirliği sağlanırdı. Kadın, geçim ekonomisi bakımından rahat olduğu sürece toplum yapısı da eşitliğe sahipti.
İnuitler en çok da fok balıklarından beslenmekteydi. Geçmişte zıpkınlarla avladıkları, günümüzde ise satın aldıkları tüfeklerle avladıkları foklar, kış ayını geçirmek için sürü halinde güneye göç etseler bile bir kısmı kuzey kutbu çevresinde kalıyordu. Deniz altında nefes alabilmek için buzun yüzeyine delikler açan foklar, kış ortasında soğuk iklimle mücadele etmek ve beslenmek zorunda kalan İnuitler ise deliklerin başında sessizce bekleyerek avlarını yakalıyordu.
Topluluğun avladıkları hayvanları depoladıkları, daha sonraki süreçlerde tükettikleri biliniyor. Depolamada kullandıkları yöntem ise, hayvanlar bolken toplayıp tükettikten sonra kalanını tütsüleyerek kaya veya buzun içerisinde muhafaza etmek.
Etnik Gruplar
İnuitler yaşadıkları bölgeler ve kan bağları üzerinden pek çok etnik gruba ayrılıyorlar. Yaşadıkları alanlara da isimlerini veren bu etnik grupların birbirinden çok fazla ayrıştığı söylenemez ancak tüm aborjin topluluklarda olduğu gibi kan bağlarının da yaşamsal bir önemi olduğu yadırganamaz.
Dil
İnuitlerin yani eskimoların konuştukları dil oldukça farklı dillere ve lehçelere bölünüyor. Tüm iniut-eskimo dilleri ise tek bir anadil ailesine üye. Temelde ise İniut dilleri iki temel gruba ayrılıyor. Bu gruplardan biri Doğu dalı denilen “İnuktitut dilleri” diğeri ise Batı dalı denilen “Yupik dilleri”dir. Bu dil dallarının her biri ise üç farklı dile bölünürken, kendi içlerinde de pek çok lehçeye ayrışmakta. Düşünüldüğünde bu geniş dil ailesinin bazı durumlarda birbirinden çok farklılaşabildiğini görmek mümkün. Tüm bu dilleri öğrenmek ve konuşmak ise oldukça zor, çünkü diller oldukça karmaşık yapılara sahip.
Din
Eskimolar temelde animizm değerlerine inanmakta. İnuit anlayışı canlı ve cansız tüm şeylerin bir ruhu olduğuna inanan yapıda. Buna; insanlar, hayvanlar, cansız cisimler ve doğanın güçleri de dahil.
Bir ruh öldüğünde onun dünyamızdan farklı bir başka dünyada, yani ruh dünyasında yaşamına devam ettiğine inanmaktalar. Dinsel anlamda en güçlü kişiler ise şamanlar ve Angakoks denilen dini liderler. Bu kişilerin ruhları kontrol edebildiklerine inanılmakta. Şamanik danslar, maskeler eskimo dininin en önemli ögeleri konumunda.
Kesin yazılı kurallara sahip olmasalar da, ruhlara karşı yapılacak herhangi bir saygısızlık ya da çiğnenecek herhangi bir kural cezasız kalmamaktaydı. Bu ceza genelikle sürgünle sonuçlanmaktaydı.
Dinle beraber eskimoların güçlü bir sanat anlayışı olduğu da bilinmekte. Bu güçlü sanatın temeli de neredeyse tüm kadim topluluklarda olduğu gibi dinle ilişkiliydi. Özellikle maske sanatı eskimo sanatının en güzel örneklerini görebildiğimiz alanlardan biri.
Sosyal Düzen
İnuit kültürünün en önemli sosyal birimi kuşkusuz ailedir. Genellikle aileler 5-6 kişi olmaktaydı ve bu ailelerden 6-10 tanesi birleşerek toplu halde avlanmaktaydı.
Geniş akrabalık örüntülerine sahip olan İnuitlerde en önemli birim geniş ailedir.
İnuitlerde kişi, gerçek ailesiyle yaşayabilir ve birlikte çalışıp birlikte paylaşabilir. İnuitlerde kişi evlendiği kişinin ailesiyle ya da kendi ailesiyle yaşamayı tercih edebilir ve kan bağı olan diğer ailenin evladı olabilir.
Bununla beraber kadın ile erkek arasında net bir iş bölümü de mevcuttu. Erkekler avlanma ve ev inşası işinden sorumluyken kadınlar ise yemek, giyecek ve çocukların bakımdan sorumluydu.
Temelde “devletsiz” bir toplum yapısına sahip olan geleneksel Eskimolarda da neredeyse tüm geleneksel kültürlerde olduğu gibi toplumsal sosyolojinin temelinde aile ve akrabalık bağları yatmaktaydı.
Burada ‘devletsiz’ toplum yapısından kasıt, kurumsallaşmamış otoritelerdir. Aslında bir başka tabir ile ‘gerontokrasi’ olarak da değerlendirilebilir.
İnuitlerde topluluk anlayışı oldukça gelişkindi. Tüm İnuit kaynakları ve simgeleri toplulukların ortak mülkiyeti olarak kabul ediliyordu. Bireylerin sürekli olarak birbirine yardım etmeleri ve var olan mallarını birbirleri ile paylaşmaları beklenirdi.
Yerleşim
İnuitler göçebe topluluklar halinde yaşadılar. Bu sebeple evlerini oldukça hızlı ve kolay bir şekilde yapabilmeleri oldukça önemli bir konuydu.
İnuitlerin yaz dönemlerinde genellikle hayvan derilerinden yapılan örtülerle oluşturulan basit çadırlarda kaldıkları biliniyor. Etrafı kayalar ile çevrili olan bu çadırlar, yaz aylarında onlara korunaklı bir alan sağlamaktaydı. Bu çadırları kurmak için gerekli olan ahşap direkler ise oldukça nadir bulunabilen parçalar olduğu için herhangi bir şeyden daha önemli olarak görülmekteydi.
Farklı bölgelerde ise bazı topluluklar büyük köyler kurmuşlardı. Ancak kış aylarında gruplar halinde avlanabilmek adına bu köyler mevsimsel olarak terk ediliyordu. Yazın kalınan alanlardan ayrılan İnuitlerin zor arktik koşullarında soğuktan korunabilmek için igloo denilen kardan barınaklar yaptıkları biliniyor.
İgloo
İgloo denilen kar barınakları, İnuitlerin zorlu koşullara nasıl adapte olduklarını ve içinde yaşadığı çevreyi en pratik şekilde nasıl kullandıklarına dair en güzel örneklerden biri.
İgloo’lar belli eğiklikler ile oluşturulmuş kar bloklarının yığılması ile kubbe şekli alan basit kar barınaklarıdır. Bir igloonun yapımı usta bir İnuit için sadece 20-30 dakika arasında sürmekteydi. İçinde uyku alanları dahi bulunmaktaydı ve kardan yapılan sekiler üzeri kürk kaplanarak uyku alanları oluşturuluyordu. İgloo’ların genellikle küçük örnekler ile temsil edildiği bilinmesine rağmen bazı örneklerin 4 metre çapında 3 metre yüksekliğinde olduğu da bilinmekte.
Değişim
Balina Avcılığı
Eskimoların geleneksel yaşam tarzlarındaki ilk değişim 1700’lerde yaşandı. Kendi toplulukları içinde dış dünyadan izole bir şekilde yaşamına devam eden topluluklar 1700’lerde dev gemileri ile balina avcılığı için bölgeye gelen İskoç ve İngiliz avcılar ile tanıştı.
Bu avcılar için rehberlik yapan Eskimolar bu ilişki karşılığında ıvır zıvır bazı gıda malzemeleri ve benzeri malzemeler ile bir ticaret ilişkisi içerisine girdi.
Oldukça karlı gözüken ticaret gittikçe büyüdü ve bölgede özellikle balina nüfusuna büyük bir tehdit oluşturmaya başladı. Bunlar arasında Grönland Balinası neredeyse tümü ile nesli tükenen türlerden biri oldu.
Balina popülasyonundaki dramatik düşüş İnuit yaşam tarzını da derinden etkiledi. Besin ekonomisinde önemli bir yer tutan balina etinin eskisi kadar bulunamaması, Eskimoların diyetlerinin değişimine neden oldu.
Misyonerler
Eskimoların geleneksel kültürlerine kuşkusuz en büyük darbe bölgeye gelen Misyoner Avrupalılar tarafından oldu. Hikâye, 1771 yılında Labrador’da kurulan misyoner kilisesi ile başladı. Bölgede etkin bir faaliyet yürütmek isteyen Moravyalılar sonrasında bölgeye gelen Katolik misyonerler ve onların da sonrasında gelen Anglikan misyonerleri bölge topluluklarının kültürlerini yok etmedeki tüm maharetlerini gösterdi.
Geleneksel inanç ve değerler ile çatışan Hıristiyan doktrini, İnuit değerlerini putperest, şamanik ve paganik ilan etti. Özel günlerde yapılan danslar ve benzeri bazı ritüeller Hıristiyan dünya görüşüne uymadığı için kısmen rafa kaldırıldı. Eskimo toplumu asimilasyona uğratılmaya çalışıldı.
Misyonerlerin Eskimolara bir diğer getirisi ise kızamık ve verem gibi hastalıklar oldu. Bu tür hastalıklar ile tanışmamış olan Eskimolar, misyonerler sayesinde bağışıklık sistemlerinin tanımadığı virüsler ile tanıştı. Birçok Eskimo bu hastalıklar yüzünden hayatını kaybetti. Aslında hikâye güney Amerika’daki kadar dramatik olmasa da bir paralellik gösteriyor.
Uzak Ticaret
Özellikle bu konuda 1930’larda bölgeye gelen “Hudson Bay Company” önemli bir yer tutar. Bir kürk şirketi olan bu firma Eskimo kültürünün doğal bölgesinde büyük bir ticari etki yarattı. Aynı zamanda doğal hayatta da derin bir etki bıraktı. 1987 yılına kadar hemen hemen tüm Eskimo yerleşmesinde şubesi bulunan bu şirket, bu dönemlerde hayvan hakları örgütlerinin büyük çaplı eylemlerine dayanamayarak bölgeden çekildi. Özellikle “Kükreyen Yirmili” denilen tilki kürklerinden yapılma kıyafetler dönemin Avrupa balolarındaki en görkemli kıyafetlerindendi.
Hükümet
Eskimo kültüründeki en temel değişiklik ise 1940’larda 2. Dünya Savaşı’nın da etkisi ile Kanada Hükümetinin Eskimo kültür bölgesini sahiplenme ve kültürel bir ehlileştirme çabası içine girmiş olmasıydı. İhtiyaç dâhilinde olmamasına rağmen Kanada hükümeti zorunlu bir hizmet götürme aşkı ile patronun kim olduğunu gösterme çabası içine girmişti.
Bu bağlamdaki en önemli değişken ise hükümetin geleneksel Eskimo kamplarını yerleşik merkezler haline çevirme çabası ile oluştu. Bunun için Eskimo ailelerine “modern” evler yapılmış ve oralarda yaşamaları istendi. Kültürlerinde bu şekli ile olmayan sağlık, eğitim ve sosyal hizmetler toplum yaşamının olağan bir parçası haline dönüştü. Değişen şartlar popülasyonda artışa neden oldu.
Politika devlet açısından oldukça başarılı olmuş projenin ilk 30 yılında binlerce yıldır bağımsız yaşayan bir toplum hükümet yardımlarına tamamen bağımlı duruma geldi. Daha sonrasında Eskimolar içinde güçlenen bazı örgütler sayesinde baskı biraz daha hafifletilmeye çalışılmış ve kültürel ve ekonomik olarak bir takım kazanımlar sağlandı.
Eskimo örgütlenmelerinin mesajı ise şuydu ; “Eskimolar üzerinde oluşturulan modernleşme baskısı ile mücadele etmeye devam edeceğiz.”
İniut Yerleşimleri Bugünün Toplum Yapısı
Yerleşim
Eskimo yerleşimleri hakkında bugüne dair genel bilgiler genellikle Kanada merkezlidir. Kanada da STK veya daha farklı boyutlarda çalışma yürüten bazı Eskimo örgütlülükleri bulunmakta.
İniut toplulukları genellikle 150 ila 5000 arasında değişen kişiden oluşan nispeten küçük nüfuslu yerleşim alanlarında yaşarlar. Köy ya da kasaba olarak nitelendirilebilecek yerleşimlerde mağazalar, belediye binaları, havaalanı, evler, bir ya da iki okul, belki bir stat ve sağlık merkezleri bulunmakta.
Bu yerleşimlerin iyi örneklerinden biri Nunavut eyaletinin başkenti olarak düşünülebilecek İqaluit yerleşmesi. Bu yerleşme bölgesel ticaretin merkezi olarak düşünülebilir. Arktik çemberin büyük yerleşim alanlarından biri olan yerleşmenin 2009 yılında nüfusu 6200’e ulaştı.
Ulaşım
Çoğu kişinin kafasında canlanacağı gibi ulaşım deyince akla ilk gelen kızakları çeken köpekler bugün için Eskimolarda bile fazla romantik olarak karşılanabilir. Birçok Eskimo bölgesinin, güneydeki dev şehirlerle arasında kara yolları bağlantıları bulunmakta ve bölge içinde hemen hemen her köy birbirine araç yolları ile bağlanmakta.
Çoğu Eskimo, bölgede ulaşım sağlayabilmek için araç sahibi oldu. Yerleşikler kamyonlara veya SUV segmenti araçlara güvenmekte. Özellikle daha küçük boyutlu topluluklar ise kış koşullarına uygun Off-road araçlar, kar motosikletleri veya ATV kullanmakta.
Evler
Eskimoların kısmi izole bölgelerinin bile saklanamadığı modern kapitalizm, bölge insanını vahşi bir ekonomik sirkülasyon içinde bıraktı. Kapitalin bölgeye girişi ile arz etmeyen insanlar için zorunluluklar üzerinden bir talep oluşturuldu ve çoğu kişi bu dengede işsizlik ve yoksulluk ile başbaşa kaldı.
Bu bağlamda evler de Arktik koşullarda büyük bir endişe kaynağı haline geldi. Çoğu toplulukta bölgesel ve federal hükümetler tarafından konut sağlanmakta. Ancak yüksek maliyete paralel yüksek işsizlik ve yoksulluk sonucunda çoğu kişi doğal yaşam alanlarında yerleşim sıkıntısı çekmekte. Bu nedenle Eskimo topluluklarında aynı çatı altında çoğunlukla üç kuşak oturmakta ve çoğu kişi temel oturma hakları üzerinden borçlandırılmakta.
Sağlık
Temel sağlık hizmetlerini sağlayan sağlık merkezleri çoğu bölgede bulunmakta. Ancak diş veya göz hastalıkları gibi konularda senede birkaç kez bölgeyi ziyaret eden doktorlar hizmet vermekte veya hastalığı olan daha büyük merkezlere uçmak zorunda kalınmakta. Acil tedavi edilmesi gereken hastalar için donanımlı hastaneler bölgede bazı özel yerlerde bulunduğu için çoğu kişi güneye veya bölgedeki merkezi yerleşimlere aktarılmakta. Buraya kadar bahsedilenler kişilerin kendi uğraşları sonucunda ulaşabildiği hizmetler. Tarifeli uçakları bekleyemeyecek kadar acil durumdaki kişiler ise genellikle hava ambulansları ile donanımlı hastanelere sevk edilmekte.
Eğitim
Eğitim 50’ler ve 60’larda bölgelerde kurulan ve ilkokul eğitimi verilen yerel okullarda verilirken, eğitimine devam etmek isteyenler güneydeki lise ve üniversitelere gitmek zorundaydı.
Bugün ise her topluluğun anaokulundan liseye kadar eğitim veren en az bir okula sahip olduğu biliniyor. Eğitimdeki en kritik mesele ise tüm toplumlarda olduğu gibi anadilde eğitim. Eskimolar için de bu konu oldukça önemli. Eskimo çocuklarına üçüncü sınıfa kadar bölge okullarında İniut dili gösterilmekte ve sonrasında öğrencilerden çalışma dili olarak Fransızca veya İngilizce dillerini seçmeleri istenmekte. Federal hükümetin İniut dili üzerinde herhangi bir asimilasyon çalışması bulunmamakta, ancak en anlaşılır tabiri ile “bir yerlere gelmek” için hegomon kültürler olan İngilizce veya Fransızca eğitimi almak zorunlu durumda ve bölge okulları konu üzerine bu bağlamda yaklaşmakta.
Lise mezunu çoğu öğrenci büyük şehir üniversitelerine gitmeyi tercih etse de, İnuit bölgesindeki çoğu yerleşimde yetişkin eğitim kurumları da bulunmakta. Nunavut’da bulunan Arktik Üniversitesi ve Aurora Üniversitesi bunlara güzel örnekler.
Ekonomik Gelişme
Eskimo topluluklarının federal hükümetler ve dünya düzeni ile tanıştıklarından beri işsizlik oranları oldukça yüksek oldu. Arktik bölgede kurulan işletmelere veya bu bölgeye götürülen merkezi hizmetler için çalışacak kişiler çoğunlukla Eskimo toplulukları dışından ithal edildi.
Federal hükümetin ekonomi politikaları başlangıçta Eskimo kültürüne duyarsız bir şekilde oluşturuldu. Daha sonrasında da federal hükümetin politikaları hemen hemen sabit kaldı ve Eskimo kültürü duyarsızlaştı. Bu süreçte bölgede kurulan okullardan mezun olan ilk Eskimolar, kültürlerine duyarsız bu iş kollarını doldurmak için bir yarış içine girdi. Ancak bu da pek mümkün olamadı.
Ekonomik dinamiklerdeki sosyal örgütlenmenin önemini anlamaya başlayan Eskimolar, toprakların yönetimi konusunda söz hakkı sağlayabilmek adına örgütlendi. Bu örgütlenme ve yapılan çalışmalar başlayana kadar Eskimoların kariyer beklentileri sadece ufak büro işleri ve el zanaatı üzerine kurulu oldu.
Yerel pazarlama kooperatiflerin gelişimi ile yerel ve bölgesel ekonomik faaliyetlerde bir hareketlenme başladı. Üretim, perakende satış, konaklama, sanat ve zanaat alanlarında bazı iş kolları Eskimoları istihdam edecek şekilde oluşmaya başladı.
Gelişen Eskimo ekonomisinde, Eskimo sahipli şirketler kurulmaya başladı. Bugün bölgede pek çok büyük ve küçük işletmenin başında Eskimo topluluklarından insanlar bulunmakta. Özellikle havaalanları, balıkçılık, sanat galerileri, tur şirketleri gibi bazı tekil iş kollarında ilerleme sağlandı ve bu iş kolları modern Arktik ekonominin en önemli parçaları haline geldi. Gelişim olarak bahsedilen değişim aslında binlerce yıllık Eskimo ekonomisinin sonu anlamına gelmekte. Kültürün bu günlere kadar gelen temel ekonomik anlayışı bugün “People” belgeselinin konusu haline geldi. Yani bugün Eskimolar yakın geçmişte kısmen yok olmuş olan geleneksel ekonomilerini öğrenmek için televizyon kanalları veya DVD’ler yoluyla bu belgeseli satın alabilirler.
Genel
Eskimolar farklı yaşam bölgelerinde binlerce yıllık geleneklerini ve ünik olarak değerlendirilebilecek kültürlerini korumaya çalışmaya devam ediyorlar. Gelişen ve geleneksel kültürleri yok etmeye başlamış olan modern dünya şartları karşısında Eskimolar bu baskıya boyun eğmeme çabası içinde. Eskimolar kültürlerinin temelinde yatan değerleri koruyarak modern dünyanın kolaycı etkileri karşısında dillerini temel öğretilerini ve inançlarını mikro olarak değerlendirilebilecek alanlarda muhafaza etmeyi turistik anlamda başarabildi.
Temelde devletsiz bir toplum yapısına sahip olan Eskimolarda da neredeyse tüm geleneksel kültürlerde olduğu gibi toplumsal sosyolojinin temelinde aile yatmakta. Aile olabilme beceresi toplumsal organizasyonlar ile toplum içinde evlenme, doğum, evlat edinme gibi girdiler ile desteklenmekte. Geniş ailelere sahip olan Eskimo toplumu aileyi tekil bağımsız yapılar olarak görmemekte ve aileyi bölgesel olarak değerlendirmekte.
70’ler ve 80’lerde dünya üzerinde modern çağın geleneksel yapılar üzerindeki baskın, yıkıcı ve vahşi etkilerin girmediği bir alan hemen hemen kalmadı. Herkes dijital çağa giriş yapmış olmasa da, geleneksel yapıdaki yaşamlar bu dönemde değişen koşullara ayak uydurmak adına revize edilmek durumunda kaldı. Bu baskın, yıkıcı ve vahşi etkiler Eskimo kültürünü yok edememiş çünkü Eskimoların geleneksel yöntemlerinin zor koşullara ayak uydurma başarısı karşısında bu tür değiştirici etkiler sadece yeni olarak algılanarak araçsallaştı. Yani onlar yine var olmanın temelinde geleneksel yöntemlerin yattığından eminler. Ama bunu başarılı bir şekide devam ettirmek günümüz şartlarında Eskimolar için hiç de kolay gözükmüyor.
Eskimolar yine aynı dönemlerde televizyon ve radyo gibi ürünlerle tanıştı. Televizyon ilk olarak Eskimo bölgesine geldiğinde ise “sihirli kutu” olarak nitelendi. Hatta hala toplumun yaşlılarının “Sihirli Kutu”nun gelişi hakkında bazı hikâyeler anlattıkları söyleniyor. Daha sonrasında Eskimo insanlarının evlerine DVD’ler, video oyunları ve internet erişimi geldi ve bugün de Eskimolar tarafından yaygın olarak kullanılıyor.
Eskimo toplumun ekonomisi avcılığa dayanmaktadır. Bugünün dünyasında bile Eskimolar mağazalarda paketlenmiş ve hiçbir uğraş gerektirmeden sahip olunabilecek ürünler yerine doğanın kaynağına güvenmeye devam etmektedirler. Ama bu güvenden öteye gitmemektedir. Yani yiyecek ve giyecek için avlanmaktan vazgeçmemişler iddiası sadece mikro ölçeklerde geçerlidir.
Eskimo kültürünün bir başka temel durumu, kültürü bugüne taşıyan bilginin aktarılma yöntemi. Çoğu geleneksel toplumda tanrılar ile ilişkilendirilen doğa ve koşullar karşısındaki bilgelik Eskimolar için bir aktarım süreci. Büyükler küçüklere pratik bilgilerini ve binlerce yıllık Eskimo bilgeliklerini sürekli olarak aktarırlar. Gerçi bu konudaki bilgilerin karşısında, Alaattin Şenel’in bir kitabında bir Eskimo diye belirtilerek imzalanmış şu söz durmakta: ”Hiçbir ayı gelmemiş, Çünkü buz yok ; ve buz yok, çünkü rüzgar yok, ve rüzgar yok, çünkü güçleri darıltmışız.”
Bir başka Eskimo geleneği ise bahar ve yaz aylarında ailelerin kamp kurmak adına topluluklarından ayrılmaları. Bu eylem Eskimo geleneğinin önemli bir parçası.
Ayrıca Eskimolar kültürlerini koruyabilmek için dillerini korumak zorunda olduklarının oldukça farkında, çünkü diller kültürleri taşıyan kasalardır. Yeni nesil Eskimoların kültürlerini terk ederek gittikçe, uzaklardaki modern dünyanın içine karışma isteği içinde olduğu da yadsınamaz bir gerçek.
26 Eylül 2019 Perşembe
25 Eylül 2019 Çarşamba
Yakut Türk'ü Şaman Alexander Gabyshev tutuklandı!
Rusyanın Özerk Türk Devleti Yakutistan'da Yakut Türklerine karşı uyguladığı Türkçe dil yasağı, asimilasyon ve Ruslaştırma politikalarına tepki amacıyla 1,700 km protesto yürüyüşü gerçekleştiren Yakut Türk'ü Şaman Alexander Gabyshev tutuklandı!
Sibirya’da 4000 Yıllık Şamanik Çizimler Bulundu
Sibirya’da 4000 Yıllık Şamanik Çizimler Bulundu
Sibirya’da içlerinde insan, boğa, ağaç, kuş betimlerinin de yer aldığı 20’den fazla 4000 yıllık şamanik kaya resimleri bulundu.
Bronz Çağ sanatçısı tarafından yapılan resimlerinden en ilginçlerinden biri ise, bir insan figürü ve yanındaki güneş benzeri yuvarlak. Bilim insanı Sergei Alkin, bu çizimlerin bir şaman ve davula ait olabileceğini söylüyor.
Uzmanlar bu kaya resimlerinin keşfini herhangi bir zarar görmeden inceleyebilmek için yaklaşık 3 yıl boyunca sakladı. Gorbitsa köyü yakınlarındaki Largi Nehri’nin üzerinde yer alan kaya resimleri aslında uzun yıllar önce avcılar tarafından keşfedilmişti fakat uzmanların haberdar olması 2013 yılında gerçekleşti.
Kaya resimlerini ilk inceleme fırsatı bulan uzman Novosibirsk Üniversitesi’nden Dr. Sergei Alkin, resimlerin kırmızı ve turuncu aşı boyasından yapıldığını tespit etti. Aşı boyalarının kimyasal içerikleri ilerleyen zamanlarda incelenerek nereden getirildiği tespit edilmeye çalışılacak.
Alkin: “Largi Nehri üzerindeki bu kaya sanatları oldukça nadir görülen eserlerden. Günümüze kadar çok iyi derecede korunmuş birçok resim var. Bu resimleri yapan insanlar muhtemelen Tunguz ya da Moğol kökenli olabilir” dedi.
Bir Şaman Çizilmiş Olabilir
Alkin aynı zamanda resimlerde bir şaman davulu olabileceğini iddia ederek sözlerine şöyle devam etti: “Bu resimleri yorumlamanın kolay olmadığının farkındayız. Kompozisyonun ortasında insan biçimli betimlemeler var ve bunlarım tam olarak neyi temsil ettiğini söylemek çok zor. Avcı ya da ruh olabilirler. Özellikle bir insan figürünün yanında güneşe benzeyen yuvarlak bir çizim mevcut. Bu yuvarlağın ortasında çarpı var ve birçok yerel kültürde bu çizim şaman davulunu temsil eder. Bu yüzden bu çizimleri şaman ve davulu olarak yorumlayabiliriz.”
Noktalar ve Çizgiler
4000 yıllık resimlerde bir başka göze çarpan çizim ise sayısız nokta ve çizgiler. Bu tür işaretler bazen sayım sembolü olarak yorumlanıyor. Araştırmacılar bunların belki de sürüdeki sığır sayısı gibi bazı hesaplamalar için kullanılmış olabileceğini düşünüyor. Yatay çizgilerin üstündeki dikey çizgilerin ise, kütükten oyma kanolarda oturan insanları temsil ediyor olabileceği tahmin ediliyor.
Bir Ritüel Yeri Olabilir
Araştırmacılar bu tür kaya resimlerinin yapıldığı yerlerin sadece resim yapmak amaçlı kullanılmadığını, aynı zamanda çeşitli ritüellerin de gerçekleştirildiği yerler olduğunu söylüyor. Fakat şu ana kadar bölgede herhangi bir ritüel izine rastlanabilmiş değil.
Ancak Largi Nehri’nin yakın bir bölgesinde daha önceden iyi araştırılmış bir Bronz Çağ yerleşimi biliniyor. Burada daha önce bu döneme ait birçok çanak çömlek parçası da bulunmuştu. Araştırmacılar ilerleyen zamanlarda kaya resimleri ile bu yerleşimin arasında bir bağ bulabilmeyi ümit ediyor.
Siberian Times
23 Eylül 2019 Pazartesi
Eski Türklerde Gizli Tabiat Kuvvetlerine İnanma (İye İnancı) Doç. Dr. Celâl B. Memmedov
Eski Türklerde Gizli Tabiat Kuvvetlerine İnanma (İye İnancı)
Doç. Dr. Celâl B. Memmedov
Eski Türklerin dini inanışlarının esasını GökTanrı inanışı, atalar kültü ile birlikte tabiat kuvvetlerine inanç oluştururdu. Eski Türkler, tabiatta gizli kuvvetlerin olduğuna inanırlardı.1 Onlar kainatı ruhlarla dolu bir alem kabul ederlerdi. VI. yüzyıl tarihçisi Menandosr, Türklerden bahsederken 'her ne kadar toprağa, suya ve ateşe kutsiyet yüklerlerse de kainatın tek yaratıcısı olan tek Tanrı'ya inanırlar' demektedir.2 Bu yönden eski Türk dini inanışlarından bahsedilirken doğadaki birtakım güçlere mukaddeslik vasfı verilmesi ve saygı gösterilmesi ile onlara inanılması arasında çok fark vardır. Bu farklılığın sınırlarının tespiti, Türk dini inanışları hakkında fikir yürütürken oldukça önemlidir. Eski Türk inanış sisteminde gizli tabiat kuvvetlerine inanışın yeri tam olarak kesinleştirilmediğinden, eski Türklerin yeterince dindar ruhlu olmadıkları, hiçbir dine inanmayıp, hiçbir şeye ibadet etmedikleri, üstelik de inanç sistemlerinin ahlaki yönü olmadığı3 gibi bazı iddialar da ortaya atılmıştır. Halbuki eski Türk toplumunda kaynağını dinden alan ahlaki değerlere önem verilirdi. Bu sebeple, böyle bir toplumda dinin ve medeniyetin yalnızca oldukça güzel ahengini vurgulamak gerekir. Bu ahenk, tabiatın bizzat kendisinden gelmektedir. Bunun esası, kainatı bir bütünlük içerisinde kavramak gibi ananevi düşünce sistemidir. Böylelikle, yüksek ahlakı bozulmayan ananeye bağlı bu cemiyetin, medeniyeti, dini dünya görüşü ve inançlarıyla ilgili ve iç içeydi. Bu inanış sisteminde tabii objelerin bir göstergesi olarak İzi / İye (yiye / eye) adını taşıyan koruyucu ruhların ayrı bir yeri vardı. Yerin sahibi sayılan mitolojik varlıkların tabiatı ve bunlarla ilgili inanışların İdil boyu ve Sibirya'da yaşayan Türk boylarının mitolojik tefekküründeki yeri nispeten daha geniş bir biçimde araştırılmıştır.4
İzi / İye anlayışı, Türk dini inanış tarihi boyunca bilinen en eski anlayışlardandır. Daha önceleri GökTanrı dini ile ilgili olan bu anlayış Türk lehçelerinde de oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır.
Bu konuda V. Bang, M. Rasanen, M. Kastren, H. Tanyu, E. Necip, E. Sevortyan, K. Menges, N. Yeqorov gibi birçok ilim adamı kıymetli fikirler söylemişlerdir. Biz daha çok değişik şekilleriyle İzi / İye anlayışının gelişimini ve arkaik düşünce tarzının etnografik çizgileri ile mitolojik yönden geçirdiği semantik şekillenme üzerinde duracağız. Bu semantik gelişim, aynı zamanda hem sitemin içinde gelişmiş hem de kelimenin farklı fonetik varyantlarını türetmişlerdir.
Eski Türk bengü taşlarında idi şeklinde "sahib" manasına gelen bu kelime, Türk lehçelerinden Hakas'ta ezi, Tuva'da ie, Altay'da ee, Kırgız, Kazak ve Nogay'da ie, Sagay'i, Karakalpak'ta i, Başkurt eye, Tatar'da iya, Azerbaycan'da yiye, Türkmen'de ee, Özbek'de eqa, Uygur'da eqe, Kazak ağızlarında iqe, Koybal ize, eski Osmanlı'da is, issi, Özbek ağızlarında iyqa, ike, Saha'da (Yakut)'da iççi şekillerinde kullanılmaktadır. Kumuk Türkçesinde de es şekli korunmuştur. Kelimenin ezi / ege şekillerine Altay ağızlarında, eçe şekline Türkiye Türkçesi ağızlarında, ezi şekline ise Tatar ağızlarında rastlanmaktadır. Eski Türkçe Sözlükte izi / iye kelimesinin idi ve ige varyantları gösterilir (ay yer kök idisi veya yer suv igesi).5
Araştırmacılar Etrüsk yazılarında iesi kelimesini okuyarak onu 'yiyesi' şeklinde anlamlandırırlar.
Bu fikre göre Moğolcada karşılığı ada olup 'acıklı ruh' anlamına gelen asar kelimesinin Eski Türkçedeki karşılığını ezi (yeni izi, issi) oluşturmuş ve Tanrı manasını yüklemiştir.6
İzi / İssi anlayışına Kumuk Türkçesinde yeye, Özbek ağızlarında yiqa ve Azerbaycan Türkçesinde yiye şeklinde de rastlanmaktadır. Burada kelime başında bulunan y sesi protez olarak düşünülmektedir.7
İlginçtir, kelime başındaki y'li kullanıma abidelerde rastlanmamaktadır.
Türkçenin dil yadigarlarına baktığımızda; Kutadgu Bilig'de bu kelime İdi şeklinde "Tanrı" manasında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk'ünde İzi hem "sahib, efendi", hem de "Tanrı" olarak anlamlandırılır. Atabet'ülHakayık'ta İzi'nin "sahib, yiye" ve "Tanrı" manaları verilir. EbuHeyyan'da da İzi'nin "Tanrı" anlamı bulunmaktadır. O, bu kelimedeki z sesinin Türkçede olmadığını, bu sesin ancak Bulgarcada bulunduğunu yazar. "LügatiÇağatayi ve Türkii Osmani"de ise izi sözü Tanrı, ayrıca İdi ise "sahib, yiye" manalarıyla kaydedilir. "Muhabbetname'de ve Seyfi Sarayi'de izi şekli yoktur. Ancak birincide İdi sözü "yiye, sahib" ve tamamı "Tanrı" manalarında kaydedilmiştir. "Bedaü'llügat"da ega, "Nechülferadis"te izi, eya ve eqa sözleri "sahib, yiye; Tanrı" manalarında kullanılmıştır.
Uygur liderleri XIII. yüzyılda "idikut" ünvanını taşımaktaydılar. Ebulgazi, Yedisu'da yaşayan Türklerin diline dikkat ederek "idikut" kelimesinin Moğolcada 'devletli' anlamına geldiğini yazmaktadır.
"EtTuhfet'üzZekiyye'de (14. yy.) egi, idi, iye şekillerinde bulunan bu kelime "AltunYaruk'ta iya şeklinde geçmektedir.
"Kelile ve Dimne"de de İdi / İzi ile aynı kökten olan is "sahib, yiye, malik" sözü, Moğol sözlüğü olan "MukeddimetülEdeb'de ise aynı "sahib" manasında i sözü bulunmaktadır.
Eski Özbek ve Tatar Türkçelerinde igi, izi sözüne hatta 1917'ye kadar olan (didaktik) eserlerde İdzi ta'la (İzi Taala) şeklinde kullanılmıştır. Bu ise aslında kanaatimizce Kitabı Dede Korkut'taki "AllahTanrı", "Yaradan Allah", "Kadir Tanrı", "TanrıTaala", "HakkTaala" ya da "Allahtaala" kullanışlarının aynısıdır.
Ali "Kıssayı Yusuf"ta (idzi, izzi) izi sözünü hem "sahib, yiye", hem de Allah manasında kullanır.
Kutb'un "Hüsrev ü Şirin'inde ise "İzi atı birle başla sözünni" (İziYaradanın adı ile başla sözünü) şeklinde kullanılmaktadır.8
Kur'anı Kerim'in Eski Türkçe tercümelerinde "Rabbena" sözü "Ey İzimiz" şeklinde çevrilmiştir.9
XIIXIII. yüzyıla ait bir Türkistan "Tefsir"inde idi ve izi şekilleriyle "sahib, yiye" ve "Tanrı" manalarında kullanılan bu söz "sahib, malik" manalarında da "Kitabı Dede Korkut'un dilinde iye "Kanturalı cemal ve kemal iyesi yigit idi" (D180) ve is "Zira Dede Korkut vilayet issi idi" (D84) şekillerinde geçmektedir.
XVI. asra ait "İbn Kebir Tarihi'nde ise issi ve eye sinonim kelimeler gibi kullanılmaktadır.10 "Yusuf u Züleyha'da, A. İnan'ın fikrince, Eski Türkçedeki zel sesi ancak İdzi / İzi sözünde korunmuştur ki, bu da İzi'nin Tanrı adı olduğu içindir. 11 (Yazar "Eski Türkçedeki zel sesi" derken herhalde d ünsüzünün {dy} allofonuna benzer ses şeklini dikkate almıştır).
Görüldüğü gibi kaynakların bir kısmı dışında umumiyetle idi / izi / iye (aynı i'e, ie, ige) kelimenin "sahib", malik" manasının yanı sıra onun 'Tanrı" anlamını da göstermektedir. Bir tek Lûgati Çağatayi ve Türkii Osmani'de ise farklı olarak İzi "Tanrı", İdi kelimesi de "sahib, yiye, malik" gibi anlamlandırılmaktadır.
Sözlüklerde (mesela: V. V. Radloff'un Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi adlı eserinde) İye, İzi, İdi, İqe, ee kelimelerinin "sahip, yiye" anlamıyla birlikte, onun mecazi olarak "peri, ruh" anlamlarını da verdiği görülmektedir.
K. K. Menges'e göre, en eski İdi şeklinde olan bu kelime "Tanrı" demektir.12 Elbette, palatal d sesi akıcı yz seslerine göre daha eskidir. Ancak, burada idi / izi'nin "Tanrı" mazmunu onun semantik bakımdan geçirdiği genişleme ile gelmiştir. En sona kadar korunan ilk anlamıdır.
Fikrimizce, izi / iye anlayışının ilkin manası koruyucu ruh olan mitolojik varlıklara aittir. Göktürk yazıtlarında da "Yersuv" adıyla ifade edilen aynı koruyucu ruhlarla ilgili olduğunu ifade etmek mümkün olabilir mi?
Altay'da, Türkistan'da şamanların dua ederken yüz tuttukları bu varlıklarla ilgili kültle birlikte, mesela; Kırgızlarda hem de "sahab" (ee, eesi) kültünün varlığı ise bu sorunun tek başına cevabını zorlaştırmaktadır.13
İzi / iye anlayışının ihtiva ettiği "Tanrı" anlamına geldiğinde, bu mana onun "yiyelik, sahiblik" mazmunundan türemedir. Yeni "İzi" Eski Türk Dininde GökTanrı'nın bir vasfıdır. Bir Ülgen, Kayrakan ya da Bayat anlayışı Tanrı anlayışını ne derecede kutsileştirirse, İzi anlayışı da Tanrı'yı bir o kadar kutsileştirir.
Bir "Ugan Tengri"14 ifadesindeki Ugan ve Tengri anlayışları arasında hangi nispet varsa, bir "İzi" ve "Tanrı" anlayışları arasında da aynı nispet vardır. Bu bakımdan XII. asır Türk alimlerinden olan Fahreddin Mübarekşah'ın "Şecereyiensab" adlı eserindeki "aynı çağlarda Türkçede kullanılan Tanrı adlarının Arap ve Farsçadaki Allah adlarına karşılık olarak bazı anlam değişiklikleri bulunduğu" mahiyetindeki bir kayıt da ilginçtir.
Mübarekşah'a göre, Türkler arasında yaşayan Tanrı adlarından Allah adının Arap ve Farsçadaki karşılığı aşağıdaki gibidir:
Tengri : Allah
Ulu Tengri : Hüdavend
İdi : Hüdavend
Türklerin başlangıçta kendi dillerinde yaşayan Allah adlarına sadık kaldıklarını ifade edecek bir özellik taşıyan bu kayıt da bir kez daha ispat etmektedir ki, Türkçedeki İdi adının ölçüleri ile Arapça ya da Farsçadaki Allah adlarının ölçüleri arasında mana farklılıkları bulunmaktadır.15
Buna benzer şekilde "Kıssayı Rabguzi'deki "Oğan / Uğan"ın bir kaide olarak "Allah" diye anlamlandırılmasına bakılmaksızın, onun " Tanrı"dan az da olsa farklı anlamı "Allah" anlayışını ifade ettiğine dair fikir de dikkati çeker.16
Yeri gelmişken, İzi / İye anlayışı bir eski ee şekliyle Buryat şaman panteonunda bütün yaratılmışların yaratıcısı olan, hatta Esege Malaa'nın yaratıcısı sayılan ve Ee Hayrhan denilen en ulu varlığın adında da korunmuştur. 17
"Kutadgu Bilig'de "Apa yazdı erse Bayat kınadı" örneğinde BayatTanrı mazmununu taşır. Yahud Kutb'un "Hüsrev ü Şirin"nde kullanılan "İdi dergahı" ifadesindeki İdi / İzi de Yaratan'a mahsus olan sahiplik, yiyelik anlayışını gösterir. Çünkü, Tanrı en yüksek ilahi varlık olarak en büyük koruyucudur, hıfz edendir. Belalardan uzak tutar. Ancak saygı ile anılmasını ister.
İzi anlayışının Saha Türkçesinde ece şekli de var ki, Tanrı'ya ihtiramla yönelinmesini, Yaratana hitap olunduğunu bildirir. Bu bakımdan da "İdi dergahı" ve ya "İzitaala" ile aynı semantik ifadeye dayanır. Gözden geçirilen abidelerde de İzi tam olarak "Tanrı'yı değil, O'nun sahipliğini, Yeringöğün yiyesi olduğunu bildirir ve devamlı olarak bu sözün "sahip, malik ya da yiye" mazmunundan sonra kullanılır.
Yudahin de sözlükte Kırgız Türkçesindeki "ee" sözünün karşılığında önce sahip kelimesini, sonra aynı kelimenin daha sonraları ortaya çıkan ikinci anlamı olan "Tanrı" manasını vermiştir.
Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk'ünde "İdzi" (İdhi) sözünün "sahip, efendi" anlamını verdikten sonra Tanrı'ya da "İzi" denilir, şeklinde ifade etmesi bir tesadüf olmasa gerek.18 Burada dikkati çeken sadece Tanrı'ya "İzi" denilmesi değil özellikle "Tanrı'ya da" "İzi" denilmesidir. Yeni Tanrı başka vasıflarla anıldığı gibi, "İzi" vasfıyla da anılabilmektedir. Bu, "İzi" anlayışının her yönden anlamına uygun gelmektedir.
Eski Türklerin tabiatta varlığına inandıkları gizli kuvvetler ise özellikle aynı İdi / İzi / İyeler adıyla bilinen koruyucu ruhlar idiler. Aynı İyelerdir ki, çoğu halde bu anlayış Tanrı adının sinonimi gibi onunla neredeyse aynı ölçüde "Tanrılar, ruhlar" şeklinde kullanılır. Bazen Türklerin çok sayıda Tanrılara, ruhlara inandıkları da iddia edilir. Halbuki burada Tanrılar denilen, hakkında tartıştığımız koruyucu ruhlardır. Mesela, Umay da, Al da uydurma bir tabirle söylenildiği gibi, bir Tanrı ya da Tanrı gibi değil, bir koruyucu ruh, yeni "İye"dir, ikinci dereceli ilah değildir. Türk etnikmedeni sisteminde "İzi / İye bir mitolojik varlık gibi zamanzaman melek (ferişte), evliya vb. adlarla karşımıza çıkar. Mesela, Azerbaycan Türklerinin inanışına göre "eye melekdi... Göze görünmez..."
"Manas" Destanında:
"Umay ene perişte."
(Bir melek Umay ana)
Şor Türkleri Umay adlı bu koruyucu ruha Mayezi derler ki, buradaki "ezi" de ele İzi / İye / Eye'nin aynısıdır.
Kazakistan'ın günbatar bölgelerinde ise: ".May eulie", yani Umayevliya denilir.
Yanlış olarak İlahlar, Allahlar ya da Tanrı (ça) lar adı verilen aynı göze görünmez kuvvetler ise Yunanlıların veya Romalıların dininde olduğu gibi panteon teşkil eden bir sistemde birleşmez. Sadece bir anlayış gibi kendi ölçülerini "İzi / İye" yerine Tanrılar vb. ifadelerin kullanılması Türk etnik medeniyetinin ayrılmaz parçası olarak din düşüncesi doğru şekilde tespit edilememektedir. Aksine, "ona putperestlik şeklinde çok Tanrılı bir din görünüşü verilir." Ay Tengri, Gün Tengri ifadelerine gelindiğinde ise, bunun da Uygurların Mani dinini kabul etmeleri ile ilgili olduğu bilinmektedir.
Bu manada İzi / İye olarak bilinen varlıklara su ilahesi, yer Allah'ı, dağ Tanrısı vb. ifadeler, Türk etnik medeniyetinin kendi kaynağından gelmemektedir. Bunların yerine, ananede su eyesi, yer issi, dağ iyesi vs. vardır.
Türk dünyasında oldukça geniş yayılmasından gibi, protürk çağından bu yana aziz, dokunulmaz ve mukaddes olanla ilgili ilk semantiğini koruyan, sistemli semantik anlam değişmeleri geçirerek başlangıcındaki mitolojik mazmununu koruyan, mukaddesliğini kaybetmiş olanla ilgili manaları daha sonraları ortaya çıkan ve bugün de Türk mitolojik düşüncesinde yaşayarak eski idi ile genetik yakınlığı, yer iyesi, suq eezi, ot iyase vb. adlarla ifade olunan aynı mitolojik varlıkların görüntüsünde belirli tabii objeleri tecessüm iletirdi.
Başlangıçta Tanrıcılıkla, sonradan ise şamanizm görüşleriyle ve böylece Şamanizm'le karışmış GökTanrı diniyle ilgili olarak meydana çıkan İye / İssi anlayışı sadece dilcilik yorumlarıyla değil, tamamını Türk din düşüncesi ışığında ve etnografik materyaller esasında bütün genişliği ile araştırmak mümkündür. Mesela, Şamanizmle ilgisi açısından aşağıdaki farklara dikkat etmek gereklidir: Türk Şamanizminde hem kam ruhunun terbiyecisi, hem de kamın ruh yoldaşı iyekıl adını taşıyor. Saha Türklerinde kamın öbür dünyada yaşayan ruhuna verilen iyekııl adında da iye anlayışı Şamanizm terimi olarak kalmıştır. İye sözünün Şamanizmle ilgili mazmunu Çuvaş Türkçesinde "sağalmaz azara tutulan adam; cinli, delidivane manaları" bildiren iyele (eyeli) sözünde de korunmuştur vb. Tabiatın kendi içinden gelen bu hami ruh koruyucularını Sibirya ve Orta Asya'nın Türk halklarının eposları için kanonik obrazları farz edilir, eski mitolojik tasavvurlardan gelen bu varlıklarda Şamanın tecessümünü görür.19 Ancak mukayeseli umumi Türk Din Tarihi yazılmadığından ve GökTanrı dini sistemli şekilde tam olarak araştırılmadığından iye anlayışıyla ifade olunan mitolojik varlıkların tabiatı hakkında da kesin ilmi tasavvur yoktur. Mevcut bulunan dil ve etnografik malzemeler ise sistemli olarak incelenmediğinden, araştırmalarda yanlış sonuçlar alınmaktadır. Mesela, Türkmenlerde güya İslamiyet'in tesiri altında iyelere, bu Tanrıcıhami ruhlara güya münasebetin değişmesi ile aynı mitolojik varlıkların kötü şerli ruhlara çevrilmesi ya da Çuvaşlarda "cin, şeytan" anlamını bildiren eye misali, iyelerin daha çok cinlerle aynileştirerek zararsız olmadıklarına dair fikirler gibi. Halbuki burada mitolojik varlığın müspetten menfiye doğru kavram değiştirmesinden, benzerlerinin eski tasavvurlarını gittikçe unutulmaya yüz tutarak belirginliğini kaybetmesinden başlamış mitolojik varlıkların eskiden kendinde olanları yeni biçimlerde yaratarak ön plana çıkarıp her an yenilenme halinde olan ananenin dahilindeki anlayışını, medeniyetin bütün diğer şekillerini dikkate almak gereklidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında İzi / İye anlayışına sadece filolojik malzemeler ile değil, tamamının etnografik deliller ışığında kompleks olarak izah getirebilir.
Eski Türkler, bilindiği gibi, kainatın ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlardı. Tabiatta olan bu gizli güçler dünyanın üzerinde dolaşırlardı. Topraklar üzerinde "hakimsahipler" veya "hakimruhlar" da olarak adlandırılan bu varlıklar gözle görünmezlerdi. Eski Türklerin aynı ruhlar hakkında çok belirli tasavvurları vardı. Bu ruhlardan iyilik getireni de, kötülük vereni de olurdu. Lakin onlar ayrı ayrı bölgelerde bulunmaktaydılar. Yani aynı ruhlar aynı zamanda hem iyi, hem de kötü olmuyorlardı. "Yeg"ler veya "bizden yeyler" denilen demonik varlıklar vardır ki, onlar ancak insanlara zarar verirlerdi.
Bir de iye / issi denilen hami ruhlar vardı. "sahab", "sahib", bazen de "kimsene" denilen, hayırbereket getirdiğine inanılan ve uykulara da giren bu varlıkların, sahibi oldukları yerlerde yaşadıklarına inanılırdı. Ord. Prof. M. Fuad Köprülü'nün yazdığı gibi, "esasen Türkler Tanrı'yı ve ikinci dereceli ilahlar demek olan idi'leri korkunç görmüyorlardı; çünkü bunlardan hiçbir kötülük gelmezdi."20
"Azerbaycan mitolojik metinleri"nde de iye (eye) lerin kötüler değil, iyiler oldukları anlatılır: "Gözümüzden ne görüyorsak, hepsinin eyesi var. Bu iyeler bize görünmez. Ancak iyelerle bizden yeylerin arasında fark var. Bizden yeyler hiç bir şeyin sabahı değil. Ancak eyeler neyin eyesi ise, onun da sahabı idi, kendisi de onda yaşıyor. Mesela, bey iyesi beyin sahabı idi, beyde de yaşıyor. Ta suda, yahud, dağda bey iyesi olmaz. Onların da kendi iyeleri vardır. Ancak bizde yeyler her yerde yaşıyorlar. Özellikle de karanlık yerlerde, harabe yerlerde, ağaç altında, su başında yaşıyorlar.
Bizden yeyler daima insanın malını çalıyor, kazanın, elbisenin, bulgurunu, yağını götürür, pilav pişirip yer, elbisesini giyip oynuyor. Ta bir sözle, bizden yeyler daima insana zarar verir.
Ancak iyeler çok faydalıydı. Eğer onların yakınına geldiğinde selam verirsen, giderken de 'selamet kal' dersen, bir şeylerini aldığında izin istersen, senden hoşlanacak, daima sana yardımcı olacak, mesela, dediklerimi yaparsan, ev iyesi evimi abad eyleyecek, daima evinde mutluluk olacak. Yol iyesi yolunu uğurlu kılacak, bağ iyesi mahsulünü bol eyleyip seni zengin edecektir. Diğerlerini de bunlar gibi mutlu kılacaktır.
Evin, avlunun, bağın, suyun, yolun, dağınher şeyin iyesi var. Bunlara selam vermen gereklidir. Örneğin, eğer bağa gelmişsen: 'Selam, a bağ iyesi, geldim bağımı sularım, ağaçlarımın dibini belleyim.'
Giderken de diyorsun ki, "Selaâmet kal, a bağ iyesi, ben gidiyorum, yine geleceğim." Bunları yüksek sesle söyleyebilirsen, yüreğinden söyleyebilirsen. Bağ iyesi hepsini duyacaktır.
Bu iyelerin içinde hepsinden üstünü su iyesidir. Su iyesi suda yaşar. Sabah erkenden suya gittiğinde, su iyesine selam vermen gereklidir. Hiçbir zaman suya tükürmek, suya çöp atmak olmaz. Yoksa su iyesini küstürürsün".21
Göründüğü gibi, İdi'nin eski Türk düşüncesinde var olan ilkin mitolojik anlamı burada da korunmuştur. Ancak ilah demek olmayan iyeler arasında herhangi bir hiyerarşik bağlılık da bulunmamaktadır; her birisi sahibi olduğu yerde yaşıyor, yani neyi ifade ediyorsa, kendisi de odur (Olduğu yerin iyesi olması bakımından Yakut (Saha) olonkholarındaki yer hamisi, yer ruhunun mitolojik obrazı da bu bakımdan fonksiyonel anlamına göre iyelere yakınlığı ile de dikkati çeker).
Muayyen kayd u şartla "hami (koruyucu) ruh" denilebilecek bu varlıkların panteonu uzun müddet halk hafızasında korunmuş eski Tanrıları olduğu fikri de Tanrıcılık dini anlayışını karanlıklaştırdığından, umumiyyetle, kabul edilemezdir.
Aslında çok kanaatkâr olan iye adlı aynı varlıklar hiç de faydalı veya zararlı olmakla, mesela, kara iye ve ak iye diye birçok araştırmalarda gösterildiği gibi, iki gruba ayrılmıyorlar (Etnikmedeni sistemin ayrı ayrı ananelerinde ise aynı adlı bir varlığın aksi işaretli mitolojik anlamın taşıyıcısı olabilmesi istisna değildir). Sadece, onlara karşı saygı ile davranıldığı zaman yaratılışları itibarıyla hayırlı olduklarından hayır getirir, saygısızlık gördükleri zamanda da zarar verirler. Çünkü kaynakta mukaddes, aziz ve mübarek yüzlü (yani sakral) olanla ilgilidirler.
İzi / İye anlayışının bu semantik tutumu "Tanrı" sözüyle aynı şekilde manalandırılarak onun eş anlamlısı gibi anlaşılmasına imkan oluşturulmuş, kendisini ifade etmesi tanınmıştır. İesi / isi / izi olarak tabir edilen bu varlıkların menşei ile ilgili bir AltaySayan mitinde şöyle denilir: "Erlik göklerden indirildiği zaman ardınca orda onun hizmetinde bulunanlar da yerlere saçıldılar. Suya düşen su iyesi, dağa düşen dağ iyesi vs. oldu".
L. P .Potapov haklı olarak eezi'lerin menşeinin bu tür izahını hami ruhların çoğunlukla itibarda olmasından halk düşüncesinden uzak olmaması ve onun kendine mahsus tarzda yorumlanması ile ilgili düşünür.22
Kırgız Türklerinin inanışlarına göre de ruhlar nesnelerin yaratılışlarına katiyyen iştirak etmiyorlardı. Onlar ancak dünya düzene girdikten, yeni dünyanın yaratılışından sonra var olduklarını göstermeye başladılar. İnanışa göre, insan faydalı ruhlara, yeni iyelere kulluk etmekle fayda buluyordu.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk din düşüncesinde İzi /İssi / İye adıyla bilinen bu mitolojik varlıkların yeri müstesnadır.
Dilcilik yorumları da bu anlayışı bir sistem bütünlüğü içinde Türk din düşüncesiyle ilgilendirmektedir. Nazari bakımdan da "bir kelimenin, semantik olarak farklılaşması çok olur, onun dildeki fonksiyonu da geniştir. Eğer semantik ayrışma ile beraber allomorfların da çoğunluğu bu ise onun en eski kelimelerden oluştuğunun delilidir."23
İzi / İye / Eye anlayışının da Türk lehçelerinde oldukça fazla allomorfu vardır. Aslında derin anlam bölünmesine de uğramıştır. Bu manada L. Budakov'un İzi (Tanrı) anlayışını Fars dilinin ized kelimesiyle mukayesesi ve "göndermek, yollamak" anlamında (iz) mek fiiliyle birleştirmesi yanlıştır.24
Aynı şekilde Çuvaş Türkçesinde yakınlık bildiren terimlerin etimolojisine dair kıymetli araştırmanın müellifi N. İ. Yegorov'un da Tuva Türkçesindeki ie, Saha Türkçesindeki iye vb. şekillerinin "büyük bir ihtimalle HindAri dilleriyle bağlantılı olduğu"na dair fikri netleşmemiş şekildedir.25
İzi / İye anlayışının Kök Türkçeden bu yana geçirdiği evrede bir "ana" anlamı da vardır. E. Sevortyan "Türk Dillerinin Etimolojik Sözlüğü'nde Tuva ve Saha Türkçelerindeki iye ile Hakas ve Baraba Türkçelerindeki ine sözlerinin aynı kaynaklı olabileceği kanaatindeydi.26 R. Ahmetyanov da eye, iye, eye anlayışını Eski Türkçedeki ege ile bağlı olabileceğinin mümkünlüğü fikrini ileri sürüyordu.27 Buraya, elbette, Özbekçedeki oyi sözünü de ilave etmek mümkündür.
Bize İzi / İye anlayışı "ana" semantik gelişmesinde Türk dinimitolojik düşüncesinin prensiplerine uygun bir tezahürüdür şeklinde gelmektedir.
Kanatimizce, İzi anlayışının eze, eye ve eje, eçe şekilleri de aynı kökden gelmektedir.
Türk lehçelerinde bu anlayışın içe, eçi, iççi, edze vs. şekilleri de "ata" anlayışı ile ilgilidir. Lakin eski "ata" anlayışı bugünkü manalarıyla eşit değildir.
Orhun Abideleri'ndeki "ecdad", "atalar" anlamındaki Ecüapa deyimi bulunmaktadır. "... yer yaratıldı ikisi arasında insanoğlu yaratıldı, insanoğlu üzerine EcümApam... "
Görüldüğü gibi İzi / İye anlayışının atalar, yani ecdad kültüyle ilgili olan mazmunu bulunmaktadır. İdil Bulgarlarının dilinde de "ece"ata manası ifade edilir.
Saha Türkçesinde ruhların adlarıyla birlikte kullanılan iççite sözünün aynısıdır. İlginçtir ki, Hakaslar Umaya Imayiçe, Şor Türkleri de Mayiçe derler. Buradaki içe kökü üzerinde az sonra yine duracağız.
A.Gölpınarlı, "Vilayetname'de geçen terimler içerisinde içe tarzında yazılmış olan kelimeyi Oğuz Türkçesinde "evliya" diye açıklamaktadır.28
Buradan iziiççiiçe anlayışıyla temelinin Şamanizm çağlarında atıldığı ihtimali ileri sürülen veli (evliya) kültü arasındaki bağlılık öne çıkmış olur. İzi / İye kültü kendi kökünü tabiattan alır. Tanrıcılık dünya görüşünün ayrılmaz parçası olan ve Şamanizm elementlerini yaşatan pirocak inanışı da tabiattan gelmektedir. Bu manada özünde birer kutsallık olan pirocaklar, şıhlar gibi aynı derecede kutsallık taşıyıcısı olan İzi / İye kültü arasındaki bağlılığın öne çıkarılması da Türk din düşüncesi, etnografyası bütünlüğünde Türk etnolojisi karşısında duran önemli sorunlardandır. Yani pirocak kültü, evliya inancı ile tabiat kuvvetlerine inanmanın ifadesi olan İzi / iye kültü gibi inanç sistemi arasında bağlılık bulunmaktadır.
Türk Tanrıcılığı Şamanizmle karışmadan önce ise Eski Türk inanç sistemindeki atalarecdad kültü evliya (veli) kültünün hazırlanmasında mühim rol oynamıştır. Bunu izi anlayışının "ecdad" anlamı da gösterir. Bu anlamıyla da eçi, eçig, eçige şekillerinde Altay dil ittifakı çağında Moğol dillerine geçtiğini düşünmek mümkündür. "EtTuhfettü'z Zekiyye fi'lLugatit Türkiyye'de "hekim, tabib" gibi anlamlandırılan içegi sözünün de bu kökten olup olmadığını söylemek şimdilik zordur. Fakat evliyaların başlıca fonksiyalarından birinin de hastalara şifa vermek olduğu düşünülürse, böyle bir bağlılıktan bahsedilebilinir.
İzi / İye anlayışında kadın hattıyla olan anlamın üstünlük teşkil etmesinin ise kendine has sebepleri bulunmaktadır. Bunu hiç de geçmişin derinliklerine götürerek kadın kültüyle ilgilendirmek doğru değildir. Yani aynı koruyucu ruhların karakterinde kişi cinsiyle bağlı elementleri anaerkillikten ataerkilliğe geçiş devriyle ilgilendirmek yanlıştır. Etnografyaya dair araştırmalar da göstermiştir ki, "klasik ibtidai cemiyyette cinslerin gayri beraberliği bilinmemektedir; daha sonraları da kadınlar hiçbir zaman hakimiyette olmamışlardır. Bundan başka Türk halklarının da etnografik, folklor, tarihi, arkeoloji materyalleri burada anaerkil adlı bir şeyin herhangi bir zamanda yaşadığına dair küçük bir işaret dahi bulunmamaktadır. Aynı sözleri ataerkil terimi için de söylemek mümkündür".29
Potansiyel olarak başlangıçtaki bütünlüğü temsil ettiklerinden aynı varlıklarda hem erkek başlangıcı, hem de kadın başlangıcı bulunmamaktadır. Mesela, şaman bir varlık olarak artırmabolluk anlayışıyla ilgili olduğundan onda her iki başlangıç da bulunmaktadır; merasim zamanı kadın giyimi giymesi de bunu gösterir.
Kadın ana artımla bereketle ilgili olduğundan birçok ananelerde bu özellik öne çıkmıştır. Fakat aynı değer hiçbir halde mutlak hakimiyete veya üstünlüğe dönüşmüyordu.
Erliğe "ada", yani "ata" denilir. Buradaki "ata" anlayışı başlangıçta, İlk Çağ'da artım mazmununu da taşıyor. Erliğin tubakişilerin tasavvurunda hem de kadın görünüşünde iri, uzun göğüsleri olan bir varlık gibi olması bir tesadüf olmasa gerektir. Hızır da bir "ata"dır. Süleyman Bakırgani "Hızırİlyas atam var" der. Halk şairlerinin rüyalarına giren varlıklardan biri Saçlı Derviş adında ermiş, yani evliya bir kadındır. Bu kadının ise rivayet edilenlerin sonunda Hızır olduğu söylenilir.
Bu ve diğer ayrılıklarda da İzi / İye anlayışında kadınana ve kişi hattıyla ilgili mazmunun varlığını da gösterir. Bunun bir delili de mesela; Humay adındaki mitolojik varlığın bir ananede Imayiçe, başka bir ananede Mayezi, bir diğer ananede Mayene olarak adlandırılmasıdır. Hakaslarda odun sahibi hem Otine, hem de Otiçe adını taşır. Aynı bir varlığa hem içe / iççi, hem ezi, hem ene denilmektedir. Bu ise aynı anlayışların aynı simvolikayı ifade ettiğini, aynı semantik yük taşıdığını gösterir. Başkurt Türk ağızlarında iney şeklinde kullanılan kelimenin hatta ese, esey şekilleri de bulunmaktadır.
İzi / İye sözünün bir allomorfu olan eci Aydın Türkmen Alevilerinin ağzında ananın anasına denilir.30
V. V. Radlof'un derleyip yazıya aktardığı "Yaratılış Destanı"nda ise ulu Hava ana "Eçi" adındadır.31 Kaşgari'nin "Divan."ına göre eçiyaşlı kadına denilmektedir. Çağataycada da ece "ana" manasını ifade ediyordu.
Eski Uygur Türkçesinde ige, ite, iti, idi "bey", "sahip", "Tanrı" anlamlarıyla bilinen bu sözün kadınana ile bağlı mazmunu, fikrimizce, Türkiye Türkçesinde "küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayali varlık" gibi izah edilen, aslında mitolojik düşüncede bolluk ve artımı temsil eden Umay ananın mitolojik simvolikası ve adıyla ilgili "Umacı" sözünde de bulunmaktadır. Bizim kanaetimizce, Umacı sözü "Umay içe / Imay içe"nin fonetik bakımdan değişikliğe uğramış şeklidir (Anlayışın taşıdığı ilk mitolojik manasından çok sonraları unutulup ortadan çıkabildiğini de belirtmek gereklidir. Burada ise mitolojik simvolikası bakımından Umacı ile Umay ana arasında bağlılık, en derin katlarda olsa bile, korunmuştur).
İzi / iye bir yerde de sonradan kazandığı profan mahiyetli mazmun ifade ettiği gibi, mukaddes ve mübarek yüzlü olanla ilgili mazmununu da koruyup saklamış ve Türk dinimitolojik terminolojisine dahil olmuştur. Eğer "bey" sözünün de sakral ve "mukaddes" olanla ilgili mana taşıdığını düşünürsek, A. von Gabein'in, "idi, ige, iye..." sözlerini "bey"gibi izah etmesi anlaşılmış olur.32 Çünkü "bey" sözünün ilkin anlamında sakralla ilgili mazmun bulunmaktadır.
Türk lehçelerindeki bütün (izi, idi, iye, i'e, ie, ige, ege, eye, eze, eçe, eyye, eye, ez, ize, iyge.) şekilleriyle "İzi / iye" anlayışının izahına gelirsek, bu sözün ilk şekli edi gibi görülmektedir, onun fonetik gelişimi edi>iyi>ii>i şeklinde izlenmektedir.33
Bir başka fikre göre, kelimenin eski şekli "es"tir. Hatta is şeklinin yeniden parçalanıp isi şekline girmesi şeklinde de izah edilmektedir.
Üçüncü bir fikre göre, idi / izzi / izi sözü z>s değişmesiyle idi>izi>isi şeklinde bir inkişaf geçirmiş, d>z>y inkişafından sonra iyi şekli ortaya çıkmıştır ve daha sonra ys>ss benzeşmesiyle iyisi>iysi>issi şekline dönüşmüştür.34
Saha Türkçesindeki iççi şeklini ise V. Bang, ii, idi, isi>iizi vasıtasıyla idi'ye götürmektedir.
Bununla birlikte, bazı araştırmalarda da kelimenin kökündeki gz (ve ya zg) yg ünsüz şekilleri arasındaki münasebetler meselesinin çetin ve mürekkep olduğunu göstermektedir. E. Necip ise iye sözünü tabii olarak ega köküne bağlılığını söyledikten sonra bu kelimeyi OrhunYenisey yazıtlarındaki idiye kadar götürmek mümkün olabilir mi diye sormaktadır.35
Kanaatimizce, idi, izi, ize veya iççi. şekillerini bu tür fonetik farklılaşma, ses değişmesi veya doğrudan ses gelişimi gibi izah etmek yanlış olur. Doğrudur, Türk lehçelerinde d>z>y, aynısının d>z>c şeklinde ses değişimleri mümkün olabilmektedir. Mevcut araştırmaları da esas alırsak, y sesi izi anlayışının muhtelif sıralarındaki söylenişleriyle dialektik bağını göstermektedir, o zaman kelimenin en eski dialekt farklarını koruyup sakladığını söylemek olur. Yeni idi, izi, iye, ige sözlerinden hangisinin evvel, hangisinin sonra olduğunu veya idi şeklinin iziye, onun da isiye vs. geçdiğinden, yahut da dar ünsüzlerin genişlemesi hadisesiyle değil, sözün muhtelif söyleyişlerinin en eski dialekt farklarını aslını akssettirdiğini söylemek mümkündür.
Prof. F. Ağasıoğlu, kaynağını eski ses yuvalarından alan ve ses kuruluşunun umumi gelişim kurallarına uygun olan dialekt farklarından konuşurken protürk devrindeki dialektlerin sonraları dahili dialektlere, şivelere ayrıldığını ve muhtelif zamanlarda defalarca birbirine karıştığını söylemektedir.
Yazara göre, protürk devrindeki dialektlerden diğerlerine nispeten d / y dialekt farkı daha sonra ortaya çıkmıştır. Protürk'ün son merhalesinde d ünsüzü [dy] şeklinde d' allofonu olmuştur ki, sonraki inkişafta dialekt farkları sonraki devirlerde d / d'/y refleksini, daha sonra da t / z / c / j / ç reflekslerini ortaya çıkarmıştır. Bu gelişim kelime içinde d' / d / z / y / g / t paralelliği şeklinde kendini gösterir.36
Bu fikir idi / izi / itti / iye / iççi paralellerinin de meydana çıkış sebebine de doğru şekilde izah getirir ki, bununla da "sözün kökünde ünsüz şekilleri arasında çetin ve mürekkeb olduğu" sanılan münasebetler asıl halini bulmaktadır. Yani protürkte varlığı onun ayrı ayrı Türkçelerde değişik şekillerinin ortaya çıkmasını da sağlamıştır.
En eski idi (idzi / izzi) şekliyle başlangıçta hiç de Tanrı anlamı bildirmeyen bu kelime Tanrıya mahsus koruyucu, hami vasfını sonradan kazanmıştır. Yazılı abidelerde de onun en önce "sahib, malik" mazmunu, sonra ise "Tanrı" manası kayda alınmıştır. Bazı kelimelerde ise dil ve din düşüncesinin kanuna uygunluğu kendini göstermekdedir. Anlayışın "izi" dialekt farkıyla "Tanrı", "idi" "sahib, yiye" manalarında belirtilmesi gibi.
Netice olarak, kısaca söylemek gerekse, "yiye; Tanrı; melek; ata, ana; ecdad" anlamları yönünde geçirdiği semantik değişmeler ve bu mana değişmeleri ile beraber çok sayıda allomorflarının varlığı idi / izi / ige / iye / yiye / eye anlayışının en eski Türk kelimelerinden biri ve hem de mitolojik çağ Türk düşüncesininin mahsulü olduğunu açıkça ispata yetmektedir. Bu manada her medeniyetin özünde olduğu kadar Türk medeniyetinin bu şekilde sırf milli özelliğini ifade eden rumuz kodlarındandır ki, başka medeniyetlerde tam karşılığı bulunmayan (medeniyetşinaslıkta bazen böyle anlayışların adına "lakun" denilir) ve bir dilden başka dile aynısının çevrilmesi mümkün olmayan aynı tip anlayışlar çoğu zaman alındığı dilde ne kadar varsa bu şekliyle muhafaza edilebilir.
Böylelikle İzi / İye (eye / yiye) adları ile bilinen mitolojik varlıkların, tabiatının aynısının etnografik ve dilcilik ölçüleri esasında araştırılması gizli tabiat kuvvetlerine inanışın Türk dini dünya görüşünün esaslarından biri olduğu gerçeğini ilmi şekilde ispata yetmektedir.
1 İ. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara, 1980, s. 42.
2 H. Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, İstanbul, 1986, s. 36.
3 Dj. Kloson, Proisxojdenie tyurkskoqo "runiçeskoqo" pis'ma / Zarubejnaya tyurkoloqiya, v. 1, Moskva, 1986, s. 163; Q. Ksenofontov, Xrestes. Âamanizm i xristianstvo, İrkutsk, 1929, s. 141 vb.
4 Mifı Narodov Mira, t. 2, Moskva, 1982, s. 474, 538, 659.
5 Drevnetyurkskiy Slovar', Leninqrad, 1969, s. 79.
6 R. Qurban, Azâri, Atropaten, Azârbaycan sözlâri haqqında / Azârbaycan Elmlâr Akademiyasının Xâbârlâri, Âdâbiyyat, İncâsânât vâ Dil Seriyası, 1968, 3, s. 88.
7 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, Moskva, 1974, s. 283.
8 E. Nadjip, İstorikoSravnitel'nıy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, kn. 1, Moskva, 1979, s. 408409.
9 A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, 2. cilt, Ankara, 1991, s. 167.
10 Tarama sözlüğü, III, 1979.
11 A. İnan, Makaleler ve incelemeler, 2ci cilt. s. 167.
12 K. Menqes, Tyurkskoe idi "qospodin" nekotorıe yeqo refleksi v tyurkskix yazıkax i paralleli v druqix yazıkovıx sem'yax. / "Turkoloqika", L., 1976, s. 173.
13 L. Potapov, Altayskiy âamanizm, Moskva, 1991, s. 283.
14 N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, İstanbul, 1987, s. 235.
15 M. Seyidov, "Uöğur" sözü haqqında qeydlâr / Azârbaycan Elmlâr Akademiyasının Xâbârlâri, İctimai elmlâr seriyası, 1962, 4, s. 152.
16 D. Duqarov, İstoriçeskie korni beloqo âamanstva, M, 1991, s. 3.
17 Divanü Lugat it Türk Tercümesi, I, Ankara, 1992, s. 87.
18 X. Koroqlı, Xudojestvennıe kanonı i vidoizmenenie eposa / Fol'klor. Problemı istorizma 1988, Moskva, 1988, s. 296.
19 Ord. Prof. M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, c.1, İstanbul, 1989. s. 61.
20 Azârbaycan mifoloji mâtnlâri, Bakı, 1988, s. 5152.
21 L. Potapov, Mifı altaesayanskix narodov kak istoriçeskiy istoçnik / Voprosı arxeoloqii i etnoqrafii Qornoqo Altaya, QornoAltaysk, 1983, s. 106107.
22 F. Câlilov, Azârbaycan Dilinin Morfonologiyasından Oçerklâr, Bakı, 1985, s. 66.
23 E. Nadjip, İstorikoSravnitel'nıy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, kn. 1, Moskva, 1979, s. 409.
24 N. Yeqorov, Opıt etimoloqizatsii çuvaâskix terminov rodstva i svoystva. II. Otets (Roditel') / "İssledovaniya po etimoloqii çuvaâskoqo yazıka, Çeboksarı, 1981, s. 31.
25 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, Moskva, 1974, s. 280.
26 R. Axmetyanov, Sravnitel'noe İssledovaniye tatarskoqo i Çuvaâskoqo yazıkov, M., 1978, s. 28.
28 A. Gölpınarlı, Vilayetname, İstanbul, 1958, s. 143; A. Gölpınarlı, Vilayetname, İstanbul, 1958, s. 143.
29 A. Acalov, Azârbaycan folklorâünaslıöının bâzi epistemoloji problemlâri / Azârbaycan folklorâünaslıöı mâsâlâlâri, Bakı, 1989, s. 7.
30 M. Eröz, Yörükler, İstanbul, 1991, s. 60.
31 B. Ögel, Türk Mitolojisi, cilt 1, Ankara, 1989, s. 462.
32 A. von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, Ankara, 1978, s. 274.
33 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy slovar' tyurkskix yazıkov. s. 238.
34 H. Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı. s. 4142.
35 E. Nadjip, İssledovaniya po istorii tyurkskix yazıkov XIXIV vv., Moskva, 1989, s. 109.
36 F. Câlilov, Azârbaycan dilinin morfonologiyası, Bakı, 1988, s. 124126.
İzi / İye anlayışı, Türk dini inanış tarihi boyunca bilinen en eski anlayışlardandır. Daha önceleri GökTanrı dini ile ilgili olan bu anlayış Türk lehçelerinde de oldukça yaygın şekilde kullanılmıştır.
Bu konuda V. Bang, M. Rasanen, M. Kastren, H. Tanyu, E. Necip, E. Sevortyan, K. Menges, N. Yeqorov gibi birçok ilim adamı kıymetli fikirler söylemişlerdir. Biz daha çok değişik şekilleriyle İzi / İye anlayışının gelişimini ve arkaik düşünce tarzının etnografik çizgileri ile mitolojik yönden geçirdiği semantik şekillenme üzerinde duracağız. Bu semantik gelişim, aynı zamanda hem sitemin içinde gelişmiş hem de kelimenin farklı fonetik varyantlarını türetmişlerdir.
Eski Türk bengü taşlarında idi şeklinde "sahib" manasına gelen bu kelime, Türk lehçelerinden Hakas'ta ezi, Tuva'da ie, Altay'da ee, Kırgız, Kazak ve Nogay'da ie, Sagay'i, Karakalpak'ta i, Başkurt eye, Tatar'da iya, Azerbaycan'da yiye, Türkmen'de ee, Özbek'de eqa, Uygur'da eqe, Kazak ağızlarında iqe, Koybal ize, eski Osmanlı'da is, issi, Özbek ağızlarında iyqa, ike, Saha'da (Yakut)'da iççi şekillerinde kullanılmaktadır. Kumuk Türkçesinde de es şekli korunmuştur. Kelimenin ezi / ege şekillerine Altay ağızlarında, eçe şekline Türkiye Türkçesi ağızlarında, ezi şekline ise Tatar ağızlarında rastlanmaktadır. Eski Türkçe Sözlükte izi / iye kelimesinin idi ve ige varyantları gösterilir (ay yer kök idisi veya yer suv igesi).5
Araştırmacılar Etrüsk yazılarında iesi kelimesini okuyarak onu 'yiyesi' şeklinde anlamlandırırlar.
Bu fikre göre Moğolcada karşılığı ada olup 'acıklı ruh' anlamına gelen asar kelimesinin Eski Türkçedeki karşılığını ezi (yeni izi, issi) oluşturmuş ve Tanrı manasını yüklemiştir.6
İzi / İssi anlayışına Kumuk Türkçesinde yeye, Özbek ağızlarında yiqa ve Azerbaycan Türkçesinde yiye şeklinde de rastlanmaktadır. Burada kelime başında bulunan y sesi protez olarak düşünülmektedir.7
İlginçtir, kelime başındaki y'li kullanıma abidelerde rastlanmamaktadır.
Türkçenin dil yadigarlarına baktığımızda; Kutadgu Bilig'de bu kelime İdi şeklinde "Tanrı" manasında kullanılmıştır. Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk'ünde İzi hem "sahib, efendi", hem de "Tanrı" olarak anlamlandırılır. Atabet'ülHakayık'ta İzi'nin "sahib, yiye" ve "Tanrı" manaları verilir. EbuHeyyan'da da İzi'nin "Tanrı" anlamı bulunmaktadır. O, bu kelimedeki z sesinin Türkçede olmadığını, bu sesin ancak Bulgarcada bulunduğunu yazar. "LügatiÇağatayi ve Türkii Osmani"de ise izi sözü Tanrı, ayrıca İdi ise "sahib, yiye" manalarıyla kaydedilir. "Muhabbetname'de ve Seyfi Sarayi'de izi şekli yoktur. Ancak birincide İdi sözü "yiye, sahib" ve tamamı "Tanrı" manalarında kaydedilmiştir. "Bedaü'llügat"da ega, "Nechülferadis"te izi, eya ve eqa sözleri "sahib, yiye; Tanrı" manalarında kullanılmıştır.
Uygur liderleri XIII. yüzyılda "idikut" ünvanını taşımaktaydılar. Ebulgazi, Yedisu'da yaşayan Türklerin diline dikkat ederek "idikut" kelimesinin Moğolcada 'devletli' anlamına geldiğini yazmaktadır.
"EtTuhfet'üzZekiyye'de (14. yy.) egi, idi, iye şekillerinde bulunan bu kelime "AltunYaruk'ta iya şeklinde geçmektedir.
"Kelile ve Dimne"de de İdi / İzi ile aynı kökten olan is "sahib, yiye, malik" sözü, Moğol sözlüğü olan "MukeddimetülEdeb'de ise aynı "sahib" manasında i sözü bulunmaktadır.
Eski Özbek ve Tatar Türkçelerinde igi, izi sözüne hatta 1917'ye kadar olan (didaktik) eserlerde İdzi ta'la (İzi Taala) şeklinde kullanılmıştır. Bu ise aslında kanaatimizce Kitabı Dede Korkut'taki "AllahTanrı", "Yaradan Allah", "Kadir Tanrı", "TanrıTaala", "HakkTaala" ya da "Allahtaala" kullanışlarının aynısıdır.
Ali "Kıssayı Yusuf"ta (idzi, izzi) izi sözünü hem "sahib, yiye", hem de Allah manasında kullanır.
Kutb'un "Hüsrev ü Şirin'inde ise "İzi atı birle başla sözünni" (İziYaradanın adı ile başla sözünü) şeklinde kullanılmaktadır.8
Kur'anı Kerim'in Eski Türkçe tercümelerinde "Rabbena" sözü "Ey İzimiz" şeklinde çevrilmiştir.9
XIIXIII. yüzyıla ait bir Türkistan "Tefsir"inde idi ve izi şekilleriyle "sahib, yiye" ve "Tanrı" manalarında kullanılan bu söz "sahib, malik" manalarında da "Kitabı Dede Korkut'un dilinde iye "Kanturalı cemal ve kemal iyesi yigit idi" (D180) ve is "Zira Dede Korkut vilayet issi idi" (D84) şekillerinde geçmektedir.
XVI. asra ait "İbn Kebir Tarihi'nde ise issi ve eye sinonim kelimeler gibi kullanılmaktadır.10 "Yusuf u Züleyha'da, A. İnan'ın fikrince, Eski Türkçedeki zel sesi ancak İdzi / İzi sözünde korunmuştur ki, bu da İzi'nin Tanrı adı olduğu içindir. 11 (Yazar "Eski Türkçedeki zel sesi" derken herhalde d ünsüzünün {dy} allofonuna benzer ses şeklini dikkate almıştır).
Görüldüğü gibi kaynakların bir kısmı dışında umumiyetle idi / izi / iye (aynı i'e, ie, ige) kelimenin "sahib", malik" manasının yanı sıra onun 'Tanrı" anlamını da göstermektedir. Bir tek Lûgati Çağatayi ve Türkii Osmani'de ise farklı olarak İzi "Tanrı", İdi kelimesi de "sahib, yiye, malik" gibi anlamlandırılmaktadır.
Sözlüklerde (mesela: V. V. Radloff'un Türk Lehçeleri Sözlüğü Denemesi adlı eserinde) İye, İzi, İdi, İqe, ee kelimelerinin "sahip, yiye" anlamıyla birlikte, onun mecazi olarak "peri, ruh" anlamlarını da verdiği görülmektedir.
K. K. Menges'e göre, en eski İdi şeklinde olan bu kelime "Tanrı" demektir.12 Elbette, palatal d sesi akıcı yz seslerine göre daha eskidir. Ancak, burada idi / izi'nin "Tanrı" mazmunu onun semantik bakımdan geçirdiği genişleme ile gelmiştir. En sona kadar korunan ilk anlamıdır.
Fikrimizce, izi / iye anlayışının ilkin manası koruyucu ruh olan mitolojik varlıklara aittir. Göktürk yazıtlarında da "Yersuv" adıyla ifade edilen aynı koruyucu ruhlarla ilgili olduğunu ifade etmek mümkün olabilir mi?
Altay'da, Türkistan'da şamanların dua ederken yüz tuttukları bu varlıklarla ilgili kültle birlikte, mesela; Kırgızlarda hem de "sahab" (ee, eesi) kültünün varlığı ise bu sorunun tek başına cevabını zorlaştırmaktadır.13
İzi / iye anlayışının ihtiva ettiği "Tanrı" anlamına geldiğinde, bu mana onun "yiyelik, sahiblik" mazmunundan türemedir. Yeni "İzi" Eski Türk Dininde GökTanrı'nın bir vasfıdır. Bir Ülgen, Kayrakan ya da Bayat anlayışı Tanrı anlayışını ne derecede kutsileştirirse, İzi anlayışı da Tanrı'yı bir o kadar kutsileştirir.
Bir "Ugan Tengri"14 ifadesindeki Ugan ve Tengri anlayışları arasında hangi nispet varsa, bir "İzi" ve "Tanrı" anlayışları arasında da aynı nispet vardır. Bu bakımdan XII. asır Türk alimlerinden olan Fahreddin Mübarekşah'ın "Şecereyiensab" adlı eserindeki "aynı çağlarda Türkçede kullanılan Tanrı adlarının Arap ve Farsçadaki Allah adlarına karşılık olarak bazı anlam değişiklikleri bulunduğu" mahiyetindeki bir kayıt da ilginçtir.
Mübarekşah'a göre, Türkler arasında yaşayan Tanrı adlarından Allah adının Arap ve Farsçadaki karşılığı aşağıdaki gibidir:
Tengri : Allah
Ulu Tengri : Hüdavend
İdi : Hüdavend
Türklerin başlangıçta kendi dillerinde yaşayan Allah adlarına sadık kaldıklarını ifade edecek bir özellik taşıyan bu kayıt da bir kez daha ispat etmektedir ki, Türkçedeki İdi adının ölçüleri ile Arapça ya da Farsçadaki Allah adlarının ölçüleri arasında mana farklılıkları bulunmaktadır.15
Buna benzer şekilde "Kıssayı Rabguzi'deki "Oğan / Uğan"ın bir kaide olarak "Allah" diye anlamlandırılmasına bakılmaksızın, onun " Tanrı"dan az da olsa farklı anlamı "Allah" anlayışını ifade ettiğine dair fikir de dikkati çeker.16
Yeri gelmişken, İzi / İye anlayışı bir eski ee şekliyle Buryat şaman panteonunda bütün yaratılmışların yaratıcısı olan, hatta Esege Malaa'nın yaratıcısı sayılan ve Ee Hayrhan denilen en ulu varlığın adında da korunmuştur. 17
"Kutadgu Bilig'de "Apa yazdı erse Bayat kınadı" örneğinde BayatTanrı mazmununu taşır. Yahud Kutb'un "Hüsrev ü Şirin"nde kullanılan "İdi dergahı" ifadesindeki İdi / İzi de Yaratan'a mahsus olan sahiplik, yiyelik anlayışını gösterir. Çünkü, Tanrı en yüksek ilahi varlık olarak en büyük koruyucudur, hıfz edendir. Belalardan uzak tutar. Ancak saygı ile anılmasını ister.
İzi anlayışının Saha Türkçesinde ece şekli de var ki, Tanrı'ya ihtiramla yönelinmesini, Yaratana hitap olunduğunu bildirir. Bu bakımdan da "İdi dergahı" ve ya "İzitaala" ile aynı semantik ifadeye dayanır. Gözden geçirilen abidelerde de İzi tam olarak "Tanrı'yı değil, O'nun sahipliğini, Yeringöğün yiyesi olduğunu bildirir ve devamlı olarak bu sözün "sahip, malik ya da yiye" mazmunundan sonra kullanılır.
Yudahin de sözlükte Kırgız Türkçesindeki "ee" sözünün karşılığında önce sahip kelimesini, sonra aynı kelimenin daha sonraları ortaya çıkan ikinci anlamı olan "Tanrı" manasını vermiştir.
Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk'ünde "İdzi" (İdhi) sözünün "sahip, efendi" anlamını verdikten sonra Tanrı'ya da "İzi" denilir, şeklinde ifade etmesi bir tesadüf olmasa gerek.18 Burada dikkati çeken sadece Tanrı'ya "İzi" denilmesi değil özellikle "Tanrı'ya da" "İzi" denilmesidir. Yeni Tanrı başka vasıflarla anıldığı gibi, "İzi" vasfıyla da anılabilmektedir. Bu, "İzi" anlayışının her yönden anlamına uygun gelmektedir.
Eski Türklerin tabiatta varlığına inandıkları gizli kuvvetler ise özellikle aynı İdi / İzi / İyeler adıyla bilinen koruyucu ruhlar idiler. Aynı İyelerdir ki, çoğu halde bu anlayış Tanrı adının sinonimi gibi onunla neredeyse aynı ölçüde "Tanrılar, ruhlar" şeklinde kullanılır. Bazen Türklerin çok sayıda Tanrılara, ruhlara inandıkları da iddia edilir. Halbuki burada Tanrılar denilen, hakkında tartıştığımız koruyucu ruhlardır. Mesela, Umay da, Al da uydurma bir tabirle söylenildiği gibi, bir Tanrı ya da Tanrı gibi değil, bir koruyucu ruh, yeni "İye"dir, ikinci dereceli ilah değildir. Türk etnikmedeni sisteminde "İzi / İye bir mitolojik varlık gibi zamanzaman melek (ferişte), evliya vb. adlarla karşımıza çıkar. Mesela, Azerbaycan Türklerinin inanışına göre "eye melekdi... Göze görünmez..."
"Manas" Destanında:
"Umay ene perişte."
(Bir melek Umay ana)
Şor Türkleri Umay adlı bu koruyucu ruha Mayezi derler ki, buradaki "ezi" de ele İzi / İye / Eye'nin aynısıdır.
Kazakistan'ın günbatar bölgelerinde ise: ".May eulie", yani Umayevliya denilir.
Yanlış olarak İlahlar, Allahlar ya da Tanrı (ça) lar adı verilen aynı göze görünmez kuvvetler ise Yunanlıların veya Romalıların dininde olduğu gibi panteon teşkil eden bir sistemde birleşmez. Sadece bir anlayış gibi kendi ölçülerini "İzi / İye" yerine Tanrılar vb. ifadelerin kullanılması Türk etnik medeniyetinin ayrılmaz parçası olarak din düşüncesi doğru şekilde tespit edilememektedir. Aksine, "ona putperestlik şeklinde çok Tanrılı bir din görünüşü verilir." Ay Tengri, Gün Tengri ifadelerine gelindiğinde ise, bunun da Uygurların Mani dinini kabul etmeleri ile ilgili olduğu bilinmektedir.
Bu manada İzi / İye olarak bilinen varlıklara su ilahesi, yer Allah'ı, dağ Tanrısı vb. ifadeler, Türk etnik medeniyetinin kendi kaynağından gelmemektedir. Bunların yerine, ananede su eyesi, yer issi, dağ iyesi vs. vardır.
Türk dünyasında oldukça geniş yayılmasından gibi, protürk çağından bu yana aziz, dokunulmaz ve mukaddes olanla ilgili ilk semantiğini koruyan, sistemli semantik anlam değişmeleri geçirerek başlangıcındaki mitolojik mazmununu koruyan, mukaddesliğini kaybetmiş olanla ilgili manaları daha sonraları ortaya çıkan ve bugün de Türk mitolojik düşüncesinde yaşayarak eski idi ile genetik yakınlığı, yer iyesi, suq eezi, ot iyase vb. adlarla ifade olunan aynı mitolojik varlıkların görüntüsünde belirli tabii objeleri tecessüm iletirdi.
Başlangıçta Tanrıcılıkla, sonradan ise şamanizm görüşleriyle ve böylece Şamanizm'le karışmış GökTanrı diniyle ilgili olarak meydana çıkan İye / İssi anlayışı sadece dilcilik yorumlarıyla değil, tamamını Türk din düşüncesi ışığında ve etnografik materyaller esasında bütün genişliği ile araştırmak mümkündür. Mesela, Şamanizmle ilgisi açısından aşağıdaki farklara dikkat etmek gereklidir: Türk Şamanizminde hem kam ruhunun terbiyecisi, hem de kamın ruh yoldaşı iyekıl adını taşıyor. Saha Türklerinde kamın öbür dünyada yaşayan ruhuna verilen iyekııl adında da iye anlayışı Şamanizm terimi olarak kalmıştır. İye sözünün Şamanizmle ilgili mazmunu Çuvaş Türkçesinde "sağalmaz azara tutulan adam; cinli, delidivane manaları" bildiren iyele (eyeli) sözünde de korunmuştur vb. Tabiatın kendi içinden gelen bu hami ruh koruyucularını Sibirya ve Orta Asya'nın Türk halklarının eposları için kanonik obrazları farz edilir, eski mitolojik tasavvurlardan gelen bu varlıklarda Şamanın tecessümünü görür.19 Ancak mukayeseli umumi Türk Din Tarihi yazılmadığından ve GökTanrı dini sistemli şekilde tam olarak araştırılmadığından iye anlayışıyla ifade olunan mitolojik varlıkların tabiatı hakkında da kesin ilmi tasavvur yoktur. Mevcut bulunan dil ve etnografik malzemeler ise sistemli olarak incelenmediğinden, araştırmalarda yanlış sonuçlar alınmaktadır. Mesela, Türkmenlerde güya İslamiyet'in tesiri altında iyelere, bu Tanrıcıhami ruhlara güya münasebetin değişmesi ile aynı mitolojik varlıkların kötü şerli ruhlara çevrilmesi ya da Çuvaşlarda "cin, şeytan" anlamını bildiren eye misali, iyelerin daha çok cinlerle aynileştirerek zararsız olmadıklarına dair fikirler gibi. Halbuki burada mitolojik varlığın müspetten menfiye doğru kavram değiştirmesinden, benzerlerinin eski tasavvurlarını gittikçe unutulmaya yüz tutarak belirginliğini kaybetmesinden başlamış mitolojik varlıkların eskiden kendinde olanları yeni biçimlerde yaratarak ön plana çıkarıp her an yenilenme halinde olan ananenin dahilindeki anlayışını, medeniyetin bütün diğer şekillerini dikkate almak gereklidir. Bütün bunlar göz önüne alındığında İzi / İye anlayışına sadece filolojik malzemeler ile değil, tamamının etnografik deliller ışığında kompleks olarak izah getirebilir.
Eski Türkler, bilindiği gibi, kainatın ruhlarla dolu olduğuna inanıyorlardı. Tabiatta olan bu gizli güçler dünyanın üzerinde dolaşırlardı. Topraklar üzerinde "hakimsahipler" veya "hakimruhlar" da olarak adlandırılan bu varlıklar gözle görünmezlerdi. Eski Türklerin aynı ruhlar hakkında çok belirli tasavvurları vardı. Bu ruhlardan iyilik getireni de, kötülük vereni de olurdu. Lakin onlar ayrı ayrı bölgelerde bulunmaktaydılar. Yani aynı ruhlar aynı zamanda hem iyi, hem de kötü olmuyorlardı. "Yeg"ler veya "bizden yeyler" denilen demonik varlıklar vardır ki, onlar ancak insanlara zarar verirlerdi.
Bir de iye / issi denilen hami ruhlar vardı. "sahab", "sahib", bazen de "kimsene" denilen, hayırbereket getirdiğine inanılan ve uykulara da giren bu varlıkların, sahibi oldukları yerlerde yaşadıklarına inanılırdı. Ord. Prof. M. Fuad Köprülü'nün yazdığı gibi, "esasen Türkler Tanrı'yı ve ikinci dereceli ilahlar demek olan idi'leri korkunç görmüyorlardı; çünkü bunlardan hiçbir kötülük gelmezdi."20
"Azerbaycan mitolojik metinleri"nde de iye (eye) lerin kötüler değil, iyiler oldukları anlatılır: "Gözümüzden ne görüyorsak, hepsinin eyesi var. Bu iyeler bize görünmez. Ancak iyelerle bizden yeylerin arasında fark var. Bizden yeyler hiç bir şeyin sabahı değil. Ancak eyeler neyin eyesi ise, onun da sahabı idi, kendisi de onda yaşıyor. Mesela, bey iyesi beyin sahabı idi, beyde de yaşıyor. Ta suda, yahud, dağda bey iyesi olmaz. Onların da kendi iyeleri vardır. Ancak bizde yeyler her yerde yaşıyorlar. Özellikle de karanlık yerlerde, harabe yerlerde, ağaç altında, su başında yaşıyorlar.
Bizden yeyler daima insanın malını çalıyor, kazanın, elbisenin, bulgurunu, yağını götürür, pilav pişirip yer, elbisesini giyip oynuyor. Ta bir sözle, bizden yeyler daima insana zarar verir.
Ancak iyeler çok faydalıydı. Eğer onların yakınına geldiğinde selam verirsen, giderken de 'selamet kal' dersen, bir şeylerini aldığında izin istersen, senden hoşlanacak, daima sana yardımcı olacak, mesela, dediklerimi yaparsan, ev iyesi evimi abad eyleyecek, daima evinde mutluluk olacak. Yol iyesi yolunu uğurlu kılacak, bağ iyesi mahsulünü bol eyleyip seni zengin edecektir. Diğerlerini de bunlar gibi mutlu kılacaktır.
Evin, avlunun, bağın, suyun, yolun, dağınher şeyin iyesi var. Bunlara selam vermen gereklidir. Örneğin, eğer bağa gelmişsen: 'Selam, a bağ iyesi, geldim bağımı sularım, ağaçlarımın dibini belleyim.'
Giderken de diyorsun ki, "Selaâmet kal, a bağ iyesi, ben gidiyorum, yine geleceğim." Bunları yüksek sesle söyleyebilirsen, yüreğinden söyleyebilirsen. Bağ iyesi hepsini duyacaktır.
Bu iyelerin içinde hepsinden üstünü su iyesidir. Su iyesi suda yaşar. Sabah erkenden suya gittiğinde, su iyesine selam vermen gereklidir. Hiçbir zaman suya tükürmek, suya çöp atmak olmaz. Yoksa su iyesini küstürürsün".21
Göründüğü gibi, İdi'nin eski Türk düşüncesinde var olan ilkin mitolojik anlamı burada da korunmuştur. Ancak ilah demek olmayan iyeler arasında herhangi bir hiyerarşik bağlılık da bulunmamaktadır; her birisi sahibi olduğu yerde yaşıyor, yani neyi ifade ediyorsa, kendisi de odur (Olduğu yerin iyesi olması bakımından Yakut (Saha) olonkholarındaki yer hamisi, yer ruhunun mitolojik obrazı da bu bakımdan fonksiyonel anlamına göre iyelere yakınlığı ile de dikkati çeker).
Muayyen kayd u şartla "hami (koruyucu) ruh" denilebilecek bu varlıkların panteonu uzun müddet halk hafızasında korunmuş eski Tanrıları olduğu fikri de Tanrıcılık dini anlayışını karanlıklaştırdığından, umumiyyetle, kabul edilemezdir.
Aslında çok kanaatkâr olan iye adlı aynı varlıklar hiç de faydalı veya zararlı olmakla, mesela, kara iye ve ak iye diye birçok araştırmalarda gösterildiği gibi, iki gruba ayrılmıyorlar (Etnikmedeni sistemin ayrı ayrı ananelerinde ise aynı adlı bir varlığın aksi işaretli mitolojik anlamın taşıyıcısı olabilmesi istisna değildir). Sadece, onlara karşı saygı ile davranıldığı zaman yaratılışları itibarıyla hayırlı olduklarından hayır getirir, saygısızlık gördükleri zamanda da zarar verirler. Çünkü kaynakta mukaddes, aziz ve mübarek yüzlü (yani sakral) olanla ilgilidirler.
İzi / İye anlayışının bu semantik tutumu "Tanrı" sözüyle aynı şekilde manalandırılarak onun eş anlamlısı gibi anlaşılmasına imkan oluşturulmuş, kendisini ifade etmesi tanınmıştır. İesi / isi / izi olarak tabir edilen bu varlıkların menşei ile ilgili bir AltaySayan mitinde şöyle denilir: "Erlik göklerden indirildiği zaman ardınca orda onun hizmetinde bulunanlar da yerlere saçıldılar. Suya düşen su iyesi, dağa düşen dağ iyesi vs. oldu".
L. P .Potapov haklı olarak eezi'lerin menşeinin bu tür izahını hami ruhların çoğunlukla itibarda olmasından halk düşüncesinden uzak olmaması ve onun kendine mahsus tarzda yorumlanması ile ilgili düşünür.22
Kırgız Türklerinin inanışlarına göre de ruhlar nesnelerin yaratılışlarına katiyyen iştirak etmiyorlardı. Onlar ancak dünya düzene girdikten, yeni dünyanın yaratılışından sonra var olduklarını göstermeye başladılar. İnanışa göre, insan faydalı ruhlara, yeni iyelere kulluk etmekle fayda buluyordu.
Bütün bunlar gösteriyor ki, Türk din düşüncesinde İzi /İssi / İye adıyla bilinen bu mitolojik varlıkların yeri müstesnadır.
Dilcilik yorumları da bu anlayışı bir sistem bütünlüğü içinde Türk din düşüncesiyle ilgilendirmektedir. Nazari bakımdan da "bir kelimenin, semantik olarak farklılaşması çok olur, onun dildeki fonksiyonu da geniştir. Eğer semantik ayrışma ile beraber allomorfların da çoğunluğu bu ise onun en eski kelimelerden oluştuğunun delilidir."23
İzi / İye / Eye anlayışının da Türk lehçelerinde oldukça fazla allomorfu vardır. Aslında derin anlam bölünmesine de uğramıştır. Bu manada L. Budakov'un İzi (Tanrı) anlayışını Fars dilinin ized kelimesiyle mukayesesi ve "göndermek, yollamak" anlamında (iz) mek fiiliyle birleştirmesi yanlıştır.24
Aynı şekilde Çuvaş Türkçesinde yakınlık bildiren terimlerin etimolojisine dair kıymetli araştırmanın müellifi N. İ. Yegorov'un da Tuva Türkçesindeki ie, Saha Türkçesindeki iye vb. şekillerinin "büyük bir ihtimalle HindAri dilleriyle bağlantılı olduğu"na dair fikri netleşmemiş şekildedir.25
İzi / İye anlayışının Kök Türkçeden bu yana geçirdiği evrede bir "ana" anlamı da vardır. E. Sevortyan "Türk Dillerinin Etimolojik Sözlüğü'nde Tuva ve Saha Türkçelerindeki iye ile Hakas ve Baraba Türkçelerindeki ine sözlerinin aynı kaynaklı olabileceği kanaatindeydi.26 R. Ahmetyanov da eye, iye, eye anlayışını Eski Türkçedeki ege ile bağlı olabileceğinin mümkünlüğü fikrini ileri sürüyordu.27 Buraya, elbette, Özbekçedeki oyi sözünü de ilave etmek mümkündür.
Bize İzi / İye anlayışı "ana" semantik gelişmesinde Türk dinimitolojik düşüncesinin prensiplerine uygun bir tezahürüdür şeklinde gelmektedir.
Kanatimizce, İzi anlayışının eze, eye ve eje, eçe şekilleri de aynı kökden gelmektedir.
Türk lehçelerinde bu anlayışın içe, eçi, iççi, edze vs. şekilleri de "ata" anlayışı ile ilgilidir. Lakin eski "ata" anlayışı bugünkü manalarıyla eşit değildir.
Orhun Abideleri'ndeki "ecdad", "atalar" anlamındaki Ecüapa deyimi bulunmaktadır. "... yer yaratıldı ikisi arasında insanoğlu yaratıldı, insanoğlu üzerine EcümApam... "
Görüldüğü gibi İzi / İye anlayışının atalar, yani ecdad kültüyle ilgili olan mazmunu bulunmaktadır. İdil Bulgarlarının dilinde de "ece"ata manası ifade edilir.
Saha Türkçesinde ruhların adlarıyla birlikte kullanılan iççite sözünün aynısıdır. İlginçtir ki, Hakaslar Umaya Imayiçe, Şor Türkleri de Mayiçe derler. Buradaki içe kökü üzerinde az sonra yine duracağız.
A.Gölpınarlı, "Vilayetname'de geçen terimler içerisinde içe tarzında yazılmış olan kelimeyi Oğuz Türkçesinde "evliya" diye açıklamaktadır.28
Buradan iziiççiiçe anlayışıyla temelinin Şamanizm çağlarında atıldığı ihtimali ileri sürülen veli (evliya) kültü arasındaki bağlılık öne çıkmış olur. İzi / İye kültü kendi kökünü tabiattan alır. Tanrıcılık dünya görüşünün ayrılmaz parçası olan ve Şamanizm elementlerini yaşatan pirocak inanışı da tabiattan gelmektedir. Bu manada özünde birer kutsallık olan pirocaklar, şıhlar gibi aynı derecede kutsallık taşıyıcısı olan İzi / İye kültü arasındaki bağlılığın öne çıkarılması da Türk din düşüncesi, etnografyası bütünlüğünde Türk etnolojisi karşısında duran önemli sorunlardandır. Yani pirocak kültü, evliya inancı ile tabiat kuvvetlerine inanmanın ifadesi olan İzi / iye kültü gibi inanç sistemi arasında bağlılık bulunmaktadır.
Türk Tanrıcılığı Şamanizmle karışmadan önce ise Eski Türk inanç sistemindeki atalarecdad kültü evliya (veli) kültünün hazırlanmasında mühim rol oynamıştır. Bunu izi anlayışının "ecdad" anlamı da gösterir. Bu anlamıyla da eçi, eçig, eçige şekillerinde Altay dil ittifakı çağında Moğol dillerine geçtiğini düşünmek mümkündür. "EtTuhfettü'z Zekiyye fi'lLugatit Türkiyye'de "hekim, tabib" gibi anlamlandırılan içegi sözünün de bu kökten olup olmadığını söylemek şimdilik zordur. Fakat evliyaların başlıca fonksiyalarından birinin de hastalara şifa vermek olduğu düşünülürse, böyle bir bağlılıktan bahsedilebilinir.
İzi / İye anlayışında kadın hattıyla olan anlamın üstünlük teşkil etmesinin ise kendine has sebepleri bulunmaktadır. Bunu hiç de geçmişin derinliklerine götürerek kadın kültüyle ilgilendirmek doğru değildir. Yani aynı koruyucu ruhların karakterinde kişi cinsiyle bağlı elementleri anaerkillikten ataerkilliğe geçiş devriyle ilgilendirmek yanlıştır. Etnografyaya dair araştırmalar da göstermiştir ki, "klasik ibtidai cemiyyette cinslerin gayri beraberliği bilinmemektedir; daha sonraları da kadınlar hiçbir zaman hakimiyette olmamışlardır. Bundan başka Türk halklarının da etnografik, folklor, tarihi, arkeoloji materyalleri burada anaerkil adlı bir şeyin herhangi bir zamanda yaşadığına dair küçük bir işaret dahi bulunmamaktadır. Aynı sözleri ataerkil terimi için de söylemek mümkündür".29
Potansiyel olarak başlangıçtaki bütünlüğü temsil ettiklerinden aynı varlıklarda hem erkek başlangıcı, hem de kadın başlangıcı bulunmamaktadır. Mesela, şaman bir varlık olarak artırmabolluk anlayışıyla ilgili olduğundan onda her iki başlangıç da bulunmaktadır; merasim zamanı kadın giyimi giymesi de bunu gösterir.
Kadın ana artımla bereketle ilgili olduğundan birçok ananelerde bu özellik öne çıkmıştır. Fakat aynı değer hiçbir halde mutlak hakimiyete veya üstünlüğe dönüşmüyordu.
Erliğe "ada", yani "ata" denilir. Buradaki "ata" anlayışı başlangıçta, İlk Çağ'da artım mazmununu da taşıyor. Erliğin tubakişilerin tasavvurunda hem de kadın görünüşünde iri, uzun göğüsleri olan bir varlık gibi olması bir tesadüf olmasa gerektir. Hızır da bir "ata"dır. Süleyman Bakırgani "Hızırİlyas atam var" der. Halk şairlerinin rüyalarına giren varlıklardan biri Saçlı Derviş adında ermiş, yani evliya bir kadındır. Bu kadının ise rivayet edilenlerin sonunda Hızır olduğu söylenilir.
Bu ve diğer ayrılıklarda da İzi / İye anlayışında kadınana ve kişi hattıyla ilgili mazmunun varlığını da gösterir. Bunun bir delili de mesela; Humay adındaki mitolojik varlığın bir ananede Imayiçe, başka bir ananede Mayezi, bir diğer ananede Mayene olarak adlandırılmasıdır. Hakaslarda odun sahibi hem Otine, hem de Otiçe adını taşır. Aynı bir varlığa hem içe / iççi, hem ezi, hem ene denilmektedir. Bu ise aynı anlayışların aynı simvolikayı ifade ettiğini, aynı semantik yük taşıdığını gösterir. Başkurt Türk ağızlarında iney şeklinde kullanılan kelimenin hatta ese, esey şekilleri de bulunmaktadır.
İzi / İye sözünün bir allomorfu olan eci Aydın Türkmen Alevilerinin ağzında ananın anasına denilir.30
V. V. Radlof'un derleyip yazıya aktardığı "Yaratılış Destanı"nda ise ulu Hava ana "Eçi" adındadır.31 Kaşgari'nin "Divan."ına göre eçiyaşlı kadına denilmektedir. Çağataycada da ece "ana" manasını ifade ediyordu.
Eski Uygur Türkçesinde ige, ite, iti, idi "bey", "sahip", "Tanrı" anlamlarıyla bilinen bu sözün kadınana ile bağlı mazmunu, fikrimizce, Türkiye Türkçesinde "küçük çocukları korkutmak için uydurulmuş hayali varlık" gibi izah edilen, aslında mitolojik düşüncede bolluk ve artımı temsil eden Umay ananın mitolojik simvolikası ve adıyla ilgili "Umacı" sözünde de bulunmaktadır. Bizim kanaetimizce, Umacı sözü "Umay içe / Imay içe"nin fonetik bakımdan değişikliğe uğramış şeklidir (Anlayışın taşıdığı ilk mitolojik manasından çok sonraları unutulup ortadan çıkabildiğini de belirtmek gereklidir. Burada ise mitolojik simvolikası bakımından Umacı ile Umay ana arasında bağlılık, en derin katlarda olsa bile, korunmuştur).
İzi / iye bir yerde de sonradan kazandığı profan mahiyetli mazmun ifade ettiği gibi, mukaddes ve mübarek yüzlü olanla ilgili mazmununu da koruyup saklamış ve Türk dinimitolojik terminolojisine dahil olmuştur. Eğer "bey" sözünün de sakral ve "mukaddes" olanla ilgili mana taşıdığını düşünürsek, A. von Gabein'in, "idi, ige, iye..." sözlerini "bey"gibi izah etmesi anlaşılmış olur.32 Çünkü "bey" sözünün ilkin anlamında sakralla ilgili mazmun bulunmaktadır.
Türk lehçelerindeki bütün (izi, idi, iye, i'e, ie, ige, ege, eye, eze, eçe, eyye, eye, ez, ize, iyge.) şekilleriyle "İzi / iye" anlayışının izahına gelirsek, bu sözün ilk şekli edi gibi görülmektedir, onun fonetik gelişimi edi>iyi>ii>i şeklinde izlenmektedir.33
Bir başka fikre göre, kelimenin eski şekli "es"tir. Hatta is şeklinin yeniden parçalanıp isi şekline girmesi şeklinde de izah edilmektedir.
Üçüncü bir fikre göre, idi / izzi / izi sözü z>s değişmesiyle idi>izi>isi şeklinde bir inkişaf geçirmiş, d>z>y inkişafından sonra iyi şekli ortaya çıkmıştır ve daha sonra ys>ss benzeşmesiyle iyisi>iysi>issi şekline dönüşmüştür.34
Saha Türkçesindeki iççi şeklini ise V. Bang, ii, idi, isi>iizi vasıtasıyla idi'ye götürmektedir.
Bununla birlikte, bazı araştırmalarda da kelimenin kökündeki gz (ve ya zg) yg ünsüz şekilleri arasındaki münasebetler meselesinin çetin ve mürekkep olduğunu göstermektedir. E. Necip ise iye sözünü tabii olarak ega köküne bağlılığını söyledikten sonra bu kelimeyi OrhunYenisey yazıtlarındaki idiye kadar götürmek mümkün olabilir mi diye sormaktadır.35
Kanaatimizce, idi, izi, ize veya iççi. şekillerini bu tür fonetik farklılaşma, ses değişmesi veya doğrudan ses gelişimi gibi izah etmek yanlış olur. Doğrudur, Türk lehçelerinde d>z>y, aynısının d>z>c şeklinde ses değişimleri mümkün olabilmektedir. Mevcut araştırmaları da esas alırsak, y sesi izi anlayışının muhtelif sıralarındaki söylenişleriyle dialektik bağını göstermektedir, o zaman kelimenin en eski dialekt farklarını koruyup sakladığını söylemek olur. Yeni idi, izi, iye, ige sözlerinden hangisinin evvel, hangisinin sonra olduğunu veya idi şeklinin iziye, onun da isiye vs. geçdiğinden, yahut da dar ünsüzlerin genişlemesi hadisesiyle değil, sözün muhtelif söyleyişlerinin en eski dialekt farklarını aslını akssettirdiğini söylemek mümkündür.
Prof. F. Ağasıoğlu, kaynağını eski ses yuvalarından alan ve ses kuruluşunun umumi gelişim kurallarına uygun olan dialekt farklarından konuşurken protürk devrindeki dialektlerin sonraları dahili dialektlere, şivelere ayrıldığını ve muhtelif zamanlarda defalarca birbirine karıştığını söylemektedir.
Yazara göre, protürk devrindeki dialektlerden diğerlerine nispeten d / y dialekt farkı daha sonra ortaya çıkmıştır. Protürk'ün son merhalesinde d ünsüzü [dy] şeklinde d' allofonu olmuştur ki, sonraki inkişafta dialekt farkları sonraki devirlerde d / d'/y refleksini, daha sonra da t / z / c / j / ç reflekslerini ortaya çıkarmıştır. Bu gelişim kelime içinde d' / d / z / y / g / t paralelliği şeklinde kendini gösterir.36
Bu fikir idi / izi / itti / iye / iççi paralellerinin de meydana çıkış sebebine de doğru şekilde izah getirir ki, bununla da "sözün kökünde ünsüz şekilleri arasında çetin ve mürekkeb olduğu" sanılan münasebetler asıl halini bulmaktadır. Yani protürkte varlığı onun ayrı ayrı Türkçelerde değişik şekillerinin ortaya çıkmasını da sağlamıştır.
En eski idi (idzi / izzi) şekliyle başlangıçta hiç de Tanrı anlamı bildirmeyen bu kelime Tanrıya mahsus koruyucu, hami vasfını sonradan kazanmıştır. Yazılı abidelerde de onun en önce "sahib, malik" mazmunu, sonra ise "Tanrı" manası kayda alınmıştır. Bazı kelimelerde ise dil ve din düşüncesinin kanuna uygunluğu kendini göstermekdedir. Anlayışın "izi" dialekt farkıyla "Tanrı", "idi" "sahib, yiye" manalarında belirtilmesi gibi.
Netice olarak, kısaca söylemek gerekse, "yiye; Tanrı; melek; ata, ana; ecdad" anlamları yönünde geçirdiği semantik değişmeler ve bu mana değişmeleri ile beraber çok sayıda allomorflarının varlığı idi / izi / ige / iye / yiye / eye anlayışının en eski Türk kelimelerinden biri ve hem de mitolojik çağ Türk düşüncesininin mahsulü olduğunu açıkça ispata yetmektedir. Bu manada her medeniyetin özünde olduğu kadar Türk medeniyetinin bu şekilde sırf milli özelliğini ifade eden rumuz kodlarındandır ki, başka medeniyetlerde tam karşılığı bulunmayan (medeniyetşinaslıkta bazen böyle anlayışların adına "lakun" denilir) ve bir dilden başka dile aynısının çevrilmesi mümkün olmayan aynı tip anlayışlar çoğu zaman alındığı dilde ne kadar varsa bu şekliyle muhafaza edilebilir.
Böylelikle İzi / İye (eye / yiye) adları ile bilinen mitolojik varlıkların, tabiatının aynısının etnografik ve dilcilik ölçüleri esasında araştırılması gizli tabiat kuvvetlerine inanışın Türk dini dünya görüşünün esaslarından biri olduğu gerçeğini ilmi şekilde ispata yetmektedir.
1 İ. Kafesoğlu, Eski Türk Dini, Ankara, 1980, s. 42.
2 H. Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı, İstanbul, 1986, s. 36.
3 Dj. Kloson, Proisxojdenie tyurkskoqo "runiçeskoqo" pis'ma / Zarubejnaya tyurkoloqiya, v. 1, Moskva, 1986, s. 163; Q. Ksenofontov, Xrestes. Âamanizm i xristianstvo, İrkutsk, 1929, s. 141 vb.
4 Mifı Narodov Mira, t. 2, Moskva, 1982, s. 474, 538, 659.
5 Drevnetyurkskiy Slovar', Leninqrad, 1969, s. 79.
6 R. Qurban, Azâri, Atropaten, Azârbaycan sözlâri haqqında / Azârbaycan Elmlâr Akademiyasının Xâbârlâri, Âdâbiyyat, İncâsânât vâ Dil Seriyası, 1968, 3, s. 88.
7 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, Moskva, 1974, s. 283.
8 E. Nadjip, İstorikoSravnitel'nıy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, kn. 1, Moskva, 1979, s. 408409.
9 A. İnan, Makaleler ve İncelemeler, 2. cilt, Ankara, 1991, s. 167.
10 Tarama sözlüğü, III, 1979.
11 A. İnan, Makaleler ve incelemeler, 2ci cilt. s. 167.
12 K. Menqes, Tyurkskoe idi "qospodin" nekotorıe yeqo refleksi v tyurkskix yazıkax i paralleli v druqix yazıkovıx sem'yax. / "Turkoloqika", L., 1976, s. 173.
13 L. Potapov, Altayskiy âamanizm, Moskva, 1991, s. 283.
14 N. S. Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, c. 1, İstanbul, 1987, s. 235.
15 M. Seyidov, "Uöğur" sözü haqqında qeydlâr / Azârbaycan Elmlâr Akademiyasının Xâbârlâri, İctimai elmlâr seriyası, 1962, 4, s. 152.
16 D. Duqarov, İstoriçeskie korni beloqo âamanstva, M, 1991, s. 3.
17 Divanü Lugat it Türk Tercümesi, I, Ankara, 1992, s. 87.
18 X. Koroqlı, Xudojestvennıe kanonı i vidoizmenenie eposa / Fol'klor. Problemı istorizma 1988, Moskva, 1988, s. 296.
19 Ord. Prof. M. Fuad Köprülü, Edebiyat Araştırmaları, c.1, İstanbul, 1989. s. 61.
20 Azârbaycan mifoloji mâtnlâri, Bakı, 1988, s. 5152.
21 L. Potapov, Mifı altaesayanskix narodov kak istoriçeskiy istoçnik / Voprosı arxeoloqii i etnoqrafii Qornoqo Altaya, QornoAltaysk, 1983, s. 106107.
22 F. Câlilov, Azârbaycan Dilinin Morfonologiyasından Oçerklâr, Bakı, 1985, s. 66.
23 E. Nadjip, İstorikoSravnitel'nıy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, kn. 1, Moskva, 1979, s. 409.
24 N. Yeqorov, Opıt etimoloqizatsii çuvaâskix terminov rodstva i svoystva. II. Otets (Roditel') / "İssledovaniya po etimoloqii çuvaâskoqo yazıka, Çeboksarı, 1981, s. 31.
25 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy Slovar' Tyurkskix Yazıkov, Moskva, 1974, s. 280.
26 R. Axmetyanov, Sravnitel'noe İssledovaniye tatarskoqo i Çuvaâskoqo yazıkov, M., 1978, s. 28.
28 A. Gölpınarlı, Vilayetname, İstanbul, 1958, s. 143; A. Gölpınarlı, Vilayetname, İstanbul, 1958, s. 143.
29 A. Acalov, Azârbaycan folklorâünaslıöının bâzi epistemoloji problemlâri / Azârbaycan folklorâünaslıöı mâsâlâlâri, Bakı, 1989, s. 7.
30 M. Eröz, Yörükler, İstanbul, 1991, s. 60.
31 B. Ögel, Türk Mitolojisi, cilt 1, Ankara, 1989, s. 462.
32 A. von Gabain, Eski Türkçenin Grameri, Ankara, 1978, s. 274.
33 E. Sevortyan, Etimoloqiçeskiy slovar' tyurkskix yazıkov. s. 238.
34 H. Tanyu, İslamlıktan Önce Türklerde Tek Tanrı İnancı. s. 4142.
35 E. Nadjip, İssledovaniya po istorii tyurkskix yazıkov XIXIV vv., Moskva, 1989, s. 109.
36 F. Câlilov, Azârbaycan dilinin morfonologiyası, Bakı, 1988, s. 124126.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)