28 Temmuz 2019 Pazar

Türk ve Rus bilim insanları, çok iyi bilinmeyen Sibirya tarih öncesi arkeolojisine ve Türk tarihine ışık tutmak için ortak kazı çalışmaları başlattı.



Türk ve Rus bilim insanları, çok iyi bilinmeyen Sibirya tarih öncesi arkeolojisine ve Türk tarihine ışık tutmak için ortak kazı çalışmaları başlattı.
Dokuz Eylül Üniversitesi Kafkasya Orta Asya Arkeoloji Araştırmaları Merkezi ile İrkutsk Devlet Üniversitesi Baykal Bölgesi Araştırmaları Enstitüsü, Yenisey ve Lena nehirleri arasında ortaklaşa prehistorik araştırmalar gerçekleştiriyor.
Çok iyi bilinmeyen Sibirya tarih öncesi arkeolojisine dair yeni bilgilere ulaşabilme amacıyla hazırlanan Sibirya Araştırmaları Projesi, kısa bir süre önce hayata geçirildi.
Dokuz Eylül Üniversitesi Kafkasya Orta Asya Arkeoloji Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Semih Güneri, AA muhabirine projeye ilişkin açıklamalarda bulundu.
Güneri, Sibirya’da Yenisey-Lena nehirleri arasında hazırlıkları birkaç yıldır süren Sibirya Araştırmaları Projesi’nin bölge arkeolojisinin en erken evrelerini anlamak ve Uzak Asya’daki Türk tarihini ele alan Türk-Altay kuramı sürecinde geliştirilen hipotezlere yeni somut kanıtlar bulabilmek için hazırlandığını bildirdi.
Güneri, İrkutsk Devlet Üniversitesi Baykal Bölgesi Araştırmaları Enstitüsü ile 2017’den bu yana görüşmeleri sonucunda Yenisey-Lena arasında ortaklaşa prehistorik araştırmalar gerçekleştirilmesinin kararlaştırıldığını söyledi.
Bölge arkeolojisinin son yirmi yıldır Batılıların ilgisini çekmesine rağmen ağır fiziki koşulların araştırmacıları caydırdığını ifade eden Güneri, kendisine eşlik eden doktora öğrencileri Ayça Avcı İpekçi, Ahmet Bayburt ve Rus araştırmacıların bölgede ortak kazılara başladıklarını aktardı.
Güneri, “İşimiz çok kolay değil. Ağustos ayı içinde ısı akşam sıfırın altına kadar düşecek. Yaklaşık 12 hafta sürecek çalışmalarımız Angara-Baykal bölgesinde başladı” dedi.
Angara Nehri’nin Yenisey’e döküldüğü Üst-Belaya bölgesinde de Neolitik Çağ yerleşme alanında kazı yapılacağını kaydeden Güneri, Dokuz Eylül Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nükhet Hotar’ın da projeye büyük destek verdiğini sözlerine ekledi.

12 Temmuz 2019 Cuma

Emir Timur: Bozkır'ın Altın Çocuğu





Emir Timur: Bozkır'ın Altın Çocuğu


Timur İmparatorluğu veya diğer kullanımla Timurlular Devleti, Fars ve İslam medeniyeti unsurları ile Türk-Moğol devlet ve askeri teşkilat unsurlarını bünyesinde barındıran ve soyu Türk-Moğol boylarından biri olan Barlaslar'a dayanan Çağatay Emiri Timur tarafından kurulmuş bir Türk-Moğol devleti. Timurlu İmparatorluğu Hunlar, Göktürkler, Uygurlar, Karahanlılar, Gazneliler, Selçuklular ve Harezmşahlar’ın yıkılmasından sonra Türklerin Türkistan’da kurduğu en büyük devlet olmuş ve bu devirde Türkistan ve Horasan, İslam mimarisi açısından en parlak dönemini yaşamıştır. 15. yüzyılın sonlarından itibaren Türkistan, Harezm, Kırım, Kazan ve Azerbaycan'da Çağatay Türkçesi de yüksek bir kültür dili haline gelmiştir. Dinin, ilim ve sanatın koruyucusu olan Timur; Türkistan’da Türkçenin, Türk sanat ve kültürünün Fars kültürünün baskısı altında yok olup gitmesini önlemiş ve öne geçmesini sağlamış, Türk edebiyatı büyüme ve gelişme göstermiş, sanat, bilim ve edebiyat dünyası Timur Rönesans’ını yaşamıştır.
Timur, adını verdiği Büyük Timur İmparatorluğu'nun kurucusudur. Tarihin gördüğü en büyük askeri ve siyasi dehalardan biri olarak kabul edilen Timur, sağ ayağı aksak kalacak şekilde darbe aldığından dolayı kendisine Farsça Timurlenk, Türkçe olarak ise Aksak Timur denilmekteydi. 1370'ten itibaren düzenlediği seferlerle Harezm, Deşt-i Kıpçak, İran, Irak, Suriye ve Hindistan'ı kapsayan topraklara hakim olup 1402'de yapılan Ankara Savaşı'nda Yıldırım Bayezid'i mağlup etti. Seferlerinin en kanlısı ve uzunu Batı Asya'daki seferleridir. Birincisi üç, ikincisi beş ve üçüncüsü yedi sene sürmüştür. Seferleri sırasında ele geçirdiği şehirlerin bazılarını yakıp yıkmış kellelerden kuleler yapmıştır. Kan dökücülüğü ve tahripkarlığına rağmen özellikle Semerkant'ın imarına çok önem vermiş ve girdiği hiçbir ülkede de âlimlerin incitilmesine müsade etmemiştir. Seferlerinin çoğunu Türk-İslam ülkeleri üzerine yönelttiği için eleştirilmesinin yanı sıra Orta Asya göçebelerinin İslamlaşmasında büyük rolü olmuştur. Timur'un kurduğu devlet, Türk Moğol devlet esasları ve askeri teşkilatı unsurları ile İslam medeniyeti unsurlarını bünyesinde bir arada barındırmaktadır. Müslüman olmasının yanı sıra eski Türk-Moğol geleneklerini de yaşatmaya çalışmış ve Cengiz Han yasasına çok önem vermiştir. Kimi tarihçilere göre Timur için yasa şeriattan önce gelmekteydi. Cengiz Han ile akrabalığa ayrı bir önem veren Timur, Cengiz Han soyundan Kazan Han'ın kızı Saray Mülk Hanımı nikahına alarak damat anlamına gelen Küregen lakabını taşımaya hak kazanmıştır. Cengiz Han'ın soyundan gelmediği için "Han" unvanı yerine "Emir" unvanını kullanmış ve ölünceye kadar kukla dahi olsa, Cengiz Han soyundan birini Han olarak yanında taşımıştır.
Soyu ve Ailesi
Timur, Maveraünnehir’de günümüzde Özbekistan'da Semerkand’la Belh arasında Şehri şebz sınırları içerisinde yer alan Keş şehrine bağlı Hoca Ilgar köyünde dünyaya geldi. Şerefeddin Al-i Yezdi'nin Zafername adlı eserinde Timur'un doğum tarihi 9 Nisan 1336 Salı, Oniki Hayvanlı Türk Takvimi'ne göre Sıçan Yılı olarak verilir. O, efsaneye göre, avucunda pıhtılaşmış kan ve ihtiyar adamın saçları gibi beyaz saçlarla doğmuştur. Avucunda kan ile doğması zamanın hakimi manasına gelen sahip kıranlık alameti olmakla beraber ilerde çok kan dökeceği biçiminde yorumlanmıştır. Timur sahip kıran unvanını ilerleyen yıllarda cihangir unvanı ile birlikte kullanmıştır. Saçlarının beyazlığı ise erken yaşta meydana gelen bir olgunluk görülüp onun ileride büyük işler başaracağına inanılmıştır.
Kaynaklarda Timur'un babasının adının Turagay annesinin adının Tekira Hatun olduğu kaydedilir. Çağatay ulusunu oluşturan Türk-Moğol kabilelerinden Barlaslar'ın reisi olan Turagay sadece kendi kabilesinde değil Tüm Çağatay ulusunda itibarlı bir bey idi. Emir Timur'un soyu ölümünden sonra torunu Uluğ Bey tarafından Isık Göl civarından getirilip Semerkant'ta yazılarak, Timur'un mezarı üzerine dikilen yeşim taşı üzerinde şu şekilde kaydedilmiştir: Emir Timur Küregan b. Emir Turagay bi Emir Berkel b. Emir İlengir b. Emir İtil b. Emir Karaçar Noyan b. Emir Suguçcin b. Emir Erdemci Barula b. Emir Kaçulay b. Emir Tummanay. Timur'un ceddi Tumanay beşinci göbekten Cengiz Han'ın da atası olmaktadır.
Fiziksel Özellikleri
Timur’un boyu uzun, vücudu heybetliydi. Omuzları geniş, başı büyük ve alnı genişti. Elleri ve ayakları iri, kol ve bacakları ise oldukça uzun ve kalındı. Görünüşü ürkütücü olan Timur’un, suratı oldukça asık, sağ eli felçli ve sağ ayağı da topaldı.
Kişiliği
Timur'un mühründe kuvvet doğruluktur anlamına gelen Rasti-rustî kazılı olması ve yazdığı mektupların sonuna da aynı ibareyi içeren damgasını vurması doğruluğa önem verdiğinin bir göstergesiydi. Yaklaşık otuz yıl boyunca geçtiği her yerde yıkıntılar ve yıkımlar bırakarak acımasız yüzünü göstermiş ancak bazı olaylara bakıldığında Tümur'un taş kalpli olmadığı, heyecanlandığı, ağladığı, sevdiği, yakınlarına ve dostlarına bağlı olduğu görülmektedir. Torununun ölüm haberini aldığında kendini yerden yere atmış ağlamış acısını belli etmiştir. Kızı Akabeg, büyük oğlu Cihangir, kız kardeşi Turhan Hatun'un birbirini takiben gerçekleşen ölümleriyle bir süre derin bir bezginlik içinde bulunsa da tarafından Kuran-ı Kerim ve hadis-i şerifler okuttuğu gibi bir taraftan tarih ve hikayeler okutup dinleyerek üzüntüsünü unutarak yine hükümet işleriyle ilgilenmekten geri kalmamıştır. Sinirleri sanıldığı kadar sağlam değildir. Önünde korkunç ve kanlı savaş öykülerinin anlatılmasına dayanamadığı, dilenciliği kabul etmediği, halkın yiyecek bulmasına dikkat ettiği bilinmektedir. Timur, bulunduğu mecliste gasp, saldırı, tecavüz ve kan dökmekle ilgili sözlerin dile getirilmesine ve küfür edilmesine asla izin vermezdi ve orada sadece yönetim ile ilgili tedbirler görüşülürdü.
Başkenti Semerkant'ın ihtişamını arttırmak için sanatçıları, zanaatkarları, bilim adamlarını, şairleri, din adamlarını Semerkant'a çekmeye çalışmış hatta kimi zaman onları zorla Semerkant'a getirtmiştir. Seferlerinde geçtiği yerleri acımasız şekilde yakıp yıkarken diğer yandan Semerkant'ı yeniden yaratmıştır. Ele geçirdiği ülkelerdeki sıradan yontma işçisinden en büyük sanatçıya kadar birçok insanı daha önce görülmedik bir biçimde tek bir şehirde toplamayı başarmıştır. Semerkant'ı büyük yeteneklerin merkezi haline getirmiştir. Astronomi ve Fıkıh alimlerine, seyyidlere çok hürmet gösterir onların sohbetlerini dinlemekten büyük keyif duyardı. Tüzükatında, "Allah dostları alimler ile devamlı irtibat halinde idim. Her işimde onlarla istişare ettim. Bunların hayır duaları bana zaferler kazandırdı", demektedir. Girdiği hiçbir ülkede alim ve şeyhlerin incitilmesine müsade etmeyen Emir Timur gerek barış gerek savaş zamanında ünlü komutanların hayatlarını ve bunların seferlerini okumayı alışkanlık edinmişti. Şam'da ünlü tarihçi İbn Haldun ile yaptığı görüşmeler sırasında sahip olduğu tarih bilgisi ile İbn Haldun'u bile şaşırtmıştır. Türkçe, Moğolca ve Farsça olmak üzere üç dil bilmekteydi. Kendi ülkesi dahilinde, halk arasında haber toplayan görevliler bulunduğu gibi, diğer ülkelerde de casusları vardı. Bu casuslar sufi, derviş, tüccar, müneccim, asker, sanatkar, pehlivan olarak çeşitli ülkeleri dolaşır, bu ülkelerin şehir, kasaba yollar ve ileri gelenleri ile ilgili bilgi toplayarak Timur'a bildirirlerdi. Daha sonra Timur bu ülkeye gelip o şehir ile ilgili şeyleri sormaya başlayınca bu büyük bir hayret ve şaşkınlığa yol açardı.
Satranç oynamayı çok seven Timur, çok sinirli olduğu zamanlarda bu oyunu oynayarak rahatlardı. Satrancı mükemmel bir şekilde oynadığı için çok az kimsenin kendisiyle oynamaya cesaret edebildiği Timur, normal satranç ile oynamayı aşmış ve büyük satrançla oynamaya başlamıştı. Yani satranç tahtasını ona onbire çıkarmış ve taşlara iki deve, iki zürafa, iki boğa, iki aslan, iki debbâbe, iki öncü, bir vezir, bir gözcü ve diğer bazı taşları eklemiştir. Timur’un satrançcıları arasında Muhammed b. el-Akîl el-Haymî, Zeyneddin el-Yezdî ve başka kimseler vardı. Ama satrançcılarının pîri aynı zamanda fakih ve muhaddis olan Alâeddin et-Tebrizî idi. Alâeddin et-Tebrizî ile büyük satranç oynayan Timur’un, oyununun konumları ile hamleleri hakkında da şerhleri vardır. İbn Arabşah, Timur ile Alâeddin et-Tebrizi’nin yanlarında ayrıca bir yuvarlak bir de uzun satranç gördüğünü ifade eder. Yine bir gün çok sevdiği bu oyunu oynarken rakibine Şah-Ruh yaptığı sırada Timur’a iki müjde getirilmiştir. Bunlardan birincisi bir erkek çocuk sâhibi olduğu, ikincisi de Ceyhun nehrinin Hıta tarafındaki kıyısına inşaa ettirmekte olduğu şehrin tamamlandığı idi. Bunun üzerine Timur oğluna Şahruh, şehre ise Şahruhiyye adını vermiştir.

Timur Belh Savaşı'nda

Timur, daha genç yaşında iken Doğu Türkistan’da hüküm sürmekte olan İli Moğollar’ın hükümdarı Tuğluk Timur’un 1360 yılında Maveraünnehir’e geldigi dönemde bazı beylerin bölgeyi terk etmelerine rağmen kendisi terk etmeyerek Tuğluk Timur’a bağlılığını bildirmiştir. Karşılığında ise atalarının yurdu olan Keş ve çevresi kendisine bırakılmıştı.
Tuğluk Timur, oğlu İlyas Hoca Oğlan'ı Maveraünehir'in idaresine getirirken, Emir Begicek'i onun atabegliğine, Timur'u da hizmetine tayin etmişti. İlyas Hoca Oğlan'ın yanındaki emirlerin zalimce hareketleri üzerine Timur, Emir Kazagan'ın torunu Emir Hüseyin'in yanına gitti. Birlikte Horasan'a kaçarlarken Türkmenler tarafından yakalandılar ve Mahan'da altmış gün hapis yattıktan sonra serbest bırakılıp Sancari kabilesi reisi Mübarekşah'tan yardım görerek tekrar buluşmak üzere ayrıldılar. Ancak bu sırada düşman karşısında zor duruma düşen Sistan hakimi Melik Fahrenddin'in kendilerini çağırması üzerine bin kişilik bir kuvvet ile yardıma geldiler. Fahreddin'in vaatlerini yerine getirmemesi üzerine buradan ayrılmak isteyince Sistanlılar tarafından yolları kesildi. Burada yapılan çarpışmada Timur'un sağ eline ok isabet ederek yaralandı. Muhtemelen ayağının sakatlanması da bu çarpışma esnasında olmuştur.
Yaralarının iyileşmesinden sonra Timur ve Hüseyin tekrar Maveraünnehir'e gelip Tirmiz, Belh ve Keş şehirlerini İlyas Hoca Oğlan'ın adamlarının elinden alıp, kendisini de yendikten sonra, kurultay toplayıp, Tuva Han'ın torunlarından Kabilşah Oğlan'ı han ilan ettiler. Timur ve Hüseyin uzun mücadelelerden sonra Maveraünnehir'e hakim olmuşlardı. Bu iki arkadaş arasında Hüseyin'in kız kardeşi Olcay Terken Aga'nın Timur'a nikahlanmış olmasından dolayı akrabalık ilişkisi de mevcut idi. Ancak 1365'ten sonra yavaş yavaş araları açılmaya başladı. Timur ile Hüseyin arasında Mâverâünnehir hâkimiyeti için bir mücadele söz konusu idi. Emîr Hüseyin, Âdil Hān adına hareket ediyordu. Timur da buna karşılık Cengiz Han soyundan Suyurgatmış Han’ı tahta oturtup Emîr Hüseyin’e karşı yürüdü. 1370 yılında Belh’te kuşatılan Emîr Hüseyin yakalandı ve Emîr Keyhüsrev Huttelanî’nin kardeşini öldürmek suçundan öldürüldü. Timur, Emîr Hüseyin’i ele geçirmekle bütün Mâverâünnehir’e hâkim oldu. Emir Hüseyin'in Haremi ve hazineleri de Timur'un eline geçti. Timur bunlardan dördünü kendi haremine aldı bazılarını da yanındaki ileri gelen beylere verdi. Kendisinin aldığı hanımlar arasında Kazan Sultan'ın kızı Saray Mülk hanım da bulunuyordu. Bu evlilik, Saray Mülk Hanım'ın han kızı olması dolayısıyla Timur'a han damadı anlamına gelen küregen(Gürgan) unvanını taşımaya hak kazandırmıştır.
Horasan Seferleri
Timur, Harezm meselesi hallolduktan sonra İran’ın parçalanmış durumunu düzeltmek için buraya yöneldi. O dönemde Ceyhun’dan batıya doğru şu devletler mevcuttu. Herat merkez olmak üzere Horasan’da Kertler(1245–1383); merkezi Sebzvar olmak üzere Horasan’ın batı tarafında Serbedârlılar; merkezi Cürcan olmak üzere Astarabad, Bistam, Damgan veSimnan yöresinde Toga Timurlular; merkezi Şiraz olmak üzere Fars ve Kirman taraflarında Muzafferîler (1294–1393); merkezi Bağdad olmak üzere Irak-ı Arab, Irak-ı Acem ve Azerbaycan bölgelerinde ise Celayirliler (1336–1432) hüküm sürüyordu. Bunlar arasında sürekli çekişmeler yaşanıyordu. Timur Kert hanedanından başlayarak bütün bunları hakimiyeti altına aldı.
1380 yılında Kert'lerin elinde bulunan Herat'ı ele geçiren Timur, daha sonra Horasan'ın batısına hakim olan Serbedarlılar'ın başşehri Sebzvar'ı ele geçirdi. 1381'de ise Emir Veli yönetimindeki Toga Timurlular'ın üzerine yürüdü ve İsferayin'i ele geçirerek Astarabad'a kadar ilerledi. Emir Veli, Timur'un ordusu ayrıldıktan sonra ükesine yeniden hakim olduysa da 1384'te Timur'un ordusu tekrar gelince Azerbaycan taraflarına kaçtı ve ülkesi tamamen Timur'un topraklarına katıldı.
Üç Yıllık Sefer
Timur, Horasan seferleri sırasında İran'ın durumunu daha yakından görüp 1386'da bu ülkeyi tamamen ele geçirmeye karar vererek Semerkant'tan harekete geçti. Hac kervanlarına hücum ettiği bahanesiyle Luristan hakimi Melik İzzeddin'i ele geçirip oğullarıyla birlikte Semerkant'a gönderdi. Buradan Azerbaycan'a yöneldi. Bağdat hakimi Celayirli Sultan Ahmet'in Tebriz'e ilerlemekte olduğu haberini almştı ancak Sultan Ahmet Celayir, Timur'un üzerien geldiğini duyunca Bağdat'a geri döndüğünden Tebriz Timur tarafından kolayca ele geçirildi. Yazı Tebriz'de geçiren Timur baharda Gürcüler üzerine gaza amacıyla sefer düzenledi. Sürmeli ve Kars kalelerini alarak tahrip edip daha sonra da, Nahcivan ve Kars yöresinde fetihlerde bulunarak Tiflis'e girdi. Timur Gürcistan'a düzenlediği seferlerinde Müslüman olan Gürcüleri serbest bırakmış ve onları bu davranışlarından dolayı çeşitli şekillerde ödüllendirmiştir. Bu durumda onun Gürcistan'a karşı yapmış olduğu seferlerde gaza amacının samimi olduğu görülmektedir. Timur, Tiflis'i ele geçirip Şirvan taraflarını da kendine tabi kıldıktan sonra kışlamak için Karabağ'a geldi. 1387'de İsfahan’a girdi. İsfahan’da önce yörenin önde gelenleri, seyyidler, alimler, Timur’u karşılamaya çıktılar ve şehir halkının emân karşılığında mal vermeleri kararlaştırıldı. Şehrin ileri gelenleri orduda alıkondu, Timur Melik ile Mehmed b. Sultan Şah bu malı toplamak için şehre gittiler. Şehirden bir grup şehre giren askerlere saldırarak hepsini öldürdüler. Timur, Isfahanlılar isyan edince şehre tekrar döndü ve yedi yaşından küçük çocukları ailelerinden ayırtarak bir araya topladı. Daha sonra bu yedi bin çocuğu ailelerinin gözleri önünde saatlerce atlılara ezdirmek suretiyle katletti ve kafalarını vücutlarından ayırdı. Kentin yarısını dolaşmış olan tarihçi Hafız Ebu her biri 1500 kelleden 28 kule saydığını yazmaktadır.
Timur İsfahan’ı ele geçirdikten sonra Şiraz’a yöneldi ve Şiraz'da olduğu sırada Toktamış’ın muhalefet ederek asker gönderdiği ve Semerkand tarafında karışıklık olduğu haberi ulaştı. Bunun üzerine Timur Semerkand’a döndü. Şiraz'ın tam olarak alınması 1393 yılında Muhammed Muzaffer ve çocuklarının tamamen ortadan kaldırılmalarından sonra Emîrzade Ömer Şeyh’e suyurgal olarak verilmesiyle mümkün olacaktı.
Deşt-i Kıpçak Üzerine Seferler
Harezm üzerine seferlerde bulunurken, zaman zaman Kaşgar ve Isık Göl taraflarında Moğollar ile Dest-i Kıpçak üzerine de asker sevk ediyordu. Timur, Harezm'de iken onun yokluğunu fırsat bile Moğollar, Maveraünnehir'e gelerek yağma hareketlerine başlamışlardı. 1375 yılı sonunda Duğlat emiri Kamereddin üzerine yürüdü ancak kışın şiddetinden dolayı Semerkant'a dönüp kışı geçirdikten sonra 1376'da bu harekatı tekrarladı ve Moğol emiri yenilerek kaçmak zorunda kaldı.
Cengiz Han'ın oğlu Cuci'nin soyundan gelen Toktamış, Ak Orda hükümdarı Urus Han, babasını öldürtünce Semerkand'a giderek 1375'te Timur'a sığınmıştı. Timur'dan sağladığı destekle 1375'ten başlayarak Doğu Deşt-i Kıpçak'a egemen olup 1378'de Altın Orda Devleti'nin egemenliğini ele geçirdi. Bu konuma yükselince, Timur'un kendisine yapmış olduğu tüm yardımları unuttuğu gibi, onu bir bakıma küçümsemeye başladı.
Bu başarılardan sonra Altın Orda Devleti'ni eski sınırlarına kavuşturmak amacıyla Timur'a bağlı bulunan Harezm'i geri istedi. Bu isteği Timur'la aralarının açılmasına neden oldu. 1387'de Yağma amacıyla Timurun egemenlik sınırları içindeki Azerbaycan'a girmekten çekinmedi ardından aynı yıl Timur'un çıktığı batı seferinden yararlanarak onun oğlu Ömer Şeyh'i yenip tüm Maveraünnehir'i acımasızca yağmaladı.
Timur, Toktamış üzerine yürümeden önce Harezm’e yürümüştü. 1388’de beşinci kez Harezm’e girmiş olan Timur buraya girişiyle Toktamış’ın en önemli destekçileri olan bu Kongratlar’a bir darbe vurduğu gibi önemli bir muhalifini de ortadan kaldırmış oldu. Ürgenç’i ele geçirerek halkını Semerkand tarafına göçürdü, şehri yıktırdı, yerine arpa ekilmesini buyurdu. Şehir 1391 senesinde Timur’un Kıpçak’a yürüyüşüne kadar 3 yıl harap kalmış ve bu Kıpçak seferi esnasında Harezm’in imarını emretmiştir.
1390 yılında Semerkant’tan Deşt-i Kıpçak’a gitmek üzere harekete geçti. Otrar yakınlarında Karaasman mevziine ulaştıklarında Toktamış Han’ın elçileri geldi. Görüşmede elçiler Toktamış’ın af dileyen mesajını ilettiler. Timur elçilere, Toktamış’tan iyi bir davranış görmediğini, ona güvenmediğini belirtti ve güvenlik gereği elçiyi tutuklattıktan sonra 22 Şubat 1391’de harekete geçti. Timur çok büyük bir mesafeyi kat etmiş, bu arada ordusunda çıkan ciddi boyutlu açlık ve susuzluk problemlerini aşmış, nihayet Toktamış’ın ordusu ile 20 Haziran 1391'de Kunduzca mevkinde karşılaşmayı başarmıştı. Timur ordusunu alışılmış üçlü sistemden (merkez, sağ, sol) farklı olarak 7 kol düzenine göre tanzim etti. Çok çetin geçen savaşın sonunda Toktamış’ın ordusu bozulmuş, yenilen Toktamış kaçmayı başarmıştı. Toktamış Han’ın, Timur’u Deşt-i Kıpçak derinliklerinde ordusuyla birlikte yok etme taktiği tutmamıştı.
Beş Yıllık Sefer
Toktamış'a karşı sefer esnasında İran'daki bazı yerli hakimlerin yokluğundan istifade ederek Timur'a yüz çevirmeleri üzerine adamlarını bölgeye göndererek asker toplamalarını ve savaş ilan etmelerini istedi, kendisi de 1392 yılının Haziran ayında hareket ederek Buhara'ya geldi. Buradan Ceyhun ırmağına geçerek Mazenderan 'a gelen Timur, buranın kendisine itaatten ayrılan hakimlerini baş eğmek zorunda bıraktı. Buradan Güney İran'a Fars bölgesine gelerek Muzafferiler üzerine yürüdü. Şah Mansur'un Timur'un hakimiyetini tanımayarak Şiraz'a kapanması üzerine 1393 yılının Mart ayında onun üzerine yüründü. Şah Mansur büyük bir yenilgiye uğrayıp kaçarken yakalanıp tüm hanedan üyeleriyle birlikte öldürüldü ve ülkesi Şeyh Ömer'e verildi.
Mazenderan ve Fars’ı zapt ettikten sonra Timur, 1393 Ağustos’unda Bağdat üzerine yürüdü. Bağdat’da Celayirlilerin son temsilcisi olan Sultan Ahmed’e değerli hediyeler göndererek hakimiyetini tanımasını istedi. Timur’dan korkan Sultan Ahmed bunu kabul etmiş ancak Timur’a karşı koyacak gücü kendisinde de göremediğinden Şam’a yönelmiş oradan da Memluk Sultanlığına sığınmıştır. Bunun üzerine Timur da öncelikle Bağdat’a yürümüştür. Timur Bağdat'ı ele geçirdikten sonra Erzincan Emiri, Ak koyunlu ve Kara Koyunlu beyleri ile Sivas-Kayseri hakimi Kadı Burhaneddin'e haber göndererek itaat etmelerini istemiş Memluk sultanı'na da kalabalık bir elçi heyeti göndermiştir. Ancak cavapları beklemeden harekatına devam edip Musul, Mardin ve Diyarbakır'ı zaptedip Van gölünün kuzeyindeki Aladağ'a gelmiştir. Burda iken Erzincan Emiri Taharten yanına gelerek bağlılığını bildirmiştir. Memluk Sultanı Timur'un elçilerini öldürerek karşılık vermişti. Bunun üzerine Timur Suriye'ye yürüme kararı aldı. Ancak Kadı Burhaneddin'in çabalarıyla Yıldırım Bayezid, Berkuk, Toktamış ve Kadı Burhaneddin arasında bir ittifak kurulmuştu. Bu sırada Erzurum'a kadar gelmiş olan Timur Anadolu'da Güneyden Memlukler, Kuzeyden ise Altın Orda kuvvetleri arasında kalacağını hesap edip birden bire geri dönme kararı alıp Toktamış'ın üzerine yürüdü.
Bu geri dönüş sırasında ilk olarak Gürcistan'da fetihlere girişti. Bunun sebebi Kral Bagrat'ın Timur'a boyun eğip ona bağlı bir kral olduktan sonra isyan etmesi idi. Kendisine söz verildikten sonra sözünde durmayarak ihanette bulunanları hiçbir şekilde affetmeyen Timur, Bagrat'ın bu ihanetine karşılık olarak Tiflis'i yağmalattı ve bütün Kakheti ve Kartli arasındaki yerler yıkıma uğradı. Hıristiyan din adamlarına ve abidelerine saldırıldı. Sweti-Tzkhoveli'nin kilisesi ve Mtzkheta katedrali yağmalanarak tahrip edildi. Dehşetli bir kıyım Gürcistan'ın bütün unsurları üzerinde sürdürüldü. Ruisi'de Ghtaeba'nın tarihsel yapıları yerle bir edildi. Bu arada Timurlular orada kamp yaparken, yağma ve öldürmeler üst Kartli'nin bütün vadileri boyunca sürdürüldü
1391'de Kunduzca savaşında aldığı mağlubiyete rağmen Deşt-i Kıpçak'taki gücünü koruyan Toktamış, Memluk sultanı Berkuk'a elçiler göndererek Timur'a karşı onunla ittifak kurmuştu. Öcünü almak için için Timur'un Mardin ve Diyarbakır bölgesinde bulunduğu bir sırada Derbend üzerinden Şirvan'a bir baskın yaparak tüm halkını kılıçtan geçirdi kenti yağmalatıp, yakıp yıktı. Gürcistan'daki fetihlerden sonra hazırlıklarını tamamlayan Timur, 1395 yılı Şubat ayında Toktamış üzerine hareket emri verdi. Toktamış'ı kesin olarak ortadan kaldırmak amacıyla harekete geçen Timur'un ordusu Toktamış'ın ordusu ile 1395'te Terek nehri kıyısında karşı karşıya geldi. Timur, üç günde ordusunu çember haline getirip çember daraldıkça açlık karşısında ordusuna büyük bir av ve moral sağladı. Timur, Terek nehri karşısında üç gün karşılıklı aşağı yukarı hareket eden ordusundaki kadınlara asker kıyafeti giydirip aşağı doğru hareket ettirdi erkekler ise yukarı kesimden karşıya geçerek karşıya geçerek Toktamış askerlerini korkunç biçimde yenilgiye uğratıp perişan etti. Timur, Toktamış’ı bir kez daha yenilgiye uğratmışsa da onu ele geçirememişti. Buna üzülen Timur, Toktamış’ın yeniden kuvvet toplayarak üzerine gelmesini engellemek için, Özü(Dinyeper)ırmağı taraflarına yürüyerek Toktamış ile birlikte hareket eden kabileleri yağmalamış, onları Balkanlara doğru sürmüştür. Timur ileri harekatına devamla Ejderhan ve Berke Sarayı üzerine yürümüş, ciddi bir mukavemet görmeden buraları da ele geçirmiştir. Bu seferiyle Timur, Altın Ordu Hanlığı’na çok büyük bir darbe indirerek Altın Ordu’nun bütün gücünü hemen tamamen yok etmiştir.
Hindistan Seferi
Timur, 1398 yılının Mart ayında Hindistan Seferi’ne çıktı. Kafirlere cihad adını verdiği seferin görünüşteki sebebi buradaki kâfirleri ortadan kaldırmaktı ancak bu seferi daha sonra yapmayı tasarladığı seferlerine maddi kaynak olması için yapmış olması kuvvetle muhtemeldir. Timur ve ordusu İndus ve İfasis nehirlerini geçtikten sonra Pencab ve Sind bölgelerinin de merkezi olan Delhi üzerine yürüdü. Pencab ve Sind bölgelerinin merkezi Delhi'ye Tuğluk hanedanından II. Mahmûd Han hakim idi. Henüz ciddi bir savaş olmadan çoğu ateşperest olmak üzere Timur'un ordusunun arkasında yüz bin esir bulunuyordu. Kumandanlar, bu kadar çok esirin savaşın neticesini tehlikeye düşürebileceğini hatırlattıklarından Timur, bunların hepsinin idam emrini verdi. Zabitlerin ve neferlerin kendi esirlerini kendi elleriyle öldürmelerini istedi. Bu emre itaat etmeyenler idam cezasına maruz kalacaklardı. Bir saatten az zaman içerisinde Timur'un askerlerinin kılıcıyla yüz bin esir öldürüldü.
Timur'un zaferini anlatmak için yazdırdığı fetihnameleri götürecek olan filler on sıra meydana getiriyordu. Sanatkarlar, ressamlar, mimarlar eserlerini Timur'un başkentinde meydana getirsin diye sürüler halinde Semerkant'a götürüldü. Bunlar arasında bulunan birçok taş yontucuları ve duvarcılar seferin başarıyla tamamlanması şerefine Semerkant'ta yapılacak olan Cami-i Kebir'in inşasıda çalışmaları için Timur'un komutanları arasında pay edildi. Bu abidenin inşasında kulanılmak üzere oyma nakışlarla nakışlanmış birçok taşlar ve Hinduların mabedlerindeki eşyalar Semerkant'a nakledildi.
Yedi Yıllık Sefer  (1399-1404)
Timur’un 1399 yılında tekrar harekete geçmesinin nedeni, Azerbaycan tarafından özellikle Mîrânşâh ile ilgili pek hoş olmayan haberler alması idi. Horasan valiliğinden sonra 1393 yılında Hülagü Han tahtına tayin edilen ve Azerbaycan ve ona bağlı yerlerin idaresine getirilen Mîrânşâh, Hind seferine katılmamıştı. O, 1395–1396 yılı sonbaharında Hoy civarında attan düşmüş, fiziksel olarak sağlığına kavuştuysa da garip davranışlarda bulunmaya başlamıştı. Bu attan düşme hadisesinden sonra doktorların bütün çabasına rağmen, fiziksel olarak iyileşti ise de, tam olarak sıhhatine kavuşamamıştı. İran ve Azerbaycan'da idarede gevşekliğin baş gösterdiğine, devlet malının çarçur edildiğine dair haberler de gelmekte idi.
Bu durum üzerine Timur Hind seferinden dönüşünden 4 ay geçmiş olmasına rağmen yeni bir sefere çıktı. Yedi Yıllık Sefer diye isimlendirilse de bu seferin süresi 5 yıldır ve Timur'un en büyük seferidir. Mîrânşâh’ın kendisine bırakılan edilen bölgede asayişi sağlayamamasının Timur’un bu son Ön Asya seferinin sebebini oluşturduğu bütün kaynakların ortak görüşüdür. Ancak Timur’un özellikle Toktamış’ı yendikten sonra Samur Irmağı kıyısından Yıldırım Bayezid’e mektup yazdığı zaman, "Çerkez oğlancığı" diye andığı Berkuk’un ve Çerkes oğlancığı ile dostluk halinde bulunan "Sivas kadıcığı" diye andığı Kadı Burhaneddin'e haddini bildirmekten söz etmişti. Hatta Bayezid’e tekrar geleceğini bildiriyordu. Mîrânşâh meselesi yüzünden belki bu geliş biraz hızlanmıştı. Kafkasların güneyindeki Gürcü ve Ermenilerin etrafa saldırdıkları, Mîrânşâh’ın idaredeki zaafı ve garip davranışları haberi gelince Timur hemen bölgeye yöneldi. 1399-1400 yılı kışını Karabağ’da geçiren Timur bu esnada Azerbaycan, Gürcistan ve Irak'ta bazı sindirme faaliyetlerinde bulunarak Bingöl'e geldi. Artık Suriye ve Anadolu’yu ele geçirmek için ciddî bir engel kalmamıştı.
Sivas’ın Timur Tarafından Alınışı
Timur ile Bayezid arasındaki başlıca problemlerden biri Erzincan Emîri Taharten meselesidir. Taharten daha Timur’un Ön Asya’ya ilk seferinden itibâren onun hâkimiyetini tanımıştı. Bayezid 1399’da başta Malatya olmak üzere Kâhta, Divriği, Behisni, Dârende kalelerini topraklarına katmıştı. Bu şekilde Fırat’a kadar olan yerler Osmanlıların eline geçmişti. Anadolu siyâsî birliğinin sağlanması için sıra Fırat’ın doğusundaki Harput, Diyarbakır bölgeleri ile Erzincan ve Erzurum'a gelmişti. Yıldırım Bayezid, Erzincan Emîrine kendisine itaat etmesini bildirmişti. Erzincan Emîri Taharten, Bayezid’e vergi vermeyi kabul etmiş, ancak Kemah’ı Osmanlılara vermeyeceğini söylemişti. Bunun yalnızca bir oyalama siyaseti olduğu anlaşılmaktadır. Taharten eskiden beri hakimiyetini tanıdığı Timur’a Bayezid’in isteklerini bildirmiş ve şikayette bulunmuştu.
Timur, Taharten'i huzuruna kabûl ettikten 2 gün sonra Sivas şehrine geldi. Timur’un ordusunun rehberliğini Akkoyunlu beyi Kara Yölük ile Taharten yapıyordu. Sivas şehri yüksek surlarla çevriliydi. Güney tarafında kaynak sularla beslenen bir hendek vardı. Hisarın bu tarafında delik açmak mümkün değilken batı tarafı bu iş için uygun bulunmuş ve hisar kuşatmaya alınmıştır. Lağımlar kazılmış ve şehir halkı bunu geç fark etmiştir. Osmanlı tarihçisi İbn-i Kemal, Timur’un askerlerinin hiç durmadan adeta yiyip içmeden sabahtan akşama çalıştıklarını ifade etmektedir. Lağım kazma faaliyetleri sonuç vermiş ve şehirdekiler kalenin düşeceğini anlayınca kale muhafızı Mustafa kaleyi teslim etmek zorunda kalmıştı. Timur Sivas'ı kan dökmeyeceğine söz vererek teslim almasına rağmen 3-4 bin Ermeni'yi kazdırdığı büyük çukurlara gömmek suretiyle öldürtüp işte sözümü tuttum bir tanesinin bile kanını dökmedim demiştir. Timur Sivas'ta bakım evlerinde bulunan cüzzamlıları Türkistan'da bilinmeyen bir hastalık olduğundan askerleri arasında yayılmaması için imha etti. Sivas'ı savunan Bayezid'in oğlu birkaç gün canlı olarak muhafaza edildikten sonra öldürüldü.
Timur Sivas’ı aldıktan sonra fazla ilerlemedi ve Suriye istikametine yöneldi. Sivas’ı almasına rağmen Malatya henüz Osmanlıların elindeydi. Arkasında kendisine ait olmayan yerler bırakmak istemeyen Timur dönüp Malatya’yı almış ve daha sonra güneye inmiştir. Timur Sivas ve Malatya’yı almakla Yıldırım’a gözdağı verip kendisine boyun eğeceğini tahmîn etmiş olmalıdır. Nitekim Timur Sivas’ı aldıktan sonra Yıldırım Bayezid’e yazdığı mektûbda Sivas hâdisesinden ders alıp sulh yoluna girmesini, kendisinin İlhanlı neslinden geldiğini, küçüğün büyüğe itaatinin vâcib olduğunu yazmıştır. Ayrıca Haleb Nâibine gönderdiği mektûbda da Osmanoğlu denen bu çocuğun edebinin kıtlığını duyup kulağını çekmek istedik ve onun ülkelerinden Sivas ve diğer yerlerde onun vaziyyeti hakkında sizin de duyduğunuz şeyler yaptık demekteydi.
Timur ile Yıldırım Bayezid arasındaki çekişmede Sivas’ın Timur tarafından alınması önemli bir noktadır. Bu şekilde Timur ilk kez Osmanlı hâkimiyetindeki bir bölgeyi ele geçirmiş olmaktadır. Sivas’ın zabtı ile Yıldırım Bâyezîd durumun ciddîyetini anlamış olmalıdır. Bayezid, bu haber kendisine ulaştıktan sonra İstanbul kuşatmasına son verip Anadolu’ya geçti. Bayezid Timur’un Anadolu içlerine doğru ilerleyeceğini düşünmüş olmalı ki, Kayseri’ye gelerek beklemeye başladı.
Memlukler ile Savaş
Timur Sivas’ı aldıktan sonra güneye doğru Memlukler üzerine yönelmişti. Memluk sultanı Berkuk'un ölümünden sonra Memlukler'in içine düştüğü karışık durumu biliyordu ve Bayezid ile karşılaşmadan önce bu durumdan faydalanmak istiyordu. Ayrıca Timur'un Bağdat'ı ele geçirdikten sonra Berkuk'a gönderdiği elçi öldürülmüş, Kara Yusuf tarafından tutsak alınan Avnik hakimi Atlamış da Kahire'ye gönderilerek orada hapsedilmişti. Bunun üzerine Timur, henüz tahta geçmiş olan Ferec'e elçiler göndererek Atlamış'ın geri verilmesini istedi ancak elçiler Haleb'e varır varmaz hapsedildier. Bu sırada Malatya'da bulunan Timur önce Behısnı ve Anteb'i alarak Halep önlerine vardı. Haleb'e vardığında Memluk ordusunu karşısında buldu. Timur şavaşa karar verdi ve askerlerini bizzat idare etmek için merkezde kıymetli eğerler ile örülmüş bir fil istihkamı arkasında yerini aldı. Bu fillerin üzerindeki okçular yanar oklarla Grejuva yağdırıyorlardı. Savaşın başlangıcında filler hareketsiz kalmışlardı ancak ancak sonradan Memluk askerlerinin üzerine hücum ettiler. Askerleri hortumlarıyla havaya fırlatıp havadna yere düştüklerinde ayaklarıyla ezdiler. Memluk askerleri korkup kaçtı. Timur'un askerleri şehre kolaylıkla girdi. Şehir yağma edildi ve bütün sakinleri kadın erkek çocuk yaşlı ayırt edilmeksizin kılıçtan geçirildi.

Timur ve Yıldırım Bayezid ( Ankara Savaşı)

1401 yılının Temmuz ayında kırk gün süren kuşatmadan sonra Bağdad’ı ele geçirmişti.Timur'un Şam, Haleb ve Bağdad’ı ele geçirdiği esnada Karakoyunlu Kara Yusuf ile Sultan Ahmed Celayirî’nin Yıldırım Bâyezîd’e sığınması gerçekleşmişti. Bu durum Yıldırım Bâyezîd ile Timur arasındaki bir başka problem idi. Timur ile Yıldırım Bayezid karşı karşıya gelmeden önce, aralarında mektuplaşmaların olduğunu tarihi kaynaklar bildirmektedirler. Mektupların, Farsça ve Arapça olarak yazıldıkları yine bu mektupların içerisinde belirtilmektedir. Timur, Yıldırım Bayezid’e yazdığı birinci mektubunda; Kara Yusuf ile Bağdat Sultanı olan Ahmed Celâyir’in, Osmanlı idaresine sığınma taleplerini kabul etmemesini, bu iki kişiyi yakalayıp aileleri ile birlikte ya kendisine teslim edilmesini, veya öldürülmelerini ya da ülke sınırları dışına çıkarılmaları gibi tekliflerini iletmiştir. Yıldırım Bayezid, Timur’un bu gibi isteklerini emrivâki saymış, muhtemelen kendisine iltica edenlerin kışkırtmaları ve onun daha önceki Sivas kuşatması da dahil, Osmanlı'ya karşı beslediği istila planları sebebiyle çok sert ve hakaret edici şekilde cevaplamıştır. Mektubunda Timur'a kudurmuş köpek demekten çekinmeyen Bayezid, bu tarafa gelmezsen üç talak ile zevcelerin boş olsun ben de sana karşı çıkmazsam zevcelerim üç talak ile boş olsun diye ağır bir dil kullanmıştır.
Timur’u, Osmanlı devleti üzerine yürümeye teşvik edenler arasında Erzincan Emiri Mutaharten, Akkoyunlu Beyi Karayölük, Osmanlı karşısında topraklarını kaybeden diğer Türk beylikleri, özellikle de Karaman beyi yer almaktaydı. Ayrıca Ceneviz, Fransa, Bizans ve Kastilya gibi Osmanlı karşıtları da, bu savaşın olması yönünde Timur’la yakın ilişki içerisinde bulunmuşlardır. Batı Hıristiyan devletleri ve Bizans 1398'den beri Timur ile iyi ilişkiler içindeydiler. İstanbul'u kuşatma altında tutan Bayezid'e karşı imparator II. Manuel, Timur'un egemenliğini tanıdığını haraç ödemeye hazır olduğunu bildirmekte idi. Ayrıca Timur, Anadolu'da Tatar gruplara adam göndererek onları Bayezid'e karşı kazanmaya çalışıyordu.
Karabağ kışlağında Bayezid'ten gelen Osmanlı elçisine, Osmanlılar daim Frenklere karşı gaza yaptıklarından ona karşı yürümek Frenklerin kuvvetlerinin artmasına neden olur, bu nedenle Rum diyarı üzerine yürümek yanlısı değilim yanıtını verdi. Fakat, Bayezid'in Karakoyunlu Kara Yusuf'u himaye etmekte ısrarını bir meydan okuma olarak görüyordu. Timur son olarak barış için Bayezid'in Kara Yusuf'u idam yahut kendisine teslim veya yanında uzaklaştırması koşullarınu ileri sürdü. Bunu kabul ederse baba oğul oluruz gazalara yardım ederiz dedi ve 12 Mart 1402'de Karabağ'dan Anadolu'ya hareket etti. Bayezid'e haber gönderip koşulları tekrarladı. Bayezid'ten tekrar elçi geldi. Timur, savaş için hazır ol mesajıyla elçiyi geri gönderdi. Sivas sahrasında Bayezid'in elçileri önünde ordusuna geçit resmi yaptırdı. Oradan tekrar barış önerdi. Bu kez eski Erzincan Beyi Taharten ailesinin teslimini istedi. Bayezid'in büyük bir ordu ile hareket ettiği haberi geldi. Bayezid, Timur'u karşılamak üzere Doğu Anadolu yollarına düşmüştü. Timur ise güneye gönelip Ankara'ya ulaştı. Bayezid stratejik manevrada kaybetmişti. Aceleyle geri döndü. Yorgun askeriyle Çubuk Ovasında elverişsiz susuz bir yerde konaklarken Timur'un ordusu en iyi koşullarda konuşlanmıştı. Savaş Timur'un askerlerinin saldırısıyla başladı ve Osmanlıların sol kolu bozuldu. Tatarlar ve Timur'un yanına sığınmış Anadolu beylerinin Bayezid'in ordusundaki askerleri kendi beylerinin yanına kaçtılar. Kendi askeriyle kalan Bayezid'in bozgunu gören birlikleri kendi yurtlarına dönmeye bakıyordu. Devlet ileri gelenlerinden her biri bir şehzadeyi alarak kaçmış ve Bayezid, Timur'un bütün seferleri sırasında yanında bulundurduğu sadık adamlarından Mahmud Han tarafından esir alınmıştı.
Ankara Savaşı Sonrasında Anadolu'daki Faaliyetleri
Zafer akabinde Timur, Emirzade Muhammed'i, Bayezid'in oğlu Süleyman Çelebi peşinde yağma ve Bayezid'in hazinesini ele geçirmek üzere Osmanlı başkenti Bursa üzerine gönderdi. Timur birlikleri Bursa'ya Süleyman Çelebi oradan ayrıldıktan hemen sonra girip şehri yakıp yıkıp yağmaladılar. Süleyman Çelebi, Rumeli'ye geçmek üzere babasının yaptırdığı Anadolu Hisarı'na sığınmıştı. Anadolu Hisarı'na yakın bir dağda çarpışmalar üzerine Timur bu tarafa kuvvet gönderdi. Süleyman Çelebi'ye iki adam gönderip huzuruna çağırttı. Süleyman Çelebi'ye giden adamlar, Çelebi adına zengin armağanlarla geri geldiler. Bayezid'in büyük oğlu Süleyman Çelebi, Timur'un çakeri olmayı kabul edip her ne zaman emrederse gecikmeden huzuruna geleceğine dair söz verdi. Timur, Anadolu'da Bayezid'in ortadan kaldırdığı beylikleri ihya etti. Her tarafta Bayezid'in ortadan kaldırdığı küçük büyük hanedanlara yarlıklar vererek kendi egemenliği altına aldı.
Emirzadeler Bursa'dan sonra İznik ve Çanakkale boğazına doğru ilerleyip yüklü miktarda ganimet elde ettiler. Akdeniz kıyılarına, Antalya ve Teke'ye gönderilen emirler ise tüm bölgeyi yağma edip büyük ganimetlerle döndüler. Daha sonra Timur Sivrihisar'a geldi ve çadırlar kuruldu. Oradan Kütahya'ya indiler aman malı alıp şehre zarar vermediler. Germiyan'ın ziyafetleriyle işret meclisi kuruldu. Muhammed Sultan Manisa'da, Şahruh Uluborlu-Keçiborlu taraflarında kışlarken Timur ise Denizli-Aydın yolu ile İzmir'e yakın Tire'de kışlamaya geldi.
İzmir önlerine geldiğinde Muhammed Sultan da kendisine katıldı. Timur, 14. yüzyıl ortalarından itibaren Türklerin elinden çıkmış olan İzmir'i Hıristiyanların elinden almaya Bayezid'in yapamadığı fetih işini kendi yapmaya karar verdi. İki haftalık kuşatmadan sonra İzmir fethedildi. Bu sırada Süleyman Çelebi'nin elçisi tekrar gelerek Bayezid'in oğullarının büyüğü olarak Osmanlıların itaat ve kulluğunu sundu. Bursa'da yerleşen İsa Çelebi de elçisini gönderdi. Timur onu da iyi karşıladı, İsa Çelebi bağımlılığını pişkeş vererek sundu. Timur Cenevizler elindeki Foça kalesine de Muhammed Sultan'ı gönderdi. Kaledikiler aman diledi ve haraç ödemeyi kabul etti. Muhammed Sultan'ın rahatsızlığını işiterek Akşehir'e doğru yöneldi. Bu sırada 8 Mart 1403'te Bayezid'in öldüğü haberini aldı. Haberi öğrenen Timur çok üzüldü, Bayezid'e ait bütün ülkelerin ve ona bağlı beylerin kendi hükmü altına girdiğini ilan etti. Akşehir'de babasının yanında bulunan Bayezid'in oğullarından Musa Çelebi'ye hilat, kemer, klıç ve tirkeş vererek ağırlayıp Bursa'yı ona bağışladı ve eline yarlıg verdi. Musa Çelebi'ye babası Bayezid'in naşını Bursa'ya götürmesi için teslim etti. Bayezid'ten birkaç gün sonra da Timur'un veliaht ilen etmiş olduğu torunu Muhammed Sultan 13 Mart 1402'de 29 yaşında öldü. Kukla han olarak sürekli yanında taşıdığı Mahmud Han ise bu sırada 11 Mart 1403'de ölmüştü.
Ankara Savaşı’ndan sonra Anadolu'da sekiz ay kadar kaldıktan sonra geri dönüş yoluna koyularak 1403 yılı Temmuz ayında Gürcistan'a gelen Timur kışlamak üzere Karabağ'a yöneldi. Kışı Karabağ'da geçirdikten sonra 1404 yılı Mart ayında Semerkant'a gitmek üzere Karabağ'dan hareket etti. Erdebil'e gelindiğinde daha önce kararlaştırılan toy toplandı ve altamgalı yarlık ile Hülagü Han tahtı, Azerbaycan, İstanbul'a kadar tüm Anadolu, Irak-ı Acem, Arran, Mugan, Ermenistan ve Gürcistan bölgeleri Miranşah oğlu Mirza Ömer'in idaresine bırakıldı. Miranşah'ın askerleri ve beyleri de ona verildi böylece Miranşah oğlunun buyruk ve vesayeti altına girmiş oluyordu. Timur 1404 yılı Temmuz ayında Semerkant'a geldi. Zaferlerini kutlamak için toylar düzenletti ve imar faliyetlerine girişti. Torunlarından altısının nikahlarını kıydırarak evlendirdi.
Timur'un Ölümü ve Mezarı
Timur, 18 Şubat 1405 tarihinde, Çin’e sefere giderken Otrar’da 69 yaşında öldü. Ölüm sebebi kulunç idi. Hemen, Semerkand’a getirilerek torunu Halil Sultan tarafından, daha önce ölmüş olan torunu Muhammed Sultan’ın Ruh Abâd yakınlarındaki medresesine defnedildi. Timur, torunu Muhammed Sultan'ı tahtının varisi gibi görüyordu. Ancak Muhammet Sultan'ın 1404 yılında beklenmedik şekilde genç yaşında ölümünün ardından Timur bu çok sevdiği ve ardılı olarak gördüğü torunu için Semerkant’ın seçkin bir tepesinde adına yaraşır bir büyük mozeleum inşasını emretmiş ve Muhammed Sultan buraya defnedilmişti. Mozeleum, anıt mezar, camii ve medrese yapılarından oluşuyordu. Timur da ölümünün ardından çok sevdiği torununun yanına defnedildi. O zamandan sonra Gur Emir, tüm Timur hanedanın birlikte yattığı anıt mezar durumuna getirildi. Timur’un ölümünden sonra oğlu Şahruh, diğer oğlu Miranşah ve torunu Uluğ Bey de buraya defnedildi. Gur Emir Mozolesi yedi bölümden oluşuyordu: Sağda Müslümanların dua ettiği hanaka, solda medrese ve merkezde mosoleum, iki tarafında anıtı tamamlayan iki minare. Medrese ve hanaka günümüze ulaşamamıştır. Anıtın yüksek kubbesinin altında üç sıra halinde yan yana yatan on kadar mermer mezar taşı bulunmakla birlikte sadece Timur’un mezartaşı siyah renkte nephritis taşıdır ancak burası sembolik mezardır. Gerçek mezar bu salonun altındaki salonda bulunmaktadır ve ziyarete açık değildir. Timur’un bedeni, taş lahidin içinde yatmaktadır. İslam geleneği ile başı Mekke’deki Kabe’ye yöneliktir. Orta Asya geleneğinde kutsal ölülerin mezarlarına konulan at kuyruğunun burada da bulunduğu mozelenin onarımı sırasında ortaya çıkarılmıştır.
Timur, Şehr-i Sebz’de yazlık sarayı yakınlarında, genç yaşta ölen iki oğlu, Cihangir ve Ömer Şah için Mozeleum Kompleksi inşa ettirmişti. Bu kompleks içinde kendisi için de bir mezar odası inşa ettirdiği bilinmekle birlikte bu konuda başka herhangi bir bilgi bulunmamaktaydı. 1960 yılında bir kız çocuğunun Timurlu Mozelesi Kompleksi yakınlarda oynarken üzerine bastığı yerin çöküp açılan çukura düşmesi ile birlikte Timur’un ölmeden kendisi için yaptırdığı mezar odası bulundu. Mezar odasının duvarındaki yazıtta Timur’un mezar odası olduğunu kayıtlı olmakla birlikte odada devasa bir lahit bulunmakta idi. Ağırlığı nedeniyle lahdin kapağı zorlukla açılabilmiş ve içinin boş olduğu görülmüştü. Timur sağlığında mezar odasını hazırlatmış, bu mezar odası muhtemelen Orta Asya geleneğine bağlı olarak Atila’ya, Cengiz Han’a yapıldığı gibi gizli tutulmuştu. Gur Emir ile birlikte Şehr-i Sebz’deki mezar kopleksi bırakılmış ya da unutulmuştur.
Kaynakça
AKA, İsmail, ‘Timur ve Timurlular Devleti (1370-1507)’, Tarihte Türk Devletleri, Cilt 2, Ankara, 1987, ss. 553-558.
AKA, İsmail, ‘Timurlular’, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, Cilt 8, 2002, ss. 517-533.
AKA, İsmail, ‘Timurlularda Hakimiyet Anlayışı’, Türk Kültürü, Cilt 37, Sayı 430, Şubat 1999, ss. 84-85.
AKA, İsmail, Mirza Şahruh ve Zamanı, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1994. AKA, İsmail, Timur ve Devleti, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1991.
Alan, Hayrünnisa, Bozkırdan Cennet Bahçesine Timurlular, İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2007.
BURYAKOV, Yuriy, Timur, Timurlular ve Bozkırın Türk Göçebeleri, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, 2002, Cilt 8, ss. 534-553.
DAŞ, Mustafa, 'Bizans Kaynaklarında Timur İmajı', Tarih İncelemeleri Dergisi, Aralık 2005, Cilt 20, Sayı 2, ss. 43-58.
İslam Ansiklopedisi, Cilt 41, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, 2003, ss. 177-180.
KANAT, Cüneyt, ‘Orta Doğu’da Hakimiyet Mücadelesi Memluk-Timurlu Münasebetleri, Türkler Ansiklopedisi, Ankara: Yeni Türkiye Yayınları, Cilt 5, 2002.
LAMB, Harold, Timur Han’ın Liderlik Sırları, İstanbul: Kumsaati Yayınları, 2012.
NEAGOE, Manole, Bozkırın Üç Atlısı, Çatı Kitapları, İstanbul, 2010.
PAYDAŞ, Kazım, 'Timur’un Gürcistan Seferleri', Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Elazığ, 2006, Cilt 16, Sayı 1, ss. 419-437.
Yücel, Yaşar ve Ali Sevim. Türkiye Tarihi II, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1990.
YÜCEL, Yaşar, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Devleti, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1970.
YÜCEL, Yaşar, Timur’un Ortadoğu-Anadolu Seferleri ve Sonuçları, Ankara: Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1989.
YÜKSEL, Musa Şamil, ‘Arap Kaynaklarında Timur’, Bilig Dergisi, Güz 2004, Sayı 31, ss. 85-126.
YÜKSEL, Musa Şamil, Arap Kaynaklarına göre Timur ve Din', Tarih İncelemeleri Dergisi, Temmuz 2008, Cilt 23, Sayı 1, ss. 239-258.



Yazar Hakkında
Kemal Ramazan HAYKIRAN
  • krhaykiran@gmail.com



10 Temmuz 2019 Çarşamba

Amerika’daki İlk Köpekler Sibirya’dan Geldi




Amerika’daki İlk Köpekler Sibirya’dan Geldi




Amerika’daki İlk Köpekler Sibirya’dan Geldi


Mevcut araştırma, Amerika'daki antik köpek soylarının çekirdek DNA'ları ve yalnızca anneden aktarılan mitokondriyal DNA'ları ile yapılan en kapsamlı genomik çalışma olarak değerlendiriliyor...


6 Temmuz 2018 tarihinde Science dergisinde yayımlanan bir araştırma, Amerika’daki ilk köpek popülasyonunun kökeni ve başlarından geçenler ile ilgili geniş bir bakış açısı ve görüş ortaya atıyor. Bu köpekler daha önce farklı görüşlerdeki zoolog ve paleoanimalogların öngördüğü gibi Kuzey Amerikalı kurtların ehlileştirilmiş versiyonları değildi. Bu araştırmaya göre, Amerika`daki ilk köpekler insanları takip ederek Kuzey Asya ile Amerika kıtasını bağlayan kıta köprüden geçerek geldi.
Mevcut araştırma, Amerika’daki antik köpek soylarının çekirdek DNA’ları ve yalnızca anneden aktarılan mitokondriyal DNA’ları ile yapılan en kapsamlı genomik çalışma olarak değerlendiriliyor. Sibiryalı ve Kuzey Amerikalı köpeklerden toplanan toplamda 71 mitokondriyal ve 7 ayrı çekirdek genomunun analizi ile araştırma ekibi bu köpeklerin ve dolayısıyla Amerika kıtasının ilk köpek yerlilerinin tarihi ile ilgili daha net bir bilgi sahibi olmayı başardı.
Araştırmadaki tüm analiz edilen genomları son 9 bin yıla aitti. Amerika`daki en eski köpek kalıntılarının yaklaşık 9.000 yıl öncesine ait olduğunu bildiğimizi de ekleyince araştırmanın verilerinin oldukça doğruya yakın olduğu anlaşılıyor. Bu tarih ise insanların Sibirya ve Alaska’yı bağlayan köprüden geçmelerinden çok sonraya denk geliyor ancak araştırmacıların bulgularına göre antik köpeklerin kökeni de Sibirya’ya dayanıyor. Buradan gelen insanlar ise insan öncüllerinin ardından tüm Amerika’ya yayılmış.
Binlerce yıl Amerika’ya yayılan ve başarılı şekilde hayatta kalan köpekler, Avrupalı’ların gelmesinin ardından kısa bir süre sonra yok oldu. Bu durum, yıkıcı bir durumun yaşandığını ve bunun bir şekilde Avrupalı kolonizasyonu ile ilgili olması gerektiğini akıllara getiriyor. Araştırmanın başyazarı Queen Mary University’den Laurent Frantz’a göre, henüz elimizde net olarak bu ani yokoluşu açıklamaya yetecek deliller bulunmuyor.
Genomik verilere ve mitokondriyal DNA verilerine bakılarak, köpeklerin insanların ardından Amerika’ya geldiklerini ve yaklaşık ne zaman yok olduklarını anlayabiliyoruz şeklinde açıklama yapan araştırmacılar, bugünün modern köpeklerinin bazılarının bu antik soyların tüm izlerini taşıdığını da belirtiyor.
Araştırma ekibi aynı zamanda incelemeler sırasında transmisibl (geçebilen,aktarılabilen veya bulaşabilen) bir kansere ait genomik izlere rastladı ve bu izlerin antik köpek soylarının yok olmadan önceki yaşayan son bireylerinde bulunmasının yokoluşları ile ilgili fikirler verdiği öne sürüldü. Tümörün ise Amerika’da veya yakınlarında ortaya çıktığı düşünülüyor.
Araştırmacılara göre, Amerika’nın önceden yerleşmiş yerli halklarının Avrupalı kolonistlerin pratiklerinden büyük zarar gördüklerini biliyoruz ve görünene göre bu yerlilerin köpekleri çok daha yıkıcı ve kötü bir tarihe bizzat yaşayarak tanıklık etmişler. Bu şekilde kültürel değişikliği ve diğer kıtadan gelen hastalıkları takiben neredeyse tamamen yok olmuşlar
                             KAYNAK



Sibirya Türk Toplulukları Tarihi




Sibirya haritası ile ilgili görsel sonucu


                  Sibirya Türk Toplulukları Tarihi

Tarihî kaynaklarda XIII. yüzyıldan itibaren karşılaşılan Sibir sözü, bir görüşe göre Moğolcada "bataklık yerde sık çalılık, balta girmemiş sık orman" anlamındaki kelimeden gelmektedir. Diğer bir görüşe göre bu kelime Sabir (Sıvır, Savar, Suvar) Türklerinin hatırasını taşımaktadır. Avarların baskısı altında M.S. 463 yılında Batı Sibirya'daki Tobol ve İşim nehirlerinin çevresinde yerleşen Sabirler, burada yarım asır kalarak bölgede kendilerinden daha iptidaî seviyede bulunan kavimler üzerinde derin etki bırakmışlardır. Rus kaynaklarında Sibir adına ancak 1483'ten itibaren raslanmaktadır. Sibir adıyla önceleri yalnız Obi nehrinin orta ve aşağı kısımları kastedilmişken, Rus hâkimiyeti genişleyip İrtiş boyuna ve Baykal gölüne doğru yayılınca, bu ad oralara da verilmiş, en sonunda Kamçatka'ya kadar uzanan bütün Kuzey Asya sahaları Sibir (Sibirya) adını almıştır.

Sibirya'daki bütün Türk topluluklarının oluşma tarihinde bazı genel özellikler bulunmaktadır. Bunlardan biri, buradaki Türklerin tarihine Sibirya'nın yerli Ugor, Samoyed ve Ket kavimlerinin katkıda bulunmuş olmasıdır. Türklerin bölgeye Türk Kağanlıkları zamanında gelmeye başlayıp, Uygur ve Kırgız Kağanlıkları zamanında gelmeye devam etmiş oldukları tahmin edilir. Ondan sonraki etnik sürece Moğol kavimleri de katılmıştır. Bunların dışında Orta Asyalı Kazak, Nogay, Özbek ve Uygurlar da Sibirya Türklerinin oluşmasına belirli bir katkıda bulunmuşlardır.

Çeşitli Türk unsurlarının kendi aralarında etkileşmesi neticesinde Sibirya'da dil bakımından Oğuz, Kıpçak ve Karluk-Uygur dil özelliklerini birleştiren karışık bir yapı ortaya çıkmıştır. Kavim ilişkilerinin sabit olması, etnik toplulukların geç zamanlarda oluşması, İslâm etkisinin zayıf olması, diğer Türk halklarıyla ilişkilerin az olması ve başka etkenler Sibirya Türklerinin dillerinde arkaik özelliklerin korunmasına yol açtığı gibi, eski Şamanist geleneklerini korumaları için de uygun şartlar yaratmıştır.

Yakut Türkleri

Kendilerini "Saka" veya "Saha" diye adlandıran Yakutların çoğu, Rusya Federasyonu içinde yer alan Saha (Yakutistan) Cumhuriyeti'nde yaşamaktadır. Eski efsanelerde adları "Uraanhay Saha" şeklinde geçmektedir. Buna bakarak Sahaların eskiden Urenhaylar olarak adlandırılan Tuvalarla ve Telengitlerle ilişkileri olduğu düşünülebilirse de, bunun yer isminden kaynaklandığı, ayrıca Moğolların her üç kavmi aynı adla isimlendirmesinin de etkisi olduğu söylenebilir. "Saha" adının komşuları Tunguzlarda "Yako" olarak ve Buryatlarda -t çokluk eki ilâvesiyle "Yakut" şeklinde kullanıldığı bilinmektedir. Ruslar, Sahaların komşularından duydukları Yakut kavim adını kullanarak yaygınlaştırmışlardır. Dilciler gerçekte Türkçe olan ve "kenar, kıyı" anlamına gelen "yaka" kelimesinin y~s, k~h ses değişiklikleri sonucunda "saha" şekline geçtiğini düşünmektedirler.
Yakutların menşei meselesi, XVIII. yüzyılın başlarından beri araştırmacıları meşgul etmiştir. Yakutçanın diğer Türk lehçelerinden farklı olmasından ve kelime hazinesinin yarısını eski Türkçe kelimelerin teşkil etmesinden dolayı bazı bilim adamları Yakutların Türk kütlesinden tarihten önceki bir devirde ayrıldığını iddia etmişlerdir. W. Radloff ise, Yakutların Çin tarihlerinde adı geçen Gulıgan kabilesinin Tunguzlarla karışmasından meydana geldikleri tahmininde bulunmuştur. Orhon Yazıtlarının keşfinden sonra bu Gulıganların Göktürk Hakanlığı'na tâbi Kurıkan boyu olduğu anlaşılmıştır.

Daha sonra Baykal gölü ve Lena havzasında yapılan kazılarda elde edilen buluntularda ve kayalar üzerinde bulunan Orhon harfli yazılar da Radloff'un tahminini teyit etmiştir. Elde edilen bulgular, VI-X. Yüz yılda Baykal çevresinde ve Angara ile Lena ırmaklarının yukarı bölgelerinde yaşadığı tespit edilen Kurıkan boyuna nispet edilmiştir. Günümüzde ağırlık kazanan görüşe göre, Yakutların ataları kuzeye Baykal gölü civarından göçmüşler ve Lena ırmağı boyunca yerleşerek yerli kuzey uluslarını da Türkleştirmişlerdir. Türklerin güneyden Yakut ülkesine göçü yüzyıllarca devam etmiştir.

Ruslar Yakut ülkesine XVII. yüzyılın başlarında girmeye başlamışlardır. Yakutların bundan önceki tarihleri hakkında yazılı kaynak bulunmamaktadır. Rus hükümeti Sahaların varlığını ilk defa 1619 yılında esir düşen Tunguzlardan öğrenmiştir. 1620-1630 yıllarında Ruslardan ilk gruplar bölgeye gelmeye başlamışlardır. 1630 yılında Rusların Lena kıyısında bir koruma evi inşa etmişler, fakat Yakutlar bu evi ortadan kaldırmışlardır. Bunun üzerine 1633 yılında gönderilen İvan Galkin komutasındaki Rus kuvvetleri, Yakutlarla çarpıştıysa da bir başarı elde edememiştir. Bundan sonra daha büyük bir kuvvetle beş yıl boyunca Yakutlarla savaşan Ruslar, 1638'de Yakut Askerî İdaresi'ni kurmuşlar ve Yakutistan'ı Rusya'nın bir eyaleti olarak ilân etmişlerdir.

Yakutlar bu devirde Kangalas, Megin, Borogon, Betun, Baturus boylarının teşkil ettiği bir toyonluk sistemi içinde yaşıyorlardı. Hakanları Kangalas boyunun beği Tığın Toyon idi. Her boyun bayrağı, damgası, askerî parolası vardı. Yakutlar, Sibirya'nın sert iklim şartlarına bakmaksızın, eski yurtlarından getirdikleri ehli hayvanları (at, sığır) beslemeye devam etmişler; diğer Sibiryalı kavimlerden farklı bir ekonomik hayat kurmuşlardı. Balık ve kıymetli kürklü hayvanlar avlamada da ustalaşmış olan Yakutların birçoğu çok zengindi.

Yakutlar Ruslarla mücadelelerini uzun yıllar sürdürdüler, fakat teknik bakımdan ve sayı olarak yetersiz kaldıkları için sonunda Ruslar Yakut ülkesini tamamen ele geçirdiler. Bölgede Rus egemenliği tam olarak yerleştikten sonra başlangıçta idarî taksimat eski kabile teşkilâtı göz önünde tutularak kuruldu; buna göre eski toyonlar yeni idarenin alt basamağında vazife aldılar. Daha sonra toyon idare ve hukuku yasaklandı. 1670'ten itibaren yürütülen yoğun Hıristiyanlık propagandası sonucunda Yakutlarda çift inançlılık meydana geldi. Halkın çoğu, Hıristiyanlığın tören ve bayramlarını benimsemenin yanı sıra eski Şaman inançlarını da korumuştu.
Komşu halklar arasında itibarları yüksek olan Yakutların dili, bütün Doğu ve Kuzey Sibirya ulusları arasında anlaşma dili olmuş, hatta Rus sömürge idaresi memurları tarafından konuşulmuştur. Dönemin Rus yazarları Yakutça hakkında "Sibirya'nın Fransızcası" demişlerdir.

Sibirya'nın diğer bölgeleri gibi Yakutistan da çarlık devrinde siyasî suçluların sürüldüğü ülke oldu. Sürgün edilen kişiler, yerli halkın kültürünün öğrenilmesine büyük katkılarda bulunmalarının yanı sıra, buradaki insanlara Batı medeniyetinin değerlerini aşıladılar ve ulus olarak bilinçlenmelerinde büyük rol oynadılar. XIX. yüzyılın ikinci yarısında ideologları Potanin ve Orhon Yazıtlarının kâşifi Yadrintsev olan bir grup, Sibirya'nın Rusya'dan bağımsız bir ülke olması fikrini yaymaya çalıştılar.

1905 İhtilâli'nin Yakutlara biraz hürriyet ve millî kültür alanında çalışma imkânı vermesi neticesinde 9 Ocak 1900 tarihinde "Yakut Millî Birliği" kuruldu. Yakut milliyetçilerinin 31 Aralık 1905'te yaptıkları toplantıda aldıkları kararlar, Rusya'daki en liberal partilerin talep ettikleri siyasî ve ekonomik haklardan farksızdı. Ocak 1906'da Rus idaresinden ayrı yerli idare kuruldu ve 5 Şubat'ta Yakutistan Vilâyeti Kongresi toplandı. Rus hükümeti Yakutların bu faaliyetlerinden ürkerek, Yakutistan'da sıkı yönetim ilân etti. 27 Nisan 1906'da Yakutlar ayaklandılar, fakat bu ayaklanma bastırılarak çok sayıda Yakut tutuklandı.

1917 Bolşevik Devrimi'nden sonra Yakut Millî Komitesi Sovyet yönetimini tanımadı. Yakut milliyetçileri önce "Saha Omuh" (Saha Milleti) ve "Saha Aymah" (Saha Kavmi) adlı teşkilâtlarını kurdular ve Şubat 1918'de Yakutistan'ın bağımsızlığını ilân ettiler. Bunun üzerine Kızılordu birlikleri 30 Mart 1919'dan itibaren Yakutlara karşı saldırıya geçti ve 1921 yılında ülkeyi tamamen işgal etti. 27 Nisan 1922'de Yakut Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu.

Sovyet döneminde Yakutlar, bir taraftan çarlık devrinde mahrum oldukları birçok siyasî ve kültürel hakkı kazanarak bir yandan ana dillerinde eğitimleri ve genel olarak kültür bakımından gelişmeleri ilerlerken, diğer taraftan Ruslaştırma siyasetine maruz kalmışlar, maden ocaklarında çalışmak üzere gelen göçmenlerin topraklarına akın etmesi sonucu da cumhuriyetlerindeki oranları gittikçe düşmüştür. 1989'da Yakutların %95.5'i kendi cumhuriyetlerinde yaşadığı hâlde, bölgede ancak %38.4'lük bir oranı teşkil etmekteydiler. Yakutlar buna rağmen dillerini ve geleneklerini korumayı başarmışlardır.

Sovyetler Birliği'nin çözülmesinin ardından 27 Nisan 1992'de Yakutistan Cumhuriyeti (Saha Yeri) kuruldu. Bugün Rusya Federasyonu'nda yer alan 21 cumhuriyetten birini teşkil eden ve en son 13 Mayıs 2000 tarihli hükümet kararı gereğince yapılan yeni idarî düzenleme ile Uzak Doğu Federal Okruğu'na dahil edilen Yakutistan, çok büyük yer altı zenginlikleri (bunların başında elmas yatakları gelmektedir) sebebiyle dünya ülkelerinin dikkatini çeken ve bu potansiyeli kullanmaya yönelerek uluslararası düzeyde yer edinmeye başlayan bir ülkedir.

Dolgan Türkleri

Dolganlar, Yakutistan'ın Anabar bölgesinde ve Yakut ülkesinin uzak kuzeyindeki Taymır yarımadasında bulunan küçük bir Yakut boyudur. Kendilerini "Saha" olarak adlandıran Dolganlar Yakutçanın Evenkçenin etkisi altında kalan bir lehçesini konuşurlar. Bir Yakut boyunun adı olan Dolgan kelimesi ancak 1935'ten itibaren etnik ad olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Taymır yarımadası, Krasnoyarsk Krayına bağlı Dolgan-Nenets Millî Okruğu içinde yer almaktadır. Nenetslar, Kuzey Buz Denizi'nin Avrupa-Asya sahillerinde geniş sahaya yayılmış olan Fin kavmi Samoyedlerin bir bölüğüdür. Bazı Türkologların ve antropologların iddialarına göre, Dolganlar da Samoyedlerden olup Yakutlar tarafından Türkleştirilmişlerdir. Çünkü XIX. yüzyılın ortalarına kadar Sibirya'nın bütün yerlileri, hatta kolonist Ruslar, Yakutçayı ortak anlaşma dili olarak kullanmışlardır.

Sert tabiat şartları yüzünden oldukça ıssız bir bölge olan 820.000 km2'lik Taymır yarımadasında, 1989 yılında ancak 55.000 civarında insan yaşamaktaydı. Dolganların sayısı yaklaşık 5.000 kadardı. 1989 yılında Dolganların %84.1'i ana dili olarak Dolgancayı, %15.2'si Rusçayı belirtmişlerdir. Ayrıca Dolganların çoğu Rusçayı ikinci dil olarak iyi derecede konuşmaktadır.

Hakas Türkleri

Hakaslar, Yenisey-Abakan havzasında yaşayan ve Sagay, Kaç, Koybal, Kızıl, Kamasin, Kırgız, Beltir boylarına ayrılan Kırgız kökenli Türk boyudur. Eskiden Rus etnografya edebiyatında bu Türkler Abakan veya Minusin Tatarları olarak adlandırılmıştır. Hakas halkının bundan etkilenerek kendi kendini Tatar olarak adlandırmaya başlamasına karşın, aydın kesim XX. yüzyılın başında ulusal ad olarak Kırgızlar için ilk kez M.Ö. II. yüzyılda Çinliler tarafından kullanılmış olan Hakas adını benimsemiştir.

Çin kayıtlarında "Heges" adıyla anılan Kırgızlar, M.Ö. II. yüzyılda Hunlara bağlanmışlar, M.S. IV. yüzyıla değin Çinlilerle yakın ilişki içinde olmuşlardır. VI. yüzyılda ise Göktürklerle uzun süren savaşlara girişmişlerdir. VIII. yüzyılda Yenisey ırmağı boylarından Sibirya'ya uzanan bozkırlarda Göktürklerden yarı bağımsız bir konum elde eden Kırgızlar, 758'de Uygurlara bağlanmışlar, 840'ta Uygur Kağanlığı'nı yıkarak hâkimiyet sahalarını güneyde Gobi çölüne, batıda İrtiş ırmağına kadar genişletmişlerdir. Daha sonraki yüzyıllarda bu sahaları bırakarak kuzeye çekilen Kırgızlar, XIII. yüzyılın başında Moğolların hâkimiyeti altına girmişlerdir.

XVII-XVIII. yüzyıllara ait yazılı belgelerde Hakasların yaşadığı bölge "Hongor" veya "Hongoroy" olarak adlandırılmaktadır. Bu ad Hakasların ve Hakas ülkesinin eski adı olarak onların folklor eserlerinde de geçmektedir. Rusların "Kırgız Yeri" olarak adlandırdığı bu ülke, siyasî bakımdan dört beyliğe (Altısar, İsar, Altır ve Tuba) bölünmüş olup, devlet meselelerinin tartışılması ve devlet başkanın seçimleri "çıın"larda (kurultaylarda) gerçekleşmiştir. Ruslar tarafından gayretli ve usta savaşçılar olarak tarif edilen Kırgızlar, Sayan-Altay ormanlık bölgesinde yaşayan "Kıştım" adını verdikleri yerli kabileleri egemenlik altında tutarak bunlardan haraç toplamışlardır. Kırgız Yeri, Moğolistan, Çin ve Orta Asya ile ticaret yapmıştır.

XVI. yüzyılda dağılma sürecine girmiş olan Kırgız boyları, XVII. yüzyılın ilk yarısında Moğol Hanlarından Altın Hanlar sülâlesinin, 1667 yılında da Kalmuk-Oyratların (Cungar devleti) idaresine girmiştir. 1703 yılında Kalmuklar, geçici bir süre için asker ve işçi olarak kullanmak amacıyla o sıralarda sayıları 15 bin olduğu tahmin edilen Kırgızların neredeyse tamamını topraklarından kopararak Cungarya'ya geçirmişlerdir. Bu zorlu topyekün göçün neticesinde Hongoroy Devleti ortadan kalkmış ve toprakları boşalmış, az sayıda Kırgız, dağlara ve ormanlara sığınmıştır. 1733 yılında serbest bırakılan Kırgızların çoğu ülkelerine geri dönmekle birlikte, bir kısmı geri dönüşte Kazak, Altay, Teleüt ve diğer boylarla karışmış, bir kısmı Kalmuklar ülkesinde kalmıştır. Bugünkü Hakas halkının, Yenisey Kırgızlarının yerli kabilelerle karışmasından meydana geldiği tahmin edilmektedir.
Hakasya topraklarının boşalması, XVII. yüzyıldan beri Yenisey-Abakan topraklarına nüfuz etmeye çalışan Rusların buraya yerleşmeleri için iyi bir fırsat olmuştur. 1727 yılında Hakasya resmî olarak Rus Çarlığı'nın Sibirya'daki sömürgelerine katılmış, verimli toprakları ise topraksız Rus köylülerine dağıtılmıştır. Rus yönetimi, "Tatar" olarak adlandırmaya başladığı yerli halkı Hıristiyanlaştırmak için yoğun çabalar sarf etmiştir. Hakas folklorunda Rus yönetiminin gaddarlığına karşı Hanza Bek önderliğindeki başkaldırı rivayet edilmektedir.

XVIII. yüzyılın ikinci yarısında 5.000-6.000 olan Hakas nüfusu, 1890'da 30.000'e ulaşmıştır. Fakat Sovyet döneminde bölgenin sanayileşmesi ve dışarıdan büyük miktarda işçinin gelmesinden dolayı Hakasların kendi topraklarındaki oranları gittikçe azalmıştır.

1917 Bolşevik İhtilâli'nden sonra Abakan Tatarları, eskiden Çinlilerin Kırgızlar için kullandıkları "Hakas" adını benimseyerek M.Ö. II. yüzyıldan beri ayrı bir ulus oldukları savını ortaya atmışlar; Yenisey bölgesini de Hakasya olarak adlandırmışlardır. Ama Sovyet hükümeti bir Hakas özerk yönetiminin kurulması önerisini geri çevirmiş, Hakasya özerkliğini ancak 1930'da kazanabilmiştir. 1930'da Rusya Federasyonu içindeki Krasnoyarsk Krayı'na bağlı Hakas Özerk Oblastı kurulmuştur.

Sovyetler Birliği'nin çözülme döneminde Hakas Özerk Bölgesi, Hakas Cumhuriyeti'ne dönüşmüştür (1990). Günümüzde Rusya Federasyonu'nda yer alan yirmi bir cumhuriyetten birini teşkil eden ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu'na dahil edilen Hakasya, tamamen bir Rus yerleşim merkezi görünümündedir. Hakasların çoğu kendi cumhuriyetlerinde yaşadığı hâlde, 1989 yılında bölge nüfusundaki oranları ancak %11'di.

Hakas kültürünün kökleri milâttan önceye kadar uzanmaktadır. Yenisey kazıları, Hakasların eski yaşam biçimi ve komşularıyla mücadeleleri konusunda ipuçları sağlamış, geleneklerinin önemli değişikliğe uğramadığı anlaşılmıştır. Hakasların zengin halk edebiyatı ve folkloru, ünlü Türkologlardan Radloff, Castren, Hakasların Sagay boyundan gelen Katanov ile Maynagaşov tarafından toplanmıştır.

Şor Türkleri

Şorlar, Altay Dağlarının kuzey yamaçlarında ve Tomi ırmağı boylarında yaşayan ve Hakasça ile Altayca arasında yer alan bir Türkçeyi konuşan küçük bir Türk topluluğudur. Bulundukları toprakların tamamı Rusya Federasyonu'na bağlı Kemerovo bölgesinin içinde yer almaktadır.

Etnografya biliminde Kuznetsk Tatarları, Mrass ve Kondom Tatarları, Abalarlar, Şorlar vb. gibi değişik adlarla bilinen bu topluluk için Şor etnik adını ilk defa XIX. yüzyılın sonunda Radloff kullanmıştır. Şor adının kullanımının yaygınlaşması Sovyet dönemine (1930'lu yıllar) rastlar.

Son olarak Sibir Hanlığı'nın yönetiminde bulunan Şor bölgesi, XVI. yüzyılın sonuna doğru Rusya'nın hâkimiyeti altına girmiştir. Şamanizm inancında olan Şorlar, Rus misyonerlerinin XIX. yüzyıldaki faaliyetleri sonucunda Hıristiyanlığı kabul etmişlerse de, Sovyet döneminde yapılan ateizm propagandası etkisinde bu dinle zaten zayıf olan ilişkilerini kesmişlerdir. Günümüzde Şorlar arasında Şamanist inançlar yaşamaya devam etmektedir.
1926'da Şorların %70'ini içine alan Dağlık Şor Millî Bölgesi kurulmuştur. Fakat 1939'da bu bölge lâğvedilmiş ve toprakları Rusya Federasyonu'nun Kemerovo Oblastı'na bağlanmıştır.

Bundan sonraki dönemde Şorlar ana dilinde eğitimden ve millî kültürün gelişmesini sağlayacak diğer olanaklardan yoksun bırakıldıkları için millî geleneklerinden uzaklaşmışlar ve birçoğu ana dilini yitirmiştir. 1989'da Şorların ancak %6'sı, yani sadece 998 kişi ana dilini iyi derecede konuşmakta olup, %42'si sadece Rusça konuşmakta, kalan kısmı Şorcayı ana dili olarak kabul etmekle birlikte Rusça konuşmayı tercih etmekteydi.

Rusya'da 1990'lı yıllarda yaşanan değişimin etkisi altında ulus olarak bilinçlenmeye başlayan Şorlar, günümüzde ana dilinde eğitime eskiye nazaran daha çok önem vermektedirler. Novokuznetsk Pedogoji Entitüsü'nde Şor Dili ve Edebiyatı Bölümü açıldığı gibi, birkaç okulda da eğitim programına Şorca dilbilgisi dersleri koyulmuş, bazılarında da Şorca kursları açılmıştır, fakat bu faaliyetler şimdilik istenen sonucu vermemektedir. Son yıllarda kurulan Şor millî kurumlarının hedefleri arasında Şorcanın kullanım alanını genişletme, millî özerklik elde etme, geleneksel ekonomi yöntemlerini canlandırma gibi hedefler yer almaktadır.

Altay Türkleri

Altaylılar etnik terimi, Türkiye'de ve Rusya'da çeşitli dönemlerde farklı içerikler arz etmiştir. Önceleri Türkiye'de Altaylılar derken Sibirya'nın Altay-Sayan dağlık bölgesinde ve Ob, Abakan ve Yenisey ırmaklarının kaynak ve havzalarında yaşayan çeşitli Türk boylarının hepsi kastedilmekteydi. Eski Rus etnografya edebiyatında ise Altaylılar terimi, ancak Altay-Sayan bölgesindeki Altay Kiji, Teleüt, Telengit, Tölös gibi boylar için kullanılarak, Abakan ve Yenisey havzasında yaşayan Türk boylarına Abakan ya da Minüsin Tatarları denilmekteydi.

M. Fuat Köprülü, Altaylıları geniş manada Şor, Teleüt, Altay-Kiji, Tuba, Kumandın, Kuğu ve Telengitleri, dar manada ise Altay-Kijileri kapsayan bir Türk boyu olarak tanımlamıştır. Günümüz Rus etnografyasında Altaylılar adı altında kuzey (Tuba, Kumandın, Çalkan) ve güney (Altay, Teleüt, Telengit) lehçelerini konuşan Altay Kijiler (Oyrotlar) anlaşılmaktadır. Prof. Dr. Nadir Devlet, Altaylılar (Oyrotlar) adı altında kuzey [Tuba, Yiş Kiji (Karaorman Tatarı), Kumandi, Çelkan] ve güney (Altay Kiji, Teleüt, Tölös, Mayman) olarak ayrılan boyları birleştirmektedir.

Altaylılar, çoğunlukla Rusya Federasyonu'na bağlı olan Altay Cumhuriyeti'nde ve bu cumhuriyete komşu olan bölgelerde yaşamaktadırlar.

Orhon Yazıtlarında adı geçen Tölös boylarının kalıntısı olduğu tahmin edilen Altaylıların eski tarihi, bütün Türk ulusunun eski tarihinin aynıdır. XV. yüzyılda Batı Moğollarından olan Kalmuk-Oyrot (Cungar) boylarının kurdukları göçebe devlete tâbi olan Altaylılar, Kalmuklara kürk ve demirle vergi vermişlerdir. Altaylılar kendilerine Oyrot demektedir. Komşuları ve eskiden Ruslar tarafından Dağ Kalmukları olarak adlandırılmışlardır.
1756 yılında Kalmuk Devleti, Çin tarafından ortadan kaldırıldıktan sonra Altay'da Çin egemenliği başlamıştır. Çinlilerin baskılarından kaçan Altay beyleri, Rusların himayesine sığınmışlardır. Böylece XVIII. yüzyıldan başlayarak, bölge Rusların egemenlik alanına katılmıştır. 1834 yılında Altay Dinî Misyonu kurulmuştur. Özellikle 1855 yılında Rus göçmenlerin istedikleri yerlere yerleşmelerine izin verilmesinin ardından bölgeye yoğun Rus göçü başlamıştır.

Topraklarını ellerinden alan ve kendilerine Hıristiyanlaşmaları için baskı yapan Ruslara karşı Altaylılar, Rus etnografyasında "Burhanizm" adıyla bilinen "Ak Yang" hareketiyle cevap vermişlerdir. Kalmuk-Oyrot egemenliği devri, Rus idaresine nazaran, ideal bir devir sayılmaya başlamış ve halkı Rus mezaliminden kurtarmaya "Oyrot Han"ın geleceği inancı hasıl olmuştur. "Ak Yang"a göre, "Kara Din" (Şamanizm) tanrıları Ruslara karşı birşey yapamıyor, öyleyse kurtarıcı Oyrot Han'ın "Ak Din"ine bağlanmak gerekiyordu. "Ak Din", Şamanist inançlarla Budizm'in karışımı görünümünde olup, bu dine göre kanlı kurbanlar, Ruslarla yemek yemek, Ruslarla dost olmak, Rus paralarını kullanmak yasaktı.

1904 yılında binlerce Altaylının ayin yaparken basılmasıyla, "Ak Yang" hareketi Rus hükümeti tarafından açığa çıkarılmış ve harekete katılanlar tutuklanmıştır. 1905 İhtilâli'nden sonra kurulan I. Devlet Duması'nın müdahalesi Ak Yangçıları ölüm cezasından kurtarmıştır. Sovyet döneminde Burhanizm hareketinin sebebi olarak Çin ve Rus ticaret sermayesinin rekabeti gösterilerek hareket önderlerinin Çin ajanları olduğu iddia edilmiş; böylece Altaylılar hareketinin millî özelliği gizlenmiştir.

1922-1948 yılları arasında Oyrot Özerk Bölgesi olarak adlandırılan bölgenin adı bundan sonra Dağlık Altay Özerk Bölgesi olarak değiştirildi. Bu bölge Rusya Federasyonu'na bağlı Altay Krayı'nın içinde yer alıyordu. 3 Temmuz 1991 yılında bölge Dağlık Altay Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti'ne, 7 Mayıs 1992'de de Altay Cumhuriyeti'ne dönüştü. Günümüzde Altay Cumhuriyeti Rusya Federasyonu'nda yer alan yirmi bir cumhuriyetten birini teşkil etmektedir ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu'na dahil edilmiştir.

1991 ilkbaharında Altaylıların millî dini olarak görülen Burhanizm'i canlandırmayı amaçlayan "Ak-Burkan" adlı bir dinî dernek kurulmuştur. Günümüzde tabiat ile insan arasında uyum sağlama, kültürel değerleri canlandırma, Altaylıların tarihî mirasını koruma amaçlarını güden "Dağlık Altay Ekolojik-Ekonomik Alanı" adındaki kurum tarafından millî kültürü kalkındırmaya yönelik çeşitli programlar uygulamaya konulmaktadır.

Tuva Türkleri

Tuvalar, Soyonlar ya da Uranhaylar olarak da bilinen, büyük bölümü Rusya'ya bağlı Tuva Cumhuriyeti'nde, küçük bir bölümü ise Moğolistan'da yaşayan ve Moğolcadan etkilenmiş bir Türk lehçesi konuşan halktır. Geleneksel dinleri Şamanizm'le Tibet Budacılığı'nın bazı özelliklerinin karışmasından oluşmuştur. Tuvaların bir kolu olan Tofalar da (eski adları Karagaslar) bugün tamamen Tuvalar içinde kaydedilmektedir.
Tuva (Tuba) adına Çin'in Su sülâlesinin (581-618) kayıtlarında rastlanmaktadır. Bu kayıtlara göre Tubalar Kırgızların doğusunda "Küçük Deniz"in (muhtemelen Baykal Gölü'nün) güneyinde ve Uygurların kuzeyinde bulunmaktaydılar. Eski Türk boylarının batıya ve güneye göç ettikleri zaman yerlerini bırakmayan ve adları ile dillerini koruyarak çağımıza kadar gelen Türk boylarından biri olan Tuvalar, bugün de aynı topraklar üzerinde yaşamaktadırlar.

M.Ö. III. yüzyıl-M.S. II. yüzyılda Tuva ülkesi Hunlara tâbi olmuş, sonra Siyen-Pilerin ve bir müddet Cücenlerin idaresi altına girmiştir. V-VIII. yüzyılda Göktürkler ile Uygurların egemenliği altında olmuştur. IX. yüzyılda Kırgızlar, Uygurlardan egemenliği almışlardır. XIII. yüzyılın başlarından itibaren Tuva ülkesi Moğol İmparatorluğu'nun bir eyaletine dönüşmüş, 1280'den 1368 yılına kadar Moğol sülâlesine, sonra Çin-Mançu sülâlesine tâbi olmuştur. Çinliler ve Moğollar Tuvaları "Uranhay" olarak adlandırmışlardır.

Tuva bölgesi, 1757'den 1912'e değin Çin İmparatorluğu'nun bir parçası olmuştur. Çin-Mançu sülâlesi idaresindeki bu dönemde Moğolistan'da tatbik edilen yönetim sistemi buraya da uygulanmıştır. Tuvalar, Moğolistan'ın resmî dini olan Lamaizm'in tesirinde kalmışlar, yazılarında Tibet ve Moğol alfabesini kullanmışlardır.

XVII. yüzyıldan sonra Tuvalar giderek Rus kültürünün etki alanına girmeye başlamışlar; 1860 Çin-Rus Antlaşması'ndan sonra Moğolistan'da ve Tuva'da tam hareket serbestliğini elde eden Rus hükümeti, bölgeye Rus iskânını başlatmış, Tuvaları Çin'e karşı kışkırtmış ve ayaklanmaları desteklemiştir. 1883'teki Tuva ayaklanmasını Çin hükümeti şiddetle bastırmış, birçok Tuva Abakan ve Altay'daki kardeş Türk boylarına sığınmıştır. Ruslar bu mültecileri Tuva'da Rus hesabına propaganda yapmak için kullanmışlar, diğer taraftan Tuva'da Rus dayanak noktaları hizmetini gören Rus köylerini kurmaya devam etmişlerdir.

1911'de bölgede Rus yönetiminin kışkırtmasıyla ayrılıkçı bir hareket başlamıştır. Bundan sonra 3 yıl fiilen bağımsız olan Tuva ülkesi, 1914'te Rus Çarlığı'nın himayesi altına girmiştir. Rusya'daki 1918-1921 yılları arasındaki iç savaş döneminde ülke tekrar bağımsızlığına kavuştuysa da 1921'de Sovyet hâkimiyetine girerek Tannu Tuva Halk Cumhuriyeti adını almıştır. 1926 yılında Sovyetlerin hâkimiyeti altında yarı bağımsız bir konum elde eden bölge, 1944'te SSCB'ye bağlanarak Rusya Federasyonu'na bağlı özerk oblast yapılmış; 1961'de ise özerk cumhuriyet statüsünü kazanmıştır. Sovyetler Birliği'nin çözülmesinden sonra 1991'de Tuva Cumhuriyeti ilân edilmiştir.

Günümüzde Rusya Federasyonu'nda yer alan 21 cumhuriyetten biri olan ve en son idarî düzenlemeye göre (13 Mayıs 2000) Sibirya Federal Okruğu'na dahil edilen Tuva Cumhuriyeti'nde nüfusun yaklaşık beşte üçü Tuvalardan, geri kalanların çoğu da Ruslardan oluşmaktadır. Tuvaların %99'u Tuva dilini ana dili olarak kabul etmektedir; bu oran Türk boyları arasında en yüksek oranı teşkil eder. Diğer bir deyişle Tuvalar, Türk boyları arasında ana dilin korunmuşluğu açısından en üst sırada yer almaktadırlar. Millî kültürlerini iyi korumuş olan Tuvalar, şu anda sayıları az olmakla birlikte Ruslar arasında erime tehlikesinden uzak gibi gözükmektedirler.

Sibirya Tatar Türkleri
Batı Sibirya'da esas olarak Obi ve İrtiş nehirleri boylarında yoğunlaşan ve Tümen, Omsk, Novosibirsk, Tomsk ve Kemerovo oblastları içinde yer alan Sibirya Tatarlarının etnogenezinde Kıpçakların önemli rol oynadığı, ayrıca yerli Ugor kavimlerinin, Moğolların, Sayan-Altay Türklerinin, Orta Asyalı göçmenlerin (Özbek, Kazak, Karakalpak, Uygur, Tacik), Başkurtların ve Kazan Tatarlarının da etkili olduğu kabul edilmektedir. Sibirya Tatarları kendi içlerinde Tobol, Tümen, Tomsk, Baraba, Tara gibi yoğun olarak bulundukları bölgelerin adlarıyla anılan gruplara bölünmektedirler.

IX-X. yüzyılda Yenisey Kırgızlarının doğusunda Kimek birliği bulunmuştur. Bu birliği oluşturan boylardan biri de, Orta İrtiş, İşim ve Tobol nehirlerinin havzalarında yerleşmiş olan Kıpçak boyu idi. Kimeklerle mücadele eden Kıpçaklar daha sonra batı yönünde yayılmışlar ve XI. yüzyılda İdil Bulgarlarının güneyindeki topraklara, Yayık ile İdil nehirleri arasındaki sahaya gelmişlerdir. XIII. yüzyılda Batı Sibirya'dan İdil'e kadar uzanan sahadaki göçebe Türk-Kıpçak boyları Moğolların hâkimiyeti altına girmiştir. Altınordu'nun XV. yüzyılda dağılmasından sonra İdil'de Kazan Hanlığı, İdil ile Yayık arasındaki sahada ve Ural'ın doğusundaki bozkırlarda Nogay ordusu meydana gelirken, Batı Sibirya'da Orta İrtiş üzerinde Sibirya Hanlığı kurulmuştur.

XV. yüzyılda Batı Sibirya'nın güneyinde hâkimiyet kurmak için Cengiz nesline ait olmayan Taybuğalarla Cengizoğulları olan Şeybanîler ve Nogay mirzaları mücadele etmekteydi. XV. yüzyılın 20'li yıllarında Şeybanîlerden İbak Han, merkezi Tura ve Tobol ırmaklarının birleştiği yerdeki Çimki-Tura kasabası olan Tümen Hanlığı'nın başına geçti. Orta İrtiş ve Aşağı Tobol boylarında hüküm süren Taybuğalarla yakınlaşmak için kız kardeşini Taybuğalardan Mar Han'la evlendiren İbak Han, daha sonra Mar Han'ı öldürerek, ülkesini ele geçirdi. Mar Han'ın akrabalarından Muhammet, 1495 yılı civarında İbak Han'ı öldürerek, Tobol ve Orta İrtiş'teki Türk boylarını birleştirdi ve hanlığın merkezini İrtiş üzerindeki (bugünkü Tobolsk'un 17 km yukarısında) "İsker" (veya Sibir) adındaki kaleye geçirdi.

XVI. yüzyılın başında Tümen Hanlığı'nın topraklarını tamamıyla ele geçiren bu hanlık, merkezinin adından ötürü Sibir Hanlığı olarak anılmaya başladı. XVI. yüzyılın ortasında Sibir Hanlığı, batıda Tura havzasından doğuda Baraba'ya kadar uzanan sahaları, ayrıca Ural'ın doğu yamaçlarındaki bazı Başkurt kabilelerinin topraklarını kapsamaktaydı.

İbak'ın torunu Küçüm (1556-1598) Sibir Hanı Yadigar'a karşı savaşarak, sonunda onu öldürdü ve 1563'te Sibir Hanlığı'nı ele geçirdi. Küçüm Han'ın, Orta Asya'dan ve İdil boyundan din adamlarını davet ederek Sibirya'da İslâmiyet'i yaymak için büyük bir gayret göstermesi sayesinde İsker şehri ve civarındaki ahali Müslümanlaştı, fakat hanlığın kenar bölgelerindeki kavimler Şamanist inançlarını korudular. Kazan Hanlığı'nın yıkılmasından sonra Sibir Hanı Yadigar, Rus Çarı'na bağımlılığını bildirmişti. Küçüm Han, saltanatının ilk yıllarında bu bağımlılığı teyit etmediyse de, 1572'de Rus Çarı'na gönderdiği yarlıkta Rusya'ya yıllık vergi ödemeyi kabul etti.

Fakat hemen ertesi yıl Küçüm'ün yeğeni Mehmet Kul'un Ostyaklara karşı düzenlediği sefer esnasında Sibir'e gönderilen Rus elçisinin öldürülmesiyle Rusya ile Sibir Hanlığı arasındaki ilişkiler kesildi. Aradaki mesafenin fazlalığı dolayısıyla, Ruslar buna karşı hiçbir şey yapamadılar. Böylelikle Sibir Hanlığı, kısa bir süre için tamamen bağımsız olarak huzur içinde varlığını sürdürdü.
Sibir'de Rus hâkimiyetinin yerleşmesinde Stroganovlar adlı bir tüccar-kolonizatör ailenin faaliyeti çok mühim rol oynamıştır. 1558'de Grigoriy Stroganov'un ricası üzerine Rus Çarı IV. İvan, Kama nehri boyundaki Solikamsk'tan Çusovaya nehrine kadar olan geniş sahaları eskiden beri Moskova knezlerine destek olan bu zengin aileye bağışladı. Daha sonra topraklarını Ural dağlarına kadar genişleten Stroganovlar, buralarda bir taraftan tuz ocaklarını işletmekte ve kürk ticareti yapmakta, diğer taraftan yerli kavimlerin, özellikle güneyden Nogayların hücumundan korunmak için kaleler inşa ederek Rus hâkimiyeti için birer dayanak yerleri meydana getirmekteydiler. 1573'te Mehmet Kul'un Kama boyuna kadar akın yapması üzerine, Stroganovlar daha güçlü korunma sistemi oluşturmaya yönelerek, Sibirya'nın içlerine doğru kaleler inşa etmeye giriştiler ve yerli kavimlerden kıtalar kurmaya başladılar.

Moskova hükümetinin Don boyundaki yağmacı Kozaklara karşı başlattığı tenkil hareketinden kaçan birkaç binlik Kozak grubu, başkanları Yermak Timofeyeviç'in önderliğinde 1577'de Kama boylarına geldi. Strogonovlar, Rus Çarı'nın "hırsız ve kaçak kimseleri kabul etmeme" emrine rağmen, bunları yanlarında alıkoyarak, silâhla donattılar ve Sibirya'ya gönderdiler. Yermak'ın adamları 1578­1580 yıllarında Uralları aşarak, Sibirya'ya ulaşan nehirleri takiben Batı Sibirya'ya ulaştılar ve buraları yağma etmeye başladılar. 1581 yılının Temmuzu'nda Tavda ırmağı boyundaki Baba Hasan köyü yakınında Küçüm Han'ın kuvvetlerini yenilgiye uğratan Kozaklar, seferlerine devam ederek Eylül ortalarında Tobol nehrinden İrtiş ırmağına geçmeye muvaffak oldular. Bu sırada sayıları ancak 545 kadar kalmıştı. Fakat ateşli silahları sayesinde Küçüm Han'ın Türk-Moğol savaşçılarını ve Ostyak ile Vogul yerlilerinden ibaret ordusunu devamlı yenmekteydiler. 1581'in 25 Ekimi'nde Yermak, Sibir Hanlığı'nın başkenti İsker'i de ele geçirdi.

Destek olmadan uzun zaman tutunamayacağını anlayan Yermak, İsker'e yerleştikten sonra Moskova'ya elçi gönderip, ele geçirdiği bu geniş ülkenin idaresini Rus Çarı'na verme teklifinde bulundu ve bunun karşılığında önceden işlediği suçların affını diledi. O zamana kadar Sibirya'da olup bitenlerden habersiz olan Moskova'da Sibirya'nın zaptı haberinin gelmesi üzerine büyük sevinç yaşandı; Moskova kiliselerinin bütün çanları çalınarak, Rusya'ya "yeni bir padişahlığın" katılmış olduğu ilân edildi. Yermak ve arkadaşlarının suçları affedilerek, onlara kıymetli hediyeler gönderildi. Moskova hükümeti tarafından tayin edilen genel vali ile birlikte 1583 Kasımı'nda 500 kadar Rus askerî İsker'e geldi.

Aynı zamanda Küçüm Han'ın yeğeni Mehmet Kul'un kumandasındaki kuvvetler başarılı pusu savaşını devam ettirmekteydi. Fakat şahsî menfaatleri peşinde koşan Tatar beylerinin birbirlerine düşmanlığı, direniş hareketine büyük zarar veriyordu. Bir hainin ihbarıyla Mehmet Kul'un Kozaklara esir düşmesinden ve birçok Tatar büyüğünün Küçüm Han'ı terk etmesinden sonra Sibir yurdunda durum büsbütün karıştı. Bu şartlarda Kozak ve Rusların sayıca azlığı, Küçüm Han'ın lehine oldu. İsker şehrinde kuşatılan Kozak ve Ruslar arasında müthiş bir açlık ve hastalık başgösterdi. Yermak, yiyecek tedarik etmek ve ahaliyi itaat altına almak için İrtiş nehrinin yukarısına doğru sefere çıkınca kendini izleyen Küçüm Han'ın kuvvetleri tarafından bir adada kıstırıldı. 1584 yılının 5 Ağustosu'nda meydana gelen çarpışmada Kozaklar yenildi ve atamanları Yermak da öldürüldü. Sayıları 150'ye inmiş olan Kozak-Rus askerleri, bu durum karşısında İsker'i terk ederek Rusya'ya kaçmak zorunda kaldılar.
Rus Devleti bundan sonra Sibir'in istilâsına kuzey tarafından girişerek, hanlığı yeni baştan adım adım fethetmeye koyuldu; ilerledikçe Tümen (1586), Tobolsk (1587), Tomsk (1604) askerî kolonilerini kurdu. Obi ırmağı üzerinde son çarpışmada yenik düşen Küçüm Han'ın (20 Ağustos 1598) Nogayların yanına sığındığı ve orada öldürüldüğü (1600) bilinmektedir. XVII. yüzyılın başlarında Rus nüfuz sahası, İrtiş ve Yenisey başlarına göç eden Kırgız-Kazak sahasına varıp dayanmıştı. Çarlık devrinde en iyi toprakları ellerinden alınan ve ağır vergilerle beraber çeşitli hizmet yükümlüklerine bağlanan Sibirya kavimleri, ekonomik sıkıntıların yanı sıra zorla Hıristiyanlaştırma ve Ruslaştırma politikalarına da maruz kaldılar.

1822 yılına kadar Sibirya'daki Tatar kabileleri Rus idaresine tâbi olan kendi beylerinin yönetiminde kaldılar. 1822'de Batı Sibirya'da Rus devlet adamı Speranski'nin hazırladığı "Gayri Rusların İdaresi Hakkındaki Yasa" uygulamaya konuldu. Bu yasaya göre, Sibirya Tatarlarına devlet köylüleri statüsü verildi ve Tatar vilâyetleri oluşturuldu.

Rus yönetimi daha sonra bu Tatar vilâyetlerini lâğvederek, Rus vilâyetleri arasında bölüştürmeye yöneldi, fakat halkın tepki göstermesi üzerine bundan vazgeçti. XIX. yüzyılın ikinci yarısında Sibirya Tatarlarının çoğu, Tobolsk Guberniyası'nın Tobolsk, Tara ve Tümen bölgeleri içinde bulunmaktaydı. 1897 yılı nüfus sayımı verilerine göre, Sibirya Tatarlarının toplam sayısı 44 bin civarında olup, bölgede bunların dışında 14.4 bin "diğer bölgelerden gelen Tatarlar", 11,6 bin de "Buharalık" (Orta Asya kökenliler) bulunmaktaydı.

XIX. yüzyılın sonunda Rusya Türkleri arasında yenileşme ve millî mücadele hareketini başlatanlar arasında Sibiryalı aydın Abdürreşid İbrahim önemli bir yere sahiptir. Son yıllarını ülkesinden uzakta, Japonya'da geçirmek zorunda kalan bu zat, ömrü boyu bulunduğu her yerde siyasî girişimler ve yayın faaliyetleriyle Rus şovenizmine karşı ve Türklerin millî bağımsızlığı için durmadan mücadele vermiştir.

XX. yüzyılın başında Rusya'nın çeşitli yerlerindeki Türk boyları, memleketin siyasal hayatında yaşanan çalkantılardan yararlanarak millî haklarını elde etmek için mücadeleye giriştiler. Bu mücadelede gerek yoğun yayın faaliyetleri, gerekse siyasî girişimler bakımından başı çeken Kazan Tatarları oldu. Kazan Tatarlarının Sibirya'daki Tatarlar üzerinde eskiden beri büyük etkisi vardı. İki halk arasındaki etkileşim Kazan Hanlığı döneminde başlamış olup, Kazan Hanlığı'nın yıkılışından sonra İdil ve Ural boylarından Sibirya'ya çok sayıda Kazan Tatarı göç ederek buradaki Türk topluluğuna karışmıştı. Kazan Tatarlarının çeşitli nedenlerle Sibirya'ya göçü sonraki yüzyıllarda da sürdüğü gibi, onların eğitim ve yayın faaliyetleri de, Sibirya'daki kültürel hayata önemli etkilerde bulunmuştu. Bunun neticesinde edebî Kazan Tatarcası bile Sibirya Tatarları arasında yayılmıştı. Bu nedenlerden dolayı Kazan Tatarları, Sibirya Tatarlarını kendilerine yakın görerek, onları kendilerin bir kolu saymakta idi.

Millî hareketin başlangıç etabında Kazan Tatar liderlerinin çoğu dinî kimliği etnik kimlikten üstün tutarak Rusya Müslümanları birliği fikrine yönelmiş ve Müslümanların Rusya içinde dağınık yaşadığını göz önünde bulundurarak onlar için toprak esasına dayanmayan millî medenî muhtariyet kurulmasının yerinde olacağını savunmuşlardı. Fakat "I. Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı"nda (Moskova, 1-11 Mayıs 1917) bu konuda çeşitli Türk boyları arasında fikir birliği sağlanamadı ve Rusya'daki çeşitli Türk boyları için ayrı ayrı topraklı muhtariyetler kurulması yönünde bir karar alındı. Çeşitli Türk topluluklarının bundan sonra sorunlarını tek başlarına çözme eğilimi içine girmesi, onların kültürel ve diğer yönlerden birbirinden farklı ve ortak tarih şuurundan yoksun oluşu ile anlatılabilir. Bu şartlar altında Kazan Tatar liderleri, ümmet birliği fikrinden vazgeçerek, İdil-Ural ve Sibirya bölgelerinde yaşayan Türkleri dönemin yaygın tabiri olan Türk-Tatar adıyla bir çatı altında toplama gayreti içine girdiler.
Kazan'da aynı tarihlerde toplanmış bulunan üç kurultayın (II. Bütün Rusya Müslümanları Kurultayı, Müslüman Askerler ve Din Adamları Kurultayları) 22 Temmuz 1917'de gerçekleşen ortak oturumunda "İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarları İçin Millî Medenî Muhtariyet" ilân edildi. 20 Kasım 1917'de de büyük törenle "İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının Millet Meclisi" açıldı. Bundan sonra yoğun faaliyete girişen ve Rusya'nın diğer bölgelerindeki Türk soydaşların millî kuruluşları ile daima haberleşme içinde olan Türk-Tatar parlamentosu, Sovyet hükümeti tarafından 11 Ocak 1918'de resmen dağıtılana kadar Rusya'nın en karmaşık ihtilâl şartlarında disiplin içinde çalışarak, din, eğitim, kültür konularından malî işlere varana kadar çok değişik alanlarda önemli kararlar aldı. Fakat Sovyetlerin müdahalesiyle bu girişimler yarıda kalmış oldu.

Sovyet döneminde Sibirya Tatarlarının millî vilâyetleri lâğvedildi, kendilerine, Kazan Tatarlarının bir kolu sayıldıkları için, özerklik tanınmazken, Kazan Tatarcası, Sovyet döneminde Sibirya Tatarlarının resmî dili olarak kabul edildi.

Kazan Tatarları bugün de Sibirya Tatarlarını kendilerinin bir kolu saymaya devam ederken, Aralık 1990'da birinci kongrelerini düzenleyerek bir birlik kuran Sibirya Tatarları artık kendilerinin Kazan Tatarlarından farklı özelliklere sahip ayrı bir Türk boyu olduklarını savunmakta ve Rusya içinde özerklik elde etmek istemektedirler. Şimdilik bu yöndeki çabalarından bir sonuç çıkmamıştır. Rusya'da 13 Mayıs 2000'de yapılan yeni idarî düzenlemeye göre, bulundukları bölgeler Ural ve Sibirya Federal Okrugları arasında paylaştırılmıştır.

Kaynak

Alekseyev, M. Y., "Şorskiy Yazık", Krasnaya Kniga Yazıkov Narodov Rossii, "Academia", Moskova, 1994, s. 67-68.

Androsova, S. İ., "Dolganskiy Yazık", Yazıki Mira: Tyurkskiye Yazıki, Bişkek, 1997, s. 235-242.

Arat, Reşit Rahmeti, "Kırgızıstan", İslâm Ansiklopedisi, 6. cilt, Maarif Basımevi, İstanbul, 1955, s. 735-741.

Arat, Reşit Rahmeti, "Kazakistan", İslâm Ansiklopedisi, 6. cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1967, s. 494-505.

Arat, Reşit Rahmeti, "Kazan", İslâm Ansiklopedisi, 6. cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1967, s. 505-522.
Atlasi, Hadi, Sibir Tarihi. Süyünbike. Kazan Hanlığı, Kazan, 1992.

Baktıgulov, C. S. -Mombekova, J. K., İstoriya Kırgızov i Kırgızstana s Drevneyşih Vremen do Naşih Dney, Bişkek, 1999.

Baskakov, N. A., "Altayskiy yazık", Yazıki Mira: Tyurkskiye Yazıki, Bişkek, 1997, s. 179-187.
Bikbulatov, H. V., Başkirı (Kratkiy Etnoistoriçeskiy Spravoçnik), Ufa, 1995.

Butanayev, V. Y., "Etniçeskaya İstoriya Hakasov XVII-XIX vv. ", Materialı k Serii "Narodı Sovetskogo Soyuza"-Hakası, Moskova, 1990.

Caferoğlu, Ahmet, Türk Kavimleri, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1983.

Caynakova, Aynek, "Manas Destanında Nesillere Uzanan Mefhumlar ve Destanın Tarihle İlişkisi", Bozkırdan Bağımsızlığa Manas, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1995, s. 145-159.
Devlet, Nadir, "Rusya Federasyonu'nda Bağımsızlık Hareketleri-Tatarlar", Unutkan Tarih (Sovyet Sonrası Türkdilli Alan), Haz. Semih Vaner, Metis Yayını, İstanbul, 1997.

Devlet, Nadir, 1917 Ekim İhtilâli ve Türk-Tatar Millet Meclisi (İç Rusya ve Sibirya Müslüman Türk-Tatarlarının Millet Meclisi-1917-1919), Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1998.

Devlet, Nadir, Rusya Türklerinin Millî Mücadele Tarihi (1905-1917), Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1985.

Devlet, Nadir. "Çağdaş Türkiler", Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi, Ek cilt, Çağ Yayını, İstanbul, 1993.

Engin, M., F. Agi, N. Devlet, A. Akış, Kazak ve Tatar Türkleri, Boğaziçi Yayını, İstanbul, 1976.

Gayretullah. Hızır Bek, Altaylarda Kanlı Günler, Ahmet Sait Matbaası, İstanbul, 1977.

Grousset, Rene, Bozkır İmparatorluğu, Çev. Reşat Uzmen, Ötüken Yayını, İstanbul, 1980.

Gürsoy-Naskali, Emine haz., Sibirya Araştırmaları, Simurg, İstanbul, 1997.
Hudyakov, Mihail, Oçerki po İstorii Kazanskogo Hanstva, Kazan, 1923.

İnan, Abdülkadir, "Sibirya Türkleri", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1976, s. 1272-1282.

İshakov, Damir, Etniçeskoye Razvitiye Volgo-Ural'skih Tatar v XV-Naçale XX v., (Dissertatsiya v vide Nauçnogo Doklada), Moskova, 2000.

Kirişçioğlu, M. Fatih, Saha (Yakut) Türkçesi Grameri, Türk Dil Kurumu Yayını, Ankara, 1994.

Komisyon, İstoriya Başkortostana s Drevneyşih Vremen do 60-h Godov XIX v., "Kitap", Ufa, 1996.

Komisyon, İstoriya Kazahstana s Drevneyşih Vremen do Naşih Dney, "Devir", Almatı, 1993.

Köprülü, M. Fuat, "Altaylılar", İslâm Ansiklopedisi, 1. cilt, Millî Eğitim Basımevi, İstanbul, 1950, s. 387-389.

Kurat, Akdes Nimet, "Altın Ordu Devleti", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1976, s. 926-932.

Kurat, Akdes Nimet, "Kazan Türklerinin 'Medenî Uyanış' Devri", Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi: XXIV. c., 3-4. sy., s. 95-96.

Kurat, Akdes Nimet, Ahmet Temir, "Sibir (Sibirya) Hanlığı", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1976, s. 957-968.

Nasilov, D. M., "Tuvintsev-Todjintsev Yazık", Krasnaya Kniga Yazıkov Narodov Rossii, "Academia", Moskova, 1994, s. 56-57.

Nasilov, D. M., "Sibirya Türk Halkları (Etnik Azınlıklar) ve Dilleri, Sibirya Araştırmaları, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Simurg Yayını, İstanbul, 1997, s. 51-55.

Özey, Ramazan, Dünya Platformunda Türk Dünyası, Öz Eğitim Yayını, İstanbul, 1997, s. 299-306.

Özkan, Nevzat, Türk Dünyası. (Nüfus, Sosyal Yapı, Dil, Edebiyat), Geçit Yayını, Kayseri, 1997.

Pustagaçev, Y. A., "Altay ve Altaylılar", Sibirya Araştırmaları, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Simurg Yayını, İstanbul, 1997, s. 277-287.

Rorlich, Azade-Ayşe, Volga Tatarları (Yüzyılları Aşan Millî Kimlik), Çev. Mehmet S. Er., İletişim Yayını, İstanbul, 2000.

Şahin, Erdal, "Batı Sibirya Tatarlarının Tarımla İlgili Bayram ve Gelenekleri", Sibirya Araştırmaları, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Simurg Yayını, İstanbul, 1997, s. 111-116.

Şahin, Leysen, Tatar İctimai Merkezi'nin İlk Kurucu Kurultayı (17-18 Şubat 1989), Marmara Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul, 1998.
Şen, Mesut, "Sibirya İsminin Menşei Üzerine", Sibirya Araştırmaları, Haz. Emine Gürsoy-Naskali, Simurg Yayını, İstanbul, 1997, s. 17-22.

Şimşek, A., Türk Dünyası, Türk Devlet ve Toplulukları Dostluk, Kardeşlik ve İşbirliği Vakfı Yayını, Ankara, 1998, s. 133.

Tannagaşeva, N. N., Ş. H. Akalın, Şor Sözlüğü, Türkoloji Araştırmaları, Adana, 1995.

Taymas, Abdullah Battal, 1917'den 1919'a Rus İhtilali'nden Hatıralar 1, Turan Kültür Vakfı Yayını, İstanbul, 2000.

Taymas, Abdullah Battal, Kazan Türkleri, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayını, 2. bs., Ankara, 1966.

Temir, Ahmet, "Nogay Hanlığı", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Ensitüsü Yayını, Ankara, 1976, s. 955-956.

Temir. Ahmet, "Kasım Hanlığı", Türk Dünyası El Kitabı, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayını, Ankara, 1976, s. 940-942.

Tumaşeva, D. G., Slovar'dialektov Sibirskih Tatar, Kazan, 1992.

Türkoğlu, İsmail., Sibiryalı Meşhur Seyyah Abdürreşid İbrahim, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, Ankara, 1997.

Valeyev, Foat., Sibirskiye Tatarı: Kul'tura i Bıt., Kazan 1992. Yücel, Celalettin, Dış Türkler, Hun Yayını, İstanbul, 1977.

Zekiyev, Mirfatih, Törki-Tatar Etnogenezı, Fikir ve İnsan Yayınevleri, Kazan-Moskova, 1998. Zekiyev, Mirfatih, "Tatarskiy yazık", Yazıki Mira: Tyurkskiye Yazıki. Bişkek, 1997, s. 357-372.

Kaynak
Sibirya Türk Toplulukları Tarihi / Leysen Şahin